• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi7
Bugün Toplam1090
Toplam Ziyaret3103599

Montrö Boğazlar Sözleşmesi


Montrö Boğazlar Sözleşmesi


08 Nisan 2021

1896 yılında İtalya Dışişleri Bakanı Don Onorato Caetani'ın oğlu, Antikçağ edebiyatı ve İslam tarihi uzmanı ünlü bir bilim adamı olan Leone Caetani’nin dokuz ciltlik ‘’İslam Tarihi’’ (Tanin Matbaası, İstanbul, 1924) adlı güzel bir eseri var. Mustafa Kemal Atatürk, Leone Caetani’nin bu dokuz ciltlik ‘’İslâm Tarihi’’ adlı eserini okurken, eserin 5. Cilt, 68. sayfasındaki “Tarih, ilerisini göremeyenler için acımasızdır” sözünün altını mavi kalemle çizer ve yanına çok mühim olduğunu belirtmek için iki defa çarpı işareti koyar. (Gürbüz D. Tüfekçi, Atatürk’ün Düşünce Yapısı, Turhan Kitabevi, Ankara, 1986, s. 47)

Çünkü Mustafa Kemal Atatürk Sofya’da ataşe iken yaklaşmakta olan I. Dünya Savaşına Osmanlı İmparatorluğunun girmemesi konusunda mektupları ile yönetimi uyarır, hatta savaş yanlısı Enver Paşa’nın makamına çıkarak bu uyarısını sözlü olarak da yapar.

Mustafa Kemal’in bu kapsamda sınıf arkadaşı Kurmay Yarbay Ali Fuat (Cebesoy)’a yazdığı bu mektuplarından birisi şu şekildedir:

“İngiliz-Alman rekabeti ve yeniden büyüyen Sırbistan’ın Avusturya ve Macaristan’ın güneyindeki Slavlar üzerinde iddiası yüzünden, pek yakında dünya harbinin patlayacağına inanılabilinir. Hiçbir hazırlığımız olmadan acele bu harbe de sürüklenecek olursak, Anadolu’muz, Boğazlarımız ve 500 yıllık Türk İstanbul’umuz muhakkak tehlikeye girer. Bu sefer bir kelime ile Türklüğümüz mahvolur. Bundan sonra hiç olmazsa kendimizi hülyalara kaptırmamalıyız. Zira telafisi mümkün olamayacak bir felaketle karşılaşırız. Gelecekte hiçbir hissiyata aldanmadan, kesin kararımız, Türk çoğunluğunun çizdiği hudut hem dış siyasetimizin hem de savunmamızın temel taşı olmalıdır.” (Prof. Dr. Hikmet Özdemir, ’’Atatürk’ün Geleceği Seziş ve Öngörü Gücü 1914 Yılı’’, Tarih Çevresi Dergisi, Eylül – Ekim 2020, s. 37 – 38)

Ancak, sonradan Yavuz ve Midilli adını alan Alman Goben ve Breslav zırhlıları Karadeniz’e çıkarak Rus gemileri ve limanlarına saldırmalarıyla Osmanlı kendisini felakete sürükleyen I. Dünya Savaşına katılmış olur.

Mustafa Kemal Atatürk’ün Leone Caetani’nin kitabından altını çizdiği bu sözü ve uyarılarının şimdilik burada bırakıp Lozan Antlaşmasının mütemmim cüzü, yani Lozan Antlaşmasının ayrılması mümkün olmayan tamamlayıcı bir parçası olan Montrö Boğazlar Sözleşmesini anlamak için kısa bir tarih turu yapmak istiyorum.

Çünkü tarihini dizilerde, geçmişini masalda, geleceğini ise falda okuyarak öğrenenler sanki Osmanlı İmparatorluğu 1600’lü yıllardaki gibi bütün görkemi ve ihtişamı ile beraber ayaktayken Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı ile bu imparatorluğu yıkarak Lozan Antlaşması ile Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduğunu sanıyorlar… Ondan sonra da Osmanlının kaybettiği toprakların hesabını Mustafa Kemal Atatürk’ten, Lozan’dan ve Cumhuriyet'ten sormaya kalkıyorlar.

