Yıldırım Gürses
18 Kasım 2024
Türk Sanat Müziğinin unutulmaz bestekarlarından, duru ve leziz bir sesi olan Yıldırım Gürses, 21 Ocak 1938'de Bursa'da dünyaya geliyor. Yıldırım Gürses, 18 Kasım 2000 tarihinde 62 yaşındayken kalp krizi nedeniyle hayatını kaybediyor. Cenazesi Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnediliyor. Türk Sanat Müziği’nin en önemli bestecilerinden biri sayılan bu değerli sanatçımızı vefat yıldönümü nedeniyle anmak istiyorum.
Çocukluğu, eğitimi ve ailesi
Müziğe ilgili bir ailesi nedeniyle küçük yaşlardan itibaren müziğe ilgi duymaya başlıyor. Annesi Müeyyet Cevriye Hanım, babası, Ziraat Bankası Memuru Nasuhi Bey. Nasuhi Bey, ud ve keman çalıyor ve dini musikiyle uğraşıyor. Çocuk Yıldırım Gürses, ud çalan babası ve ona şarkılar söyleyerek eşlik eden ablası Cahide Hanım'ın vesilesiyle küçük yaşlardan itibaren müziğe ilgi duymaya başlıyor. Baba tarafından dedesi, İsmail Hakkı Bey, Osmanlı subayı, Çanakkale’de şehit düşüyor. Dedesinin de sesi güzel olarak biliniyor. Anna tarafından dedesi de şehit olarak biliniyor.
İlk, orta ve lise öğrenimini Bursa'da tamamlıyor. İlk konserini de henüz ilkokulda yedi yaşında veriyor. Lise yıllarında Türk ve Batı müziği üzerine eğitim alıyor. Ankara İktisadi Ticari İlimler Akademisi İşletme Bölümünden 1961'de mezun oluyor. 1951'de katıldığı bir yarışmada "Bursa Ses Kralı" seçiliyor. 1959'da "Üniversitelerarası Ses Kralı" ödülünü alıyor. 20 yaşındayken Ankara Radyosunun açtığı sınavı kazanıyor. 1961'de girdiği Devlet Opera sınavında Türkiye birincisi oluyor. Tenor bir sesi bulunuyor. Bu özelliği ile iri yapılı dev vücudu ile Placido Domingo ve Luciano Pavarotti’nin Türk yorumu olarak biliniyor.
TRT Ankara Radyosu
TRT Ankara Radyosu sınavını da birincilikle kazanarak TRT Ankara radyosunda çalışmaya başlıyor. Radyodaki çalışma arkadaşı olan TRT ses sanatçısı Ayla Özben ile 1962'de evleniyor. Bu evliliğinden Yıldırım Beyazıt Gürses adını verdiği bir oğlu oluyor.
Altın Mikrofon
Yıldırım Gürses, 1965'te Hürriyet gazetesinin düzenlediği yarışmasına, yirmi kişiye yakın Türk ve batı müziğinden oluşan orkestrası eşliğinde katılarak, sözü ve müziği kendisine ait "Gençliğe Veda" eseriyle "Altın Mikrofon" ödülünü kazanıyor. Yıldırım Gürses, eseriyle Klasik Türk müziğinde çok sesliliğe geçiş dönemini başlatıyor.
Gençliğe veda
Yıldırım Gürses’in ‘’Gençliğe veda’’ şarkısı, muhayyer kürdi makamının en güzel bestelerinden birisi olarak biliniyor:
‘’Elveda, elveda gençliğim, elveda, ey hatıralar
Elveda mesut günlerim, ümit dolu sayfalar.
Yine mevsimler dönecek, yine yapraklar düşecek
Giden gençliğimiz geri gelmeyecek.
Ellerim semaya doğru yalvardım yıllarca
Dursun zaman dönmesin mevsimler
Tanrım, tanrım, bana ümit ver, heyhat…
Elveda, elveda, elveda ah, elveda.’’
Şarkının bu son kısmında o kadife sesiyle Yıldırım Gürses'in Tanrı’ya öylesine bir yalvarışı var ki, Tanrı’ya öylesine bir ‘’heyhat’’ deyişi var ki!
