• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi9
Bugün Toplam131
Toplam Ziyaret2918334

Jingo

Jingo

Oyuncu Zafer Algöz'ün "Haşırt Dı Bilekbord" (İnkılap Kitabevi, 2017) adlı bir kitabı var… Zafer Algöz bu kitabında ince bir mizah anlayışı ile Sadri Alışık, Carlos Santana, Cem Yılmaz, Öztürk Serengil, Fatma Girik, Zeki Müren, Savaş Dinçel, Kemal Sunal, Nur Subaşı, Erkan Can, Ali İpin, Yıldız-Müşfik Kenter gibi daha birçok sanatçıyla yaşadığı anılarını akıcı ve esprili bir dille anlatıyor.

İşte bu kitapta Carlos Santana ile ilgili bir hikâye var…

Ancak bu hikâyeye geçmeden anlatmam lazım bu Carlos Santana da kim!

Carlos Santana, (‘’Carlos Augusto Alves Santana’’, veya sahne adlarıyla ‘’Carlos Santana’’ ve kısaca ‘’Santana’’) kendine has stiliyle, "Rolling Stones" dergisi tarafından dünyanın en iyi yüz gitar virtüözü listesine girmiş, on Grammy ödülü almış, 1947 Meksika doğumlu, "Latin Orkidesi" unvanını almış müzisyen, gitarist ve söz yazarı olan büyük bir sanatçıdır. 1967 yılında aynı isimle (Santana) Afrika ve Latin Amerika tarzlarıyla müzik yapan bir de grup kurmuştur.

Şimdi gelelim kitapta geçen hikâyeye:

1989 yılında, İstanbul'a ilk kez gelen Carlos Santana, (2009 yılında bir daha gelmişti) alanda karşılanıp konaklayacağı otele getiriliyor. İlk gün serbest, akşama basın toplantısı yapılacak. Dinlenmek yerine, "Çıkalım İstanbul'u dolaşalım," diyor. Yanına bir rehber veriliyor, kendisine bir de araç tahsis ediliyor. Kapalıçarşı, Sultanahmet, Ayasofya derken Santana güzel bir çay bahçesi görüyor. Hem üstadı dinlendirelim hem de bir Türk kahvesi içsin diye bahçede bir masaya oturuyorlar. O ana kadar koca Santana'yı bir Allah'ın kulu tanımıyor. Resimdi, imzaydı diye taciz eden de yok… Kendi de zaten bu durumdan şikâyetçi değil, çünkü adamın öyle kompleksleri yok... Rehberle beraber kahveleri höpürdeterek sohbet ediyorlar. Birden çay bahçesinin önünden geçmekte olan boyacı Roman çocuklar bağırmaya başlıyorlar: "Heyy !.. Hello Santana! Welcome İstanbul! I love you Santana!.."

Çay bahçesinin garsonları çocukları tersliyor. "Kesin ulan, bağırmayın, içeri falan da girmeyin, dağılın buradan, müşteriyi rahatsız etmeyin !" Santana rehberine diyor ki : "O çocukları buraya çağır, ben içeri gelmelerini istiyorum." Rehber çocuk hemen garsonlara durumu izah ediyor: "Aman abilerim, adam dünya starı, herkese rezil oluruz, boyacıları yanına istiyor, bırakın gelsinler..."

Çaresiz izin veriyorlar. Boyacı Roman çocuklar sandıklarıyla beraber dalıyorlar çay bahçesine... Rehber söylediklerine tercüman oluyor, başlıyorlar koca Santana'yla sohbete... Diyorlar ki, "Sen dünyanın en büyük gitar ustalarındansın. Senin çizmelerini boyayalım, kıyağımız olsun, beş kuruş istemeyiz.."

Santana çok mutlu oluyor, hem de çok şaşırıyor… Çocuklara gazoz, kola ısmarlıyor. Sonra da soruyor tabii : "Geldiğimden beri beni İstanbul'da kimse tanımadı. Peki bu çocuklar beni nasıl tanıdı?.." Çocuklar anlatıyorlar: "Biz boya yaparken bazı müşteriler gazete okur. Fırça sallarken arada gazetelere de bakıyoruz tabii. Resmini orada gördük. 'Dünya Yıldızı Santana İstanbul'a Geliyor' yazıyordu, oradan tanıdık seni."