Lozan’ı anlamayanlar

Lozan’ı anlamayanlar; 19. yüzyıl Osmanlının Avrupa’da ‘’Hasta Adam’’ olarak tanımlandığını, Avrupa Rönesans ve reformlarla, icatlar, keşifler, eğitim ve sanayileşme ile kalkınırken Osmanlının sanayileşememesini, eğitimde geri kalmasını, mistisizmin dipsiz kuyularında debelenmesini görmezden geliyorlar.  

Lozan’ı anlamayanlar; vazgeçtim Orta Avrupa’nın, Osmanlının anayurdu Balkanların, Kafkasya’nın, tüm bir Akdeniz’in, Karadeniz’in nasıl kaybedildiğini, Napolyon’un 1798’de Mısır’ı işgalini, 1878'de Kıbrıs'ın bir tek mermi atmadan, bir tek şehit verilmeden İngilizlere devredildiğini, 1882’de Mısır’ın ve Sudan'ın İngilizlere Osmanlının borçlarına mahsuben bir tek mermi bile atmadan verildiğini (Mısır arazisi parsel parsel satılsaydı Osmanlı borçları milyon kez ödenirdi), Libya hariç Kuzey Afrika’daki Osmanlı varlığının 19. yüzyılın başlarında zaten Fransa işgalleri ile sona erdiğini hatırlamıyorlar.

Lozan’ı anlamayanlar; Attik ve Mora yarımadaları ve bu yarımadaların çevresindeki tüm adalar ile kuzey Sporadlar, Ege’nin ikinci büyük adası Eğriboz dâhil yüzlerce adanın, 1829 Edirne Anlaşması ve 1832 yılında yapılan düzenlemelerle Yunanistan’a bırakıldığını, Ege’deki 12 Ada'nın Balkan Savaşı sırasında 1912 yılındaki Uşi Anlaşmasıyla İtalya'ya bırakıldığını, I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı ile İtalya'nın karşı karşıya gelmesiyle adaların İtalya'da kaldığını hiç mi hiç akıllarına bile getirmiyorlar. Tabi bunları bilmeyenler II. Dünya Savaşı'ndan sonra 1947'deki Paris Barışı ile İtalya’nın 12 Ada'yı Yunanistan'a bıraktığını da bilmiyorlar.

Lozan’ı anlamayanlar; Balkan savaşı sonunda yapılan 30 Mayıs 1913 Londra Antlaşması, 14 Kasım 1913 Atina Antlaşması ve neticesinde Şubat 1914 tarihinde yapılan Büyükelçiler Konferansında; başta Girit Adası olmak üzere, Meis Adası hariç 12 Ada’nın tamamının İtalya'ya; İmroz (Gökçeada) ve Bozcaada dışındaki bütün Ege Adalarının Yunanistan'a verildiğini nedense hiç mi hiç bilmiyorlar. Yine Lozan’ı anlamayanlar bu anlaşmaya göre Osmanlının elinde sadece Gökçeada, Bozcaada ve Meis adasının kaldığını da bilmezden geliyorlar.

Lozan’ı anlamayanlar; 30 Ekim 1918’de imzalanan I. Dünya Savaşını bitiren Mondros Mütarekesi’yle Osmanlı’nın egemenliği kısıtlandığını, Osmanlının topraklarının İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan birliklerince işgale başlandığını, İngiliz askerlerinin İstanbul’u, İngilizler ve Fransızların Çanakkale’yi işgal ettiğini, Boğazlar’ın İngilizlerin ve Fransızların kontrolüne verildiğini, Osmanlı ordularının dağıtıldığını, Toros tünellerinden telgraf hatlarına kadar tüm stratejik alanların Müttefik ülkelerce denetim altına alındığını ve Payitaht İstanbul’un işgal edildiğini görmezden geliyorlar.

Lozan’ı anlamayanlar; 10 Ağustos 1920’de Paris’te imzalanan Sevr Barış Antlaşmasının Osmanlı’nın fiilen yok olduğunun bir belgesi olduğunu, bu anlaşma ile Osmanlının kalan topraklarının da işgal edildiği ve Türklere İngilizlerin tabiriyle ‘’hindinin tüyleri’’nin bırakıldığını ve Türklerin tarihten silinmeye çalışıldığını ne hikmetse hep görmezden geliyorlar.

Lozan’ı anlamayanlar; ancak ve ancak Gazi Mustafa Kemal önderliğinde TBMM’nin bu antlaşmayı kabul etmemesi ve Kurtuluş Savaşı ile ulusal bir direnişe başlamasıyla bu Sevr Antlaşması’nın hiçbir zaman yürürlüğe giremediğini nedense bir türlü anlamıyorlar.

