• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi6
Bugün Toplam728
Toplam Ziyaret2912759

08 Mart Dünya Kadınlar Günü

 

08 Mart Dünya Kadınlar Günü

08 Mart 2022

Malum bugün özel bir gün... Özelliği olan bir gün... ‘’Dünya Kadınlar Günü’’ ya da ‘’Dünya Emekçi Kadınlar Günü’’ her yıl 8 Mart'ta anılan ve Birleşmiş Milletler tarafından tanımlanmış uluslararası bir gün. Bugün; insan hakları temelinde kadınların siyasi ve sosyal bilincinin geliştirilmesine, ekonomik, siyasi ve sosyal haklarına ve statüsüne vurgu yapılan bir gün.

Bu günün hikâyesi

8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başlıyor. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda 120 kadın işçi can veriyor. Olayı ABD basını görmezden geliyor ancak işçilerin cenaze törenine 10.000'i aşkın kişi katılıyor.

26 - 27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka'nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın "Internationaler Frauentag" (International Women's Day - Dünya Kadınlar Günü) olarak anılması önerisini getiriyor ve öneri oybirliğiyle kabul ediliyor...

Türkiye'de ise 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında "Emekçi Kadınlar Günü" olarak anılmaya başlanıyor.

Türk toplumunda kadının statüsü

Madem 08 Mart günü kadının statüsüne vurgu yapılıyor, günümüzde Tük kadının toplumdaki statüsüne bakmadan önce tarihte Türk kadınının statüsüne bakılması gerekiyor ki aradaki farkı, yani aşamayı (!) görelim.

Tarihte Türk kadını

Türk eğitim sisteminin geliştirilmesi konusunda Cumhuriyet Döneminin öncü eğitimcilerinden, Köy Enstitüleri'nin kurulmasında öncülük eden, Türkiye’nin Pedagoji dalında doktora yapan (hem de 1917 yılında Almanya’da Lepzig Üniversitesinde) ilk eğitimcisi olan Dr. Halit Fikret Kanat, Türkiye tarihinde ilk kez yazılan iki ciltlik bir eser veriyor: ‘’Pedagoji Tarihi'’ (İstanbul, 1930) Dr. Halit Fikret Kanat, ''Pedagoji Tarihi'' adlı eserinde Türklerde kadının toplumsal yeri konusunda şunları yazıyor:

“Bir emir, ‘hakan diyor ki’ şeklinde başlarsa makbul sayılmazdı. ‘Hakan ve Hatun emrediyor ki’ diye başlarsa makbul olurdu.”

“Hakan yalnız başına yabancı devletlerin elçilerini kabul edemezdi. Elçiler hakan sağda, hatun solda olmak üzere ikisinin karşısına çıkabilirdi. Bundan anlaşılıyor ki halka ait hizmetlerde kadının rolü hakan derecesinde büyüktü.”

“Aile içinde velilik hakkı yalnız babaya değil, her ikisine de aitti.” 

“Eski Türklerde harem, peçe ve yaşmak yoktu. Kadın her meclise girebilirdi.”

Görüldüğü gibi Müslümanlıktan önceki Türk devletlerinde ve Arap tesirinin az olduğu Selçuklu İmparatorluğunda kadın-erkek eşitliği bulunuyor. Selçuklu İmparatorluğunda ‘’Hatun’’ adı sadece kadın adı olarak değil aynı zamanda da bir unvan olarak kullanılıyor. Selçuklu’da belediye başkanları kadın ve unvanı da ‘’Hatun’’ oluyor… Kayseri’deki Gevher Nesibe Hatun adı da buradan geliyor. Gevher Nesibe Hatun, Selçuklu döneminde Kayseri şehrini yönetiyor, şehirde özellikle sağlık alanında birçok yatırım yapıyor. Gevher Nesibe Hatun, döneminde Kayseri'de birçok han, hamam, medrese (tıp fakültesi) ve şifahane (hastane) ve birçok eser yaptırıyor. Erciyes Üniversitesi bünyesindeki Gevher Nesibe Tıp Fakültesinin adı da buradan geliyor.

