Türk kültürünün ve sanatının katliamı
06 Ekim 2025
Özellikle son yirmi yıldır, bilinçli bir şekilde bu topraklardaki Türk kültürü ve sanatı katlediliyor.
Bakınız, “restorasyon” maskesi altında Türk kültürü ve sanatı nasıl yok ediliyor.
Restorasyon
Restorasyon sözcüğü Fransızca’dan geliyor. Kültürel hazinelerin korunması, geleceğe aktarılması ve tarihi yapıların harap olan bölümlerinin daha fazla tahrip olmasını önlemek amacıyla, aslına uygun biçimde yenilenmesi sürecine “restorasyon” deniyor. (*)
Tarihi eser restorasyonunda sorumluluklar
Ülkemizde kültürel hazineler ve tarihi eserlerin korunması ile harap olan bölümlerinin daha fazla tahrip olmasını önlemek amacıyla aslına uygun şekilde yenilenmesi, yani restorasyonu, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile bu bakanlığa bağlı Vakıflar Genel Müdürlüğü (VGM) tarafından gerçekleştiriliyor. Türkiye'deki tarihi camilerin büyük bir kısmı VGM’nin sorumluluğu altında bulunuyor. VGM, camilerin restorasyon projelerini hazırlıyor, finanse ediyor ve tamamlanan projeleri denetliyor. VGM’nin hazırladığı projeler, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı “Kültürel ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu” (kısaca “Koruma Kurulu”) tarafından onaylanıyor. VGM, özellikle Osmanlı dönemine ait tarihi camilerin restorasyonunda en yetkili kamu kurumu olarak öne çıkıyor.
Büyükşehir belediyeleri, kendi sınırları içindeki camiler için restorasyon projeleri hazırlayabiliyor; ancak bu çalışmaların mutlaka Vakıflar Genel Müdürlüğü (VGM) ile iş birliği içinde yürütülmesi gerekiyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), camilerin ibadet yönüyle ilgileniyor; ancak camilerin fiziki yapıları DİB’nin sorumluluğunda bulunmuyor.
Özel şirketler, sivil toplum kuruluşları ve vakıflar da camilerin restorasyonunu üstlenebiliyor; ancak bu durumda da projelerin mutlaka VGM’nin onayından geçmesi gerekiyor.
Restorasyonlarda yapılan özensizlik
Ülkemizde tarihi eserlerin, özellikle camilerin restorasyonunda, AKP döneminden itibaren bir özensizlik göze çarpıyor. Ancak bu özensizlik, cehaletten ya da iş bilmemekten kaynaklanmıyor; aksine, kasıtlı ve bilinçli bir şekilde gerçekleştiriliyor. Yani, restorasyon adı altında kültür ve sanat cinayeti işleniyor, kültür ve sanat katliamı yapılıyor.
Restorasyon adı altında kasıtlı ve bilinçli olarak gerçekleştirilen bu kültür ve sanat cinayetinin ve katliamının sebeplerini, nedenlerini ve gerekçelerini açıklamadan önce, bu cinayetlere ve katliamlara bazı örnekler vermek istiyorum.
Bu kültür ve sanat cinayetlerinden ve bu kültür ve sanat katliamlarından bazı örnekler.
1. Çorum Ulu Camii
Çorum Ulu Cami kubbesinin restorasyon öncesi hali:
Çorum Ulu Cami kubbesinin restorasyon sonrası hali:
2. Kastamonu Nasrullah Cami
1506 yılında Kadı Yakupoğlu Nasrullah tarafından yaptırılan Nasrullah Camii, 2014 yılında onarım ve restorasyon şartıyla devri yapılarak özel bir firmaya kiraya veriliyor. İki yıl süren restorasyon çalışmaları sonucunda camii 2016 yılında yeniden ibadete açılıyor. İki yıl süren restorasyon sonucunda 500 yıllık caminin bütün tezyinatı, hat sanatları ve süslemeleri sökülerek yerine banadan yapılıyor ve cami taınmaz hale getiriliyor.
Kastamanu Nasrullah Camisinin restorasyon öncesi hali:
Kastamanu Nasrullah Camisinin restorasyon sonrası hali:
Kastamanu Nasrullah Camisi kubbesinin restorasyon öncesi hali:
Kastamanu Nasrullah Camisi kubbesinin restorasyon sonrası hali:
3. Kapalı Çarşı
Dünyanın en eski ve en büyük çarşısı Kapalıçarşı’da gerçekleşen restorasyonla çarşının tavanlarındaki süslemeler ve kalem işleri kazınarak resmen badana yapılıyor, ışıklandırması değiştiriliyor. Sıradan, basit, tek tip, soluk, göze hitap etmeyen bir kültür yaratılmaya çalışılıyor. Kapalı Çarşının tarihi dokusu siliniyor ve modern bir AVM görünümü veriliyor.
Kapalçarşının restorasyon öncesi hali:
Kapaıiçarşının restorasyon sonrası hali:
4. İznik Nilüfer Hatun İmareti içerisindeki Türk İslam Eserleri Müzesi. Yapım yılı 1338, restorasyon 2020. Taş doku yok, yine her yer bembeyaz.
5. Bursa Şehzade Mustafa Türbesi kubbesi restorasyon sonrası kapatılan barok süsleme.
6. Altıncı yüzyıl eseri Vize Küçük Ayasofya Caminde tezyinat, kalem işleri ve süslemeler kazınarak resmen badana yapılmış
7. Trilye Fatih Camisi de beyaz badanadan payına düşeni almış.
8. Zeyrek Cami. Kiliseden camiye dönüştürülmüştü. O da badanadan nasibini almış.
9. Tarihi 16.yy'a kadar dayanan Muş'ta ki bu caminin son hali
10. Malatya Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı. Bu tarihi kervansaray da badanadan nasibini almış.
Malatya Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı restorasyon öncesi hali:
Malatya Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı restorasyon sonrası hali:
11. İzmit Orhan Cami
İzmit Orhan Camisinin restorasyon öncesi hali:
İzmit Orhan Camisinin restorasyon sonrası hali:
12. Üsküp Sultan Murad Camii, TİKA öncesi solda, sonrası sağda. Caminin tamamı beyaza boyanmış.