Çizmelere boya cila yapılıyor. Santana para vermek istiyor ama çocuklar almıyor. "Peki," diyor Santana, "yarın akşam konserim var, beni dinlemek ister misiniz?" Çocuklar deli oluyor. "Hem de çok isteriz Santana. Sen delikanlı adamsın!.."

Rehberden ikişer kişilik davetiyelerden alıyor, çocuklara veriyor. Kardeşiniz varsa yanınızda getirebilirsiniz, diyor. Çocuklar çok mutlu, tabanları kıçlarına vurarak çıkıyorlar, çay bahçesinden caddeye doğru seğirtip kayboluyorlar...

Ertesi akşam Açıkhava'da müthiş bir izdiham var. Roman çocuklar ellerinde davetiyelerle konsere geliyorlar. Ana kapıdan giremiyorlar, çünkü Santana misafirlerine VIP davetiye vermiş, çocuklar nereden bilsin, VIP kapısına gelince kıyamet kopuyor... "Kimden çaldınız lan bu davetiyeleri ?" Çocuklar, "Biz kimseden çalmadık abey, biz Santana'nın misafirleriyiz, o verdi bunları bize…’’ deyince, ‘’Hass… tirin ulan!’’ diyerek ve sille tokat tartaklayarak çocukların ellerinden davetiyeleri alıp kapıdan kovuyorlar.

Ama Santana'nın VIP misafirleri pes etmiyor... Sanatçıların arka giriş kapısını buluyorlar. Orada da aynı muamele tabii: "Hadi yürüyün lan!.." Çocuklar asla pes etmiyor. "Santanaaa ! Santanaaa !.. Help.. Help !.." diye hep bir ağızdan basıyorlar feryadı. Bir şekilde rehbere haber gidiyor, o da gidip durumu Santana'ya anlatıyor. Sonra da rehber gidiyor, çocukları alıp kulise, Santana'nın yanına getiriyor. Salya sümük, gözyaşları içinde başlarına geleni anlatıyorlar. Santana çok üzülüyor ve sinirleniyor: "Misafirlerim alın ve yerlerine oturtun."

Boyacı Roman çocuklar rehberle beraber sahne kenarından seyircinin arasına iniyorlar. Büyük sorun oluyor... Çocukları yerlerine çoktaan birileri oturmuş bile. Vali yardımcısının kızı, damadı… Belediye'den falancanın bacanağı, filancanın eltisi, görümcesi.. "Biz protokolüz kardeşim, kalkmıyoruz !" diyorlar.

Görevliler de durumun farkında ama korkudan bir şey yapamıyorlar... Dakikalar geçiyor ama sorun çözülemiyor. Sonunda merdiven basamaklarına birer minder koyulup Santana'nın VIP misafirlerini oraya oturtarak olayı bağlıyorlar.

Rehber tekrar Santana'nın yanına gidiyor ve olanları anlatıyor. Sanatçı diyor ki, "Git onlara söyle, benim misafirlerime kimse saygısızlık yapamaz... Eğer sahneye çıktığımda çocukları en ön sırada, koltuklarda görmezsem tek bir nota çalmam. Sahneye çıkarım, olayı anlatır, veda eder giderim. Tazminat falan da umurumda değil, bedeli ne olursa olsun öderim."

Konserin başlaması lazım ama bir türlü başlamıyor. Alkışlar, ıslıklar başlıyor. Ve işler karışıyor. VIP bölümünde bir kargaşa var... Bu defa görevliler durumun vahametinin farkında. Çocukların koltuklarına çöken baldız, bacanak, elti, görümce ve de enişte... Tek tek koltuklardan kaldırılıyorlar. En ön orta protokol koltuklarına Santana’nın VIP misafirleri olan Roman çocuklar oturuyorlar...

