• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi8
Bugün Toplam451
Toplam Ziyaret2661480

Filistin Sorunu


Filistin Sorunu


11 Mayıs 2021

Malum son günlerde Kudüs’ten şiddet haberleri geliyor... Tabii bu konu Filistin sorunundan bağımsız değil. Filistin sorunun gelmeden önce Kudüs’te neler oluyor anlamaya çalışalım..

Kudüs Günü

İsrail'in Doğu Kudüs'ü işgal ettiği, 1967'deki Altı Gün Savaşı'nın yıl dönümünü İsrail'de bazı fanatik Yahudiler, İbrani takvimine göre "Kudüs Günü" olarak kutluyor. Her yıl İbrani takvimine göre kutlanan Kudüs Günü'nde yüzlerce fanatik Yahudi ellerinde bayraklarla Müslümanlar için kutsal olan bu Mescid-i Aksa bölgesine yürüyerek sloganlar atıyor ve İsrail marşları söylüyor. Bu kutlamalar, Filistinliler için "bilerek yapılan provokasyon" olarak değerlendiriliyor.

Bu yıl bu takvime göre Kudüs günü 9-10 Mayıs'a, yani Ramazan ayının son günlerine denk geliyor… Bu durum ise gerginliği daha da artırıyor…

Kudüs Günü'nün böyle bir güne denk gelmesi nedeniyle Filistinli gruplar, yürüyüş yapacak olan bu fanatik Yahudilerin Mescid-i Aksa'ya baskın düzenleyecekleri endişesi ile Harem-i Şerif ve Mescid-i Aksa çevresinde barikatlar oluşturarak, burada nöbet tutarak bu grupları engellemeye çalışıyor… Bu maksatla Kudüs dışında yaşayan yüzlerce Filistinli de hafta sonu otobüslerle Mescid-i Aksa'ya akın akın gelerek nöbete katılıyor…

Ancak bu yürüyüşten önce de zaten bölgede bir aydır süren gerilimin yaşanıyor… Nisan ayı ortasında Ramazan'la birlikte Filistinlilerin Ramazan geleneği olan, oruçlarını eski kentin Şam Kapısı'nın merdivenlerinde açmak istemeleri ve bunu da polisin engellemesi gerginliğin başlamasına vesile oluyor…

Doğu Kudüs'te en şiddetli olaylar ise 22 Nisan Perşembe akşamı yaşanıyor. Doğu Kudüs'te aşırı sağcı Yahudi eylemciler, Filistinliler ve İsrail polisi arasında çıkan şiddetli çatışmalarda yaralananlar oluyor… Gerginliğin çok daha eskiye dayanan son sebebi ise, Doğu Kudüs'ün Şeyh Cerrah bölgesinde yaşayan Filistinli ailelerin tahliye edilmesi planları oluyor…

İşte bu gerilimli atmosfer içerisinde 07 Mayıs 2021 günü İsrail polisi akşam iftardan kısa bir süre sonra, işgal altındaki Doğu Kudüs'te bulunan Mescid-i Aksa’ya, Eski Şehir bölgesinin Şam Kapısı’na ve Şeyh el-Cerrah mahallesindeki Filistinlilere plastik mermi ve ses bombalarıyla saldırıyor. Bu saldırılarda İsrail polisi, Mescid-i Aksa’ya girerek cemaate ses bombaları atıyor, Şeyh Cerrah Mahallesindeki Filistinlilere destek veren Arap milletvekillerine de saldırıyor. İsrail güçlerinin, Doğu Kudüs'ün farklı noktalarında düzenlediği bu saldırılarda 520 kişi yaralanıyor…

Bu çatışmalar üzerine de dün, 10 Mayıs 2021 günü Hamas, Gazze bölgesinden İsrai’e roket saldırısında bulunuyor. Roketlerin bir kısmı hedefine ulaşmadan Patriot’lar tarafından havada imha ediliyor, roketlerin bir kısmı da boş araziye düşüyor. Hamas’ın roket saldırından bir can kaybı yaşanmıyor ancak bu roket saldırı üzerine İsrail, hava saldırısı ile Gazze’yi bombalıyor. Bu hava saldırısında 13'ü çocuk olmak üzere 49 Filistinli hayatını kaybediyor…