Ayrıca İslamiyet’in Arap tesirinin az olduğu Hindistan ve Orta Asya bölgelerinde de kadın hükümdarlar oldukça fazla sayıda bulunuyor. Bunlardan bazıları; Delhi Müslüman Türk Devleti Sultanı Raziyye Hatun, Müslüman Mısır tahtında Eyyübi soyundan Melik Salik’in eşi Şecerüd-Dür, İran’ın Kutluk Bölgesi’nde kurulmuş olan Kutluk Deveti’nde Türkan Hatun olarak sayılıyor.

Osmanlıda kız çocuklarının eğitimi için açılan okullar

Yavuz Sultan Selim’den sonra tamamen Arap kültürü etkisine giren Osmanlıda kadın çalışma ve sosyal hayattan tamamen dışlanıyor. Ne zamanki Osmanlıda çöküş süreci başlıyor, Osmanlı çöküşün nedenini anlıyor ve işte o zaman Osmanlı kız çocuklarının eğitimine ve kadınlara önem vermeye başlıyor. Tanzimat devri aynı zamanda kadın eğitiminin devletin genel eğitiminde yer almaya başladığı bir zaman ilimi oluyor. 1858 yılında kız rüştiyeleri açılıyor.  1870 yılında da “Darülmuallimat” adı altında kız rüştiyeleri için kadın öğretmenler yetiştiren okullar açılıyor. (Bütün bu kız mektepleri Sultan II. Abdülhamit tarafından açılıyor… Ne oksimoron bir konudur ki günümüzdeki Abdülhamit hayranları da kızların eğitiminden nefret ediyor! ) 1914’de de kızlara özel Darülfünun açılarak bu okul kızlar için en yüksek eğitim kurumu oluyor. Bunları 1916’da açılan kız liseleri, kız teknik ve kız sanayi mektepleri takip ediyor. 1917’de Ticaret Okulu Kızlar Şubesi açılıyor.

Cumhuriyetle beraber kadınlara tanınan haklar

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra 1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kabul edilmesiyle eğitim tek sistem altında toplanıyor ve kadınlarla erkeklere eğitimde eşit imkânlar sunuluyor. 1925 yılında Kıyafet Kanunu ve 1926 yılında kabul edilen Türk Medeni Kanun’u ile kadınların yasal statüsü değişiyor, kadınlara hem aile içinde hem de bir birey olarak eşit haklar tanınıyor... Kadınlara 1930’da yerel, 1934’te genel seçimlerde seçme ve seçilme hakkı veriliyor.

Çetin Altan’ın kaleminden kadın

Kadının eğitimi bir toplumun sosyal yaşantısında neden önemli oluyor? Yıllar önce üstat Çetin Altan, ‘’Kadın’’ isimli bir makale kaleme alıyor… Çetin Altan, bu konuyu makalesinde çok güzel ifade ediyor… Bu makalede Çetin Altan, özet olarak şunları yazıyor:

‘’Kadın, evrensel insanlığın can suyu, oksijeni, her kuşağın ödülü... Kadın için yazılmış milyonlarca şiir, öykü, roman, tiyatro... Kadın için yapılmış milyonlarca beste, şarkı, türkü, heykel, tablo, film...

Evrensel insanlığın gelişimi, kalitesi, düzeyi, çok sık tekrarlandığı gibi, bir ‘eğitim’ sorunu değil, bir ‘anneler’ sorunudur. Çocukların üç -yedi yaş arasında mayalanan öz hamurunu, anneler biçimlendirir...

Pek benimsediğimiz, ‘biz erkek milletiz’ böbürlenmesi, evrensel bir dengenin dışına düştüğümüzün de narası sanki...

Evrensel bir dengenin dışına düşüldüğünde, ruhsal bir vurgun yer insanlar... Gizli bir ezikliğin ve yaptığı işe karşı ‘adam sende’ciliğin tırpanları çalışmaya başlar toplumda...

Tankerlerin fren balataları yenilenmez, besin maddeleri sağlıklı üretilmez, yapılar kendiliğinden çökmeye başlar...

Kadınsız toplumların sevgi açlığı çeken erkeklerindeki tatminsizlik, genellikle bir megalomanyaklığa ve ortak bir saydamlıkla özenin halkası olma yerine; başkalarını korkutmaya ve başkalarına önem vermeyen ‘sıra dışı biri olarak görünme’ tutkusuna dönüşür...

Evlerinin içinde mutlu olmayanlar, evlerinin dışında ‘bilek bükme’ oyalanmasıyla üstün görünme avuntusuna yönelirler...