Lozan Antlaşması

Zaferle sona eren ulusal direnişten, kurtuluş savaşından sonra Mudanya ateşkesini Lozan barışı izler. Lozan’da başlayıp neredeyse iki yıl süren konferans, 24 Temmuz 1923 günü antlaşmanın imzalanmasıyla son bulur. Bu anlaşmayla Türkiye uluslararası alanda siyasi olarak tanınır ve Osmanlının içine düştüğü bir bataklık olan kapitülasyonlardan da kurtularak iktisadi bağımsızlığına kavuşur. Misak-ı milli sınırları ise hemen hemen gerçekleşir. İngiliz temsilcisi Lord Curzon, bu antlaşmayı imzalarken, İsmet paşaya nefret dolu bir ifadeyle, ‘’bir gün elbet Batı'nın eline düşeceksiniz’’ diyordu. Lozan’ı anlamayanlar bunları da anlamıyorlar.

İşte Lozan budur. Lozan Antlaşması; ölmüş, bitmiş, tükenmiş ve yok olmuş bir Osmanlının ardından hem de İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan birliklerince işgal edilen vatan topraklarını da kurtararak bağımsız bir Türk Cumhuriyetinin kuruluş belgesidir. Lozan’ı anlamayanların anlamadıkları, anlamak istemedikleri işte budur!

Tabii ki Lozan'daki kazanımları Batı bize durduk yere vermemiştir. Lozan'ın ardında anlatıldığı gibi Gazi Mustafa Kemal'in önderliğinde kazanılan bir kurtuluş savaşı ve onu taçlandıran bir 30 Ağustos Zaferi vardır.

Lozan’ı anlamayanlar için bu onların sorunudur diyebiliriz. Ancak varlıklarını, mevkii ve makamlarını Kurtuluş Savaşına, Lozan Anlaşmasına ve Mustafa Kemal Atatürk'e borçlu olup da Kurtuluş Savaşını ve Lozan'ı anlamayanları da Alman Filozof Edmund Hussler'in bir sözüne havale ediyorum: “Kişinin farkında olması ile farkında olduğu şey arasında sıkı bir ilişki vardır; her bilinç kendine özgü bir niyet geliştirir ve bu niyet, bilincin neyi algılayıp nasıl anlamlandıracağını etkiler."

Lozan Antlaşmasında Boğazlar

Lozan Antlaşması görüşmeleri esnasında Boğazlar konusunda Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla İtilaf Devletlerine verilen tavizlerden geri adım attırmak mümkün olmaz.  Bu nedenle Boğazlar konusu Lozan Antlaşması’nın 23’üncü maddesinde yer alan hükme dayanarak ayrı bir sözleşmeyle düzenlenir.

Lozan Antlaşmasının 23. maddesinde öngörülen Lozan Boğazlar Sözleşmesi; Boğazlardan serbest geçişi, Boğazlar Komisyonunun kurulmasını, boğazların ve çevresinin askerden arındırılmış hale getirilmesini hedef alan ve Milletler Cemiyeti’nin garantisini sağlayan hükümler taşıyan toplam 20 maddelik bir sözleşmedir.

Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nde şu üç ilke yer alır: 1. Boğazların askerden arındırılması, 2. Boğazlarda gemilerin geçişini denetleyecek ve Milletler Cemiyeti’ne bilgi verecek yetkili bir Boğazlar Komisyonu’nun kurulması, 3. Askeri bakımdan Türkiye için tehlike oluşturacak durumlara engel olmak amacıyla Milletler Cemiyeti’nin garantisinin sağlanması. Bu düzenlemeler Türkiye’nin kendi toprakları içindeki Boğazlara tam olarak egemen olamaması anlamına geliyordu.