Kudüs’te son günlerde yaşananlar işte böyle…

Ancak benim konuyu burada bırakmam olmuyor… Konunun daha iyi anlaşılması için yazımda geçen ‘’Doğu Kudüs’’, ‘’Mescid-i Aksa’’, ‘’Eski Şehir’’ ve bu bölgede bulunan ‘’Şam Kapısı’’ ve yine bu bölgedeki ‘’Şeyh el-Cerrah Mahallesi’’ni ve ‘’Ramallah’’ı açıklamam gerekiyor. Çünkü bu saydığım mekânlar sıradan mekân ve bölgeler değildir. Her birisinin tarihi ve manevi anlamları vardır…

Batı Kudüs ve Doğu Kudüs



Kudüs, Müslümanlar, Yahudiler ve Hıristiyanlar için kutsal bir kent. Ağlama Duvarı, Tapınak Dağı ve Kubbet-üs Sahra, hepsi 500 metrekarelik bir alan içerisinde bulunuyor. Burayı tamamen kontrolü altına almak İsrail’in nihai amaçlarından birisi oluyor. İsrail’in amacı; Kudüs’ün Yahudi kimliğinin öne çıkarılarak Hıristiyan ve bilhassa Müslüman kimliklerini silikleştirerek iki devletli çözümü ortadan kaldırmaya yönelik.

İsrail devleti 1948 yılında kuruluyor. Nasıl kurulduğu ayrı bir yazı konusu. Ancak İsrail’in kuruluşunda geçen iki Kudüs vardır: Batı Kudüs ve Doğu Kudüs... Doğu Kudüs, gelecekteki Filistin devletinin başkenti olarak öngörülüyor.

Ne Batı Kudüs’te, ne de ‘’eski şehir’’ olarak bilinen Doğu Kudüs’te İsrail’in hâkimiyeti hiçbir hukuki meşruiyete dayanmıyor. İsrail, hukuken ne Batı Kudüs üzerinde egemendir ne de Doğu Kudüs üzerinde. Devletler hukukuna göre İsrail, her ikisi üzerinde de işgalci konumunda bulunuyor…  

BM Genel Kurulu’nun 1947 tarihli 181 sayılı bölünme kararında, Filistin’de İngiltere mandası sona erdiğinde bir ‘’Yahudi Devleti’’ kurulması, bir de ‘’Filistin Devleti’’ kurulması ve bu arada üç tek tanrılı din bakımında da kutsal kent kabul edilen Kudüs’ün BM tarafından yönetilmesi öngörülüyor. Kudüs’ün bir bütün olarak “Corpus Separatum” adı verilen BM idaresindeki kent yönetimi, uluslararası statüye sahip olması öngörülüyor. Bu kararın ardından, Yahudi komitacılar 14 Mayıs 1948 tarihinde bir oldu-bitti ile İsrail Devletini kuruyorlar. Bu arada Filistin Devletinin kurulması için tahsis edelin toprakların bir bölümünü de işgal ediyorlar… O dönemde Kudüs’ün batı bölümü İsrail tarafından işgal ediliyor, doğu bölümü de Ürdün idaresinde kalıyor. Filistin devleti kurulamadığı için yerlerinden edilen yüzbinlerce Filistinli de başka ülkelere iltica ediyorlar…

İsrail, 1967 savaşında kentin eski şehir olarak da bilinen doğu bölümünü de işgal ediyor…

1980 yılında İsrail’de Menachem Begin başbakan iken Kudüs kenti İsrail tarafından başkent ilan ediliyor. Ama hiçbir ülke, büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşımıyor… Ta ki…. Bu bölümü birazdan anlatayım…