Arkaya "tamam" diye haber gidiyor, ışıklar açılıyor, sahne aydınlanıyor ve Carlos Santana sahneye çıkıyor… Yer yerinden oynuyor. İlk iş olarak ön tarafa bakıyor, misafirleri yerinde mi diye... Çocukları görüyor, bakıyor ki herkes mutlu… Başparmağını yukarı doğru çevirip VIP misafirlerine bir OK çekiyor. Sonrasında o sihirli parmaklar gitarının tellerine gömülüyor. Açıkhava'da sanki gitarından binlerce beyaz güvercin çıkıyor. Uçuyor, uçuyor, Santana'nın misafirlerinin üstünde sortiler yapıyor..

Onun içindir ki Santana gibi sanatçılara virtüöz, muhteşem, büyük star demeden önce ‘’Adem’’ diyorlar. Gerçekten çok büyüksün... Viva Santana!

Kitapta geçen hikâye bu kadar…

Bu hikâye ‘’Kafa’’ dergisinin Aralık 2014 sayısında da yine Zafer Alagöz tarafından "Viva Santana"  başlığı ile anlatılıyor.

Carlos Santana 20 yıl sonra 2009 yılında İstanbul'a tekrar geldiğinde de Türk basınına şu demeci veriyor:

''Hippi, uzun saçları olan, banyo yapmayan ve dünyadaki bütün kadınlarla birlikte olmak isteyen kişi değildir. Benim için hippi, dini ya da siyasi otoriteyi sorgulayan herkestir. Çünkü din ve siyaset her zaman cevap değildir, genellikle sorunu daha da yoğunlaştırır. Çözüm, merhamet, iyi yüreklilik, acıma, sabırdır. Bunlar daha çok kadınların sahip olduğu özelliklerdir. Amerika'da şunu yeni yeni öğrenmeye başladık: 'Nazik olmakta bir sorun yok... Bu seni eşcinsel yapmaz ya da erkekliğini kaybetmezsin'. Hala çok erkeksi iken, dinlemeye de hazır olabilirsin. Bazen kadınlar sorunlarını söyler ama bunları çözmen gerekmez. Bazen sadece dinlemen yeterlidir. Ben bir hippiyim, her zaman hippi oldum. Ama ilkelerim var. Ben gitmeden önce bu dünyanın farklı şekilde düşünür hale gelmesini istiyorum. Kadınlar ve erkekler için eşit olmasını istiyorum. Eğer ayağınızı bir kadının boynuna basıyor ve kendini sandalye gibi hissetmesini sağlıyorsanız bu bir din değildir. Eğer gerçekten ritüellerinizi yerine getirmek istiyorsanız, merhametli ve adil olmanız gerekir. Benim için hippilik çok önemli, sahte bir Hollywood filmi değil, gerçek bir şey. Benim için hippi gökkuşağının tek bir rengine değil, tüm renklerine övgüler düzebilen kişidir.''

Benim bu yazıda asıl anlatmak istediğim bu değil... Sanatçıyı tanıtmak değil… Bu yazımın uzun bir giriş kısmıydı… Bu kadar uzun alatmamın nedeni de şarkısını vereceğim bu sanatçının adam gibi bir adam, gerçek bir sanatçı olduğunu vurgulamak içindi...

İşte bu sanatçı Santana’nın bir şarkısı var… Şarkının adı: ‘’Jingo’’

Size yazımın sonunda bu şarkının bağlantısını vereceğim ama yine birkaç açıklama daha yapmam gerekiyor...

Santana’nın ‘’Jingo’’ adını taşıyan iki şarkısı var aslında. Genellikle bunlar adı da aynı olduğu için birbirine karıştırılır. ''Jingo'', slow ve de enstrümantal bir şarkıdır. ‘’Jingo-lo-ba’’ ise samba ritminde bir Santana şarkısıdır. ‘’Jingo’’, ‘’Jingo-lo-ba’'dan farklı olmasına rağmen dediğim gibi hep karıştırılan bir şarkıdır...

Bu ‘’Jingo’’ şarkılarına geçmeden yine açıklamaya devam etmem gerekiyor...