Türkiye, o günün kritik koşullarında ve özellikle kapitülasyonların kaldırılması gibi sıkıntılı konular karşısında bu düzenlemeyi tıpkı Hatay konusu gibi ileride yeniden gündeme getirilmek üzere kabul eder. Türkiye Boğazlar mücadelesini diplomatik alanda sürdürerek 1936 yılında Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin kabulünü sağlar.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi

Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin Türkiye’ye sağladığı güvence, geçen zaman içinde artan siyasi ve askerî gerginlikler nedeniyle Türk Boğazları tehdit altında kalır. Sözleşme dengeleri, Avrupa barışı aleyhine dönmesinden dolayı Türkiye Milletler Cemiyeti’ne “Türkiye’nin Boğazlara tam egemen olması” konusunu ileterek “Lozan Boğazlar Sözleşmesinin, yalnızca savaş ve barış durumuna ilişkin düzenlemeleri öngördüğünü, savaş tehlikesi altında bulunan Türkiye’yi koruyacak hükümlerin bulunmadığını ve Türkiye’ye kendini savunma hakkı verilmesi gerektiğini” ifade ederek konferans talebinde bulunur. Türkiye’nin bu talebi, olumlu karşılanır ve Montrö’de bir konferans düzenlenmesi kararı alınır.

Montrö Boğazlar Konferansı, 22 Haziran 1936 tarihinde başlar ve 20 Temmuz 1936 tarihinde sona erer. “Montrö Boğazlar Sözleşmesi” 29 madde, 4 eki ve bir protokolden oluşur… Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Fransa, İngiltere, Bulgaristan, Japonya, Sovyetler Birliği, Türkiye, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya devletlerinin temsilcileri tarafından 20 Temmuz 1936’da imzalanarak yürürlüğe giren uluslararası bir antlaşmadır. Bu antlaşmayla Boğazların yönetimi Türkiye’ye geçer.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi, yalnızca İstanbul Boğazından geçişleri değil Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve İstanbul (Karadeniz) Boğazı deniz trafiğini düzenleyen bir antlaşmadır. Sözleşmeyle, Karadeniz’e kıyısı olan ülkelere, diğer ülkelere göre bazı üstünlükler sağlanmakta ve Boğazların yönetimi Türkiye Cumhuriyeti’ne bırakılmaktadır.

Montrö Boğazlar Sözleşmesinde yer alan önemli düzenlemeler

Barış zamanında, ticaret gemileri, gündüz ve gece, bayrak ve yük ayrımı yapılmaksızın, sağlık kurallarının getirdiği kısıtlamalar dışında, hiçbir işleme tabi olmadan Boğazlardan geçiş özgürlüğünden yararlanırlar. Bu gemiler, Boğazların bir limanına uğramaksızın transit geçerlerken, Türk makamlarınca, alınması öngörülen vergi ve harçlardan başka, hiçbir vergi ya da harç ödemezler. Kılavuzluk ve yedekçilik (römorkörcülük) isteğe bağlıdır.

Geçiş ücretleri

Burada bir açıklama yapmam gerekiyor. O da Montrö Boğazlar Sözleşmesine göre boğazlardan geçen gemilerin ücretsiz geçmedikleridir. Montrö Boğazlar Sözleşmesine göre boğazlardan geçen ticaret gemileri Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü ile Türkiye Denizcilik İşletmeleri veznelerine, altın frank üzerinden sağlık rüsumu, fener ve tahlisiye ücretlerini ödemektedirler. Bu ödenecek vergi ve harçlar (yani geçiş ücretleri) geminin her bir net tonu için altın frank olarak belirlenmiştir. Bu geçiş ücretleri altın Frank (o tarihteki İsviçre Altın Frangı / TL kuru) üzerinden TL olarak ödenecektir.

Montrö Boğazlar Sözleşmesinin yürürlüğe girdiği 1936 yılından 1983 yılına kadar bu vergiler altın frank üzerinden ödenir. Altın Frank dolaşımdan kalktıktan sonra ödemeler, özgün sözleşmede yer alan 0,290322 gram saf altın dolar üzerinden Türk Lirası ile yapılır.

Ancak 1983 yılında yapılan bu düzenleme mevcut geçiş ücretlerini arttırmış olsa da altın değerine göre çok düşük oranda kalmıştır. Altının ons değeri 1983’den bugüne kat kat arttığı halde bu katsayılara uygulanan Dolar değeri güncellenmemiştir.  (Mahfi Eğilmez, Kendime Yazılar, 28 Aralık 2019)

Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nde yer alan diğer hükümler

Barış zamanında, Karadeniz'e kıyıdaş olsun olmasın, bayrakları ne olursa olsun, hafif su üstü gemileri, küçük savaş gemileri ve yardımcı gemiler, Türk hükümetinden gerekli izinleri almak kaydıyla ve gündüz girmek ve sözleşmede yer alan hükümlere uymak kaydıyla yukarıdaki bahsettiğim vergiler dışında hiçbir vergi ya da harç ödemeksizin, Boğazlardan geçiş özgürlüğünden yararlanacaklardır.

