• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi7
Bugün Toplam131
Toplam Ziyaret2891005

Dil ve Türkçe üzerine - 10: Kullandığımız kelimelerin duygu, düşünce ve kaderimize etkisi…


Dil ve Türkçe üzerine - 10: Kullandığımız kelimelerin duygu, düşünce ve kaderimize etkisi…

06 Nisan 2020

Şu iki atasözünü tekrar vermek istiyorum:

Yunan atasözü: ‘’Kelimenin gücü Tanrı’nın gücüne eşittir.’’ Ve devam ederdi bu Yunan atasözü; ‘’İnsanoğlu bilseydi kelimenin gücünü, kötü bir kelimeyi değil kullanmak, aklından bile geçirmezdi.’’ Ve bir Japon atasözü: ‘’Güzel kelimeler güzel doğa, çirkin kelimeler çirkin doğa yaratır.’’

Kullandığımız kelimeler…

Bu atasözlerini burada bırakıp sözü Mahatma Gandi’ye bırakayım:

‘’Söylediklerinize dikkat edin, düşüncelerinize dönüşür,

Düşüncelerinize dikkat edin, duygularınıza dönüşür,
Duygularınıza dikkat edin, davranışlarınıza dönüşür,
Davranışlarınıza dikkat edin, alışkanlıklarınıza dönüşür,
Alışkanlıklarınıza dikkat edin, değerlerinize dönüşür,
Değerlerinize dikkat edin, karakterinize dönüşür,
Karakterinize dikkat edin, kaderinize dönüşür.’’

Gandi’ye göre; ‘’kullandığımız kelimelerimiz ve düşüncelerimiz bizim kaderimizdir.’’

Zaten çoook önceden Mevlânâ da aynı şeyi söylememiş miydi?

‘’Kardeşim sen düşünceden ibaretsin.

Geri kalan et ve kemiksin.
Gül düşünürsün, gülistan olursun.
Diken düşünürsün, dikenlik olursun.’’

Bilenler bunu böyle söylüyor; ‘’kullandığınız kelimeler düşüncelere, sonunda da kadere dönüşür.’’

İnsanın ruhu onun yazgısıdır…

Alfred Adler ‘’İnsanı Tanıma Sanatı’’ (Say Yayınları, 2016) isimli kitabına Heredot’un ‘’Düşünce’’yi ‘’ruh’’ ile özdeşleştiren şu sözü ile başlar; "insanın ruhu onun yazgısıdır."

Bu görüşe göre; ruhsal yaşamda geçen bütün olaylar, birey tarafından saptanan bir amaca hazırlık niteliği taşır.

‘’Bir kimse gözüne bir amaç kestirmişse, ruhundaki olaylar ister istemez ortada uyulması gereken bir doğa yasası varmış gibi bir akış izler.’’

En küçük atomdan en büyük yıldıza kadar evrende her şeyin devinim içinde olduğunu söyleyen, Hippocrates’in çağdaşı olan Abdera’lı Democritus şöyle söylerdi: ‘’İnsanın mutluluğu ya da mutsuzluğu kazandığı altın ya da eşyayla bağıntılı değildir. Mutluluk ya da üzüntü kişinin ruhundadır. Bilge bir kişi her yerde kendini evindeymiş gibi hisseder. Evrenin tümü onurlu bir ruhun evidir.’’ Democritus’a göre; ‘’mutluluk ya da üzüntü kişinin ruhundadır.’’

Evren düşünceden ibarettir…

Evrende her şey iki kere yaşanır; olaylar önce zihinde tasarlanır, sonra da gerçekleşir, tıpkı bir mimarın bir binayı tasarlayıp planını çizmesi ve mühendisin de onu inşa etmesi gibi… Zihinde tasarlanmayan hiçbir şey evrende gerçekleşmez.

Düşler kurarız kelimelerle, düşüncelerle ve zamana bırakırız bu düşleri, onlar da tıpkı toprağa düşen tohumlar gibi, zamanla filizlenip gelişirler ve yaşadığımız gerçek olarak karşımız çıkarlar.

İnsanların isteklerini elde edememelerinin tek sebebi, olmasını istedikleri şeyler yerine, olmasını istemedikleri şeyler üzerine düşünüyor olmalarıdır.

Ve düşünceler somutlaşır…

Yaşadığımız dışsal gerçeklik aslında kendi içsel psikolojimizin somutlaşmış halidir. Her şey düşüncemizde başlar ve onunla somutlaşır. Bir Çin atasözü düşüncelerimizin evrene saldığımız bir frekans olduğunu söyler; düşüncelerimizin evrene bir etkisi ve evrenin de buna bir tepkisi olurmuş.