Besteleri
Altın Mikrofon yarışmasındaki bu başarının ardından Yıldırım Gürses, popüler müziğin önemli isimlerinden biri haline geliyor. Bu başarıdan sonra albüm, konser ve müzik çalışmalarına hız vererek; "Son Mektup", "Mazideki Aşk", "Bir Kırık Kalp", "Bir Garip Yolcu", "Sonbahar Rüzgarları", "Affetmem Asla Seni", "Dertliyim Arkadaş", "Eller Eller", "Gül Dudaklım", "Mevsimler Yas Tutup Çöller Ağlasın", "Liseli Kız", "Çal Kanunum Çal", "Mazideki Aşk", ‘’Gençliğe Veda’’ ve "Fetih Marşı" (Arif Nihat Asya'nın şiirini besteliyor) adlı eserlerini besteleyip seslendiriyor. Bu eserlerden sonra Yıldırım Gürses, popüler müziğin en önemli isimlerinden biri haline geliyor. Yeşilçam’ın film müzikleri çoğunlukla bu şarkılardan oluşuyor.
Yıldırım Gürses ve Türk Sanat Müziği
Türk Sanat Müziğine gönül vererek ve bu alanda güfte, beste ve icra dallarında üretken olarak bu müziğin geniş kitlere ulaşması için çok uğraş veriyor. Nihavend makamının prensi olarak biliniyor.
Yıldırım Gürses, Türk Sanat Müziğinin orijinal şekilde icra edilmesi ve otantik olmasını istiyor. Bu şekilde gelecek kuşaklara kutsal bir miras bırakılmasını arzu ediyor. Türk Sanat Musikisini milli kültür olarak kabul ediyor ve doğru şekilde icra edilmesini kendisine bir kural haline getiriyor.
80'li yıllarda ‘’Hoş Sada Albümü’’ ile Türkiye'de en çok satan albümler arasında yer alıyor. Yıldırım Gürses, Emel Sayın ile birlikte ‘’Neşe-i Muhabbet’’ müzikalini yapıyor. Bu müzikalin, müzik direktörlüğünü de Yıldırım Gürses yapıyor.
Ekibi ile 1986'da, Türkiye'de ilk kez bestekâr ve söz yazarlarının haklarını koruyan ‘’Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliğini’’ (MESAM) kuruyor ve bu birliğin başkanlığını yapıyor.
Yıldırım Gürses, 1985 yılında müziğe küsüyor. 14 yıl hiç albüm çıkarmıyor. 1999 yılı Mart ayında ‘‘Anılarla Yıldırım Gürses’’ adında "best of" albümünü çıkarıyor. Yıldırım Gürses bu albümü için şöyle diyor:
“En azından bir belgesel bırakmaktı amacım. Bestekarlık öyle bir olay ki… Bestekarlar tavuğa benzer. Ne yapsanız, yumurtlamasını engelleyemezsiniz. Bestekar Yıldırım Gürses de ister tutulsun ister tutulmasın, beste yapmadan duramaz. Kendimi bir icracıdan çok, besteci aktör olarak görüyorum. Korktuğum bir şey var: Hangi adrese mektup yazacağımı bilmiyorum ‘Bir bahar akşam’ı yerine ‘Seni anan benim için doğurdu’ diyen bir nesil var. Ben 34 senedir ayakta duruyorum. Ben ölmedim, sanatım da ölmedi. Sondajımı biraz açarlarsa, çok şey fışkıracaktır.”
Yıldırım Gürses, sanat kariyeri boyunca 500'den fazla ödül alıyor, 30'a yakın albüm ile 300'ün üzerinde besteye imza atıyor.