Ramallah

Ramallah, İsrail işgali altındaki Filistin'in Batı Şeria bölgesinde Kudüs'ün 10 km kadar kuzeyinde bulunuyor... Batı Şeria'nın Kudüs’ten sonra en büyük şehri oluyor... Nüfusunun yarısını Hristiyanlar oluşturuyor. Yasser Arafat'ın kuşatma altında tutulduğu karargâhı burada bulunuyor. Aslında gerçek Filistin’i Batı Şeria bölgesi, başkentini de Ramallah oluşturuyor…



Mescid-i Aksa,  Şam Kapısı ve Şeyh el-Cerrah Mahallesi

Mescid-i Aksa

Mescid-i Aksa, Müslümanların ilk kıblesi olan mescididir. Hz. Muhammed’in miracı burada gerçekleşiyor. Kuran-ı Kerim'deki İsra suresinin ilk ayetinde Mescid-i Aksa'nın adına yer veriliyor. Hristiyanlık, Kudüs’ten, Mescid-i Aksa’dan yayılmaya başlıyor. Yahudilerin ibadet ettikleri Ağlama Duvarı burada bulunuyor…



Şam Kapısı


Şam Kapısı (Bab El-Amud) işgal altındaki Doğu Kudüs'ün yedi ana kapısından birisi oluyor. Şam Kapısı, kentin surlarla çevrili olması ve Mescid-i Aksa'nın yolu üzerinde olması nedeniyle en çok bilinen ve kullanılan kapı oluyor. Şam Kapısı, Osmanlı döneminde Kudüs kenti ulaşım araçlarının son durağı oluyor. Şam Kapısı, Kudüs, İngiliz mandası altındayken Filistinli devrimcilerin idam yeri olarak kullanılıyor. Son yıllarda da Doğu Kudüs protesto gösterilerinin merkezi haline geliyor... Yakın zamanda da ABD Başkanı Donald Trump'ın 6 Aralık 2017 Çarşamba günü açıkladığı Kudüs'ü "İsrail'in başkenti" olarak tanıma ve ABD'nin Tel Aviv Büyükelçiliğini Kudüs'e taşıma yönündeki kararını protesto eden Filistinliler, gösterilerini burada yapıyor…



Şeyh Cerrah Mahallesi


Şeyh Cerrah Mahallesi ise işgal altındaki Doğu Kudüs'te Eski Şehir'in kuzeyinde bulunan bir Filistin yerleşim bölgesi oluyor. Orient House, American Colony Hotel ve Filistin Ulusal Tiyatrosu gibi birçok diplomatik misyonu ve tanınmış simge yapıları içeriyor. Mahalle yaklaşık 2.800 Filistinli vatandaşa ev sahipliği yapıyor...


Yahudi yerleşimci gruplar, stratejik konumu nedeniyle bölgede yeni yerleşim yerleri kurmak için son yıllarda Şeyh Cerrah’daki arazi ve mülkleri ele geçirmek için ısrarlı bir çaba sergiliyor.  

İsrail, Doğu Kudüs’te Eski Şehir’de bulunan Şeyh Cerrah mahallesinde yaşayan Filistinlilerin arazilerine ve mülklerine zorla el koyarak Yahudi yerleşimcilere veriyor. BM raporları, Filistinlilerin mülklerine nasıl el konulduğuna dair detaylar veriyor. Doğu Kudüs’teki problemlerin çoğu da bu sorundan kaynaklanıyor…



1949 yılında, yani 1948’de İsrail’in kurulmasından hemen sonra ortaya çıkan Arap- İsrail savaşından sonra yerinden yurdundan edilen mültecilerle ilgilenmesi için ‘’Birleşmiş Milletler Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı’’ kuruluyor. İşte 1948 savaşı sonrasında Filistin’in diğer şehirlerindeki evlerinden sürülen 2800 Filistinli mülteci bu ajans tarafından Şeyh Cerrah Mahallesine yerleştiriliyor.  