Üsküp Sultan Murat Camisinin restorasyon öncesi ve sonrası hali:
13. Ayasofya Şehzadeler Türbesi kubbesinde son dönem Osmanlı süsleme üslubu olan barok süsleme kazınmış. Bir dilim açık bırakılarak restorasyon öncesinde böyleydi algısı oluşturulmuştur.
14. İstanbul Haseki Hürrem Sultan Camii'nde yapılan restorasyon.
Camii 1538-1539 yılları arasında inşa ediliyor. Soldaki fotoğraf restorasyon öncesi, sağdaki ise restorasyon sonrası hali
İstanbul Haseki Hürrem Sultan Cami restorasyon öncesi:
İstanbul Haseki Hürrem Sultan Cami restorasyon sonrası:
15. Artvin/ Camiliköyü; Restorasyonu
Restorasyon öncesi
Restorasyon sonrası
16. Burdur Ulu camii
Restorasyon sonrası
17. Topkapı Sarayı
Topkapı Sarayı'nın kapılarından birisi olan Babüssaade kapısının, eski fotoğraflarda her iki yanında derinlemesine geriye doğru perspektif içeren süslemeler bulunuyor. Restorasyon sonrası artık bu süslemeler günümüzde görünmüyor.
Topkapı Sarayı'nın kapılarından birisi olan Babüssaade kapısının eski hali:
Topkapı Sarayı'nın kapılarından birisi olan Babüssaade kapısının şimdiki hali:
Diğer Türk kültür ve sanat katliamları
Yozgat Çapanoğlu ve Sağır Mustafa Ağa, Bolu İmaret, İskilip Ulu, Sinop Kefevi, Safranbolu Köprülü Mehmed Paşa, Bartın Orta İbrahim Paşa Camileri ve Sivas Kongre Müzesi resterasyonları da hemen hemen aynı şekilde yapılıyor. Bu restorasyonların tamamında terihi eserlerdeki tezyinat, süsleme ve hat sanatları kazınıp yerine resmen beyaz badana yapılıyor.
Şimdi gelelim bu kültür cinayetinin, bir kültür katliamının son örneğine:
Edirne Selimiye Cami katliamı
1575 yılından bu yana inananların ibadet ettiği ve 2011 yılından beri UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Türk mimarisinin incisi Selimiye Camisinin restorasyonuna Vakıflar Genel Müdürlüğü (VGM) tarafından Kasım 2021 tarihinde başlanıyor.
Şimdiye kadar camide en çok yıpranmanın gözlendiği dört minarenin taş onarımları ve temizlik çalışmaları tamamlanıyor. Ana ve avlu kubbelerindeki güçlendirme ile enjeksiyon uygulamaları gerçekleştiriliyor. Şimdi sıra, camideki kubbelerdeki mevcut süslemeler, kalem işleri, hat ve tezyinat çalışmalarına geliyor. İşte sorun tam da bu noktada başlıyor.
Selimiye’nin kalem işleriyle ilgili restorasyon çalışmaları kapsamında, restorasyonlarda kalem işleri ve duvar resimlerine yapılan yanlış müdahaleler dikkat çekiyor:
Restorasyon devam ederken Selimiye Camii Tetkik ve Tahkik Kurulu tarafından hazırlanan bir proje, caminin restorasyon çalışmalarını yürüten Vakıflar Genel Müdürlüğü (VGM) Bilim Kurulu’na sunuluyor. VGM Bilim Kurulu tarafından bu proje üç kez reddediliyor; ancak proje, daha sonra Edirne Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun onayının ardından, itirazlar ve bilimsel eleştiriler üzerine Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’na sevk ediliyor. Proje oradan da geçici onay alıyor.
Konuyu daha iyi anlamak için Selimiye Camii’nde bo proje ile ne yapılmak istendiğinin fotoğraflarla anlatılması gerekiyor. Soldaki fotoğraf, Selimiye Camii’nin büyük kubbesinin mevcut halini gösteriyor. Sağdaki fotoğraf ise planlanan restorasyonun canlandırılmış halini yansıtıyor.
Selimiye Camii’nin merkez kubbesinin mevcut halini tam olarak görmek, planlanan restorasyonun potansiyel bir “cinayet” olarak nitelendirilen etkisini daha iyi anlamak için gereklyor..
Selimiye'nin kubbe merkezinde bulunan hat sanatı, Karahisari’nin (ö. 1566) talebesi Hattat Hasan Çelebi (5.1594) tarafından yazılıyor.
Bu noktada, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu (2863 sayılı Kanun) ve ilgili yönetmeliklere göre, restorasyon projeleri için onay süreci nasıl işliyor, bir göz atmamamız gerekiyor:
Vakıf eserleri (örneğin Selimiye Camii gibi VGM sorumluluğundaki yapılar) için VGM Bilim Kurulu öncelikle projeyi inceliyor ve gerektiğinde reddedebiliyor. Reddedilse bile proje, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı Edirne Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'na (yerel koruma kurulu) iletiliyor; buradan onay alınırsa, süreç devam edebiliyor.