Analitik psikolojinin kurucusu, derinlik psikolojisinin ise Sigmund Freud ve Alfred Adler ile beraber üç büyük kurucusundan birisi olan İsviçreli psikiyatr Carl Gustav Jung’a göre içsel gerçeklik dış dünyada kader olarak gerçekleşir.

Düşünceler manyetiktir ve frekansları vardır. Düşünceler manyetik sinyaller yayarlar ve bu sinyaller ait oldukları düşüncelerin benzerlerini size doğru çekerler…

Düşünceleriniz ve odaklandığınız ne varsa hepsi size geri döner. Yaşamımız sahip olduğumuz baskın düşüncelerin aynasıdır. Varlığa odaklanırsanız varlığı, yokluğa odaklanırsanız da yokluğu yaşarsınız… Hayat tamamen bir odaklanma sorunudur…

Kendimiz dünyadan ve evrenden ayrı değil, dünya ve evren ile bir bağlantı halinde ve o muazzam evrenin, organik bir bütün olan evrenin bir parçasıyız. Öyle organik bir bütün olan evrenin parçasıyız ki, bir Çin atasözünde söylendiği gibi ‘’bir ot yolarsanız tüm bir evreni sarsarsınız.’’

Fransız filozof Michel Foucault da 1996 yılında yayınladığı ‘Kelimeler ve Şeyler’ (Les Mots es les choses) (İmge Kitapevi, 2000) isimli kitabında da ‘’bakanın bakılan olduğu’ tespiti yapar. Günümüz Kuantum düşüncesi de farklı bir şey söylemez zaten; ‘’gözlemci ile gözlemlenen ayrılmazdır, birdir, bütündür.’’

İslam tarihindeki üç büyük düşünürden birisi olan Muhyiddin İbn-i Arabî’nin ortaya koyduğu Vahdet-i Vücud (Varlık birliği) tasavvuf düşüncesinde, yaratanla yaratılanın tek kaynaktan geldiğini ve "bir" olduğunu savunur.

Evrende bir etki ve tepki akışkanlığı içerisinde yaşamaktayız. Ne ekersek onu biçeriz. Buğday eken buğday biçer, arpa eken arpa, domates eken domates. Hiç görülmemiştir; patates ekip de ayçiçeği biçen veya biber ekip de havuç ürünü alan!

Benzer şekilde hep olumsuz kelimeler kullananın ve düşünenlerin, hep karamsar bir ruh halinde içinde olanların iyi olaylarla karşılaştıkları ve mutlu oldukları hiç görülmemişlerdir.

Mutlu olmak bir ruh hâlidir, bu ruh hâli de kendimize bağlıdır. Nerede ve kiminle olduğumuz önemli değildir. ‘’Nasıl’’ olduğumuz ve ‘’kendimizi nasıl hissettiğimizdir’’ önemli olan.

Hem olumsuz duygulara sahip olup hem de kendimizi iyi hissetmemiz imkânsızdır. Olumsuz düşünce ve mesajların bizlere hiçbir faydası yoktur.

Depresyon, öfke, alınganlık, suçluluk duygusu; bunlar olumsuz duygulardır ve kendimizi güçlü hissetmemize izin vermezler. Eğer ortada bir problem varsa buna dışarıdan birisi veya başka bir şey yol açmazlar; kendi düşüncelerimiz kendi problemlerimizi yaratır. Yaşadığımız her şeyin temel kaynağı düşüncelerimizdir.

Umut besleyen kişiler hedeflerine doğru ilerlerken diğerlerine oranla daha az depresif, daha az kaygılı ve duygusal açıdan daha az sıkıntılı görünürler. İyimserlik gibi yakın akrabası umudun da şifa gücü vardır.

Düşünce gerçeğin bir tasarımıdır….

Avusturyalı düşünür Ludwig Wittgenstein’i hatırlarsak, Wittgenstein ‘’Tractatus’’ isimli eserinde ‘’düşünce’’yi ‘’tasarım’’ olarak kabul edip şöyle yazıyordu; ‘’Olguların mantıksal tasarımı, düşüncedir.’’ "Bir olgu bağlamının düşünebilir olması şu demektir: Biz onun bir tasarımını kurabiliriz.’’ ‘’Doğru düşüncenin toplamı, dünyanın bir tasarımıdır.’’ ‘’Düşünce, düşündüğü olgu durumunun olanağını içerir. Düşünülebilir olan, olanaklıdır da.’’ Burada Wittgenstein’ın en önemli tezi şu cümlede yatıyor; ‘’Düşünülebilir olan, olanaklıdır da.’’

