• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi7
Bugün Toplam501
Toplam Ziyaret3545366

Her devrin adamı: Joseph Fouché


Her devrin adamı: Joseph Fouché

13 Nisan 2024

Amerikalı gitar virtüözü, şarkıcı, söz yazarı ve tarihinin en etkili müzisyenlerinden birisi olan Jimi Hendrix (1942-1970)’in bir ütopya olarak kalacak olan güzel bir sözü bulunuyor: ‘’Sevginin gücü, güce olan sevgiyi yendiğinde, dünya barışı tanıyacak.’’ (When the power of love overcomes the love of power, the world will know peace.)

İşte bu söz bana Fransa tarihini, Fransız ihtilali döneminin ve hemen sonrasının ünlü devlet ve siyaset adamı Joseph Fouché’yi hatırlatıyor.

Ancak Joseph Fouché’yi anlatmak hiç de öyle kolay olmuyor. Joseph Fouché’yi anlatabilmem için Fransız Devrimine ve sonrasına -zor da olsa- kısaca bir göz atmamızı gerektiriyor. Çünkü Fransız Devrimini anlamadan Joseph Fouché’yi anlamak mümkün olmuyor. Fransız Devrimi; Fransa'da 1789'da başlayan, mutlak monarşinin devrilip bilahare Cumhuriyet idaresinin tesis edilmesi ve en nihayetinde Napolyon'un 1804'te imparatorluğunu ilan etmesi ile neticelenen ve güç merkezlerinin sık sık ve ardı ardına değiştiği bir dizi olaylar bütününü kapsıyor.

Fransız Devrimi

Fransız Devrimi, 1789'da başlayıp 1799'da sona eriyor. Ancak Fransız Devrimi kısmen Napolyon ile devam ediyor. Fransız Devrimi sonucu imparatorluk devriliyor ve yerine Fransa Cumhuriyeti kuruluyor. Sonuçta süreç, Napolyon diktatörlüğü devam ediyor.

Fransız Devrimi sonucu monarşi yönetimlerinin gücü azalıyor ve cumhuriyet ve liberal demokrasi yönetimlerine olan ilgi artıyor.

Fransız İhtilaline çok çeşitli konular sebep oluyor. Yedi Yıl Savaşı ve Amerikan Bağımsızlık Savaşı sonrası Fransa yönetimi oldukça borçlanıyor ve finansal durumu düzeltmek adına birçok vergi getiriliyor.

États généraux

O sırada, Fransa'nın son hükümdarı olacak olan Kral Louis XVI hüküm sürüyor. Tarımdaki kötü gidişat, Aydınlanma Çağı ile beraber gelen değişiklik talepleri 1789’da États généraux'su (Genel Meclis) toplanmasına sebep oluyor. États généraux, geçmişte Yüz Yıl Savaşı boyunca görev yapıyor. Ancak Yüz Yıl Savaşından sonra 1560 yılına kadar 76 yıllık bir süre boyunca hiç toplanmıyor. États généraux , 1560-1614 yılları arasında tekrar görev yapıyor. Bu tarihten sonra da États généraux tekrar görev dışı kalıyor. Taa ki anlattığım gibi 1789’da tekrar toplanana kadar.  

États généraux'su Meclisi'nin toplanması, toplumsal yapıdaki çelişkilerin de ortaya çıkmasına neden oluyor. Bir yanda soyluların ve din adamlarının ayrıcalıklı durumu diğer yanda da burjuvazi ve halktan temsilciler arasında mecliste ciddi sorunlar ortaya çıkıyor. États généraux’daki bu sorunlar ve tartışmalar aslında devrimin fitilini ateşliyor. États généraux, Mayıs ve Haziran 1789 aylarında oturumlar yapıyor. Ancak en sonunda sosyal tabakaların güç tartışmaları nedeniyle düğümleniyor.

