Batı müziğinde ''ağıt''
05 Mart 2023
Her kültürde, bireysel ve toplumsal felaketlerin ardından ağıtlar yakılıyor. Bu ağıtlar, ölen kişinin değerini, iyiliklerini, ölümünden dolayı duyulan acıyı veya toplumsal felaketten doğan acı ve üzüntüyü şiirsel ezgiler halinde dile getiriyor… Bu ağıtlar da genellikle müzik formunda ifade ediliyor…
Türk halk müziğindeki ağıtlardan birkaçını geçen haftaki yazımda vermiştim. Yazımı uzatmamak adına Batı müziğindeki ağıt formlarını da haftaya vereyim diye ayrı tutmuştum...
Batı müziğinde bir form olarak ‘’ağıt’’
Batı müziğinde de ağıtların ayrı bir yeri bulunuyor: Lament, Threnody ve Elegy…
‘’Lament’’; yas tutmak, dövünmek, ağlayıp sızlamak ve ağıt, ‘’Threnody’’; ağıt, ağıt havası, cenaze şarkısı ve mersiye, ‘’Elegy’’ ise hazin, hüzünlü, elemli, mükedder (wehmütig) anlamına geliyor…
Bu ağıtlardan çoğu savaşlar, ihtilaller, katliamlar ve suikastlar nedeniyle ölen askerler ve insanlar üzerine yazılıyor.
Örneğin;
Geç Rönesans ve Erken Barok döneminin İtalyan müzisyeni, opera bestecisi ve şarkıcısı olan Claudio Monteverdi, ‘’Combattimento di Tancredi e Clorinda, Lamento della Ninfa ed altri madrigali’’ adlı eserini bir savaş ağıtı olarak besteliyor…
19. yüzyılın en önemli piyanistlerinden birisi olan, Alman besteci Franz Liszt, ‘’Funerailles’’ adlı eserini 1848 Macar Devrimi'nin Habsburglar tarafından bastırılmasına cevaben acı çeken üç arkadaşının anısına Ekim 1849'da bir ağıt olarak besteliyor...
20. yüzyılın en büyük bestecilerinden biri olarak kabul edilen Rus besteci Dmitri Şostakoviç, ‘’13. Senfoni’’ adlı eserini, şair Yevtuşenko’nun, her biri Sovyet tarihi ve yaşamını anlatan ve bir bölümü de 1941 yılında Nazi askerleri tarafından Ukrayna Kiev'de Holokost kapsamında 33.771 Yahudi’nin iki gün içerisinde katledilmesiyle tarihe ‘’Babi Jar Katliamı’’ olarak geçen katliama yazılan beş bölümlük dizeleri üstüne bir ağıt olarak besteliyor...
20. yüzyılın ikinci yarısına damgasını vuran en önemli bestecilerden birisi olarak müzik tarihine geçen Leh sanatçı Krzysztof Penderecki de ‘’Threnody to the Victims of Hiroshima’’ adlı eserini Hiroşima kurbanlarına bir ağıt olarak besteliyor…
Elegy (Elegie)
Batı edebiyatında bir şiir türü bulunuyor: İngiliz dilinde: Elegy, Alman dilinde: Elegie.
Elegy (Elegie): tanınmış bir kişinin, bir arkadaşın ya da sevilen bir kişinin ölümünden duyulan üzüntüyü anlatan lirik şiir türü oluyor… Örneğin, ‘’Kayıp Cennet’’ adlı eseriyle tanınan İngiliz şair John Milton'un okul arkadaşı Edward King'in ölümü üzerine yazdığı "Lycidas" (1838) adlı şiiri bu kapsamda yazılan pastoral bir ağıt şiir olarak biliniyor. Avusturyalı şair Rainer Maria Rilke‘nin on yıl kadar uzun bir sürede yazdığı ve şiirin başyapıtlarından biri olarak kabul edilen ‘’Duineser Elegien’’ (Duino Ağıtları) şiirleri de bir ağıt şiir olarak biliniyor… Bu Elegy şiirlerinden yapılan besteler de Batı müziğinin ağıt türleri oluyor…
Rus asıllı besteci Igor Stravinsky, ‘’Elegy for J.F.K.’’ adlı eserini, 1964 yılında ABD Başkanı John F. Kennedy'nin öldürülmesi anısına bir ağıt olarak besteliyor...