Yıldırım Gürses bu dincilere benzemiyor
Yıldırım Gürses, müziğin yanı sıra engin tarih ve tasavvuf bilgisine sahip bulunuyor. Dindâr olarak biliniyor ancak şimdikiler gibi irtica ile uzaktan yakından bir ilgisi bulunmuyor, asla dinbâz olmuyor. Yıldırım Gürses, Soner Yalçın’ın ‘’Bu Dinciler O Müslümanlara Benzemiyor’’ (Kırmızı Kedi Yayınevi, 2017) adlı kitabında geçen ‘’bu dinciler’’den değil, ‘’o Müslümanlar’’dan birisi oluyor. Bu özellikleri pek anlaşılmadığı için -çünkü Giordano Bruno da söylerdi zaten ‘’anlamak zordur’’ diye- ‘’İkinci Yeni" akımının öncülerinden, Türk şiirinin büyük ismi Cemal Süreya, Türkiye’nin önde gelen kişilerini anlattığı ‘’99 Yüz’’ (Can Yayınları, 1991) adlı kitabında Yıldırım Gürses hakkında iyi şeyler yazmıyor. Keza aynı şekilde, Cemal Süreya'nın, Türk müziğinde önemli bir yer edinen Ahmet Kaya ile 1989 yılında yaptığı röportajda (T24 İnternet Gazetesi, 28 Ekim 2014) Cemal Süreya, çeşitli sanatçılarla ilgili Ahmet Kaya'nın düşüncesini soruyor. Sıra Yıldırım Gürses’e gelince Ahmet Kaya, şu cevabı veriyor: "Allah onun layığını versin. Alanımdan kaybolsun." Böylesine bir sanatçıyı (Yıldırım Gürses) anlamak da her faninin harcı olmuyor.
Yıldırım Gürses, ‘’Kocaeli Aydınlar Ocağı Dergisi’’ne verdiği bir röportajında şunları söylüyor:
Çocukluğu, ailesi ve müzikle tanışması hakkında
’’Ben Bursa’da doğdum babam Bursa’da Ziraat Bankasında müdürlük yaptı. O tarihlerde aynı zamanda başka bir meşguliyeti vardı. Dini Musikiyle uğraşıyordu. Kendisi aynı zamanda hafızdı. Profesyonel olmasa dahi mevlitlere giderdi ve çok güzel Kur’an ve Ezan okurdu. Yani açıkçası, ben doğduğum vakit kendimi musikinin içinde buldum. Bunun yanında çok güzel ud ve keman çalardı. Klasik Türk Müziğini çok iyi bilirdi. Tasavvuf Musikisini bilirdi. Dolayısıyla ben evimde adeta bir konservatuar eğitimi gördüm. Ablamın sesi güzeldi. Evimizde zaman zaman oturur, klasik Türk Müziğinin güzelliklerinden hep beraber okur ve dinlerdik. İlk orta ve lise tahsilimi Bursa’da tamamladım. Bu ara Bursa’dayken, Musa Efendi’nin de talebesi oldum. Kendisi müftü yardımcısıydı. Aynı zamanda 3-4 dil bilen fevkalade ilim ile teczid edilmiş bir zatı muhteremdi. Tasavvuf musikisine adımımızı Dini Musikiyle attık. Zaten işin özü de bu. Nasıl batının klasik müziği kiliselerden doğdu ise Camilerden ve Tekkelerimizden Milli Musikimiz doğmuştur. Babam çok saygın bir insandı. Aslında ses, bize 3-4 göbekten intikal etmektedir. Babamın babası İsmail Hakkı Ankara, kendisi Çanakkale’de şahadet mertebesine erişti. İnanılmaz güzellikte bir sesi olduğunu söylerdi babam. Hatta Harbiyede talebeyken sabah ezanlarını okurmuş. O ara Yıldız Sarayında Abdülhamit Han, tabi ki şimdiki gibi trafik ve gürültü olmadığı bir dönem o güzel sessizlik içinde dedemin sesini duymuş, çeşitli yerlerden bir takım güzel sesli hafızlar getirilmiş. Hayır aradığım bu değil demiş. Sonrada dedemi bulmuşlar. Daha sonraları dedem sarayın muayyen günlerinde sarayın özel atı gelir ve dedemi alırmış. Dedemde sabah ezanlarını özel günlerde de öğlen ve bayram ezanlarını okurmuş. Daha sonra Çanakkale’de şahadet mertebesine ulaşmış. Babam Ezan-ı Muhammedi’ye Hafız Sami’den öğrenmiş. Beraber Caminin şerefesine çıkarlarmış. Önce Hafız Sami sonra babam okurmuş. Hatta peynir şekeri vardır bilir misiniz? O küçük peynir şekerlerini her okuyuşta sesi daha güzel çıksın diye ağzına atarmış Hafız Sami Bey. Dolayısıyla mütedeyyin çok aklı başında bir cemiyette yetiştik. Bursa çok güzel bir şehir. Şimdi o dünyanın en güzel yerini katlettiler. Suyu, yeşili, insanlarıyla harikulade bir şehirdi ve ben hatırlarım Ramazan günleri inanılmaz güzellikte olurdu. O tarihlerde başlı başına bir olaydı Ramazan.’’