Siyasette kullandığımız ‘’sağ’’ ve ‘’sol’’ kavramları da bu  États généraux ‘den ileri geliyor. États généraux’deki vekillerin oturma düzeni nedeniyle ‘’sol’’ ve ‘’sağ’’ kavramları ortaya çıkıyor. Devrimci, eşitlikçi vekiller kralın solunda oturduğu için ‘’solcu’’, kralcı, monarşi yanlısı vekiller de kralın sağında oturdukları için ‘’sağcı’’ olarak tanımlanıyor.

Kurucu Meclis

17 Haziran 1789'da bir kurucu meclis kuruluyor. Kurucu Meclis fikirlerini başarıyla uyguluyor gibi görünse de Meclisi monarşi konusunu bölüyor. Tartışmanın her iki tarafındaki gruplardan, monarşiye bir miktar anayasal güç verilmesinden yana olan liberal ve ılımlı ‘’Jirondinler’’ ve monarşiyi tamamen ortadan kaldırıp bir cumhuriyet kurmak isteyen radikal ‘’Jakobenler’’ anlaşmazlığa düşüyor. Jakobenlerin içindeki en sertlik yanlısı olarak Robespierre öne çıkıyor. 

Kurucu Meclisin toplanmasıyla orta sınıftan halk, özellikle varlıklı sınıflar, monarşiye karşı savaş açıyor, bir anayasayla monarşinin yetkilerinin sınırlandırılmasını, iç gümrük duvarlarının kaldırılarak iç ticaretin serbestleştirilmesi, vergilerin yeniden düzenlenmesi ve yönetimde daha fazla hak elde etme talebinde bulunuyor.

Bu talepleri Kral XVI. Louis kabul etmiyor. Orta sınıf, peşine halktan diğer unsurları da katarak 14 Temmuz 1789 günü Bastille Hapishanesi’ne saldırıyor. Hapishane ele geçirilip mahkûmlar salınıyor. Ağustos ayında İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ve Versailles'e yürüyen kadınlar olaylarına sahne oluyor. İlk etabın en merkezi noktası 1789 yılının Ağustos ayında gerçekleşiyor. Fransa'da feodalizm ve Eski Rejim'in eski kuralları ve ayrıcalıkları kaldırılıyor.

Fransız Devrimi, 1789-1815 yılları arasında güç merkezlerinin sürekli ve hızlı değiştiği beş farklı dönem yaşayarak devam ediyor.

Terör Dönemi

1792'de başlayan Fransız Devrim Savaşları ile İtalya Yarımadası, Felemenk ülkeleri ve Ren Nehri'nin batısında kalan birçok bölge Fransa topraklarına katılıyor. Fransa içinde de popüler kışkırtıcılık Fransa İhtilali'ni radikalleştiriyor ve Maximilien Robespierre ve Jakobenler'ün yükselişi doruğa çıkıyor. Bu döneme Terör Dönemi deniyor. 1793 ve 1794 yılları arası Terör Dönemi'nde birçok sivil ise devrim mahkemeleri tarafından verilen kararlar sonucu 16 bin ila 40 bin kişi giyotinle idam ediliyor

Bu yıllarda Kral Louis XVI ve Yasama Meclisi ile monarşiyi destekleyen sağ kanat arasında büyük siyasi çekişmeler yaşanıyor. Fransa'nın Valmy Muharebesi zaferinin ardından Eylül 1792'de Fransa Cumhuriyeti ilan ediliyor. Dış güçlerle ittifak yaptığı iddiası ile 21 Ocak 1793'te Kral Louis XVI idam ediliyor. Eşi Kraliçe Marie-Antoinette de vatan hainliği suçundan 16 Ekim 1793'te idam ediliyor.

Direktuvar Dönemi

Thermidor Mukabalesi sonrası Direktuvar adı verilen yönetici konseyinin 1795 yılı itibari ile Fransa'nın kontrolünü ele alıyor. Direktuvar'ın yönetimi şaibeli seçimler, borçların reddedilmesi, finansal istikrarsızlıklar, Katolik din adamlarına karşı kötü muamele ve ülke dışındaki önemli askeri fetihlerle şekilleniyor. Yolsuzluk suçlamaları ile Direktuvar, 1799 yılında Napolyon Bonapart'ın öncülük ettiği bir darbe ile feshediliyor. Napolyon Bonapart, popüler askeri başarıları ile Fransız Devrimi’nin kahramanı haline geliyor. Napolyon, Fransa Konsüllüğü'nü kuruyor ve daha sonra ilk Fransa İmparatoru olarak seçiliyor.