Bunların dışında Fransız besteci ve piyanist Joseph-Maurice Ravel’in,‘’Elegy In Memory of Maurıce Ravel’’ adlı eseri de bir ağıt (Elegy) olarak biliniyor. Ayrıca Ravel, en bilinen orkestra eseri ‘’Bolero’’yu, iki piyano konçertosundan ilkini, savaşta sağ kolunu yitiren piyanist Paul Wittgenstein’a ithafen, 1930’da sadece sol el için besteliyor. 1931’de tamamlanan ikinci piyano konçertosunu ise iki el için besteliyor. Ravel’in bu eseri de bir ağıt (Elegy) olarak niteleniyor…
Requiem
Batı dünyasında ayrıca ‘’ölüm duası’’ olarak acıyı dile getiren, ağıt anlamına gelen orkestra, koro ve şan solistleri için yazılmış bir müzik türü bulunuyor: Requiem... Requiem, "istirahat" anlamına geliyor. Requiem; aslında ölünün ardından ölünün ruhunun kurtuluşu, ruhun öte dünyada istirahati için cenazede veya anma törenlerinde yapılan ayinlerde icra edilen ölüm ilahisi oluyor... Bu eserlerin çoğu Hz. İsa’nın ölümünü konu alıyor. ‘’Plainsong’’ denen kilise müziği ile söyleniyor.
Batı müziğinde en bilinen requiemler
Wolfgang Amadeus Mozart’ın son nefesinde yazdığı ve tamamlayamadan taslaklarını bıraktığı eseri ile 19. yüzyıl İtalyan operası ekolünden gelen en ünlü İtalyan besteci Giuseppe Verdi’nin ‘’Verdi’s Requiem: ‘Dies irae’ ‘’, 19. yüzyılın ikinci yarısının en önemli Romantik Dönem bestecilerinden olan Alman piyanist, orkestra şefi Johannes Brahms’ın ‘’Ein deutsches Requiem’’, gelmiş geçmiş en başarılı İngiliz modern dönem bestecilerden piyanist ve orkestra şefi olan Edward Benjamin Britten’in ‘’The War Requiem’’ (Savaş Ağıtı) ve Fransız besteci, yazar ve müzik eleştirmeni olan Louis Hector Berliöz’ün ‘’Requiem’’ (Grande Messe des Morts) (Ölülerin Büyük Kütlesi) adlı eserleri Batı müziğinde en bilenen requiemler olarak sayılıyor…
Mozart’ın Requiem’i
1791 yılı Temmuz ayında bir gün, koyu gri elbiseli genç bir adam Mozart’ın evine geliyor ve ona imzasız bir mektup veriyor. Mektupta bir ‘’requiem’’ (ölüler duası veya ölüm ilahisi) bestelemesi isteniyor… Karşılığında da peşin ödenecek olan dolgun bir ücret teklif ediliyor… Fakat mektupta bir şart öne sürülüyor: Mozart requiem'i ısmarlayanın kim olduğunu araştırmayacaktır… Besteyi sipariş eden kendisi de başarılı bir müzisyen olan, Kont Franz von Walsegg’dir ancak Mozart bu kişiyi hiç öğrenemiyor.
Bu esrarlı sipariş o sırada hastalık ve ölüm düşünceleri içinde bulunan Mozart'ı derinden etkiliyor. Mozart, siparişi veren esrarengiz adamın, kendi ölüm duasını yazarak ölüme hazırlanmasını bildirmek için ahiretten gelen bir haberci olduğuna inanıyor… Bu nedenle Mozart, bir gün eşine "yakında öleceğim, bundan eminim" diye söyleniyor.
Mozart, kendisine sipariş edilen, ancak kendi ölüm ağıtı, ölüm ilahisi olduğuna inandığı eser üzerinde çalışmaya başlıyor. Ancak Mozart, hastadır… Mozart eserini tamamlayamadan, 1791 yılının 4 -5 Aralık günü gece yarısından sonra vefat ediyor. Mozart’ın eşi Constanze, Mozart'ın öğrencileri Joseph Eybler ve Franz Xaver Süssmayr'e eseri bitirmelerini teklif ediyor. Eseri, Süssmayer tamamlıyor… Bu eser Mozart’ın son bestesi oluyor…
Kendi ölümüne yazdığına inandığı için Mozart'ın bu eseri, Mozart’ın tüm maharetinin notalara dökülmüş hali oluyor. Öyle ki Chopin, kendi cenazesinde kendi ‘’funeral march'’’ı yerine Mozart’ın bu eserinin çalınmasını istiyor…
Mozart’ın bu eseri, 18. yüzyılda Viyana'da yaşayan besteciler Mozart ile Antonio Salieri'nin başından geçenleri anlatan ve 8 dalda Oscar ödülü kazanan 1984 yılı yapımı ‘‘’Amedeus’’ filminde yer alıyor.