Günümüzde icra edilen Türk Müziği hakkında
‘’Vallahi günümüzde Türk Müziği icra ediliyor mu? Önce onu sormak lazım. Biliyorsunuz şu anda çok iğrenç lafları, güfteleri, sözleri, Musikisiyle bize ait olmayan tam manasıyla batının iğrenç modeli olan bir müzik yapılmakta. Medyada bu kabil müziklere çok yer vermektedir. Çünkü ucuzdur. Düşünebiliyor musunuz? 'Ebabil bir kuştur sözünden dönen…' diye böyle iğrenç bir güftenin işlenmesi gene bu diğerlerinin yanında çok halim selim kalıyor. Daha ne laflar, ne güfteler, ne saçmalıklarla çocukların, genç nesillerin beyinlerini tahrip ediyorlar. Bunları kalkıp bu şekilde yayınlayan, sanki gerçek müzik buymuş gibi Türk gençliğini rahatsız eden camiaları suçluyorum. Türk musikisi ise son derece büyük bir duraklama içerisindedir. Farkındaysanız besteciler küstürülmüştür. Üretim durmuştur. Bunun yanında solistler büyük enflasyon halindedir. Türk musikisi çingenelere, homoseksüellere, belden aşağı insanlara teslim edilmiştir. Eğlence dünyasında darbukatörler sıra sıra gelmektedir. Herkes kendi nefsinin kavgasını yapmaktadır. Devlet Halk dansları bile o güzelim folklörümüzü bırakmış çifte telli ile, çingene tarzı oynamak zorunda kalmıştır. Bu da Türk Musikine yapılmış hainlikten başka bir şey değildir. Benim kanaatime göre de Kültür Bakanlığı da bu işe sahip çıkmamaktadır.’’
‘’Farkındaysanız önce dilimizi kaybettik. Şimdi kültürümüzü kaybediyoruz, yozlaşıyoruz. Bir Avrupa’ya benzeme hastalığına kapıldık. Oysa dünyada her ülke kendi özüne dönmeye başladı. Yunanlı Buzikisine, İspanyol Gitarına, Arap Uduna sahip çıktı. Her ülke kendi diline, kendi enstrümanına sahip çıkarken, biz hala kargaşa yaşıyoruz. Korkunç bir asimilasyon. Sadece tek tip Doğu müziği geldi oturdu. Hep aynı fabrikasyon ürünler, aynı şahsiyetler, aynı esprileri yapan insanlar. Kötü konuşmayı malzemeyi yapanlar, prozedüyü bozmayı, musikide yozlaşmayı adeta meziyet sayanlar kol geziyor müzik piyasasında. Bugün şarkıcıyım diye geçinen gençlerden biri ‘Nihansın Dideden Ey Mest-i Nazım’ı layıkıyla okuyabilsin, ben sanat hayatımı bitiririm. Klasik Türk Müziği nefesi kesilmiş ve idama mahkûm edilmiş bir vaziyette. Beni farkında mısınız fanatik milliyetçi ilan ettiler. Evet bayrağımı evime astım. Türkiye diye bağırıyorum. Ki dedelerim de şehit. Yalnız ‘Eller’ demedim. ‘Elde Sensin Dilde Sen, İzmir’de Benim Van Da Benim’ dedim. Bunları her yerde okudum. Bir ‘Garip Yolcu’yu tuvalette oluşturmuştum. Hep çalıştım. Kimse yeni bir şarkı üretmiyor. Türk Müziğinin kurtuluş yolu TBMM’nden geçer. Çok acil bir müzik şurası toplanmalı, tedbirler alınmalıdır!”