Ancak Yüksek Kurul, (VGM'nin değil, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu -KVKK), yerel koruma kurullarının kararlarına itirazları inceliyor, iptal edebiliyor veya onaylıyor; örneğin Selimiye projesinde Yüksek Kurul, yerel kurulun kararını iptal ederek yeni bir restorasyon sürecini onaylıyor. (2025'te 3436 sayılı kararla). VGM’nde Yüksek Kurulu diye bir yapı bulunmuyor. Yerel kuruldan onay alan proje, itirazlar veya revizyonlar için Yüksek Kurulu'na gidebiliyor, çünkü Yüksek Kurul ulusal düzeyde ilke belirleyici ve koordinatör rolünde bulunuyor. (Bu durum, normal şartlarda koruma süreçlerinde hiyerarşik bir denetim mekanizması sağlıyor.)(**)
Bu projeye yönelik tepkiler
Bu onay üzerine, başta Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi Türkiye Milli Komitesi (ICOMOS) olmak üzere restoratörler, sanat tarihçileri ve sivil toplum kuruluşları, bu projenin Venedik Tüzüğü (***)’ne aykırı olması nedeniyle harekete geçiyor.
Heyet Başkan Yardımcısı Sadettin Ökten’in “seküler modernist zihin” diye demagoji yaparak aşağılamaya çalıştığı 126 hattat, bir bildiriyle bu projenin iptalini istiyor.
Bu tepkiler sonucu ‘‘tarihi dokuya ve rastorasyon kurallarına aykırı olduğu’’ gerekçesiyle Edirne Bölge İdari Mahkemesi’ne yürütmeyi durdurma davası açılıyor. Edirne Bölge İdari Mahkemesi de 27 Eylül 2025 tarihinde yürütmeyi durdurma kararı veriyor. Ancak bu kararın da kamuoyunda yükselen tepkileri durdurmak, konuyu unutmaya bırakmak ve sonra da projeye kaldığı yerden devam etmek amacını taşıdığı değerlendiriliyor. Bu şüpheyi kanıtlayacak şekilde yukarıda anlattığım gibi geçmişte çoook büyük kültürel katliamlar yaşanıyor.
Şimdi de bu Türk kültür ve sanat cinayetinin, bu Türk kültür ve sanat katliamının sebebine gelmemiz gerekiyor.
“Selimiye Camii Tespit ve Tahkik Heyeti (Kurulu)”
Selimiye Camii’nin bu restorasyonu için Vakıflar Genel Müdürlüğü (VGM), “Selimiye Camii Tespit ve Tahkik Heyeti (Kurulu)” adında gayri resmi bir kurul oluşturuyor. Böylesi bir kurulun, VGM sorumluluğundaki bir restorasyonda hiçbir yetki ve sorumluluğa sahip olmadığı görülüyor. VGM bünyesinde zaten konunun uzmanı nitelikli personel mevcutken, bu kurulun camiyi restorasyonla ihya etmek için değil, imha etmek amacıyla oluşturulduğu düşünülüyor.
Normal şartlarda bu tür bir kurulda konunun uzmanı bilim insanlarının yer alması gerekiyor. Ancak bu kurulda Kurul Başkanı olarak Hattat Uğur Derman, Kurul Başkan Yardımcısı olarak ise Prof. Dr. Sadettin Ökten bulunuyor. Bu kişilerin kimliklerine bakıldığında, Hattat Uğur Derman’ın İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi mezunu olduğu, esas mesleğinin eczacılık olduğu, 15 yıl boyunca serbest eczacılık yaptığı, 1977-2006 yılları arasında Türkpetrol Vakfı’nda yöneticilik yaptığı ve hat sanatında kendisini yetiştirdiği görülüyor.
Restorasyonda Türk kimliğini inkâr ederek Selefi Vahhabi (****) düşüncesine sahip olmak
“Selimiye Camii Tespit ve Tahkik Heyeti (Kurulu)” Başkanı, Başkan Yardımcısı ve bir üye Anadolu Ajansına 20 Eylül 2025 tarihinde bir demeç veriyorlar. İşte bu demeçler bu kurulun neden oluşturulduğunu, camiyi ihya etmek için değil de camiyi imha etmek amacıyla teşkil edildiğini gayet güzel açıklıyor. Bu demeçler bir nevi itirafnâme gibi duruyor.
Kurul Başkanı olarak Hattat Uğur Derman’ın demeci
Kurul Başkanı olarak Hattat Uğur Derman 20 Eylül 2025 tarihinde Anadolu Ajansına verdiği demeçte Selimiye Camii restorasyonu hakkında şunları söylüyor:
"19. asrın başlarında, herhalde Osmanlı'nın mali sıkıntılarının olduğu bir devirde, İstanbul gibi hüsnühattın çok geçerli olduğu yerden gelen hattatları -mesela bir (Mustafa) Rakım emsali olmayan bir kimse, Hattat Sami Efendi gibi- zevatı bir tarafa bırakıp Edirne'de mahalli yazı yazan, yani kendilerine hattat denmeyecek seviyede olan kimselerle 19. asrın başında Selimiye Camisi'nin doldurulması beni çok rahatsız eder. Bunların bir an evvel kalkmasını temenni ederim."
Bilhassa 19. asırda hüsnühattın en mükemmel devrine eriştiği yıllarda siz İstanbul'un fevkalade muvaffak ve büyük hattatlarını Edirne'ye çağırmayıp mahalli, adı sanı duyulmamış kimseleri bu işe memur edin. Doğrusu ben bundan çok gücenmişimdir."