Şeyh Cerrah Mahallesine yerleştirilen bu 2.800 Filistinlilerin yasal olarak üç yıl sonra tapularını alması gerekiyor. Ancak işler aksıyor. 1967 yılında Doğu Kudüs, İsrail tarafından işgal edildikten sonra da mültecilerin tapularını almaları imkânsızlaşıyor. İsrail tarafından Şeyh Cerrah’taki evlerin bir kısmının 1948 Arap-İsrail savaşından önce Yahudilere ait olduğu ve savaş esnasında evlerini bırakıp gittikleri iddia ediliyor. Bu mantıkla Filistinlilerin tüm mülklerine el konuluyor. Filistinliler mülksüzleştirilerek, yaşadıkları topraklardan sürülüyor ve buralar İsrailli yerleşimcilere devrediliyor.

Bu noktaya nasıl gelindi biraz geriye gidiyorum…

İsrail’in işgalleri

İsral’in devlet hedefi; Kudüs’ü başkent yapmak ve Tel Aviv’i oraya taşımak, Golan Tepelerini ilhak, Filistin’i işgalini geliştirerek sürmek ve Filistin’i haritadan silmektir… Bu amaç doğrultusunda İsrail milim milim değil arşın arşın ilerliyor. Ve bu amaçları önündeki bütün engelleri de kendileri kaldırmıyor. Amaçları önündeki bütün engelleri de Müslümanlara kaldırtıyor…

İsrail, 1967 yılındaki savaşta Doğu Kudüs ve Batı Şeria'nın yanı sıra stratejik öneme sahip Suriye'nin Golan Tepeleri ile Mısır'a ait Sina Yarımadası'nı işgal ediyor. 


BM Güvenlik Konseyi ve Genel Kurul tarafından alınan çeşitli kararlarda, İsrail’in yaptıklarının hukuka aykırı olduğu, güç kullanılarak toprak kazanılamayacağı belirtiliyor. BM Güvenlik Konseyi’nin 1967 savaşından sonra kabul ettiği 242 sayılı kararda İsrail, işgal ettiği tüm topraklardan çekilmeye çağrılıyor. Bu kararın altında ABD’nin de imzası bulunuyor. Benzer şekilde 1973 savaşından sonra BM Güvenlik Konseyi tarafından kabul edilen 338 sayılı kararda da İsrail’in işgal ettiği toprakları terk etmesi ve 1967 öncesi sınırlara dönme çağrısı yapılıyor. Günümüzde AB, eskiden AT olarak adlandırılan Batı Avrupa’daki bütünleşme hareketinin o dönemde yeni canlanan ortak dış politika perspektifinde de iki devletli çözüme atıf yapılıyor. AT’nin 1980 tarihli Venedik Deklarasyonunda bu husus üzerinde ağırlıklı olarak duruluyor. Kararda, İsrail- Filistin anlaşmazlığına ancak Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkı temelince ve BM kararlarına uygun çözüm bulunabileceğine işaret ediliyor…

İsrail o günden, işgal ettikleri toprakları ilhak ede ede bugüne geliyor…

Yüzyılın Anlaşması…

28 Ocak 2020 günü, ABD Başkanı Donald Trump ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, düzenledikleri ortak basın toplantısında '’Yüzyılın Anlaşması'’ adlı tek taraflı planı açıklıyorlar… Bu açıklamada Trump, "Kudüs bölünmeden İsrail’in başkenti olacak" diyor…



Bu açıklamada bir yanlış vardır. Bu bir ‘’anlaşma’’ değil, ‘’tek taraflı bir irade beyanı’’ oluyor.  Çünkü planın hazırlanması aşamasında Filistin tarafı ile irtibat /ilişki kurulmuyor. Plan, İsrail ve ABD’deki Yahudi lobisi tarafından ortak hazırlanıyor…

Sözde Barış Planı, bir yandan başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin Devletini öngörüyor, diğer yandan da “Birleşik Kudüs’ün İsrail’in ebedi başkenti” olacağını öne sürüyor… Planın temel amacı, İsrail’in bölgedeki fiili işgalini meşrulaştırmayı öngörüyor…

