Orta Vadeli Program 2026-2028
15 Eylül 2025
Orta Vadeli Program (OVP), nedir?
Orta Vadeli Program (OVP), en geç Eylül ayının ilk haftası sonuna kadar üç yıllık yol haritasını şekillendirecek şekilde makro politikaları, ilkeleri, hedef ve gösterge niteliğindeki temel ekonomik büyüklükleri de kapsayacak şekilde Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı ile Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından ortak çalışmalarla hazırlanıyor.
İlk resmî OVP, 2005 yılında 5018 sayılı Kanunun 16'ncı maddesi uyarınca, çok yıllı bütçe hazırlık süreci Bakanlar Kurulunun Kalkınma Bakanlığınca hazırlanan OVP’ı kabul etmesiyle başlıyor. İlk resmî OVP de 2006-2008 dönemini kapsayan program oluyor.
2005 yılından beri üçer yıllık dönemler halinde Kalkınma Bakanlığınca hazırlanan OVP’ler, 2017 yılında Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemine geçildiğinden beri Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı ile Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından ortak çalışmalarla hazırlanıyor.
Geçen 20 yılda 5 kalkınma planı ve toplam 21 OVP hazırlanıyor.
2026-2028 dönemini kapsayan son OVP
2026-2028 dönemini kapsayan son OVP, 09 Eylül 2025 tarihinde Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz tarafından açıklanıyor.
OVP’da; büyüme hızından, işsizliğe, oradan enflasyona, cari açığa, cari açığın gayrisafi milli hasılaya oranına, dolar cinsinden gayrisafi milli hasılanın miktarına, dolar cinsinden kişi başına düşen milli gelire, ihracat ve ithalat hedeflerine, dış ticaret açığına, kamu maliyesinden bütçe açığına, iç borçlanmadan altın ve döviz cinsinden dış borçlanmaya, istihdamdan yeşil dönüşüme kadar bir yığın rakamlar telaffuz ediliyor.
Örneğin, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz tarafından 09 Eylül 2025 tarihinde açıklanan 2026-2028 dönemini kapsayan son OVP’de; enflasyonun 2025 yılı sonunda %28,5, 2026'da %16, 2027'de %9, 2028 yılında %8 olacağı hedefleniyor.
Tabii ki OVP’deki rakamlar burada kalmıyor. OVP’de yukarıda açıkladığım konularda çok rakam telaffuz ediliyor. Ancak 2026-2028 dönemini kapsayan OVP’de açıklanan rakamlarda büyük tenakuzlar bulunuyor.
2026-2028 dönemini kapsayan OVP’de açıklanan rakamlarda büyük tenakuzlar
Tek tek rakamlarla uğraşmaktansa sonuçlarını vermek daha mantıklı oluyor. Örneğin, OVP’de 2026 için TÜFE beklentisi yüzde 16 olmasına karşın dolar kurunun yüzde 17,6 artması öngörülüyor. OVP’de İşgücü artıyor ancak işsizlik düşüyor. Yıllar itibarıyla cari açık düşerken dış ticaret açığı yükseliyor. 2028 yılı büyüme yüzde 5 olarak öngörülürken cari açık yüzde 1'e iniyor. 2028 yılında enflasyon yüzde 8’e iniyor ancak bütçe açığı da yüzde 3'ün altında tahmin ediliyor.
Bu şekilde son 20 yılda 5 kalkınma planı ve toplam 21 OVP hazırlanıyor fakat ekonominin yapısal problemleri çözülemiyor aksine ağırlaşıyor. Hal böyle olunca da OVP benim için artık içi boş bir kâğıt parçası haline geliyor, bir masal oluyor ve OVP’a ve OVP’da zikredilen hiçbir rakama inancım kalmıyor.
OVP’a ve OVP’da zikredilen hiçbir rakama inancım kalmayınca da ben başka gerçek rakamlara gitmek zorunda kalıyorum.
Türkiye’de gelir adaletsizliği
Türkiye’de ‘’ekonomik büyüme’’ probleminin yanında bir de ‘’gelir adaletsizliği’’ sorununun da olduğu herkesin malumu oluyor.
Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) araştırmasına göre Türkiye’de yılda 10 bin dolardan az kazanan yetişkinlerin oranı da yüzde 75’i geçiyor. TÜİK’in Eylül 2019 tarihinde açıkladığı verilere göre Türkiye’de toplumun en zengin yüzde 20'sinin gelirinin, en yoksul yüzde 20'sinin gelirine oranı bir önceki yıla göre 7,5'ten 7,8'e, 2020 yılında ise 8’e çıkıyor. Gelir eşitsizliği göstergesi olan P80/P20 oranı 2024 yılında 7,7 olarak gerçekleşiyor.
TÜİK’in 2021 yılına ilişkin Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırmasına göre Türkiye’de en yüksek gelire sahip %20'lik grubun toplam gelirden aldığı pay, 2020'de bir önceki seneye kıyasla 1,2 puan artarak %47,5'e çıkıyor. TÜİK’in 2024 yılına ilişkin Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırmasına göre Türkiye’nin en zengin yüzde 20’lik kesimi, ülke genelindeki toplam gelirin yüzde 48’ini alırken geriye kalan yüzde 52’lik gelir, toplumun diğer yüzde 80’ine dağılıyor.
Öte yandan TÜİK’in açıkladığı P90/P10 oranında da kötüye gidiş söz konusu oluyor. P90, bir ülkedeki en zengin %10’luk grubu oluşturan kişileri ifade ederken P10 bir ülkedeki en yoksul (en az gelire sahip) %10’luk grubu temsil ediyor. Kısacası, P90/P10 oranı ülkedeki en zengin %10’luk grubun gelirinin en yoksul 10’luk grubun gelirinin kaç katı olduğunu ifade ediyor.
Buna göre 2014 yılında Türkiye’de P90/P10 oranı 12,6 iken 2020 yılında 14,6 kata yükseliyor… Böylece P90/P10 oranı son 10 yılın en yüksek seviyesine gelmiş oluyor. 2024 yılında P90/P10 oranı da 13.3 olarak gerçekleşiyor.
Türkiye’de 2009 ile 2024 yılları arasında emekli sayısı %85,3 oranında artarken; tüm gelir içerisinde emekli aylığının payı %2,7 azalarak %18,3’ten %15,6’ya geriliyor.
Türkiye’de ‘’Maddi ve Sosyal Yoksunluk Oranı’’ Artıyor
Maddi ve sosyal yoksunluk oranı hesabında hane düzeyinde sorgulanan değişkenler olarak; otomobil sahipliği, ekonomik olarak beklenmedik harcamaları yapabilme, evden uzakta bir haftalık tatil masrafını karşılayabilme, kira, konut kredisi ve faizli borçları ödeyebilme, iki günde bir et, tavuk, balık içeren yemek yiyebilme, evin ısınma ihtiyacını karşılayabilme ve mobilyaları eskidiğinde değiştirebilme durumu dikkate alınıyor.
Bu oran için fert düzeyinde toplanan değişkenler ise; eskimiş giysileri yerine yenisini alabilme, düzgün iki çift ayakkabıya sahip olabilme, ayda en az bir kez tanıdıkları ile toplanabilme, ücretli boş zaman faaliyetlerine katılabilme, kendini iyi hissetmek için bir miktar para harcayabilme ve kişisel amaçlı kullanım için internet sahipliği olarak belirleniyor.
Yukarıda belirtilen on üç maddenin en az yedisini karşılayamayanların oranı olarak tanımlanan maddi ve sosyal yoksunluk oranı; 2023 yılında %14,4 iken 2024 yılı sonuçlarında %13,3 olarak tahmin ediliyor.
TÜİK'in hazırladığı "Yoksulluk ve Yaşam Koşulları İstatistikleri, 2024" raporunda yoksulluk sınırına göre belirlenen "yoksulluk oranı" yüzde 21,2 olarak gerçekleşiyor. Rapora göre, fertlerin yüzde 29,3'ü yoksulluk veya sosyal dışlanma riski altında bulunuyor.