Wittgenstein’in söylediği gibi düşünce bir tasarımdır.

Tasalarımız kendi kendini doğrulayan kehanete dönüşüp öngördükleri felaketlere bizleri sürüklerler. Bilimde “Ters Çaba Kuralı” diye bilinen bir kural vardır. Şu şekilde formüle edilir: ‘’Başınıza gelmesinden korktuğunuz şeyleri fazla düşünürseniz, gerçekleşme ihtimalini artırırsınız.’’

Telefonumuzu saat sabahın 05’00’ine kurarsak çalar…. Halbuki telefon basit bir bilgisayardır… Beyin ise Tanrı’nın yarattığı en büyük bilgisayar… Beyni nasıl kurarsak gelecek de kader de o şekilde gerçekleşir…

Güneydoğu’dan şehit haberleri gelir… Sonrada olayın ayrıntısı… Asker telefonda annesine, babasına şehit olacağını söylemiştir… Ertesi gün de şehit olur… Çünkü kendisini şehit olarak kurgulamış, tasarlamıştır...

Karmaşık hayatın temelinde ‘’zihni olarak önceden prova edilmesi’’ yatar… Siz zihinde neyi prova ederseniz onu yaşarsınız…

Kendini doğrulayan kehanet

Kendini doğrulayan kehanet düşüncesi, İngilizcesi "Pygmalion Effect" olan eski bir mitolojik öyküden almaktadır. Kıbrıs prensi, heykeltıraş Pygmalion, tüm kadınların kusurlu olduğunu düşünüp ideal bir kadının heykelini yapmaya çalışır. Galatea adını verdiği bu eser, o kadar güzel olmuştur ki, Pygmalion kendi eserine umutsuzca âşık olur ve onun gerçek olduğunu düşünmeye başlar. Daha sonra heykel canlanır. Sonra şu inanış ortaya çıkar; ‘’inanılan her kehanet kendini doğrular.’’

Kötü senaryolar yazmak enerji tüketen ve cesaret kıran saplantılı endişelerin uzak akrabalarıdır. Aklını hayatının karışık yönlerine takan, geçmişindeki şanssızlık ve düş kırıklıklarını tekrar tekrar düşünen bir insan aynı şanssızlık ve düş kırıklıklarını gelecekte de yaşamak için dua etmiş olur. Siz kendi kaderinizin yaratıcısı ve tasarımcısısınız…

Sonuç

Yarattığımız dünya; kullandığımız kelimelerin ve bizim düşünce biçimimizin ürünüdür. Yaşadığınız dünyayı iyi tanımlayın! Çünkü insanlar gördükleri dünyayı tanımlamazlar, tanımladıkları dünyayı görürler. Çünkü hayat bir ayna gibidir, nasıl bakarsanız öyle görürsünüz. Çünkü hayat bir vadi gibidir, nasıl ses verirseniz öyle yankı alırsınız. Çünkü kader bir tasarımdır, nasıl tasarlarsanız öyle yaşarsınız.

Negatif vizyon dualarına kapılmayın… Ne istediğinize odaklanın… Kurtulmak istediklerinizi öne koymayın…

Yaşadıklarımızın çoğunu geçmişimiz, izlenimlerimiz, biriktirdiklerimiz ve önyargılarımız şekillendirir. Çünkü gerçek; bellek ve algıdan ibarettir. Bunun dışında başka bir gerçek yoktur.

Yakındıkça yakındıklarınız size geri gelecektir. Olumsuz mesajların size hiçbir yararı yoktur. Karşı olduğunuz her şeyi büyütür, artırır, yüceltir ve güçlendirirsiniz… Hiçbir şeyin karşısında olmayın yanında olun… ‘’Savaş karşıtı’’ bile olmayın... ‘’Barış yanlısı’’ olun!

Tedirgin eller ve kaygılı zihinlerle fazlaca koşturup durmaktayız. Sonuç almak için sabırsız davranıyoruz... Aslında daha hızlı daha yavaştır. İhtiyaç duyduğumuz şey; ruhun kullanılmayı bekleyen görünmez güçle, yani güzel kelime ve düşüncelerle beslenmesidir...

Siz kendi kaderinizin yaratıcısı ve tasarımcısısınız. Çünkü siz ne düşünürseniz O’sunuz. Güzel kelimelerle güzel şeyler düşünün ki, güzel şeyler yaşayasınız!

Yazımı Konfüçyüs’ün üç kelimelik bir sözü ile noktalayayım: ‘’Kötü düşünen kötüdür.'’

Dil konusuna devam edeceğim…

Osman AYDOĞAN



Yorumlar - Yorum Yaz