Karadeniz'e kıyıdaş devletler, 15 bin net tondan yüksek bir tonajda bulunan savaş gemilerini tek başlarına, en çok iki torpido eşliğinde olmak koşuluyla geçirebileceklerdir.

Savaş gemilerinin boğazlardan geçmesi için, Türk Hükümetine diplomasi yoluyla bir ön bildirimde bulunulması gereklidir. Bu ön bildirimin olağan süresi sekiz gündür. Karadeniz’e kıyıdaş olmayan devletler için bu süre on beş güne çıkartılabilir.

Karadeniz'de bulunmalarının amacı ne olursa olsun, kıyıdaş olmayan devletlerin savaş gemileri bu denizde yirmi bir günden fazla kalamazlar.

Boğazlarda transit olarak bulunan savaş gemileri taşıdıkları uçakları hiçbir durumda, kullanamazlar.

Savaş zamanında, Türkiye savaşan devlet değilse, savaş gemileri sözleşmede belirtilen koşullarla boğazlarda tam bir geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) özgürlüğünden yararlanabilirler. Savaşan herhangi bir devletin savaş gemilerinin boğazlardan geçmesi yasaktır.

Savaş zamanında, Türkiye savaşan devlet ise, savaş gemilerinin geçişi konusunda Türk Hükümeti tam yetkiye sahiptir. Bu hüküm Türkiye’nin kendisini pek yakın bir savaş tehlikesi tehdidi karsısında sayması halinde de geçerlidir.

Sivil uçakların Akdeniz ile Karadeniz arasında geçişini sağlamak amacıyla, Türk Hükümeti, boğazların yasak bölgeleri dışında, bu geçişe ayrılmış hava yollarını gösterir.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin getirdikleri

Montrö Boğazlar Sözleşmesi’yle Türkiye Cumhuriyeti’nin boğazlar üzerinde kesin egemenliği sağlanır. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’yle yabancı bayraklı ticaret gemilerine geçiş serbestliği tanınması konusunda Türkiye’nin kabul ettiği yükümlülük, boğazlar üzerinde egemenlik yetkisini ortadan kaldırmaz. Türkiye’nin Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile taşıdığı uluslararası yükümlülüğü denizcilik terminolojisinde “uğraksız geçiş” olarak adlandırılmış olup bu geçiş serbestiği bir tür geçiş özgürlüğünü tanımaktan ibarettir.

Lozan Konferansı’nda kurulmuş olan uluslararası nitelikteki “Boğazlar Komisyonu” ve boğazların askersizleştirilmiş statüsü Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile kaldırılır. Bu husus, boğazlar üzerindeki Türkiye Cumhuriyeti’nin kesin egemenliğinin bir göstergesidir. Türkiye, Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile artık boğazlardan geçen gerek ticaret gemilerinin gerek askeri gemilerin denetimini yapma yetkisini tek başına kullanır.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin uluslararası anlamda en önemli yanı boğazlar’dan geçişi düzenlerken, Karadeniz’e kıyısı olan ve olmayan devletler ayırımı yaparak birincilere, ikincilere tanınmayan bazı haklar tanımış olmasıdır. Bu konu, Karadeniz’in bir barış denizi olarak gerginliklerin dışında kalmasını sağlamışsa da her zaman için sözleşmeye taraf olmayan ABD’nin tepkisini çekmiştir.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin yürürlük ve geçerliliği

Sözleşmenin 1. maddesinde konu edilen, barış zamanında ticaret gemilerinin geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) özgürlüğü hükmünün süresi sonsuzdur. Sözleşmenin geri kalan maddelerinin yürürlük süresi, yürürlüğe giriş tarihinden başlayarak, yirmi yıl olmakla birlikte herhangi bir yeni düzenleme yapılmadığı sürece bu süre uzamaktadır. Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalandığı günden bu yana taraf ülkelerce hiçbir zaman feshi söz konu olmamıştır.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nden çıkılabilir mi?

Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Türkiye’nin taraf olduğu ve onayladığı bir uluslararası bir antlaşmadır. Tek taraflı olarak ortadan kaldırılamaz. Sözleşmenin kaldırılması, feshi ya da değiştirilmesi tek taraflı olmadığı gibi ancak ve ancak sözleşmeye imza koyan tarafların bir araya gelerek birlikte alacakları kararla mümkün olabilir.