Napolyon Dönemi

Fransız İhtilâli'nin yaydığı fikirlere karşı Fransız Devrimi ve Napolyon Savaşları (1792-1815) başlıyor. Önce Fransa ile Avusturya ve Prusya arasında başlayan bu savaşlara, daha sonra İngiltere ve Rusya da katılıyor. Savaşlar Napolyon'un yenilgisiyle sonuçlanıyor. 1815 Viyana Kongresi ile Avrupa'nın siyasi durumu yeniden düzenleniyor.

Şimdi gelelim Joseph Fouché’ye…

Joseph Fouché

Bu adamı anlatmak da Fransız Devrimini anlatmak kadar zor bir iş oluyor. Ancak bu işi ünlü Avusturyalı roman yazarı Stefan Zweig (1881 - 1942) çok güzel başarıyor. Stefan Zweig, 1929 yılında ‘’Joseph Fouché, Bildnis eines politischen Menschen’’ (Fischer Taschenbuch, 1988) (52. Basım, ilk basım 1929) adıyla bu adamın bir biyografisini yayınlıyor. Bu kitap Türkçeye ‘’Joseph Fouché, Bir Politikacının Portresi’’ (Can Yayınları, 1996) adıyla çevriliyor.

Stefan Zweig, işte bu kitabında Joseph Fouché (1759-1820)’nin öyküsünü anlatıyor. Kitapta anlatılan olaylar; İhtilal sonrası Fransa'da ihtilalin en önemli figürü Robespierre, onu yoktan var eden Barras, yol arkadaşı Babeuf, ünlü diplomat Talleyrand, Fouche ve Napoleon Bonaparte arasında geçiyor. Ancak tabii ki kitabın ana konusu Joseph Fouché oluyor.

Joseph Fouché’nin karakteristik özellikleri

Joseph Fouché, tarihteki yerini öyle sıradan birisi olarak almıyor. Joseph Fouché, siyasi tarihteki tüm yandaşların, yalakaların, yılışıkların ve döneklerin piri sayılıyor. Fouché, aklını ve iradesini kontrol edebilen, Makyavelist, gözükara, her türlü etik ilkeden yoksun, değişen ideolojilere aynı hızla uyum gösteren bir politikacı tipini karakterize ediyor. Zweig, bu biyografisinde Fouché’nin şahsında sadece bir politikacıyı değil, çıkar ve amaçlarını her şeyin üstünde tutan, bu uğurda önündeki her şeyi ve herkesi ezip geçen, kendini, sadece kendini düşünen politikacı tipini anlatıyor.

Bu politikacı, değişen siyasi koşullarda politik rüzgârın yönünü doğru tahmin ediyor, çoğunluktan, güçlüden yana oluyor, iki taraflı oynuyor, doğru zamanda doğru tarafta yer alıyor, zafer kesinleşmeden hangi tarafta yer alacağına dair son kararı vermiyor.

Joseph Fouché, Fransız İhtilali’nin en kanlı günlerinde ‘’Lyon Kasabı’’ adıyla tarihe geçiyor. Çünkü Lyon’da iki bin burjuvayı idam ettiriyor. Siyasi rüzgâr yön değiştirince, infazları durduruyor, jakobenlerin üzerine gidiyor ve iz bırakmamak için idamları gerçekleştiren cellatları da idam ettiriyor.

Fouché, Fransız İhtilali’nden, Birinci Fransız Cumhuriyeti'nde 5 Eylül 1793 - 28 Temmuz 1794 arasında hüküm süren, Fransız Devrimi'nin ardından on ay süreyle iktidarı ele geçiren Jakobenlerin yürüttüğü, devrim karşıtlarının yargılandığı ve Paris'te bir dizi idam dalgasının görüldüğü kanlı dönem olan Terör Dönemi’ne (Terör Saltanatı) ve monarşiye, tek başına siyasetin yönünü belirliyor. Bu nedenle Fouché, her devrin adamı olarak tanınıyor.