Yoksulluk veya sosyal dışlanma riski altında olanların oranı %29,3 olduğu görülürken; 2021-2024 yılları arasında bu oranın 0-17, 18-64 yaş grupları için azaldığı; 65 Yaş Üstü nüfus için arttığı gözlemleniyor. 2021 yılında Türkiye’de 100 yaşlıdan 17’si yoksulluk veya sosyal dışlanma riski altındayken; 2024 yılında 100 yaşlıdan 23’ü riski altında bulunuyor. (TÜİK, Yoksulluk ve Yaşam Koşulları İstatistikleri, 2024)
Avrupa İstatistik Ofisi (Eurostat)’nin 2024 yılına ait Avrupa Birliği gelir ve yaşam koşulları istatistikleri raporunda Türkiye, açıklanan verilerde yoksulluk riski en yüksek ülke olarak öne çıkıyor.
Eurostat’ın AB’ye üye ve gözlem kapsamındaki 29 ülkenin incelendiği rapora göre, Türkiye’de 2024 yılında yoksulluk riski altındaki nüfus oranı yüzde 22,6 ile zirvede yer alıyor. Bu oran, yaklaşık 18 milyon 675 bin kişinin yoksulluk sınırında yaşadığını gösteriyor. Bu rapora göre AB nüfusunun yüzde 16,2’si yoksulluk riski altında bulunuyor.
Gini Katsayısı
Gelir dağılımı eşitsizliği ölçütlerinden olan ve sıfıra yaklaştıkça gelir dağılımında eşitliği, 1'e yaklaştıkça gelir dağılımında bozulmayı ifade eden Gini Katsayısı da, TÜİK verilerine göre Türkiye’de 2018'de bir önceki yıla göre 0,003 puan artışla 0,408’e çıkıyor. 2020 yılı itibarıyla Gini Katsayısı geçen yıllara göre daha da artıyor. Gini Katsayısı 2020 yılında da 0,410’a yükselerek 2010 yılından beri en yüksek seviyeye geliyor. Yani Türkiye’de gelir adaletsizliği her gün gittikçe artarak Türkiye’de Gini Katsayısı son 10 yılın en yüksek seviyesinde ulaşıyor. Gini katsayısı, 2024 yılında 0,413 olarak tahmin ediliyor.
Ancak durum sadece Türkiye’ye özgü değil. Son yıllarda başta ABD ve Avrupa olmak üzere ülkelerdeki en zengin yüzde 1’in elindeki servetin yüksekliği giderek artıyor. Bu durum gelişmiş ülkelerde doğum oranlarının azalmasıyla servet belirli ellerde toplanırken Türkiye gibi ülkelerde ise sosyal adaletsizlikle sağlanıyor.
Avrupa Birliği (AB) İstatistik Ofisi (Eurostat) tarafından yayınlanan verilere göre AB ülkeleri ile karşılaştırıldığında Türkiye, en yüksek Gini Katsayısına sahip ülke oluyor. AB’ye üye 27 ülke ortalamasında Gini katsayısı ise 0,302. Slovakya 0,228 kat sayısı ile AB ülkeleri içerisinde gelir dağılımı en dengeli ülkeler sıralamasında ilk sırada yer alıyor.
Slovakya’yı takip eden ülkeler arasında Slovenya (0,239) ve Çekya (0,240) bulunuyor. Türkiye (0,410), Bulgaristan (0,408) ve Litvanya (0,354) ise gelir eşitsizliğinin en fazla olduğu üç ülke konumunda bulunuyor.
Bu istatistiklerin ve bu verilerin hatırlattıkları
Ancak bütün bu veriler bana Fransız ekonomist Thomas Piketty’nin bir kitabını, bir röportajını ve bir yazısını ve Gandhi'nin bir sözünü hatırlatıyor.
21. Yüzyıl’da Kapital
Bu verilerin bana hatırlattığı kitap Thomas Piketty’nin ‘’21. Yüzyıl’da Kapital’’ (İş Bankası Kültür Yayınları, 2014) isimli kitabı oluyor.