Sözde Barış Planında İsrail ile Filistin’in barış içerisinde bir arada yaşayacağı iki devlet modeli öneriliyor. Ancak planın hiçbir yerinde iki devletli çözüm için uluslararası toplumun asgari müşterek oluşturduğu 1967 sınırlarına dönmekten bahsedilmiyor.  Barış Planında, Haziran savaşı olarak da bilinen 1967 savaşında İsrail’in işgal ettiği, Gazze Şeridi, Batı Yakası, Golan Tepeleri ve Sina Yarımadası'nın yanında Kudüs’ün doğu bölümünden hiç bahsedilmiyor…



Trump’un önerdiği iki devletli çözüm haritası incelendiğinde 1967 sınırlarından bahsedilmediği, Batı Şeria'da işgal edilmiş topraklardaki Yahudi yerleşim birimlerinin meşrulaştırıldığı ve İsrail topraklarının ayrılmaz parçası olarak nitelendirildiği görülüyor.


Trump'ın sözde Barış Planı, öncelikle İsrail’in Kudüs üzerindeki tahakkümünü güçlendiriyor ve devletler hukukuna göre meşru olmayan fiili durumu yasallaştırma amacını taşıyor...

İsrail’in ve ABD’nin bu cüreti nereden geliyor?

‘’İsrail’in işgalleri’’ başlığı ile verdiğim bölümde İsrail’in amaçları önündeki bütün engelleri de Müslümanlara kaldırttığını yazmıştım…

İşte şimdi İsrail’in bunu nasıl başardığına sıra geliyor:

Filistinlilere yapılan Arap katliamları

Kimsecikler pek dile getirmiyor ama Arapların İsrail’den daha fazla yaptıkları Filistin katliamları bulunuyor… Ürdün ordusu 16 Eylül 1970 tarihinde Filistinlilere yönelik yaptığı operasyonlar esnasında 11 gün süren katliamda 3 bin 400 Filistinli savaşçıyı öldürüyor… Yine Ürdün ordusu, Mart 1971 tarihinde başlayıp Temmuz 1971 tarihine kadar süren çatışmalarda 15 binden fazla Filistinli savaşçıyı ve sivili katlediyor.  

Hafız Esad’ın desteklediği Lübnan’daki Şii Emel örgütü militanları da 1985 yılında Beyrut’ta bir Filistin mülteci kampına saldırarak büyük bir Filistinli mülteci kıyımı gerçekleştiriyor… Şii Emel örgütü ile Filistinlilerin savaşı üç yıl sürüyor. Bu savaşta Şii Emel Örgütü tarafından 3000 Filistinli katlediliyor… Bu liste daha uzuyor ama ben burada kesmem gerekiyor…

Filistin’in kendi içinde tükenmesi

70’li yıllardan 90’lı yılların sonuna kadar tüm dünya antiemperyalist kamuoyunun büyük desteğine sahip laik karakterli Filistin hak arama mücadelesi, FKÖ’nün belkemiğini oluşturan El Fetih yerine Arap ülkelerinin desteği ile 2007 yılından sonra İslamcı ve İhvan’cı Hamas ile yapılmaya başlanıyor..

Hamas’ın; aşırı dinci dili, sert, şiddet yanlısı söylemi, Siyonizme karşı çıkarken ırkçılığa varan söylem ve tutumları ve Filistin’in kurtulmasından önce İslamlaştırılmasına öncelik veren tutumu dünyanın Filistin’e olan desteğini çekmesine yol açıyor. Bu ise Filistin mücadelesinin dünyada yalnız kalmasına yol açıyor…

Neyse, bu konu ayrı bir yazı konusu… Yine bu konuyu da burada bırakmam gerekiyor…

İsrail'in düşmanları, Filistin'in dostları yok ediliyor

Daha dün, evet dün İsrail’in baş düşmanı ve Filistin’in en büyük destekçisi Saddam’lı Irak idi… Hatırlarsınız değil mi Körfez Savaşında Saddam Hüseyin’in İsrail’e Scud füzeleri gönderdiğini… ABD Saddam’ı ve Irak’ı yok ederken yani ABD İsrail’in baş düşmanını ve dünyadaki Filistin’in en büyük destekçisini ortadan kaldırırken ABD’ye en büyük desteği Türkiye’den Suudilere Müslüman devletler sağlıyor...