Kurul Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Sadettin Ökten’in demeci
Kurul Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Sadettin Ökten’in ise 20 Eylül 2025 tarihinde Anadolu Ajansına verdiği demeçte Selimiye Camii restorasyonu hakkında özetle şunları söylüyor:
"Selimiye Camisi de belli bir dönemde bize ait toplumsal bir yapının kendi özgün medeniyet tasavvurunu kendi iradesiyle net biçimde ortaya koyduğu bir yapıdır. Şimdi dışarıdan bir örnek vereyim. Katolik Hristiyan medeniyet tasavvuru, 11. asırdan başlayarak kendi gotik katedrallerini, kendi inançları istikametinde, kendi iradesine göre, kendi biçimleriyle ortaya koyduğu gibi Osmanlı medeniyet tasavvuru da -ki Sünni İslam'ın bir yorumudur- kendi biçimlerini Selimiye ve başka külliyelerde bütüncül bakış açısı içinde çelişkisiz olarak ortaya koymuştur.’’
"Şunu gördüm. Seküler ve modernist bir zihin Selimiye'ye bakıyor. Gördüğü şey tarihi bir eserdir. Daha ayrıntıya inersek Osmanlı mimarlık tarihinin çok katmanlı önemli bir belgesidir. Bu zihin için bir antik Yunan tapınağı, bir Roma amfitiyatrosu, Petra'daki kalıntılar, gotik bir katedral aynı anlamda ele alınır. Hepsi tarihi eserdir. Mimarlık tarihi için çok katmanlı önemli vesikalardır. Seküler modernist zihin, Selimiye'yi bu kategoride ele alır ve böyle değerlendirir. Bu yaklaşım seküler modernist zihin için tutarlıdır ve hiçbir mahzur ihtiva etmez. Bu yaklaşım İslam medeniyet tasavvuruna mensup bir birey için fevkalade yanlış ve eksik bakış açısıdır.’’
‘’Ben İslam medeniyet tasavvuruna mensup bir birey olarak Selimiye'ye baktığım zaman ilk Mescid-i Nebevi'yi görüyorum. Orada sünnet-i seniyyeyle müşerref oluyorum. Sembolik manada Mescid-i Nebevi'ye gidiyorum. Peki başka? Kabe-i Muazzama'ya gidiyorum. Orada tevhidi görüyorum. Daha ilerisi de var. Selimiye'de İslam medeniyet tasavvurunun bir iktidar tarafından mücessem hale getirilmiş ve yaşatılan uygulamasını görmekteyim. Bu uygulamanın Edirne gibi bir şehirde olması da benim için ayrı mana ifade ediyor. Medeniyetimizin Avrupa'daki uzun ve etkin macerasının günümüze yansıyan iz düşümü."
"Mesela orada birtakım madalyonlar var. Ziyaret ettiğim barok kilisenin üzerinde melek tasvirleri var. Herhalde Selimiye'nin kubbesine melek tasviri yapacak hali yok kimsenin. Madalyonun içine ayet yazacak ama madalyon var. Dolayısıyla medeniyet noktasından bakıldığında, barok bana yabancı, beni iten bir şey. Barok bir tezyinat, sizi alır götürür, nereye? Yüzeyselliğe mahkum eder."
"İslam Medeniyeti noktasından bakıldığında, bu tezyinatın teşekkürlerle tarihe intikal ettirilmesi, onun yerine bizim Sinan camilerinde gördüğümüz ve üstatlarınca malum olan bir tezyinatın yapılması icap eder. Çünkü belli ki bu tezyinat, Sultan Mecid zamanındaki sıkıntılı dönemlerde ortaya çıkan bir resimdir. Sultan Mecid'in tercüme-i hali ve icraatı malumdur. Böyle bir dönem geçirmişiz. Selimiye'yi tarihi bir eser olarak 4. belki 5. safhada görürüz. Öncelikle bizim için orası Mescid-i Nebevi'nin Edirne'deki iz düşümüdür. Tevhidin ve sünnetin sembolüdür. Tevhide ve sünnete götürmeyen her türlü unsurun, oradan edepli şekilde kaldırılması icap eder."
Kurul üyesi Semih İrteş’in demeci
“Selimiye Camii Tespit ve Tahkik Heyeti (Kurulu)”nda yer alan Nakkaş ve Yüksek Mimar Semih İrteş ise yine Anadolu Ajansına 20 Eylül 2025 tarihinde verdiği demeçte restorasyon sürecinde hazırladıkları tezyinat projesinde Selimiye Camisi'nin yarım kubbelerinde bulunan özgün nakışların esas alındığını anlatarak, "yarım kubbelerdeki tezyinat birebir, orantılı şekilde büyütülerek ana kubbeye taşındı.’’ İfadelerini kullanıyor.
Bu heyet ve bu adamlar bu demeçlerinde ne diyorlar?
Heyet Başkanı Uğur Derman, demecinde "Edirne'de mahalli yazı yazan, yani kendilerine hattat denmeyecek seviyede olan kimselerle 19. asrın başında Selimiye Camisi'nin doldurulması beni çok rahatsız eder. Bunların bir an evvel kalkmasını temenni ederim" diyor. Ancak bu konuda bilimsel bir veri sunmuyor. Yani adam hiçbir bilimsel temele dayanmayan kendi kişisel görüşünü projeye dayatıyor. Cami kubbesindeki mevcut süslemelerin, tezyinatın cami kubbesinden kendi keyfine göre kaldırılmasını istiyor.
Heyet Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Sadettin Ökten, Selimiye'ye "seküler ve modernist bir zihinle" bakılmasından rahatsız olduğunu, yapının sadece "tarihi bir eser" olarak ele alınmaması gerektiğini ifade ediyor. Bir tarihi esere ‘’tarihi eser olarak bakmak’’ ve bu tarihi esere "seküler ve modernist bir zihinle" bakmak düşüncesi sanırım Selefi Vahhabi düşüncesinde yeni bir çığır olarak yer alıyor? Bu zata göre camilerinize tarihi eser gözüyle bakmak, onu korumaya çalışmak “seküler modernist” bir bakışmış.