Batı müziğinde diğer requiemler
‘’The Phantom of the Opera’’ müzikalinin bestecisi, İngiliz müzisyen Andrew Lloyd Webber, ‘’Requiem’'ini, 1982'de ölen babası William Lloyd Webber'in anısına besteliyor. Bu requiemin ‘’Hosanna’’ bölümü İspanyol tenor ve orkestra şefi Placido Domingo tarafından çok güzel yorumlanıyor…
Macar yönetmen Zoltan Fabri’nin, bizde ‘’Ağıt’’ olarak gösterime giren 1982 yılı yapımı filmi de ‘’Requiem’’ adını taşıyor…
Batı müziğindeki diğer ağıtlar
Daha önce bu sayfalarda anlattığım bir İspanyol folk şarkısı olan ‘’La Paloma’’ ve yine bu sayfalarda daha önce anlattığım Portekiz folk müziği olan ‘’Fado’’ da birer ağıt (elegy, Elegie) olarak değerlendiriliyor…
Alman müzisyen ve sanatçı Tilo Wolff tarafından 1991'de İsviçre'de kurulmuş gothic metal grubu olan Lacrimosa’nın 1991 yılında çıkardıkları ilk albüm olan ‘’Angst’’taki ilk parça da bir ağıt (Elegie) sayılıyor… (Lacrimosa, Phantom of the Opera'yı başarılı şekilde yorumlamış grup olmasının yanında ‘’Schakal’’ ve ‘’Bresso’’ adlı şarkıları önemli eserlerinden sayılıyor.)
Batı resminde felaketler
Acı sadece müzikle dışa vurulmuyor. İspanya iç savaşında Guernica şehri, General Franco'ya yardıma gelen Nazi Almanya’sının uçakları tarafından üstelik pazarının kurulduğu gün olan 26 Nisan 1937 tarihinde bombalanıyor. Bombalamanın ardından bir de yangın bombalarıyla şehir ateşe veriliyor. 2000'e yakın insan ölüyor. İşte bu katliamın anısına Picasso, ‘’Guernica’’ adlı tablosunu yapıyor…
Türk edebiyatında requiem
İlhan Berk'in bir şiir kitabının adı da bu müzik türünün adını taşıyor: ‘’Requiem’’ (Yapı Kredi yayınları, 2004). İsmet Özel' in ‘’Üç Frenk Havası’’ şiirinin 3. Bölümünü de bu adı taşıyor: ‘’Requiem’’ (Üç Frenk Havası: 1. Bölüm: Capriccio Alum, 2. Bölüm: Alum Cantabile, 3. Bölüm: Requiem)
Hiroşima kurbanlarına ağıtı sadece Penderecki yazmıyor. Nazım Hikmet’in ‘’Kız Çocuğu’’ adlı şiiri de Hiroşima üzerine ağıt olarak yazılıyor… Nazım, bu şiirini, Hiroşima'ya atılan atom bombasıyla yedi yaşındayken öldürülen Sadako Sasaki adlı kız çocuğu için yazıyor. Bu ağıt, Zülfü Livaneli tarafından aynı adla ağıt olarak besteleniyor.
Sanatta Gezi Direnişi
Besteci Fazıl Say, Muhyiddin Abdal Divânı'nda bulunan ‘’İnsan insan’’ adlı şiirini Gezi Direnişi için besteliyor ve bu bestesine 2013 yılında çıkardığı ‘’İlk Şarkılar’’ isimli albümünde yer veriyor... Merhum Ressam Özdemir Yemenicioğlu, Gezi Direnişi için yaptığı eserlerini sergiliyor...
06 Şubat 2023 Depremi, sonuç ve beklenti
Geçen hafta anlattığım gibi; her kültürde, Türk halk edebiyatında da, bugün anlattığım gibi Batı kültüründe de bireysel ve toplumsal felaketlerin ardından, yaşanan acılar ve felaketler karşısında, toplum hep uyanık kalsın diye şiirsel ezgiler halinde ağıtlar yakılıyor. Bu ağıtlar da genellikle müzik formunda ifade ediliyor…
İngiliz devlet adamı Winston Churchill’in 2. Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında (1940) söylediği bir söz bulunuyor: ''Hiç bir iyi krizin ziyan olmasına asla izin verme!'' (Never Let a good Crisis go to Waste!) Türkiye 17 Ağustos 1999 tarihinde büyük bir deprem yaşıyor. Ancak Türkiye bu depremi (krizi) ziyan ediyor. Türkiye bu depremden (krizden) hiç ama hiçbir ders almıyor.