Daha dün, evet dün İsrail’in ikinci baş düşmanı ve Filistin davasının ikinci en yılmaz savunucusu Kaddafi’li Libya idi… ABD tarafından Kaddafi’li Libya yani İsrail’in ikinci baş düşmanı ve Filistin davasının ikinci en yılmaz savunucusu ortadan kaldırılırken ABD’ye yine en büyük desteği Türkiye’den Suudilere Müslüman devletler sağlıyor…

Daha dün, evet dün İsrail’in yine en büyük üçüncü düşmanı Suriye idi. Suriye’ye karşı İsrail’in bile cesaret edemediği düşmanlığı yine Türkiye’den Suudilere Müslüman devletler yapıyor…

Kısaca 21’inci yüzyıldaki İslam dünyasına yapılan ve İsrail’in bölgedeki güvenliğini pekiştiren ABD öncülüğündeki modern Haçlı seferlerine en büyük desteği yine Türkiye’den Suudilere Müslüman devletler sağlıyor... (‘’Haçlı seferi’’ tabiri bana ait değil, bu tabiri bizzat Üçüncü Haçlı Seferi Kumandanı Richard the Lionheart, -pardon- Onuncu Haçlı Seferi Kumandanı George Bush söylüyor.)

Arap ülkeleri İsrail'i tanımaya başlıyor

Bir taraftan İsrail’in baş düşmanı, Filistin’in can yoldaşı ülkeler böylesine diğer İslam ülkeleriyle bertaraf edilirken, ABD güdümünde ve desteğinde İsrail’in Kudüs’te ve bölgesinde işgalinin tanınması için Arap ülkeleri sıraya giriyor…


Bu kapsamda;

Eylül 1978: Mısır "Camp David'’ anlaşmasıyla İsrail'i tanıyarak, İsrail’i, işgal ettiği topraklardaki varlığını meşru sayan ilk Arap devleti oluyor…

Ekim 1994: Ürdün ile İsrail arasında yapılan ‘’Vadi Arabe’’ anlaşmasıyla iki ülke arasında diplomatik ilişki kuruluyor…

Ağustos 2020: İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri arasında ilişkilerini normalleştirdikleri duyurusunu yapılıyor...  

Eylül 2020: İsrail ve Bahreyn "ilişkilerini tamamen normalleştirmek konusunda anlaşmaya vardıkları" ilan ediliyor… İsrail, BAE ve Bahreyn arasında ‘'İbrahim (Abraham) Anlaşması'’nı imzalanıyor. Bu anlaşmadan sonra ABD Başkanı Trump "Mescid-i Aksa'nın saldırı altında olduğu nesilden nesile aktarılan bir yalan’’ olduğunu ifade ediyor… Bu anlaşmadan kısa süre sonra da İsrail ve Bahreyn istihbaratları "İran'a karşı iş birliği" başlatıyor… 

Ekim 2020: Sudan, İsrail ile ilişkilerin normalleştirilmesini kabul ettiğini açıklıyor…  Lübnan, İsrail ile masaya oturmak üzere çerçeve anlaşmasına varıldığını duyuruyor…

Aralık 2020: İsrail ile Filistin'in ilişkileri normalleştirmek üzere anlaştığı duyuruluyor… Fas, İsrail ile ilişkilerini yeniden başlatacaklarını açıklayarak bu normalleşme kapsamında İsrail ile dört anlaşma imzalıyor…

Suudi Arabistan ise baştan beri ABD’nin Ortadoğu projelerinin merkezinde, İsrail’in yanında ve Filistin’in karşısında yer alıyor…

Bu arada da Filistin yönetimi; Kıbrıs'ta Rum yönetiminden, Karabağ sorununda Ermenistan'dan yana taraf tutuyor… Sözde Ermeni Soykırımı için pul bastırıyor… 

Köpeksiz köyde değneksiz gezmek

Daha dün, evet dün ABD, tüm Ortadoğu’yu parçalayıp da sınırlarını değiştirirken, ABD tüm Ortadoğu’yu bir ateş topuna çevirirken ve İsrail’e bulunduğu bölgede dikensiz bir gül bahçesi sunulurken onun müttefiki ve eşbaşkanları Türkiye’den Suudilere Müslüman devletler oluyor… ..