Açıklama yapmasan bu şarkılar tüm Türk filmlerinde hippi gençlerin kendilerinden geçip çılgıncasına dans ettikleri şarkılardan birisi sanılır…

Jingo, İngilizce ‘’aşırı milliyetçi’’,  ‘’savaş çığırtkanı’’ anlamına gelen bir kelimedir. Bu kelimeden türemiş ‘’Jingoizm’’ ise emperyalist yayılma ve askeri güç ile birlikte görülen kitlesel coşku, heyecan ve kutlama havasıdır…  Jingoizm İngilizcede genellikle savaş zamanında, aşırı milliyetçi duyguları sömüren, saldırgan, popülist söylemler için kullanılıyor. Jingoizm, diplomatik zorluklara karşı güçlü askerî müdahaleleri savunan agresif ve yabancı düşmanı dış politikayı anlatıyor. Terim, erken modern İngilizcede Viktorya dönemi ve müzik salonlarının gözde bir parçası olan "İsa Mesih" in yerine geçen "By Jingo!" ifadesine dayanıyor. 

‘’By Jingo’’nun kökeni de 93 Harbi diye bilinen 1877-1878 Osmanlı- Rus savaşı sürerken İngiliz Viktorya döneminin barlarında söylenen bir şarkıya dayanıyor.

1878 krizi döneminde, Rusların Balkanlara, Kafkaslara ve Orta Avrupa’ya olan hâkimiyeti üzerine İngiliz kamuoyunda Rus karşıtı bir tavır sergilenir, halk galeyena gelir. Londra'daki müzik salonlarında tanınmış bir sahne sanatçısı olan Gilbert Hastings MacDermott ve şarkı yazarı George William Hunt İngiliz halkının bu tavrına, bu hissiyatına tercüman olurlar… Hunt, İstanbul'u Rus saldırısına açık bırakan Osmanlı garnizonu Plevne'nin teslim olması haberi üzerine, İngilizler’in İstanbul’u savunmaya kararlılığını vurgulayan bir şarkı yazar. MacDermott onu müzik salonlarında ve barlarda gösterecek şekilde satın alır ve şarkı "MacDermott'un Savaş Şarkısı" olarak tanınmaya başlanır. Yazımın sonunda bu şakının bağlantısını da vereceğim... 

Şarkının sözlerinde Ruslara karşı Osmanlı ile olan dayanışma sergilenir. Şarkı ayrıca 1853 Kırım Harbine atıfta bulunarak (Fransa ve İngiltere Kırım harbinde Osmanlı yanında Ruslara karşı savaşmışlardı) İngiltere'nin yine Osmanlı yanında Ruslarla tekrar savaşmaya hazır olduğunu vurgular.

Tabii bu şarkı İngilizlerin Türk - Osmanlı sevdasından, sevgisinden kaynaklanmıyor... İstanbul Rusların eline geçerse Hindistan yolu tehlikeye giriyor... Ortadoğu tehlikeye giriyor, Doğu Akdeniz, Kıbrıs tehlikeye giriyor... Orta Avrupa, Balkanlar tehlikeye giriyor... 

Şarkıda koro şöyle söyler:

‘’We don't want to fight but by Jingo if we do,
We've got the ships, we've got the men, we've got the money too,
We've fought the Bear before, and while we're Britons true,
The Russians shall not have Constantinople.’’

''Dövüşmek istemiyoruz ama Jingo tarafından yaparsak,
Gemilerimiz var, adamlarımız var, paramız da var.
Daha önce de Ayı (Rusya) ile savaştık ve biz hakiki Britanyalı olduğumuz sürece
Ruslar Konstantinopolis'e sahip olmayacak.''

