Koku
07 Mayıs 2019
‘’Koku’’, çağdaş Alman yazarı Patrick Süskind'in özgün adı ‘’Das Parfum’’ adlı romanıdır. (Can Yayınları, 1997) Jean-Baptiste Grenouille ise romanın muhteşem koku yeteneği olduğu halde kendi kokusu olmayan, bu uğurda da insan öldürmekten çekinmeyen ve sonu trajik bir şekilde biten roman kahramanıdır.
Bu yazımda Patrick Süskind'in romanını anlatmayacağım. Kitabın sonu ile yazımın sonu arasında bir bağ var ama konu uzun bu bağı kitabı okuyanlar kursun! Benim anlatacağım ‘’koku’’ başka bir koku...
Gelelim şimdi bu kokuya…
Bir genç adam liseyi yatılı okumuştu. Kısa süreli bir bayram tatilinde yol uzun, zaman kalmıyor diye memleketine de gidemez. Okuluna yakın bir şehirde oturan en yakın arkadaşının da davetini kırmayarak onunla birlikte arkadaşının ailesinin yanına misafirliğe gider…
Ev sahibi hem oğlu geliyor hem de arkadaşı geliyor diye mükellef bir akşam yemeği hazırlar. Bizim genç delikanlı da yatılı okul yemeklerinden bıktığı, anne yemeğini de özlediği için tıka basa yer. Sonuçta yemekler yenir, kahveler içilir, sohbetler yapılır ve yatma zamanı gelir.
Ev sahibi misafir diye bu genç delikanlıya ayrı bir oda tahsis ederler. Ancak evde bir tane tuvalet vardır ve bu tuvaleti kullanmak için de ev sahibi anne ve babanın yatak odasından geçerek gitmek gerekecektir. Bu nedenle arkadaşı bizim delikanlıyı uyarır: ‘’Bak arkadaş’’ der, ‘’Görüyorsun evde bir tane tuvalet var. Eğer ihtiyacın varsa şimdi yap. Çünkü bütün gece boyunca yapamazsın. Tuvalete geçmek için yattığın odadan annemlerin yatak odasından geçmen gerekli.’’ Bizim genç delikanlı şöyle bir düşünür ve ihtiyacının olmadığına karar verir. Sonra da herkes yatar.
Gecenin bir yarısıdır... Akşam yedikleri tıka basa yediği yemekten olsa gerek bizim genç delikanlının bağırsak faaliyetleri onu son derece rahatsız etmeye başlar. Önce sabreder ama olacak gibi değil… Utancından ailenin yatak odasından da geçemez… Pencereden bakar, beşinci kat… Odayı bir kolaçan eder... Gözüne odadaki bir saksıyı kestirir. Aklına şeytani bir fikir gelir… Saksıyı alır, içindeki çiçeği toprağıyla beraber çıkarır, boş saksıyı klozet gibi kullanarak büyük tuvaletini yapar, sonra da tekrar saksıya çiçeği toprağıyla beraber yerine yerleştirir. Sonra da rahatlamış olarak güzel bir uyku çeker. Ertesi sabah herkes uyandığında kahvaltı bile yapmadan bir bahane ile aileyle vedalaşıp apar topar evden ayrılır.
Aradan on yıl geçer…
Bizim genç delikanlı bu arada üniversiteyi bitirmiş ve bir şirkette çok iyi bir pozisyonda işe girmiştir.
Bir gün işyerinde lise talebesi iken kısa süreli bir bayram tatilinde misafir olduğu bu aileden bir mektup alır. Mektubu arkadaşının babası kaleme almıştır. Mektupta baba şöyle yazar:
“Evladım! Sen gideli tam tamına on yıl oldu. Bu arada biz de tam on ev değiştirdik, amma velâkin biz bu kokudan bir türlü kurtulamadık. Nereye yaptıysan evladım ne olur bize yaz!’’
Ben bu fıkrayı niye yazdım diye uzun lafa gerek yok!
Demokrasi adına zaten elimizde kala kala bir tek ''sandık demokrasisi'' kalmıştı... Artık onun da içine ettiler... Ancak içine edilmiş bu sandığın kokusu saksıya edilmiş kokuya da benzemeyen, değil on, sittin sene de geçse vebalinden kimsenin kurtulamayacağı pis bir lağım kokusudur.
Ve umarım ki bu koku, Patrick Süskind'in ‘’Koku’’ (Das Parfüm) adlı romanının kahramanı Jean-Baptiste Grenouille’nin trajik sonu gibi toplumun da trajik sonunu hazırlamaz!…
Osman AYDOĞAN