ABD biliyordu ki;

* ABD, Kudüs’ü, İsrail'in başkenti olarak ilan ederken (06 Aralık 2017),

* ABD, Büyükelçiliğini Kudüs'e taşırken (14 Mayıs 2018),

* ABD, İsrail’in 1967 yılında işgal, 1981 yılında ilhak ettiği Golan tepeleri üzerindeki egemenliğini tanırken (25 Mart 2019),

* ABD, tek taraflı olarak açıkladığı '’Yüzyılın Anlaşması'’nda Kudüs’ü bölünmeden İsrail’in başkenti olarak ilan ederken (28 Ocak 2020) ve

* İsrail, Gazze’yi yerle bir ederken, Şeyh Cerrah Mahallesi’nin yerlileri olan Filistinlileri söküp atarken ve Mescid-i Aksa’yı yakıp yıkarken, artık bölgede bu kararlarına ve bu yaptıklarına ve bu eylemlerine karşı duracak hiçbir güç bulunmuyor... 

ABD ve İsrail biliyor ki; bu kararlara ve bu yaptıklarına karşı çıkan sesler ise etkisi, müeyyidesi olmayan sadece iç politikaya dönük, anlamsız kuru gürültüden ibaret kalıyor...

Timsah Gözyaşları

Bu kararlar karşısında en çok şikâyet edenler, en çok tepki gösterenler, en çok feryâd edenler ise bu kararlara en çok çanak tutanlar oluyor!

İslam dünyası tarih boyunca hiç bu kadar zelil duruma düşmüyor…

Eğer gerçekten Kudüs sevdalısı, Filistin destekçisi iseniz ve hâlâ BOP eşbaşkanı değilseniz eğer bırakın hamasi hamasi nutuklar atmayı, bu salgın ortamında caddelerde kuru kalabalıklar oluşturmayı, derhal barışın Suriye ile Mısır ile Irak ile ve bırakın Libya’ya asker göndermeyi, ABD’nin bu Siyonist, bu emperyalist planına karşı birleşin bölge ülkeleri ile! Tüm enerjinizi, gücünüzü ve dikkatinizi Kudüs’e yöneltin.

Eğer bunu yapmayacaksanız döktüğünüz timsah gözyaşlarına bile yazık!

Ha bir de, Malatya Kürecik’teki NATO görünümlü ABD üssü ve buradaki radarlar, buradaki Patriotlar da İsrail’i İran füzelerinden korumak içindir. Hani gerçekten İsrail’e bir müeyyide uygulayacaksanız eğer hatırlatayım istedim… Bu Koronalı günlerde protestolara çıkan insanlarımıza acıyın bari…

Tarihi zemin

Şu ana kadar yakın geçmişi ve günümüzü anlattım. Tarihi derinliğe gitmeyen yazı, yazı değildir diye düşünürüm. O zaman kısaca Filistin sorununun tarihi zeminine bir bakmam gerekiyor…


İsrail – Filistin çatışması zannedildiği gibi 1948’de İsrail devletinin kurulmasıyla başlamıyor. İsrail –Filistin çatışması tee MÖ 3000 yılına kadar gidiyor. Bu sayfalarda bu çatışmanın örneklerini Tevrat, İncil ve İslam Ansiklopedisinden kaynaklar ve örnekler vererek yazdım. Oscar Wilde’ın Filistin’in tarihine değindiği ‘’Salomé’’ (İmge Kitapevi, 2014) isimli oyununu anlattım. Babil’i, Buhtunnasır’ı (Nabukadnazer) anlattım. Eski Ahit'de ve İncil'de geçen Samson ve Delilah’ın hikâyesini anlattım.