Türkiye'de kadınlar, genç kızlar, kız çocukları... Daha minicikken yürekleri dağlanmaya başlamış olan evrensel insanlığın oksijenleri...

Toplumdaki yamukluk, onları da etkiler. Kendilerini savunma güdüsünün, rolleri, pozları, yalanları, planları pıtıraklaşır iç benliklerinde... Çeşitli nedenlerden, özellikle de tüketimi kamçılama reklamlarıyla modalarının kendilerinde yarattığı hipnoz ve hayallere erişme olanağından yoksun kalma sonucu, ekşi bir bencilliğin kahkahasız bunalımlarına sürüklenirler.

Parlamentoda hemen hemen kadın yok gibi... ‘Erkek millet’ olmanın çarpıklığı ister istemez politika platformuna da yansıyor.

Kadının bu kadar namevcut olduğu bir âlemden, evrensel değerler de ne kadar yetişir ki?

‘Erkek millet’ olmakla övünmenin bedeli, aslında çok pahalıya mal oldu Türkiye'ye... Erkekler zart zurtçu, kadınlar ‘bana ne başkalarından be’ci oldu...’’

Çetin Altan, yıllar önce böyle yazıyor…

Günümüz Türkiye’sinde kadın

Geçmişten bu güne değişen ne oluyor? Yine kadın, çalışma hayatından, sosyal hayattan dışlanıyor… Kadınlardaki bu eğitimsizliğin, kadınları çalışma hayatından, sosyal hayattan bu dışlamanın, eğitimsiz kadınların yetiştirdiği bir neslin sonucu ne olur biliyor musunuz?

Kadınları eğitimsiz, kadınları çalışma ve sosyal hayattan dışlanmış ve insanlarını eğitimsiz kadınların yetiştirdiği bir toplumda yine kadınlar aşağılanıyor, yine  kadınlara şiddet uygulanıyor, yine kız çocukları eğitimden uzak tutuluyor, yine kadınların gülmeleri, hamile kadınların sokakta dolaşmaları ayıplanıyor, yine ‘’sus kadın’’ diye kadınların konuşmaları istenmiyor, toplu taşımada güpegündüz şort giydi diye tekmeleniyor, failine bir ‘’aferin’’ denmediği kalıyor…

Yine muktedirler; ''kadın sokağa çıkmasın'', ''kadın gülmesin'', ''kadın konuşmasın'' vb. söylemleri ile kendi zevksizliklerini, neşesizliklerini, renksizliklerini, nûrsuzluklarını, tatsızlıklarını, tuzsusluklarını ve karanlıklarını dini malzeme yapıp bu ülke insanına bir gıdım yaşama sevincini, bir yudum neşeyi, bir nefes keyfi ve bir dirhem ümidi çok görüyor…

Toplum kadın veya erkek fark etmez insanlarının yaşama sevinci budanıyor, insanları mızmız yeryüzü küskünleri haline getiriliyor, toplum, yüzündeki hüzün neşidelerinin çığlıkları arş-ı alaya yükselen insanlar topluluğu haline getiriliyor…

Eğitim, disiplin ve ahlak adına insanların yaşama sevinci budanıyor, kadınlar gelenek adına aşağılanıyor, cinsel obje olarak görülüyor, baskı altına alınıyor, tekmeleniyor, yetmedi katlediliyor…

Kafalarındaki Ortaçağ düşünceleriyle utanmadan, arlanmadan, küçücük kızları koca koca adamların, hem de tecavüzcülerinin koynuna vermeye kalkıyor…  

Cinselliğini ehlileştirmeyi başaramayıp annesine, bacısına, kızına, sübyana şehvet duyacak kadar sapıklığın zirvesinde olanlar, TV kanallarını, medya sayfalarını işgal ederek, din kisvesi ve sıfatı altında kendi sapıklıklarını topluma aşılamaya kalkıyor…

Çocuklarına topluca tecavüz edildiğinde bile ‘’bir defalık’’ diye maruz göstermeye çalışıyor hem de bu konuda önlem alabilecek en yetkili kişi, kurum, bakan ve kadın oldukları halde...