Sözleşmenin feshi ya da değiştirilmesi süreci sözleşmeye göre şu şekildedir: Sözleşme, taraflardan birisinin veya birkaçının bir ön bildirimini Fransa Hükümetine göndermesinden başlayarak, iki yıl geçinceye kadar yürürlükte kalır. Bu ön bildirim, Fransız Hükümetince, taraf devletlere iletilir ve eğer Sözleşme, uygun biçimde sona erdirilirse, taraflar yeni bir sözleşmenin hükümlerini saptamak ya da mevcut sözleşme maddelerinde değişiklik yapmak üzere bir konferans toplanmasını ve bu konferansa katılmayı kabul ederler.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi ve Kanal İstanbul

Montrö Boğazlar Sözleşmesi yalnızca İstanbul Boğazından geçişleri düzenleyen bir antlaşma değildir. Sözleşme, Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve İstanbul (Karadeniz) Boğazı deniz trafiğini düzenleyen bir antlaşmadır. Kanal İstanbul yapılsa da Kanal Gelibolu yapılsa da örneğin ABD donanması Karadeniz’e bu kanallardan Montrö Boğazlar Sözleşmesi kısıtlamalarına tabi olmadan geçemeyecektir. Dolayısıyla Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Aleksei Erkhov’un "Kanal İstanbul inşa edilirse, bu Montrö Boğazlar Sözleşmesi'nin yükümlülüklerini ortadan kaldırmaz, Boğaz'dan geçiş konusundaki yükümlülükler için getirdiği, kıyıdaş olmayan ülkelerin Karadeniz'de bulunan savaş gemilerinin toplam tonajına ve sözleşmede yer verilen daha birçok hususa ilişkin kısıtlamaları hiçbir şekilde değiştirmez.’’ (Gazeteler, 8 Nisan 2021) yolundaki açıklaması bu çerçevede değerlendirilmelidir.

Kanal İstanbul’un Montrö Boğazlar Sözleşmesini değiştirmeyeceği, Boğazlardan geçiş trafiğini değiştirip geçiş ağırlığını kanala kaydıramayacağı, bunu gerçekleştiremeyince de harcanan parayı çıkaramayacağı aşikârdır.

Türkiye, enerjisini, maliyetinin haddi, hududu ve hesabı belirsiz Kanal İstanbul’a harcamak yerine boğazlardan geçen gemilerden aldığı vergilerin 1983 yılından beri boğazlardan geçiş katsayılarına uygulanan altın Frank’tan Dolara çevrilmiş bulunan değerin altın değerindeki artışlara göre güncellenmesi konusunu gündeme getirmelidir. Aslında 1983 yılında yapılan bir güncelleme değil İsviçre Frangının altın karşılığının kaldırılması sonucu geçiş ücretinin Dolara çevrilmesi işlemidir. Montrö Boğazlar Sözleşmesi geçiş ücretlerinde herhangi bir güncelleme yapılmasını öngörmemiş, Altın Frangın esas alınmasını öngörmüştür. Türkiye, o tarihte Frangın altın karşılığının 0,29 gram olması nedeniyle 0,29 gram altının bugünkü Dolar karşılığının esas alınarak hesaplamasını isteyebilir.

Tekerrür eden Tarih

‘’Bütün tarihsel olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir’’ diyerek Georg Wilhelm Friedrich Hegel tarihin tekerrür ettiğini ifade ederdi. Karl Marx da tarihin tekerrür ettiğini Hegel'e cevap verircesine şöyle derdi: ‘’Evet bütün tarihsel olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. Birincisinde trajedi, ikincisinde komedi olarak…’’

Etrafınıza büyük resmi görmek için dikkatle bakınız. Bütün Batılı kaynaklar 1914'teki Birinci Dünya Harbi’nin bütün koşullarının ve bütün aktörlerinin hem trajedi hem de komedi olarak yinelendiğinden bahsediyorlar. Bölgemizde Rus Çarlığı yerine Rusya vardır. İngiltere yerine ABD vardır. Almanya ve Fransa yerine AB olarak yine aynı Almanya ve Fransa vardır. Araplar yine aynı Araplardır. Osmanlı İmparatorluğu yerine Türkiye Cumhuriyeti vardır. Yine Kafkasya, Ukrayna, Suriye, Libya, Doğu Akdeniz kaynamaktadır.