Bugün üzerinde İsrail devletinin bulunduğu toprakların coğrafi ve tarihi adı olan Filistin, bu toprakların ilk sahiplerinden olan Filistlerden (Filistiler) ileri geliyor...  Filistler, MÖ XII. yy.da deniz yoluyla Kuzey Afrika’dan buraya geliyor. İsrail adı altında birleşmiş olan İbrani boyları da Ürdün Irmağı’nın öte yakasından Filistin’e geliyor…  Doğudan, Ürdün ötesinden de Samiler geliyor… İbraniler, Filistlere karşı savaşıyor... Savaşları İsrail boyları kazanıyor, Filistlerin bir bölümü ülkeyi terk ediyor…

Bu süre içinde Hz. Musa’ya Tevrat iniyor ve Musevilik oluşuyor. İsrailoğulları bu dini kabul ediyor. Filistler, İsrailoğulları ile aralarındaki husumet nedeniyle bu dini kabul etmiyor. Hz. İsa gelince de Filistlerin bir kısmı Hristiyan oluyor. Hz. Peygamber gelince de Filistlerin kalan kısmı Müslüman oluyor…

Bu ilginç ve uzun tarihi süreci anlatmak ayrı bir yazının konusu oluyor…

Ancak günümüzde 9 milyonu biraz aşkın bulunan İsrail’in nüfusunun bir bölümü, yaklaşık 1.9 milyonu yani İsrail nüfusunun %18’ini Filistinliler oluşturuyor. İsrail nüfusunun %16’sını Müslüman Filistinliler, %2'sini de Hristiyan Filistinliler oluşturuyor. Bu Filistinliler, 1948’de İsrail kurulduğunda ülke sınırları içinde kalan Filistinlilerden oluşuyor.

Bölgede, Ürdün ve diğer Arap ülkelerinin dışında Filistin'deki kendi kontrollerindeki bölgelerin dışında kalan Doğu Kudüs’te ve Hamas yönetiminde Gazze’de yaşayan ve İsrail vatandaşı olmayan Filistinliler de bulunuyor… Üstelik Filistinlilerin tamamı Müslüman değildir, Hıristiyan Filistinliler de bulunuyor. Orta Doğu dışındaki en büyük Filistinli nüfusu yaklaşık yarım milyon kişi ile Şili'de yaşıyor...

Sonuç

Tarihi zemine baktığımızda bölgedeki kavganın din temeli üzerine oturmadığı gözüküyor. Bölgedeki kavga ekonomik ve siyasi bir temel üzerine oturuyor... İsrail özellikle göçlerle artan nüfusuna hayat alanı yaratmaya ve çölleşen Ortadoğu’da su kaynağı olan Suriye’ye ait Golan Tepelerini de elinde tutmak istiyor…  

Din, ırk ve etnik köken yüzünden yapılan savaşlar artık tarihin çöplüğünde kalıyor. Günümüzün savaşları ‘’ekonomik kaygılar’’ ve bu kaygıları giderecek ‘’güvenlik’’ yüzünden yapılıyor.

İsrail – Filistin çatışmasına ‘’din’’ gözlüğü ile bakmak en başta Filistin davasına ihanet etmek anlamına geliyor. İsrail – Filistin kavgasına ‘’din’’ temelli olarak değil de ‘’hak, hukuk ve adalet’’ temelli olarak yaklaşılması gerekiyor. Bu şekilde yaklaşılmadığı sürece kaybeden tarafın Filistin ve Müslümanlar olacağı gözüküyor… Filistin sorununda ‘’din’’ konusunu öne çıkararak kullananlar bunu sadece ve sadece istismar ve politik çıkar için yapıyor. Yazım içinde de anlattığım gibi Filistin sorununda ‘’din’’ konusunu öne çıkaranlar en fazla İsrail’e ve Siyonizm’e hizmet ediyor...

Naçizane bu düşünceleri arz etmek de bana kalıyor... 

Osman AYDOĞAN



Yorumlar - Yorum Yaz