Joseph Fouché, sıradan bir din adamı iken Fransız İhtilali ile birlikte devrimcilere katılıp kiliseleri yakıyor, rahipleri idama gönderiyor, onların mallarına el koyuyor, dostu Robespierre’in saflarında çalışıyor, onu deviren komploda yer alıyor, Robespierre’in giyotine gönderilmesinde başrolü oynuyor. Sonra da kendini var gücüyle Napolyon’un yükselişine adıyor. Waterloo’dan sonra ise bu kez Fransa Kralı XVIII. Louis’nin yanında yer alarak bir bakanlık kapıyor.

Fouché, bir zamanların din adamıdır, sonra Jakobenlerin en tutkulusudur, rüzgâr tersine dönünce Radikallerin arasına karışıyor, daha sonra da komünistlerin ve ateistlerin en azılısı oluyor. Bir süre sonra da Napolyon yükselişe geçince cumhuriyetçi gömleğini tamamen çıkarıp monarşi taraftarı oluyor. Bir ara komünist olup soyluların mallarını yağmalarken, bir süre sonra Fransa’nın en zengin ikinci adamı oluyor. Çünkü asla yenilenle aynı tarafta yer almamak onun siyasetteki ana ilkesi oluyor..

Joseph Fouché’nın bu hızlı safahatını Zweig, kitabında şöyle özetliyor: "1790’da papaz öğretmeniyken 1792’de kilise yağmacısı, 1793’te komünistken beş yıl sonra multimilyoner olan ve bir on yıl sonra da Otranto Dükü olan şahsın aynı tene ve saçlara sahip aynı kişi olduğunu tasavvur etmek epey gayret gerektirir."

Zweig, eserinde Joseph Fouché için şu ifadeleri kullanıyor:

"Joseph Fouché, rastgele ihanet eden biri değil, tam bir ihanet örneğidir. İhaneti dahilik yapabilmiş bir mizacı vardır. ..."

"İhaneti yüzde yüz başarabilen tek insan olarak Fouché'yi tanıdım bütün ömrümde."

‘’Karaktersizlik konusunda olağanüstü inatçı biri.'’

Fouché’ye Honore de Balzac da oldukça önem veriyor. Balzac’ın deyişiyle, Fouché, ‘’psikolojik açıdan çağının en ilginç karakteri’’dir. (Psychologisch interessantesten Charakter seines Jahrhunderts.)

Joseph Fouché, Napolyon’a da defalarca ihanet ediyor, Napolyon güçlendikçe onun yanında yer alıyor, Napolyon gücünü kaybettikçe onun aleyhine çalışıyor. Napolyon yenilip XVIII. Louis kral olduktan sonra krala biat ediyor. Napolyon Elbe’den kaçıp gelince yeniden onun hizmetine giriyor. Waterloo’dan sonra (Napolyon tekrar iktidardan düştükten sonra) yeniden krala biat ediyor. Görüldüğü gibi Joseph Fouché, yakınındaki liderin eski gücünde olmadığını hissettiği anda, güçlenmeye başlayanın yanına geçmekte tereddüt etmeyecek kadar gurursuz ve ikiyüzlü bir karaktere sahip oluyor. Bu nedenle Napolyon, Joseph Fouché için “tanıdığım en kusursuz dönek” ifadesini kullanıyor.

Joseph Fouché’nin sonu

Kraliyete yaptığı ihanetini affetmeyen Louis XVIII., Fouché’yi İtalya’ya sürgüne gönderiyor. Fouché, İtalya’dan eski dostlarına, bakanlara, krallara mektuplar yazıyor. Ancak onu kimse artık ülkesinde istemiyor. Fouché, Kral XVIII. Louis’e de mektuplar yazarak kraldan affedilmesini bekliyor. İkinci kez evlendiği genç eşi de onu aldatıyor. Fouché, ömrünün son yıllarını İtalya’da tek başına geçiriyor. 1820’de de sefalet içinde ölüyor. Fouché, son olarak Tanrı’ya da yağ çekmek için ateist olmasına rağmen ölümünden önce rahip çağırarak kutsal yağla kutsanmasını istiyor.