Ve Türkiye, hazırlıksız bir şekilde, 06 Şubat 2023 tarihinde yüzyılın en ağır bir felaketini yaşıyor. Resmi beyanlara göre depremde 46 bin yurttaşımız vefat ediyor. Bu doğal felaketin üstüne bir de hükumetin basiretsizliği, hükumetin ve devletin kurumlarının depreme hazırlıksızlığı, yetersizliği, kifayetsizliği ve depreme geç ve yetersiz müdahalesi ekleniyor... Bu kadar afet yetmiyor bir de afetteki sıkıntılarını dile getiren depremzedeler, bizzat Cumhurbaşkanı tarafından kameralar önünde, dile getirilmeyecek kadar ağır hakaretlere maruz bırakılıyor… Bir başka hükumet ortağı deprem bölgesinde depremzedeleri azarlıyor... Bunlar da yetmiyor, ülke yüzyılın felaketi ile kavrulurken muhalefet politikacılarından gündemi saptıracak şekilde zevzeklik edenler oluyor, koltuk derdine düşenler oluyor…
İşte tüm bu felaketi resmedecek, dile getirecek, tarihe tanıklık edecek, gelecek nesillerin bu felaketi unutmamalarını, ziyan etmemelerini (ders almalarını) ve toplumun bu felaketler karşısında hep uyanık kalmalarını sağlayacak bir sanatçı, bir eser aranıyor... Aradan yüz yıl geçse de bu felaketi, bu ihmali, bu ihaneti, bu muhanneti, bu nobranlığı canlı tutacak, bu felaketin müsebbiplerini ve kurbanlarını anacak bir sanatçı ve bir eser aranıyor…
Çünkü sanatçı çağının tanığıdır… Çünkü ABD’li şair Irwin Allen Gisberg'in dediği gibi;, “Bir ülkenin kötü durumu yüzünden politikacıları suçlayamayız... Suçlu olan şairlerdir... Çünkü politikacıların bir ülkenin durumu hakkında bilinçleri ve kapasiteleri yoktur ama şairlerin vardır.” Çünkü bu ülke politikacılarının afetlerden ders alacak bilinç, çap ve kapasiteleri bulunmuyor. Bu ülke politikacılarında bilinç, çap ve kapasite olsaydı eğer, deprem ülkesi yurdumuzda depreme karşı tedbirler alınır, depreme karşı müdahaleler doğru, zamanında ve yeterli yapılırdı. Ülke politikacılarında bilinç, çap ve kapasite olsaydı eğer, ülke yüzyılın felaketi ile kavrulurken gündemi değiştirecek şekilde zevzeklik etmezler, koltuk derdine düşmezlerdi…
İşte bu nedenlerle gelecek nesilleri afetlere karşı uyanık tutma, afetleri unutturmama ve toplumu afetlere karşı her an hazır tutma işi sanatçılara düşüyor. İşte bu nedenle derdi Gazi Mustafa Kemal Atatürk; ‘’Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz. Hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Fakat sanatkâr olamazsınız.’’ İşte bu nedenle derdi Gazi Mustafa Kemal Atatürk; ‘’Bir millet sanattan ve sanatkârdan mahrumsa tam bir hayata malik olamaz. Böyle bir millet bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve alil bir kimse gibidir. Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur.’’
Şimdi anlıyorsunuz değil mi? Neden millet olarak; bir ayağımız topal, bir kolumuz çolak, sakat ve alil bir kimse gibiyiz, hayat damarlarımızdan biri kopmuş gibiyiz…
Hepimize, iyileşmemize vesile olacak bir Pazar günü, günler, aylar ve yıllar diliyorum…
Osman AYDOĞAN
Yazımda bahsi geçen bütün bu ağıtları internetten bulup dinlemeyi sizlere bırakıyorum… Ben sadece örnek olarak Mozart'ın, Requiem'inin bağlantısını veriyorum:
Mozart, Requiem:
https://www.youtube.com/watch?v=Zi8vJ_lMxQI