Thomas Piketty kitabında "kapitalizm ekonomik eşitsizliğe neden oluyor" tespitini yaptıktan sonra özet olarak şunu söylüyor: ‘’Sermaye, ekonomiden hızlı büyüdüğü zaman, eşitsizlikler ortaya çıkıyor. Bu eşitsizlikler büyük huzursuzluklara yol açıyor ve demokratik değerleri zayıflatıyor. ‘’
Kitaptan bazı bölümler:
‘’Bugün sermayenin yol açtığı eşitsizlik, uluslararası olmaktan ziyade ulusal bir sorundur; sermayenin mülkiyetindeki eşitsizlik, bir ülkeyi diğerine düşürmekten ziyade, her ülkenin içinde zenginler ve yoksulları karşı karşıya getirmektedir.’’
‘’ Asıl mesele eşitsizliklerin büyüklüğünden ziyade meşrulaştırılıp meşrulaştırılmadığıdır. Kazananların toplumsal hiyerarşiyi bu şekilde tarif etmek istemesi şaşırtıcı değildir, kaldı ki bazen kaybedenleri buna ikna etmekte başarılı oldukları aşikârdır.’’
‘’Otuz yıl sonra, en üst binde birlik kesimin dünyanın toplam sermayesinden aldığı pay toplam servetin %60’ına erişecektir; ciddi bir baskı aygıtı ya da fazlasıyla güçlü bir ikna aracı ya da her ikisi birden olmadan böyle bir durumun mevcut politik kurumlar çerçevesinde gerçekleşebileceğini hayal etmek oldukça zordur.’’
‘’Dini otoriteler, faiz gibi belli yatırım türlerini ve faaliyetleri yasakladılar ancak aynı otoriteler sermayeden getiri elde etmenin meşruiyetini sorgulamamışlardı. Tarım toplumlarında dini otoriteler, hem kendilerinin istifade ettiği hem de toplumu yapılandırmak için kullandıkları toplumsal grupların geçimini sağlayan toprak kirasının meşruiyetini sorgulamaya asla yanaşmadılar.’’
‘’Endişelenmemiz gereken asıl konu kamu borçları değildir, Kamu borçları toplam özel sermayeden çok daha azdır ve tasfiye edilmeleri düşünüldüğü kadar zor olmayabilir. Asıl acil olan eğitim sermayesinin arttırılması ve doğal sermayedeki tahribatın önlenmesidir.’’
Thomas Piketty’nin bir röportajı
Şimdi gelelim Thomas Piketty’nin Galatasaray Üniversitesinde bir konferans vermek üzere 2014 yılı Kasım ayında geldiği Türkiye'de verdiği röportajına ('’Servet vergisi koyun'’, Barış Balcı, Hürriyet, 11.11.2014)
Thomas Piketty röportajında özetle; düşük oranda bile olsa zenginlere getirilecek servet vergisinin Türkiye’de şeffaflık yaratacağını belirtiyor. Piketty, Türkiye’nin Japonya’dan daha çok dolar milyarderi olduğu bilgisi için ise, “dehşet verici’’ ifadesini kullanıyor. Piketty, servet eşitsizliğinin sadece yetenek ve inovasyonla alakalı olmadığını gösterdiğini söylüyor.
Piketty röportajında özetle şunları söylüyor:
‘’Diğer gelişen ülkelerde olduğu gibi Türkiye’nin eğitime ve yeteneklere geniş çaplı bir yatırım yapmaya ihtiyacı var. Bu da yeterli finansman ve vergi gelirleriyle olabilir. Türkiye’nin gelir ve servet konusunda daha çok şeffaflığa da ihtiyacı var. Orta sınıf ve dar gelirliler, zenginlerin daha az vergi ödediğini, burada bir adaletsizlik olduğunu gördüklerinde kamu harcamaları için vergi ödemeyi kabul etmezler. Mali adalet başarılı bir kalkınma stratejisinin anahtarlarından biridir.’’
‘’Evet, net servete, başlangıçta düşük oranlı, sonraki aşamalarda artan bir verginin Türkiye gibi ülkede çok faydalı olacağını düşünüyorum. Hiç olmazsa bu vergiyi getirmek, farklı servet gruplarının yıldan yıla nasıl faaliyetler gösterdiğini ortaya çıkaracak ve kamuoyuna daha fazla bilgi ve şeffaflık sağlayacak. Gelir ve servet dinamikleri hakkında güvenilir kamusal bilginin eksik olması, demokratik tartışmayı çok zor hale getirir. Eğer Türkiye’nin Japonya’dan fazla dolar milyarderi varsa, bu kesinlikle dehşet verici bir durum. Bu, servet eşitsizliğinin sadece yetenek ve inovasyonla alakalı olmadığını gösteriyor.’’