''Tevhide ve sünnete götürmeyen her türlü unsurun, oradan edepli şekilde kaldırılması icap eder."
Heyet Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Sadettin Ökten, açık açık yaptıkları ve yapacakları işleri tarif ediyor: ''Tevhide ve sünnete götürmeyen her türlü unsurun, oradan edepli şekilde kaldırılması icap eder."
Yani bu heyet, bu kurul ve bu kişiler, kubbedeki mevcut tezyinatı “Osmanlı-Sünni medeniyet tasavvuru ile bağdaşmadığı” iddiasıyla kazıyacaklarını söylüyor. “Camii’nin ana kubbesindeki Osmanlı Türk eserini, süslemesini, tezyinatını oradan kazıyıp, söküp Arap Selefi eserlerine benzeteceğiz” diyor. Bu sözlerin restorasyonla uzaktan yakından bir ilgisi bulunmuyor. Halbuki restorasyon, girişte de bahsettiğim gibi, “tarihi yapıların harap olan bölümlerinin daha fazla tahrip olmasını önlemek için aslına uygun biçimde yenilemek amacıyla yapılan çalışmalara” deniyor. Bunlar ise restorasyon adı altında Türk Osmanlı sanatını söküp yerine Mescid-i Nebevi ve Kabe-i Muazzama perdesi altında Arap Selefi Vahhabi geleneğini koyuyorlar. Bilindiği gibi Selefi Vahhabi geleneğinde süsleme sanatı bulunmuyor.
“Kurul Üyesi Semih İrteş ise "yarım kubbelerdeki tezyinat birebir, orantılı şekilde büyütülerek ana kubbeye taşındı’’ İfadelerini kullanıyor. Neye göre taşınıyor? Hangi bilimsel verilere göre taşınıyor? Bunlara cevap verilmiyor. Yani adam açıkça tezyinatın kendi keyfine göre taşındığını söylüyor.
IŞİD, Suriye’de ve Irak’ta tarihi eserlere ne yapmışsa bu zihniyet de Türkiye’deki Türk eserlerine aynı işlemi yapıyor ve yapmak istiyor.
T.C. Boya ve Badanacılık Bakanlığı
Bütün bu kültür ve sanat katliamları, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın gözetimi ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün (VGM) sorumluluğu altında gerçekleşiyor. Bu durum, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın kültürel mirasın korunmasından ziyade, yüzeysel yenileme çabalarına odaklandığı yönünde ciddi bir eleştiri doğuruyor. Bu haliyle T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, ‘’T.C. Boya ve Badanacılık Bakanlığı’’ adını çoktaan hak ediyor.
Sonuç
Türkiye’de Selefi Vahhabi düşüncesinin, toplumun her katmanına sızmaya çalıştığı ve Türk kültür ile sanat dünyasında da önemli bir ilerleme kaydettiği gözlemleniyor.
Türk kültür ve sanatına yönelik bu yıkıcı müdahalelerin, kayıpların ve katliamın bir an önce durdurulması, bugüne kadar yaşanan kültürel zararların ve katliamın hesabının sorulması için Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yer alan tüm partilerin bir araya gelerek bir Meclis Araştırması başlatması ve sorumlular hakkında yasal süreçlerin işletilmesinin elzem olduğu değerlendiriliyor. Bu işlem, vatan, millet ve yurt sevgisinin somutlaşmış bir hali oluyor. Bu işlemden başka gösterilecek tepkilerin, anlamlı bir sonuç doğurmaktan çok, lafügüzaf olmaktan öte geçmeyeceği değerlendiriliyor.
Anadolu’nun demografik yapısını değiştirmek amacıyla Arap nüfusunu yerleştirmeye çalışan ve her fırsatta “Türk-Arap” vurgusuyla Anadolu’yu ortak bir alan gibi sunan bu zihniyet, şimdi de Anadolu'daki Türk kültür ve sanat eserlerini kazıyarak, yerlerine Selefi Vahhabi anlayışının renksizliklerini, zevksizliklerini ve nûrsuzluklarını yansıtacak şekilde beyaz badana yaparak, Anadolu’daki Türk izlerini silmek, kültürel mirası ebediyen yok etmek ve köklü bir kimliği ortadan kaldırmak istiyor.
Zaten dini nedenlerle Türkler, resim ve heykel sanatından uzak duruyor. Bu nedenle, Türk kültür ve sanatı sadece cami kubbelerindeki tezyinatta (süslemelerde) ve kalem işlerinde kendisini gösteriyor. İşte bu Selefi Vahhabi zihniyet de Anadolu'daki camilerdeki bu Türk kültür ve sanat eserlerini kazıyarak ebediyen yok etmek ve bu şekilde Anadolu'daki Türk izlerini silmek istiyor.
Norveçli ressam Edvard Munch’un 1893 tarihli ''Çığlık'' (orijinal adıyla ''Skrik'') tablosunun figürü bir feryâdın, bir figânın Arşı Âlâ'ya çıkışını temsil ediyor. Benim de bu yazım, Edvard Munch’un ''Çığlık'' tablosunun figürünün feryâdı gibi, Arşı Âlâ'ya çıkan bir çığlık, bir feryâd ve bir figân oluyor. Bu çığlığın, bu feryâdın ve bu figânın yüreğinde millet, vatan ve yurt sevgisi olanlara duyurulması sizlere kalıyor.
Arz ederim.
Osman AYDOĞAN
(*) Günlük hayatta kullandığımız ‘’restoran’’ sözcüğü de ‘’restorasyon’’ kökünden geliyor; restorasyon'un restore'si çünkü insan yemek yerken kendini restore ediyor, tamir ediyor. ‘’Restoran’’ sözcüğünün Türkçe karşılığı da ‘’lokanta’’ değildir. ‘’Restoran’’ sözcüğünün tam olarak Türkçe karşılığı ‘’aşevi’’ oluyor.