Stefan Zweig, Joseph Fouché’nin o kadar ihanetine rağmen nasıl olup da kraldan bir şeyler bekleyebildiği sorusuna şu cevabı veriyor:

“İhanet etmeye o kadar alışmıştı ki, sonunda ihanet edecek birini bulamayınca kendine ihanet etti!”

Bütün bu olumsuz özellikler sahip bir siyasetçi ve bir devlet adamı bütün bunları nasıl başarabiliyor? Cevap çok basit oluyor: Fouche çok çalışkandır ve tam bir örgütçüdür. Ofisinden çıkmadan saatlerce günlerce çalışıyor. Polis Bakanıyken Fransa’da Fouche’den habersiz kuş bile uçmuyor. Ve hırsızlık, yolsuzluk, kumar, kadın, lüks, şatafat gibi görünen hiçbir zaafı bulunmuyor...

Stefan Zweig, Joseph Fouché’nin ilk dönekliğini ve ilk ihanetini şu şekilde anlatıyor:

Eylül 1792'de Fransa Cumhuriyeti ilan ediliyor. Son kral XVI. Louis, tutuklanarak Paris’te Temple hapishanesine konuyor. Takvimler 16 Ocak 1793 tarihine geliyor. O gün mecliste kral ile ilgili olarak ‘’af’’ veya ‘’idam’’ kararının verilmesi bekleniyor. Meclisteki burjuvaziden yana olan Jirondenler kralın bağışlanmasını, proletaryadan yana olan Jakobenler ise kralın idamını istiyor.

Meclis çoğunluğu kralın idamına karşı bir düşüncede bulunuyor. Ancak, devrimden yana olan halk, kralın idamı için bir gün önceki gece (15 Ocak gecesi) isyan başlatıyor. Halkın bu isyanı sonrasında Jirondenlerde çözülme oluyor. Jakobenlerin önderi Robespierre, oylamanın açık yapılmasını istiyor. Her milletvekili teker teker kürsüye gelerek kararlarını açıklıyor. Oylamanın sonuna doğru kralın idamını isteyen Jakobenler az farkla önde bulunuyor. Oylamanın sonlarına doğru Milletvekili Joseph Fouché’nin adı okunuyor, kürsüye davet ediliyor. 

Joseph Fouché, ceketinin cebinde bir gün önce yazdığı, kralın ‘’affı’’nı isteyeceği manifestoyla kürsüye çıkıyor. Ancak Fouché, kürsüde kralın aleyhine “La Morte” (ölüm) diye oyunu kullanıyor. Çünkü kararın Jakobenlerin istediği doğrultuda çıkacağını anlayan Joseph Fouché anında saf değiştiriyor. .

Bu olay, Joseph Fouché’nin ilk dönekliği ve ilk ihaneti olarak yer alıyor. Ondan sonra arkası çorap söküğü gibi geliyor.

Zweig, eserinde Fransız Devrimi hakkında ayrıca şu ifadeleri kullanıyor:

"Ancak hırslılar birbirlerini yok ettikten sonra bekleyenlerin ve akıllıların zamanı gelecekti."


"Yasaların engelleri ne zaman aşılmak istense, bu halk ayaklanmaları harekete geçirilir ve bu şiddetli dalgalanmalar her şeyi önüne katarak sürüklerdi, en sonunda da kendisini harekete geçirenleri."

"Hemen hemen tüm devrimlerin sırrı ve liderlerinin trajik yazgısıdır: hiçbiri kan sevmez ancak kan dökmek zorunda kalırlar... Fransız devrimcilerinin sucu kandan değil, kanlı sözlerden sarhoş olmalarıdır."