İsterseniz başa dönün diyorum, bir daha okuyun üstat Çetin Altan’ın yazısını…

Kadının sosyal hayattan dışlandığı bir toplum

Ve ben devam edeyim üstadın bıraktığı yerden:

Kadının bu kadar nâmevcut olduğu bir âlemde maden ocaklarınız çöküyor, deprem bile olmadan güpegündüz binalarınız çöküyor, asansörleriniz düşüyor, gencecik insanlarınız oralarda diri diri kara toprağa gömülüyor… Yurtlarınız tutuşuyor, yetersiz sigortalardan, elektrik kontağından, kalitesiz kablolardan, trafolardan, olmayan söndürme sistemlerinden ve çocuklarınız oralarda diri diri yanıyor… Ucube ucube yolları, bakımsız ve denetimsiz araçları ve çözemediği trafiği ile her gün onlarca insan yollarda kurban veriliyor… Ve kuralsız, toplu taşımasız trafiği ile şehirlerin göbeklerinde insanlarınız katlediliyor…

Sonra da müstakbel annelerini toplumdan dışlayan, eğitmeyen, kadına hak ettiği hakkını vermeyen her toplum gibi gözyaşları dökülüyor…

Kadın hakları

‘’Kadın hakları’’, kadınların erkeklerle eşit şekilde sahip olduğu sosyoekonomik, siyasi ve yasal hakların tamamına verilen bir tanım oluyor. Ancak kadın hakları, sadece kadınlara verilen bir ayrıcalık olmuyor. Kadın hakları; toplumun istikbalini, geleceğini kurtarmanın adı oluyor… Kadın hakları; çağdaş dünya ile rekabet edebilmenin, bu vahşi dünyada ayakta kalabilmenin ve onurlu ve gururlu yaşamanın adı oluyor…  

Halil Cibran haykırırcasına hep şunu söylüyor: ‘’Toplum hayatının gelişmesinde eğitimli bir kadın bin erkekten daha etkilidir…’’ Ziya Gökalp de Malta'da sürgünde iken eşine yazdığı mektuplarda eşinden kızının okutulmasını ısrarla talep ediyor…

Kadınını eğitmeyen, kadınlarına hak ettikleri değeri, saygıyı, hakkı, hukuku, kısaca kadına hakkını vermeyen toplumlar ezilmeye, sömürülmeye, yozlaşmaya, ilkelleşmeye mahkûm kalıyor…

Evde ‘’kadına yardımcı olmak’’, kadınlarına hak ettikleri değeri, saygıyı, hakkı, hukuku göstermek olmuyor… Evde erkeklerin kendi bulaşıklarını kaldırması, kendi ütülerini yapmaları, kendi çamaşırlarını yıkamaları, kendi pisliklerini temizlemeleri erkeklerin çok öğündükleri evde ‘’kadına yardımcı olmak’’ eylemi olmuyor… Zaten o yaptıkları da kendi işleri oluyor…

Kadınlara hak ettikleri değeri, saygıyı, hakkı, hukuku göstermek; kadına doğum günü, evlilik yıldönümü, anneler günü, vb. özel günlerini hatırlamak, onlara çiçekler, hediyeler almakla da olmuyor... Kadınlara hak ettikleri değeri, saygıyı, hakkı, hukuku göstermek; kadınlara özel olduklarını hissettirmek, onlara iltifat etmekle de olmuyor... Kadınlara hak ettikleri değeri, saygıyı, hakkı, hukuku göstermek demek onların öncelikle sosyal ve siyasi hayat içindeki erkeklerle eşit faaliyette bulunmasını sağlamak oluyor… Kadınlarına hak ettikleri değeri, saygıyı, hakkı, hukuku göstermek demek kadını ''Hatun'' olarak eski Türklerde olduğu gibi ''Hakan'' seviyesinde sosyal ve siyasi hayatta eşit kılmak oluyor.   

Mustafa Kemal Atatürk işte tam da bu nedenle Cumhuriyetin İlanından dokuz ay önce Şubat 1923 'de şöyle diyor:

"Bizim sosyal toplumumuzun başarısızlığının sebebi, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlikten ileri gelmektedir. Yaşamak demek faaliyet demektir. Bundan dolayı bir sosyal toplumun, bir organı faaliyette bulunurken, diğer bir organı İşlemezse, o sosyal toplum felçlidir." 

Yaşayarak görüyoruz işte…

Bu nedenle Mustafa Kemal Atatürk Türk kadınına şöyle hitap ediyor: ''Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.''