(**) Bundan sonraki süreç Av. Ramazan Çakmakcı’nın 2 Ekim 2025 tarihli ‘’Legal Blog’’unda şu şekilde anlatılıyor:
Selimiye Camii’nin ana kubbe kalem işlerine yönelik “16. yüzyıl üslubuna dönüş” temalı rekonstrüksiyon girişimini, ulusal (2863 sayılı Kanun, Anayasa m.63, İYUK m.27) ve uluslararası (UNESCO 1972 Sözleşmesi, Venedik Tüzüğü, Nara Belgesi) hukuk çerçevesinde ele alıyor. Kronolojik olay dizisi, ICOMOS Türkiye’nin bilimsel görüşü, İstanbul Barosu’nun dilekçesi ve Edirne İdare Mahkemesi’nin 26 Eylül 2025’teki yürütmeyi durdurma kararı (E.2025/1967) gibi somut belgelerle desteklenmiş. Ayrıca, Atatürk’ün Selimiye’yi “insanlığa mâl olmuş bir sanat şaheseri” olarak tanımlaması, UNESCO’nun Üstün Evrensel Değer (ÜED) kavramıyla bağdaştırılmış ve değerlendirmeye tarihsel bir boyut katmış.
Olaylar Dizisi Analizi
1. Haziran 2023 - Bölge Kurulu Onayı: Harim ve kubbeler tezyinat projesi onaylanmış, ancak bu karar sonraki süreçte Yüksek Kurul tarafından iptal edilmiş (Ocak 2025). Bu, başlangıçtaki planların bilimsel temelden yoksun bulunabileceğini gösteriyor.
2. Şubat/Mayıs 2024 - Red Kararları: “Klasik dönem desenine dönüş” önerileri belge eksikliği nedeniyle reddedilmiş; bu, restorasyonun spekülatif bir temele dayandığını ortaya koyuyor.
3. Ocak 2025 - Yüksek Kurul İptali: Bölge Kurulu kararlarının iptali, sürecin yeniden şekillenmesine yol açmış ve 29 Temmuz 2025’te 10989 sayılı kararla yeni bir onay alınmış.
4. 11 Haziran 2025 - ICOMOS Görüşü: ICOMOS Türkiye, mevcut 18. yüzyıl katmanlarının korunmasını savunmuş ve rekonstrüksiyonun geri dönülemez zarar riskine dikkat çekmiş.
5. 24-29 Eylül 2025 - Hukuki Adımlar: İstanbul Barosu’nun dilekçesi, mahkeme kararı ve komisyon açıklaması, şeffaflık eksikliği ve telafisi güç zarar riskini vurgulayarak süreci durdurmuş.
Hukuki ve Kültürel Boyut
- Ulusal Hukuk: 2863 sayılı Kanun ve Anayasa m.63, kültürel varlıkların korunmasını zorunlu kılıyor. İYUK m.27 ise mahkemenin yürütmeyi durdurma yetkisini destekliyor; mahkeme, belgelerin celbi ve savunmanın beklenmesiyle süreci şeffaf hale getirmeye çalışıyor.
- Uluslararası Hukuk: Venedik Tüzüğü’nün “farklı dönem katkılarına saygı” ilkesi ve UNESCO Operasyonel Rehberi, rekonstrüksiyonun ÜED’yi tehlikeye attığını gösteriyor. Dresden ve Liverpool vakaları, benzer müdahalelerin Dünya Mirası statüsünü riske attığını kanıtlıyor.
- Kültürel Miras: 18. yüzyıl katmanlarının kaldırılması, Selimiye’nin katmanlı değerini zedeleyebilir. Hat sanatının UNESCO 2003 Sözleşmesi kapsamındaki somut olmayan miras niteliği, uzman hattatların sürece dahil edilmesini zorunlu kılıyor.
Mahkeme Kararının Etkisi
Edirne İdare Mahkemesi’nin 26 Eylül 2025’teki kararı, telafisi güç zarar riski ve belgelilik eksikliği nedeniyle süreci durdurmuş (2577 sayılı Kanun m.27/2). Bu karar geçici olsa da, nihai hükmün belgeler ve savunmaların incelenmesiyle şekilleneceği belirtilmiş. İstanbul Barosu’nun “restorasyon ihya içindir, imha için değil” vurgusu, kamuoyu desteğini güçlendiriyor.
Atatürk’ün Bakış Açısı
Atatürk’ün Selimiye’ye yaklaşımı, belgenin etik ve tarihsel temelini oluşturuyor. Onun “sanat şaheseri” tanımı, UNESCO’nun ÜED kavramıyla uyumlu ve restorasyonun evrensel değerleri koruma sorumluluğunu pekiştiriyor.
Sonuç ve Öneriler
Çalışma, restorasyonun bilimsel temelden yoksun ve şeffaf olmayan bir şekilde ilerlediğini gösteriyor. Mevcut katmanların korunması, HIA/EIA süreçlerinin işletilmesi ve hat/tezyinat uzmanlarının sürece dahil edilmesi kritik. Mahkeme süreci, 6 Ekim 2025 itibarıyla devam ediyor; nihai karar, mirasın kaderini belirleyecek. Eğer ek belgeler (örneğin, ekler 1-4) sağlanırsa, analiz daha da derinleşebilir!