"Ne yazık ki dünya tarihi, çoğu kez anlatıldığı gibi, sadece insan cesaretinin tarihi değil, insan korkaklığının da tarihidir. Siyaset de öyle sanıldığı gibi kamunun yönetilmesi değil, liderlerin kendilerinin yaratıp etkiledikleri aynı makamın önünde kul köle olup eğilmesidir. İşte böyle çıkar savaşlar: Tehlikeli sözcüklerle oynamaktan, ulusal tutkuların aşırı kışkırtılmasından ve politik suçlardan; yeryüzünde hiçbir kötülük ve canilik insan korkaklığı kadar kan dökmemiştir. Eğer Fouché, lyon'da kitlelerin celladı haline geldiyse, bunun nedeni cumhuriyetçi tutkuları değildir (çünkü onun hiç tutkusu olmamıştır), ılımlı olarak göze batma korkusudur.’’

"Sürekli zenginlik insanı gevşetir, sürekli alkış ruhsuzlaştırır; sadece bir kesinti katar bomboş sürüp giden hayatın ritmine yeni bir heyecan ve yaratıcı bir esneklik. Sadece bir mutsuzluk sağlar dünya gerçeğini derinden ve uzaktan görebilmeyi. Acı bir ders, fakat her sürgün bir ders ve bir öğrenmedir: Zayıf kişiye iradesini yeniden bir araya getirmeyi, tereddüt eden kişiye kararlı olmayı, sert olana daha sert olmayı öğretir. Gerçekten güçlü bir insan için sürgün, bir değer kaybı değil, aksine gücünün her zaman daha da artmasıdır."

Sonuç

Siyasi tarihteki tüm yandaşların, yalakaların, yılışıkların ve döneklerin piri sayılan Joseph Fouché’nin bu davranışları sadece kendisine, sadece Fransa’ya özgü olarak yer almıyor. Joseph Fouché’nin bu davranışları fahişeliğin tarihi kadar eski ve her ülkede ve her zaman görülebilen davranışlar oluyor.

Dünyada da böyle ama güce olan sevgi ve biat özellikle Doğu toplumlarına özgü bir özellik olarak yer alıyor. Doğu'da güç merkezi; bir mıknatıs gibi, ateş böceklerini üzerine çeken bir ışık gibi bütün dönekleri, yandaşları, yalakaları üzerine çekiyor. Yakın ve uzak siyasi tarihimizde bunun sayısız örnekleri bulunuyor.

Bu uzun yazıdan demem o ki; Batı’da bile bu böyleyken, güce, Tanrı’ya biat eder gibi biat eden Doğu siyasetçisi, Doğu bürokrasisi, Doğu burjuvazisi, Doğu sanatçısı, Doğu aydını, Doğu medyası ve Doğu vatandaşı ateşin etrafındaki pervaneler gibi gücün etrafında fır fır dönüyor. Dönmeyenleri tabii ki tenzih ediyorum. ''Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan'' (*) diyen Pir Sultan Abdal yoldaşlarına selam olsun!

Yıllar yıllar önce, teee 21 Kasım 2013 tarihinde Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde Bekir Coşkun şöyle yazıyordu: ‘’Yarın bu iktidar biraz sallansın, göreceksiniz... Çevrelerindeki binlerce yanaşma aydın, sanatçı, medya, patron... Eğer ‘İrtica tehlikesi atlattık’ diye fırlamazlarsa namerdim... Bu nedenle işte... Korkma... Bir anda her şey değişir... Ben bu kaypaklara güvenirim...’’

Bu tarihi ve sosyolojik gerçeği de arz etmek bana kalıyor!

Osman AYDOĞAN

(*) Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan

Koyun beni hak aşkına yanayım
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
Yolumdan dönüp mahrum mu kalayım
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan

Benim pirim gayet ulu kişidir
Yediler ulusu, kırklar eşidir
On iki imamın server başıdır
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan

Kadılar müftüler fetva yazarsa
İşte kemend, işte boynum asarsa
İşte hançer, işte kellem keserse
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan

Ulu mahşer günü olur divan kurulur
Suçlu, suçsuz gelir orada dirilir
Piri olmayanlar anda bilinir
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan

Pir Sultan'ım arşa çıkar ünümüz
O da bizim ulumuzdur pirimiz
Hakka teslim olsun garip canımız
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan

Pir Sultan ABDAL

 





Yorumlar - Yorum Yaz