‘’Bakın Türkiye’yi seven çok delikanlı, çok genç kız var. Duyduğuma göre 1500’ün üzerinde Türk Musiki Cemiyeti faaliyet gösteriyor. Bunlar çok büyük zorluklarla yaşıyorlar. Kültür Bakanlığı’nın bu derneklere konfederasyon kurup sahip çıkması şart. En azından RTÜK, sadece TRT repertuarlarından geçen şarkılara ‘Türk Müziği’ demeli.’’
Tenor hakkında
‘’Doğu’dan çok etkili seslerde çıkıyor ama çok tiz ses çıkarmak güzel bir şey. Dünyanın her yanında böyle güzel sesler var ve bunlara “tenor” diyorlar. Tenorun sesi dünyanın her yerinde aynıdır. Türk milletinin artık bunu bilmesi lazım. Kadın gibi tiz ses çıkaranlara Avrupalılar “faset” diyorlar. Tenorun sesinin bir tınısı vardır. Bu Japonya’da da Amerika’da da aynıdır. Nasıl bir kilogram dünyanın her yerinde bir kilogramsa, erkek sesini ölçmüşler ve bu “tenor”dur demişler. Siz hiç Pavarotti’nin kadın sesi gibi ses çıkarttığını gördünüz mü? Şimdi soruyorsunuz birilerine sesiniz kaç “oktav”? diye… Beş oktav diyor. Bu ya oktavı hiç bilmiyor ya sopa yememiş. Özellikle Türkiye’de bu kargaşayı düzeltecek bir alternatif şart. Tenor demeyelim. Faset ses başka, tenor başka bir şey. Bu adamları Avrupa’ya götürürseniz gülerler. Çünkü ne sesinin volümü yeter ne de sesinin çıkarmış olduğu tını enteresandır. Dünyada binlerce öyle sesi çıkartanlar var. Tina Rosi mesela.’’
Türkiye’deki müzik kargaşası
‘’Klasik Türk Musikisi’nin getirmiş olduğu son derece büyük bir depresyon var. Türkiye nasıl 7.4 şiddetinde bir deprem felaketine uğramışsa, bugün bu felaket kültürde de yaşanıyor. Bizi birleştiren muayyen mihenk taşı niteliğinde sanatçılar var. Her ülkenin kendini bayrak yaptığı sanatçıları vardır. Chopen gibi, Litz gibi. Bizde de Aşık Veysel, Karacaoğlan, Yunus Emre var. Bunların hepsi milli olaylarımızda bizleri birleştiren katalizörler. Çünkü herkes gönülden Yunus Emre’ye bağlı. Hangi ırka mensup olursa olsun… Bunun yanında klasik müzikte Dede Efendi, Itri, Hacı Arif Bey, Sadettin Kaynak var. Bunlar milletin ortak zevkleri. Esasında alternatifsiz bir alemde yaşıyoruz. Klasik Türk müziği nefesi kesilmiş ve idama mahkûm edilmiş vaziyette. Hiçbir radyoda, televizyonda bunlar çalınmıyor. Dinlediğimiz tek şey Doğu müziği. Ben karşı değilim. Operayı çok seviyorum, caz müziğine karşı büyük sempati duyuyorum. Arabeskinde güzeli var. İyi yapanı alnından öpüyorum. Ancak Türk insanında kendi özüne karşı bir beğenmezlik başladı.’’