HIA (Heritage Impact Assessment - Kültürel Miras Etki Değerlendirmesi) ve EIA (Environmental Impact Assessment - Çevresel Etki Değerlendirmesi), kültürel miras ve çevresel koruma projelerinde kullanılan sistematik değerlendirme süreçleridir:
HIA (Kültürel Miras Etki Değerlendirmesi): Bir projenin (örneğin restorasyon, inşaat) kültürel miras varlıkları üzerindeki potansiyel etkilerini analiz eder. UNESCO Dünya Mirası Operasyonel Rehberi’nde belirtilen bu süreç, özellikle Üstün Evrensel Değer (ÜED) taşıyan sitelerde (Selimiye gibi) zorunludur. HIA, özgünlük, bütünlük ve katmanlılık gibi unsurları koruma hedefiyle, projenin olumlu/olumsuz etkilerini belgeleyerek şeffaf bir karar alma mekanizması sağlar.
EIA (Çevresel Etki Değerlendirmesi): Bir projenin doğal çevreye (hava, su, flora-fauna) etkisini değerlendirir. Türkiye’de 2872 sayılı Çevresel Etki Değerlendirmesi Kanunu ile düzenlenir ve kültürel miras projelerinde dolaylı etkileri (örneğin restorasyon sırasında kimyasal madde kullanımı) kapsayabilir.
(***) Venedik Tüzüğü
Venedik Tüzüğü, tarihî yapıların korunması ve restorasyonu hakkında uluslararası bir çerçeve belirleyen bir anlaşma oluyor. Mayıs 1964 tarihinde kabul ediliyor. Venedik Tüzüğü; Nara Özgünlük Belgesi, Burra Tüzüğü gibi adlarla da anılıyor. Yazımda bahsettiğim ‘’Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi Türkiye Milli Komitesi’’ (ICOMOS) restorasyon konusunda Venedik Tüzüğü’nü esas alıyor. Restorasyonun anayasası sayılan Venedik Tüzüğü’nün 16 maddesi bulunuyor. Venedik Tüzüğü’nün bu 16 maddesinin tamamını aşağıda veriyorum. Ancak Venedik Tüzüğü’nün 3, 9 ve 11. maddeleri önem arz ediyor. Öncelikle bu maddeleri veriyorum:
Madde 3: Anıtların korunmasında ve onarılmasındaki amaç, onları bir sanat eseri olduğu kadar, bir tarihi belge olarak da korumaktır.
.
Madde 9: Onarım uzmanlık gerektiren bir iştir. Amacı anıtın estetik ve tarihi değerlerini korumak ve ortaya çıkarmaktır. Onarım kendine temel olarak aldığı özgün malzeme ile güvenilir belgelere saygıyla bağlanır. Faraziyelerin başladığı yerde onarım durmalıdır; yapılması gerekli herhangi bir eklemenin mimari kompozisyondan farkı anlaşabilmeli ve gününün damgasını taşımalıdır. Herhangi bir onarım işine başlamadan önce ve bittikten sonra, anıtın arkeolojik ve tarihi bir incelemesi yapılmalıdır.
Madde 11: Anıta mal edilmiş farklı dönemlerin geçerli katkıları saygı görmelidir; zira onarımın amacı üslup birliği değildir. Bir anıt üst üste çeşitli dönemlerin izlerini taşıyorsa, alttaki dönemleri açığa çıkarmak ancak bazı özel durumlarda -yok edilen malzemenin önemi azsa, açığa çıkarılan malzeme büyük tarihi, arkeolojik ya da estetik değer taşıyorsa ve korunma durumu böyle bir davranışı gerekli gösterecek kadar iyi ise haklı çıkarılabilir. İlgili unsurların öneminin değerlendirilmesi ile ilgili yargıyı ve neyin yok edileceği üzerinde kararı vermek, sadece bu işi üzerine almış kimseye bırakılamaz.
Venedik Tüzüğü Maddeleri
Tanımlar
Madde 1. Tarihi anıt kavramı sadece bir mimari eseri içine almaz, bunun yanında belli bir uygarlığın, önemli bir gelişmenin, tarihi bir olayın tanıklığını yapan kentsel ya da kırsal bir yerleşmeyi de kapsar. Bu kavram yalnız büyük sanat eserlerini değil, ayrıca zamanla kültürel anlam kazanmış daha basit eserleri de kapsar.
Madde 2. Anıtların korunması ve onarımı için, mimari mirasın incelenmesine ve korunmasına yardımcı olabilecek bütün bilim ve tekniklerden yararlanılmalıdır.
Amaç
Madde 3. Anıtların korunmasında ve onarılmasındaki amaç, onları bir sanat eseri olduğu kadar, bir tarihi belge olarak da korumaktır.
Koruma
Madde 4. Anıtların korunmasındaki temel tutum, korumanın kalıcı olması, sürekliliğin sağlanmasıdır.
Madde 5. Anıtların korunması, her zaman onları herhangi bir yararlı toplumsal amaç için kullanmakla kolaylaştırılabilir. Bunun için bu tür kullanma arzu edilebilir, fakat bu nedenle yapının planı ya da bezemeleri değiştirilmemelidir. Ancak bu sınırlar içinde yeni işlevin gerektirdiği değişiklik tasarlanabilir ve buna izin verilebilir.
Madde 6. Anıtın korunması, ölçeği dışına taşmamak koşuluyla çevresinin de bakımını içine almalıdır. Kütle ve renk ilişkilerini değiştirecek hiçbir yeni eklentiye, yok etmeye ya da değiştirmeye izin verilmemelidir.
Madde 7. Bir anıt, tanıklık ettiği tarihin içinde bulunduğu ortamın ayrılmaz bir parçasıdır. Anıtın tümünün ya da bir parçasının başka bir yere taşınmasına -anıtın korunması bunun gerektirdiği ya da çok önemli ulusal veya uluslararası çıkarların bulunduğu durumlar dışında izin verilmemelidir.
Madde 8. Anıtın tamamlayıcı öğeleri sayılan heykel, resim gibi süslemeler ancak bunları korumanın başka çaresi yoksa kaldırılabilir.