Türkiye’de kadına şiddet ve statü istatistikleri

Günümüz Türkiye'sinde vazgeçtim kadınlara hakkını vermek, kadınlar, ikinci sınıf bir vatandaş haline getirildiği gibi bir de artan sistematik bir şiddete de maruz kalıyor.


2020 ve 2021 yılı rakamlarına ulaşamadım. Ancak İçişleri Bakanlığı verilerine göre; 2014-2017 yılları arasında cinsel şiddet mağduru olduğu gerekçesiyle güvenlik birimlerine getirilen kız çocuğu sayısında yüzde 67 artış yaşanıyor… 2014’te cinsel şiddet nedeniyle mağdur sıfatıyla güvenlik birimlerine getirilen kız çocuğu sayısı 2017 yılında yüzde 96 artıyor, kadın cinayetleri son yedi yılda yüzde 1400, kadına şiddet davaları yüzde 366, cinsel taciz ise yüzde 449 artıyor.

2019 yılında Ocak ayından Kasım ayına kadar geçen 324 günde bilinen erkekler tarafından 305 kadın öldürülüyor, 532 kadın şiddete uğruyor. Sadece 2019 yılının Ocak Haziran aylarında 31 kadın tecavüze, 138 kadın tacize uğruyor, 288 kadın seks işçiliğine zorlanıyor ve 139 çocuk istismar ediliyor… .

Daha bu rakamlara intihar süsü verilmiş cinayetler, örtbas edilmiş tecavüzler, gizli kalmış tacizler, dile getirilmemiş şiddet dâhil edilmiyor…  

Ancak bu sayı geçmiş yıllardan bugüne artarak geliyor. TBMM İnsan Hakları Komisyonu tarafından yayınlanan ‘’Kadına ve Aile Bireylerine Yönelik Şiddet İnceleme Raporu’’nda anlattığım gibi Türkiye’de kadın cinayetlerinin son 10 yılda %1400 arttığı ileri sürülüyor…

Tablo: 2008 ve 2020 yılları arasında erkek cinayetine kurban giden kadınlar:




World Economic Forum’un ‘’2021 Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu’’

World Economic Forum (WeForum) tarafından 30 Mart 2021 tarihinde ‘’2021 Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu’’ (Global Gender Gap Report) yayınlanıyor.. Her yıl yayınlanan bu rapor, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini eğitim, siyaset, ekonomi ve sağlık açısından ele alarak konu ile ilgili genel bir görünüm sunmayı amaçlıyor. WeForum tarafından hazırlanan bu 2021 Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu’nda yer alan endekste Türkiye 156 ülke arasında 133. sırada yer alıyor.

Son iki yılda da Türkiye’nin en düşük sıralamaya sahip olduğu alan ise kadınların ekonomik katılım ve kadınlara sunulan fırsat eşitliği. Türkiye 2021’de bu alanda 156 ülke arasında 140. sırada yer alıyor. Ekonomik katılım ve fırsat eşitliğinin belirlenmesinde etkili olan faktörlerden Türkiye’nin eşitliğe en uzak olduğu alan ise üst düzey yetkili ve yönetici oranları.




2021 yılı World Economic Forum rapora göre Türkiye’de kadınların eşitliğe en uzak olduğu bazı alanlardaki oranlar şu şekilde sıralanıyor:

● Kadınların işgücüne katılım oranı %38.5, erkeklerin ise %78.
● Üst düzey yetkili ve yöneticilerin %16’sı kadın, %84’ü erkek.     
● Kadınların kazanılan tahmini geliri erkeklerinkinin %45’i kadar. Yani kadınların geliri, ortalama olarak erkeklerinkinin yarısından az.
● Mecliste kadınların oranı %17.3, bakanlık görevlerindeki kadınların oranı ise %11.8.

