• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi10
Bugün Toplam1132
Toplam Ziyaret3103641

Türkiye’de kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet...


Türkiye’de kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet...

30 Aralık 2020

Günümüzde ülkemizde kadına yönelik fiziksel ve psikolojik şiddet giderek artan önemli bir toplumsal sorunlardan birisi haline geliyor... Gün geçmiyor ki kadın cinayeti haberi gelmesin. Bugün hemen hemen bütün gazeteler, dün erkekler tarafından öldürülen üç kadın cinayetini manşet yaparak çıktılar.

‘’Kadına Yönelik Şiddet’’ tanımı

Yazılarımda sıkça vurgularım; ‘’Her şey tanımla başlar, araçlarla devam eder’’ diye. Bu nedenle ‘’şiddet’’in tanımını iyi yapmak gerekiyor ki mücadele araçları da buna göre olsun…

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ‘’şiddet’’in tanımını; “fiziksel güç veya iktidarın kasıtlı bir tehdit veya gerçeklik biçiminde bir başkasına uygulanması sonucunda maruz kalan kişide yaralanma, ölüm ve psikolojik zarara yol açması ya da açma ihtimali bulunması” olarak yapıyor…

Fiziksel şiddet içeriğinde; dayak, kesici ve vurucu maddelerle bedene zarar vermek, sağlıksız koşullarda yaşamaya mecbur bırakmak ve sağlık hizmetlerinden yararlanmasını engelleyerek bedene zarar gelmesine sebep olmak yer alıyor...

Psikolojik şiddet içeriğinde ise; kişiyi aşırı denetleme ve kontrol altında tutma, aşağılamak, cezalandırmak, mahrum bırakmak, küçük düşürmek amacıyla yapılan sistematik şiddet davranışları bulunuyor…

Psikolojik şiddette, kişinin benlik değerine, kimliğine, dünyaya karşı bakış açısına savunmalarına zarar verme söz konusu olduğu için kişide ruhsal hastalıklara sebep olabiliyor… Psikolojik şiddet, bireyin kişilik yapısını ve benlik saygısını hedef aldığından, fiziksel şiddete göre çok daha büyük sürdürülebilir hasarlara neden olabiliyor.

Dolayısıyla kadına yönelik şiddet deyince şiddeti sadece kadını öldürme olarak anlaşılmamalıdır.

Türkiye’de kadına yönelik şiddet istatistikleri

Günümüzde kadına yönelik her iki şiddetin ülkemizde ne kadar yaygın olduğu konusunda sağlıklı rakamlar ne yazık ki elimizde mevcut bulunmamaktadır. Bunun nedeni psikolojik şiddet çoğunlukla kayıtlara girmezken fiziksel şiddette ise intihar süsü verilerek üstünün kapatılması ve her iki şiddet mağduru kadınların sessiz kalıp kendini kaderine mahkûm etmeleri olarak gösterilmektedir.

2019 yılı ‘’Kadın, Barış ve Güvenlik Endeksi’’ araştırmasına göre; 167 ülke arasından kadınlar için hayat kalitesinin en yüksek olduğu ülke Norveç olurken, Türkiye 114. sırada yer almıştır. ‘’Küresel Cinsiyet Eşitsizliği’’ raporuna göre de Türkiye 153 ülke arasından 130. olmuştur.

Son yıllarda Türkiye’de öldürülen kadınlar:

2008'de 80,
2009'da 109,
2010'da 180,
2011'de 121,
2012'de 210,
2013'te 237,
2014'te 294,
2015'te 303,
2016'da 328,
2017'de 409,
2018'de 440,
2019'da 474 kadın öldürülmüştür. Yılları alt alta yazmamın nedeni yıllara bağlı olarak kadın cinayetlerdeki artışı göstermek içindir.

Ayrıca bu tabloya intihar süsü verilmiş kadın cinayetleri dâhil edilmemiştir. Türkiye'de kadın intiharlarının erkek intiharlarından yüksek olmasının nedeninin kadın intiharlarının çoğunun intihar süsü verilmiş töre cinayeti olduğu değerlendirilmektedir.

TBMM İnsan Hakları Komisyonu tarafından yayınlanan ‘’Kadına ve Aile Bireylerine Yönelik Şiddet İnceleme Raporu’’nda Türkiye’de kadın cinayetlerinin son 10 yılda %1400 arttığı ileri sürülmektedir…

Bu listeye kadın tecavüzleri, seks işçiliğine zorlanma, kadın tacizleri ve kadına yapılan mobbing eklendiğinde ortaya çok korkunç bir tablo çıkmaktadır. Ülkemizde kadın cinayetlerindeki bu artış gibi kadına yönelik olarak yapılan şiddet, taciz, tecavüz ve mobbing gibi farklı alanlarda da benzer oranlarda kadına şiddet artarak devam etmektedir…

Türkiye’de kadına yönelik artan şiddetin kaynağı

Ülkemizdeki kadına yönelik artan bu şiddetin psikolojik, sosyolojik,  kültürel, geleneksel ve ekonomik nedenleri başta olmak üzere çeşitli sebepleri vardır. Ancak kadına yönelik bu artışın dört nedeni var ki üzerinde önemle durulmalıdır diye değerlendiriyorum.  