Şarkının nakaratında peygamberin adının uluorta kullanılmaması için İsa (Jesus) yerine Jingo denmesiyse yukarıda açıkladığım ‘’Jingoizm’’ teriminin kökenini oluşturur… 

İşte girişte anlattığım sanatçı Carlos Santana şarkılarının ismini (Jingo) bu hikâyeden almıştır. Ancak Santana’nın şarkılarında Hunt’un sözleri geçmez… Hele ‘’Jingo-lo-ba’' şarkısında sadece bu hikâyenin adı vardır: ‘’Jingo’’

Hem kelime olarak ''Jingo'', hem kavram olarak ''Jingoizm'' ve hem de Jingo ismindeki bütün şarkıların (sadece "MacDermott'un Savaş Şarkısı" değil, ''By Jingo'', ''Oh by Jingo'', ''Jingo'' ve ''Jingo-lo-ba'' şarkılarının tamamının) kökeni anlattığım gibi Plevne müdafasına dayanmaktadır... 

‘’Plevne’’ deyince bir hatıramı anlatmak istiyorum. ABD’li subay bir arkadaşım bana Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa’yı kendisine örnek aldığını Plevne müdafaasının ise dünya savunma savaşında mümtaz bir yeri olduğunu söylemişti… Bizim tarih diye bir kaygımız, tarih diye bir derdimiz ve tarih ile bir ilgimiz olmadığı için ‘’Plevne’’yi pek bilmeyiz tabii ki! Gazi Osman Paşa'yı ise hiç mi hiç bilmeyiz! TV'deki diziler nemize yetmiyor değil mi? Veya bildiğimiz sadece Plevne marşı.. O da yarım yamalak!

Hep yazıyorum ya bu minvalde; el âlem pop şarkılarında bile tarihi bir geçmişine atıfta bulunuyor, tarihini kök bilgilerle, simgelerle hep canlı tutuyor...…

Bizim pop şarkılarımız ise lay lay lom şıkıdım şıkıdım oynayıp geçiyor… Ancak sanatın, edebiyatın, basının ve gerçek aydınların cılız kaldığı, piyasadakilerin de vıcık vıcık olduğu bu ortamda da TV’de ve boyalı basında çok ucuz ve kaba saba bir ‘’Jingoizm’’den de geçilmiyor…

Allah sonumuzu hayretsin!

Osman AYDOĞAN

Carlos Santana, Jingo-lo-ba:
https://www.youtube.com/watch?v=ACw2RIVZvZw

Carlos Santana, Jingo:
https://www.youtube.com/watch?v=MWjUwEDjEus

G. H. MacDermott, By Jingo:
https://www.youtube.com/watch?v=HSkjw9ZuvRw

Oh by Jingo:
https://www.youtube.com/watch?v=jd-JpDaVmcc

Macdermott's War Song (MacDermott'un Savaş Şarkısı):  
https://www.youtube.com/watch?v=h1ZFzs7hL5g&feature=youtu.be

Macdermott's War Song

The "Dogs of War" are loose and the rugged Russian Bear,
All bent on blood and robbery has crawled out of his lair...
It seems a thrashing now and then, will never help to tame...
That brute, and so he's out upon the "same old game"...
The Lion did his best... to find him some excuse...
To crawl back to his den again. All efforts were no use...
He hunger'd for his victim. He's pleased when blood is shed...
But let us hope his crimes may all recoil on his own head...

Chorus:
We don't want to fight but by jingo if we do...
We've got the ships, we've got the men, and got the money too!
We've fought the Bear before... and while we're Britons true,
The Russians shall not have Constantinople...

The misdeeds of the Turks have been "spouted" through all lands,
But how about the Russians, can they show spotless hands?
They slaughtered well at Khiva, in Siberia icy cold.
How many subjects done to death we'll ne'er perhaps be told.
They butchered the Circassians, man, woman yes and child.
With cruelties their Generals their murderous hours beguiled,
And poor unhappy Poland their cruel yoke must bear,
While prayers for "Freedom and Revenge" go up into the air.

(Chorus)

May he who 'gan the quarrel soon have to bite the dust.
The Turk should be thrice armed for "he hath his quarrel just."
'Tis said that countless thousands should die through cruel war,
But let us hope most fervently ere long it shall be o'er.
Let them be warned: Old England is brave Old England still.
We've proved our might, we've claimed our right, and ever, ever will.
Should we have to draw the sword our way to victory we'll forge,
With the Battle cry of Britons, "Old England and St George!"

(chorus)

 

 


Yorumlar - Yorum Yaz