‘’Servet eşitsizliği, sermaye kaçışı, vergi kaçırma ve genel olarak finansal şeffaflığın eksikliği gibi konuların Avrupa ve ABD’ye göre Türkiye, Brezilya ve Çin gibi ülkelerde daha önemli olduğunu düşünüyorum. Bu alanlarda ilerleme kaydetmek için ülkelerin güçlerini birleştirmesi gerekir. Hepimizin çözmemiz gereken basit bir problemi var. Eğer kamuoyunu küreselleşmenin sosyal ve mali adaletle birlikte gerçekleşebileceğini ikna edemezsek, insanlar giderek milliyetçi çözümlere itibar gösterecek.’’
Thomas Piketty’nin röportajında verdiği cevaplar Türkiye ekonomisinin sadece büyüme ekseninde tartışılmaması gerektiğinin altını çizen bir uyarı niteliğinde oluyor…
Thomas Piketty’nin bir yazısı
Piketty, ayrıca bir yazısında, Ortadoğu ülkelerinde petrolün ve servetin çok küçük bir nüfusun elinde toplanmış olmasının IŞİD’in ve İslam adına yapılan terörün nedeni olduğunu vurguluyor.
Bölgedeki servet ve petrol dağılımının, çok küçük bir yönetici azınlığın zenginliğine ve çok büyük kitlelerin “yarı köle” koşullarında yaşamasına yol açtığını belirtiyor. Bölgedeki bu büyük gelir dağılımı çelişkisinin IŞİD’i ve terörü tetiklediğini söylüyor.
Bu düzeni, kendi çıkarları için istismar eden Batılı ülkelerin desteklediğini belirten Piketty, İslam adına yapılan terörü doğuran bu ekonomik eşitsizlikten de Batı ülkelerini sorumlu tutuyor.
Piketty, terörle mücadelenin de en iyi biçimde, ekonomik eşitsizliklerin giderilmesi yoluyla yapılacağını belirtiyor.
Gandhi’nin bir sözü
Piketty’nin hem kitabı ve röportajı hem de diğer yazıları bana Gandhi’nin bir sözünü hatırlatıyor:
“Şiddetin kökleri: çalışmadan elde edilen zenginlik, ahlaktan yoksun ticaret, insanlıktan yoksun bilim, özveriden yoksun tapınma, ilkeden yoksun politika...”
Ne yazık ki Gandhi’niin şiddetin kökleri konusunda söylediği her bir konu bizde fazlasıyla bulunuyor. Bunları düzeltmeden teröre bir çözüm asla ve asla bulunmuyor.
Son söz
Eğer Türkiye’de geleceğe dönük olarak ekonomik kalkınma, sosyal adalet ve sosyal barış hedefleniyorsa ülkede yaşanan gelir adaletsizliğine dikkat edilmesi, Thomas Piketty’nin ve Gandhi’nin sözlerine kulak verilmesi gerekiyor. Ancak Türkiye’de yönetimden ve ekonomiden sorumlu olanlar ekranlarda içi boş ''OVP’' diye diye, ‘’dış güçler’’ diye diye, ‘’onlar, ötekiler’’ diye diye, ‘’din, iman, vatan, millet, bayrak’’ diye diye masallar anlatıyor.
Türkiye’de yönetimden ve ekonomiden sorumlu olanlar; tüm bu adaletsizlikleri, tüm bu dengesizlikleri, tüm bu istatistikleri, tüm bu verileri ve tüm bu olguları gizlemek ve perdelemek için ise ‘’kuşa bak’’ metodu uygulayarak CHP ile TBMM İçtüzüğünde yeri olmayan ve ne olduğu belirsiz Komisyon ile toplumu oyalıyor.
Gerçek ‘’bekâ sorunu’’ ise işte kimsenin görmediği burada, bu olgularda, bu verilerde yatıyor.
Bana da naçizane arz etmek kalıyor.
Osman AYDOĞAN