16 Aralık 2019’da World Economic Forum tarafından yayınlanan 2020 Cinsiyet Eşitsizliği Raporu’na (Global Gender Gap Report) göre, Türkiye’nin en düşük puan aldığı kategori "kadınların siyasi katılımının güçlendirilmesi" alanı oluyor. Raporda "kadınların siyasi katılımının güçlendirilmesi" kategorisinde 96. sırada olduğu açıklanan Türkiye’nin, 2020’de bu alanda sıralamada geriye düşerek 158 ülke içinde 109. sırada yer aldığı belirtiliyor…

Tablo; Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi sıralamaları ve puanlarında Türkiye’nin 2016 ile 2021 yılları arasındaki yıl yıl gerileyişi:




IPU (Inter-Parliamentary Union) raporu

Kadınların siyasi katılımını inceleyen bir diğer kurum ise IPU (Inter-Parliamentary Union) (Parlamentolar Arası Birlik). IPU; ulusal parlamentoların bir araya geldiği bir organizasyon. Ekim 2020’de yayınlanan en güncel sıralamaya göre kadınların siyasi katılımında Türkiye, %17,32 ile Moğolistan ile aynı oranı paylaşıyor ve 126. sırada yer alıyor.

Yine IPU tarafından derlenen 1 Ocak 2020’deki verilere göre ise ülkeler, bakanlıklarda yer alan kadın oranlarına göre sıralandığında ilk sıraları %66,7 ile İspanya ve %61,1 ile Finlandiya alıyor. Bakanlıklardaki kadın oranlarına göre Türkiye ise %11,8 ile Malta ile aynı oranı paylaşıyor ve 138. sırada yer alıyor. Türkiye’de 17 bakanlık görevinden yalnızca 2’sinde kadınlar yer alıyor.

IPU tarafından yayınlanan “Parlamentoda Kadınlar: 1945-1995” isimli raporda, bu seneler arasında çeşitli ülkelerde mecliste kadınların oranına yönelik bilgiler de yer alıyor. 1945 senesinde bu açıdan ilk 15 ülke içinde yer alıyor…

Son yıllarda Türkiye’de; ‘’Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’’ vardı, ancak kaldırılıyor… Ucube bir 4+4+4 eğitim sistemi ile kız çocukları okullardan ve eğitimden uzaklaştırılıyor. Çocuk yaşta kız çocuklarının evliliği artıyor… Kadınlarda işsizlik oranı %37’ye yükseliyor… TBMM’nin kabul ettiği İstanbul Sözleşmesi, TBMM devre dışı bırakılarak iptal ediliyor

Neyin günü?

Yukarıda bahsettiğim anlamda kadınlara hak ettikleri değeri, saygıyı, hakkı, hukuku göstermeyenler, onların öncelikle sosyal ve siyasi hayat içindeki erkeklerle eşit faaliyette bulunmasını sağlamayanlar, en azından bu yönde çaba harcamayanlar bari bu günü ağzına alıp da hiç olmazsa kadınları rencide etmeseler! 

Bu günün kutlaması olmaz aslında... Bu günün manasına, anlamına hitap edecek şekilde savaşı olur, kavgası olur, mücadelesi olur. Yani, kadınların erkeklerle eşit şekilde sahip olduğu sosyoekonomik, siyasi ve yasal hakların tamamına sahip olmaları için savaşı olur, kavgası olur, mücadelesi olur. 

Türk toplumunda kadın Ortaçağ'da bile günümüzdeki kadar geri plana itilmemiş, aşağılanmamış, şiddet görmemiş, tecavüz ve taciz mağduru olmamıştı.

Hal böyleyken siz neyin gününü kutluyorsunuz ki? Zaman kutlama değil, kadınların içine düşürüldüğü bu durumdan dolayı arlanma, utanma ve ağlama zamanıdır. Zaman kadınların haklarına kavuşması için eylem zamanıdır. 

08 Mart Dünya Kadınlar Gününü, sulandırarak ve amacından saptırarak, kadın haklarına ulaşmaya mücadele günü yerine; çiçeğe, böceğe, hediyeye ve süslü laflara dönüştürenler yine erkekler oluyor…

Hayatı güzelleştiren ve değer katan kadınlara yönelik şiddetin, sosyal ayrımcılığın olmadığı, kadınlara hak ettikleri değerin, saygının, hakkın ve hukukun gösterildiği, kadınların öncelikle sosyal ve siyasi hayat içindeki erkeklerle eşit faaliyette bulunduğu güzel ve mutlu bir dünyaya kavuşmak dileğiyle....

Konuyu uzattım ama söylemek istediğim şu ki; 08 Mart Dünya Kadınlar Günü bir kutlama günü değil, bir hak arama günü, bir eylem günüdür!...

Arz ederim...


Osman AYDOĞAN



Yorumlar - Yorum Yaz