Onarım
Madde 9. Onarım uzmanlık gerektiren bir iştir. Amacı anıtın estetik ve tarihi değerlerini korumak ve ortaya çıkarmaktır. Onarım kendine temel olarak aldığı özgün malzeme ile güvenilir belgelere saygıyla bağlanır. Faraziyelerin başladığı yerde onarım durmalıdır; yapılması gerekli herhangi bir eklemenin mimari kompozisyondan farkı anlaşabilmeli ve gününün damgasını taşımalıdır. Herhangi bir onarım işine başlamadan önce ve bittikten sonra, anıtın arkeolojik ve tarihi bir incelemesi yapılmalıdır.
Madde 10. Geleneksel tekniklerin yetersiz kaldığı yerlerde, koruma ve inşa için bilimsel verilerle ve deneylerle geçerliliği saptanmış herhangi çağdaş bir teknik kullanılarak anıt sağlamlaştırılabilir.
Madde 11. Anıta mal edilmiş farklı dönemlerin geçerli katkıları saygı görmelidir; zira onarımın amacı üslup birliği değildir. Bir anıt üst üste çeşitli dönemlerin izlerini taşıyorsa, alttaki dönemleri açığa çıkarmak ancak bazı özel durumlarda -yok edilen malzemenin önemi azsa, açığa çıkarılan malzeme büyük tarihi, arkeolojik ya da estetik değer taşıyorsa ve korunma durumu böyle bir davranışı gerekli gösterecek kadar iyi ise haklı çıkarılabilir. İlgili unsurların öneminin değerlendirilmesi ile ilgili yargıyı ve neyin yok edileceği üzerinde kararı vermek, sadece bu işi üzerine almış kimseye bırakılamaz.
Madde 12. Eksik kısımlar tamamlanırken, bütünle uyumlu bir şekilde bağdaştırılmalıdır; fakat bu onarımın, aynı zamanda sanatsal ve tarihi tanıklığı yanlış bir biçimde yansıtmaması için, özgünden ayırt edilebilecek bir şekilde yapılması gereklidir.
Madde 13. Eklemelere, ancak yapının ilgi çekici bölümlerine, geleneksel konumuna, kompozisyonuna, dengesine ve çevresiyle olan bağıntısına zarar gelmediği durumlarda izin verilebilir.
Tarihi yerler
Madde 14. Anıtların bulundukları yerler, bütünlüğün korunması, sağlıklı kılınıp, yaşanır şekilde ortaya konması için özel bir dikkat gerektirir. Böyle yerlerde yapılacak koruma ve onarım çalışmalarında, daha önceki maddelerde açıklanan ilkelerden esinlenilmelidir.
Kazılar
Madde 15. Kazılar 1956 yılında UNESCO tarafından kabul edilmiş arkeolojik kazılarda uygulanması istenilen uluslararası ilkelerle tanımlanan kararlara ve bilimsel standartlara uygun olarak yapılmalıdır.
Yıkıntılar korunmalı, mimari unsurların ve buluntuların sürekli olarak korunması için gerekli önlemler alınmalıdır. Bundan başka, anıtın anlaşılmasını kolaylaştıracak ve anlamını hiç bozmadan açığa çıkartacak her çareye başvurulmalıdır.
Bütün yeniden inşa işlemlerinden peşinen vazgeçilmelidir. Yalnız Anastylosis'e yani mevcut fakat birbirinden ayrılmış parçaların bir araya getirilmesine izin verilebilir. Birleştirmede kullanılan madde her zaman ayırt edilebilecek bir nitelikte olmalı ve bu anıtın korunmasını sağlamak ve eski haline getirmek için mümkün olduğunca az kullanılmalıdır.
Yayın
Madde 16. Bütün koruma, onarım ve kazı işlerinde her zaman çizim ve fotoğraflarla açıklık kazanmış çözüm getirici ve eleştirici raporlar halinde kesin belgeler hazırlanmalıdır.
Temizlemenin, sağlamlaştırmanın, yeniden düzenlemenin ve birleştirmenin her safhası -çalışma sırasında ortaya çıkan, tanımlanmış biçimsel ve teknik özellikler göz önünde tutularak raporda gösterilmelidir. Bu belgeler bir resmi kurumun arşivine konmalı ve araştırıcılar bundan yararlanabilmelidir. Bu raporların yayınlanması tavsiye edilir.
(****) 13-14’üncü yüzyıl İslam bilginlerinden İbnü’l Teymiyye, Selefiliğin kurucusudur ve varlığını “Vahdet-i Vücud” anlayışının fikir babası ve Sufiliğin öncüsü olan İbnü’l Arabî’ye olan keskin karşıtlığına ve nefretine borçludur. Yani Selefiliğin hamurunda Sufilik nefreti vardır. Selefiliğin ve onun devamı Vahhabiliğin sonu ise İŞİD'e çıkmaktadır. İŞİD'in kaynağı da Selefilikte ve Vahhabilikte aranmalıdır. 18. yüzyılda ortaya çıkan Vahhabilik de Selefiidir. Vahhabilik ismi daha çok kendilerine muhalif kimselerin onları andığı isimdir. Vahhabiler kendilerine Selefi derler.
Bir not: Özellikle taşra'daki küçük tarihi cami ve türbelerin restorasyonlarında hala "badana boya" zihniyeti devam ediyor. Taşların betonla sıvanması, orijinal ahşap işlerinin PVC ile değiştirilmesi, aşırı parlak ve yanlış renklerin kullanılması gibi hatalar, Selimiye'nin küçük ölçekli versiyonları olarak karşımıza çıkıyor.
İkinci bir not: Selimiye'de yapılan restorasyon çalışması, Selimiye bir nasıl yapılmamalı rehberine dönüşmüş durumda bulunuyor.