Milliyetçiyim
‘’Bu bilinçsiz yapılıyor. Beni farkındaysanız fanatik milliyetçi ilan ettiler. Evet bayrağımı evime astım ‘Türkiye’ diye bağırıyorum. İki dedem de şehit olmuş. Onlar boşuna mı can vermiş. Ben musikimi daima milletim için yaptım. Bu milliyetçilikse milliyetçiyim. Milliyetçi dediğim zaman, yobaz bir milliyetçi değilim. Benim gibi düşünen, benim ilkelerime sadık kalan, Atatürk’üme, bayrağıma, askerime, polisime, hukukuma saygı gösteren ister Rum ister Ermeni ne olursa olsun, o Türk’tür. Ben Türk’lüğü esnek düşünüyorum. Bu ülkenin kültürüne, inancına aykırı olanlar defolup gidiyor. Ben 350 şarkı yazdım. En az 60 tanesi hit oldu. Yalnız ‘Eller’ demedim, ‘Elde sensin Dilde sen’, ‘İzmir Benim Van Benim’. Bunları her yerde okudum. Bunu yaparken de kendime gurur payı çıkarmadım…’’
14 yıl aradan sonra çıkardığı “Anılarla Yıldırım Gürses” albümü hakkında:
‘’Alışılmış şeyleri tekrar etmek çok kolay. Ben hep zoru yaptım. Pek çok şeyin öncülüğünü üstlendim. Benim zamanımda orta yolu bulmak çok güçtü. Müzisyenler ikiye ayrılmıştı. Bir tarafta batıcılar, bir tarafta doğucular. Yani Alaturkacılarla, Klasik Batı Müziği yapanlar. O zamanlar pop falan yoktu. Ancak böyle yabancı şarkılara, hiç yakışmayan birtakım oturtmaya çalışıyordu. Ben en azından özgün besteler yaparak, malzemeyi de çok iyi bildiğim için hem Doğu’yu hem Batı’yı birbirine bağlıyordum. Kendimi Jules Verne gibi görüyordum müzikte. Ancak piyasa çok değiştiği için, geri çekilmeyi uygun buldum. 14 yıllık aradan, sonra henüz ölmediğimizi göstermek için döndük işte.’’
Bir uyarı
Yıldırım Gürses, röportajının sonuna doğru şu uyarıyı yapıyor:
‘’Bir ağabey olarak uyarmak mecburiyetindeyim: Eğer Türk Müziği, Halk Müziği kaybolursa, bunun sıkıntısını Türk halkı çeker.’’
Yurt dışında Yıldırım Gürses
Yıldırım Gürses, Cezayir’de yapılan Nejma 3. Uluslararası Dostluk Forumu’nda konser veriyor. Bu konserde, İstanbul Gelişim Orkestrası ve 12 kişilik Oya Bale-Dans Grubu eşliğinde, sahneye çıkan Yıldırım GÜRSES, Amfi Tiyatroyu dolduran seyirciler tarafından, dakikalarca ayakta alkışlanıyor.
Yıldırım GÜRSES'in ‘’Aşkım bahardı’’ adlı şarkısını, dünyanın önde gelen Amerikan müzik grubu Pink Martini, ilk kez 2016 yılında verdikleri bir konserde söyleniyor. Şarkı çok sevilince, bu şarkı Pink Martini grubu tarafından 2021 yılına kadar 28 ülkede verdikleri 453 konserde seslendiriyor.
Yıldırım Gürses’in ‘’Eller’’ bestesi de Los Machucambos müzik grubu tarafından da tüm dünyaya yayılıyor.
Eski Türkiye’nin kıymeti bilinmemiş ve değeri anlaşılmamış büyük sanatçısıydı. Ruhu şâd olsun.
Osman AYDOĞAN
Yıldırım Gürses, ‘’Gençliğe veda’’:
https://www.youtube.com/watch?v=2lLhjtFRvw4
Yıldırım Gürses, ‘’Sonbahar rüzgarları’’:
https://www.youtube.com/watch?v=QrMBcseTfwo
Yıldırım Gürses, ‘’Yıllar sonra rastladım çocukluk sevgilime’’ (Mazideki Aşk):
https://www.youtube.com/watch?v=c2FHRByV7p4
Yıldırım Gürses, ‘’Çoban yıldızı’’:
https://www.youtube.com/watch?v=Z3MX9gM1pDE
Yıldırım Gürses, ‘’Bir garip yolcuyum’’:
https://www.youtube.com/watch?v=7xOjK74kjWE
Pink Martini, ‘’Aşkım bahardı’’:
https://www.youtube.com/watch?v=MoyR8omSULE