Tarih tekerrür ederek Dünya yine iki kutuplu hale geliyor. Dünya; bir tarafta ABD, AB, Japonya, Güney Kore, Avustralya, Yeni Zelanda diğer tarafta, Çin, Rusya, İran, Kuzey Kore olarak şekilleniyor. Bu bloklaşma süreci, Güneydoğu Asya’da, Orta Asya’da, Ortadoğu’da birçok ülkeyi taraf olmaya zorluyor. Özetle geçmişte İngiltere – Rusya çatışmasına sahne olan bölge günümüzde ABD – Rusya çatışmasına beşiklik ediyor.

ABD, Birinci Dünya Harbindeki İngiltere gibi Doğu Akdeniz’den, Girit’ten, Yunanistan’dan, Dedeağaç’tan Romanya’ya, oradan Baltık denizine kadar Rusya’ya karşı Rusya'nın batısında yığınak yapıyor. ABD; Bulgaristan, Romanya, Ukrayna ve Gürcistan ile Rusya’yı Karadeniz’de kuşatmak istiyor. ABD’nin Rusya'yı güneyden, Karadeniz'den kuşatmasına karşı tek engel olarak Montrö Boğazlar Sözleşmesi duruyor. ABD, Montrö Boğazlar Sözleşmesine bağlı kalmaksızın Karadeniz’e çıkıp Rusya’yı çevrelemek istiyor.

Sonuç

Eğer Birinci Dünya Harbinde de Montrö Boğazlar Sözleşmesi gibi boğazlardan harp gemilerinin geçişini düzenleyen bir sözleşme olsaydı belki Alman gemileri Karadeniz’e çıkamayacak, Rus gemileri ve limanlarına saldıramayacak ve bir oldubitti ile Osmanlı İmparatorluğu hazır olmadığı ve kendisini felakete sürükleyen bir savaşa sürüklenmeyecekti.

Eğer bugün Karadeniz; Kızıldeniz gibi, Basra Körfezi gibi barut fıçısı içinde değil de sükûnet içerisindeyse bu Montrö Boğazlar Sözleşmesi sayesindedir. Çünkü Karadeniz, Montrö Boğazlar Sözleşmesi sayesinde ABD donanmasının dünya denizlerinde cirit atamadığı tek deniz olarak kalmıştır.   

Görüldüğü gibi çevremizdeki askerî ve siyasi gelişmeler yazımın girişinde verdiğim Mustafa Kemal Atatürk’ün Sofya’da Ataşe iken I. Dünya Harbi’nin ayak seslerini haber verdiği şartlardan pek de farklı değildir.   

Bu nedenlerle, Dünya, Birinci Dünya Savaşı öncesi şartları yaşamaya başlamışken, özellikle Karadeniz’de Kırım, Donbas, Osetya, Abhazya, Transdinyester gibi sorun alanları varken, çok yönlü kışkırtmalara açık olan bu ortamda Türkiye, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’yle kurulmuş olan ve kendisine Boğazlar üzerinde tam egemenlik ve denetim yetkisi sağlayan düzene değil son vermek, bunu ima edecek sözlerden bile uzak durmalıdır. Bu tür söz ve davranışlar, Montrö Boğazlar Sözleşmesinden rahatsız olanlara güç, cüret ve cesaret vermektedir.

Eğer günümüzde Boğazlar hakkında Montrö Boğazlar Sözleşmesi gibi bir sözleşme olmasaydı eğer, Türkiye, Birinci Dünya Harbi'nde Almanya karşısında edilgen kaldığı ve istemediği bir harbe sürüklendiği gibi, tepişen, cepheleşen ve gard alan bu iki filin (ABD ve Rusya) arasında kalıp çiğnenme tehlikesi geçirirdi.

Şimdi, tekrar dönmek üzere girişte verdiğim, Mustafa Kemal Atatürk’ün altını çizerek yanına çok mühim olduğunu belirtmek için iki defa çarpı işareti koyduğu Leone Caetani’nin dokuz ciltlik ‘’İslam Tarihi’’ isimli eserinde geçen sözüne gelelim:

“Tarih, ilerisini göremeyenler için acımasızdır...”

Osman AYDOĞAN

 


Yorumlar - Yorum Yaz