Bunlardan birincisi; toplumda kullanılan ve medyada sergilenen erkek egemen dilinin hâkim olduğu kültürün yol açtığı kadınlara yönelik nefret söylemidir.

Toplumda kullanılan ve medyada sergilenen erkek egemen dilinin hâkim olduğu kültürün yol açtığı kadınlara yönelik nefret söylemleri ve kadın düşmanlığına, kadına ve kadın bedenine hakarete dönüşen sözcükler, erkeklerin zihninde her zaman için patlamaya hazır bombalar gibi yer almaktadır.

Türkiye’de siyasal iktidarlar, iktidarı temsil eden yetkililer ve Türk medyası, kadını; “namus” ve “ahlak” gibi son derece kişisel ve muğlak terimler çerçevesinde; “ev kadını”, “vefakâr anne”, “özverili eş”, “cinsel obje”, “seksi güzel”, “güçsüz / itaatkâr”, “kötü kalpli”, “hırslı”, “cüretkâr” gibi sıfat ve rollerin altında ele alarak onu cinsellik, iktidar, aşk, aldatma/aldatılma, intikam, kıskançlık gibi konuların merkezine yerleştirmektedir. Türk medyası ayrıca “annelik” ve “ev kadınlığı” gibi rollerin bir kadının birincil vasıfları ve görevleri olduğu şeklinde sunmaktadır. Daha dün Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, boşanmaları eleştirirken bu durumda suçlu olarak çalışan kadınları göstererek “Hiçbir meslek ya da hedef; aile olmaktan, anne olmaktan daha önemli kabul edilemez” ifadelerini kullanabilmiştir. (Gazeteler, 29 Aralık 2020)

Kadınlar hakkında dilde yer alan ve günlük hayatta kullanılan bu tür sözcüklerin toplumda nasıl bir tahribat yarattığını Kıpti kökenli Mısırlı yazar ve dilbilimci Selâme Mûsâ’nı yazdıklarını örnek olarak verebilirim.  Prof. Dr. Bedrettin Aytaç ‘’Selâme Mûsâ ve Arap Dili Üzerine Görüşleri’’ (Şarkiyat Araştırmaları Dergisi, II, Ankara 2001, s. 120-128) isimli çalışmasında Mûsâ‘nın ‘‘El-Belâga’l-Asriyye ve’l-Luga’l-Arabiyye‘‘ isimli kitabında yer alan görüşlerinden bahseder...

Selâme Mûsâ’ya göre, dildeki “fosilleşmiş” kelimelerin varlığı toplumda çeşitli zararlara neden olmaktadır. Mûsâ, bu görüşlerini şöyle dile getirir: “Dildeki fosiller içinde Yukarı Mısır’ın bazı ilçelerinde kullanılan ‘kan’, ’öç’, ‘ırz’ kelimeleri vardır. Bu kelimeler, her yıl yaklaşık üç yüz kadın ve adamın öldürülmesine neden olmaktadır.” Ülkemizdeki onca kadın cinayeti ve kadına yönelik şiddetin sebebi üzerinde dil konusunu hiç düşündük mü acaba?

Bunlardan ikincisi kadına ve çocuklara yönelik şiddetin cezasız kalması veya verilen cezaların caydırıcı olmamasıdır…

Mahkemelerde ne yazık ki tecavüzde hâkim karşısında kravat takmak iyi hal indirimi olarak değerlendirilebilmektedir. Değişik kurslarda, yurtlarda ve vakıflarda çocuklara yapılan toplu tecavüz vakalarının üstü örtülüyor… Bir bakan, hem de kadın bir bakan bir vakıftaki 45 öğrenciye tecavüz edilmesi ile ilgili olarak "Bir kere yaşanmış bir olay" diyebilmiştir.

İşte bu nedenle dün, katledilen üç kadın haberi üzerine ‘’Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’’ şu açıklamayı yapıyor: “Erkekler bu cesareti kadın cinayetlerine karşı net tutum almayan yetkililerden alıyor.”

Bunlardan üçüncüsü ülkenin siyasi atmosferine hâkim olan şiddet kültürüdür…

İktidarı ile muhalefeti ile siyaset meydanlarında, meclis kürsülerinde, TV’lerde, haber kanallarında ve açık oturumlarda sarf edilen kötü ve sert tondaki ağıza alınamayacak sözler, çirkin ifadeler, hakaretler, aşağılamalar ve buralarda sergilenen çatık kaşlar, parmak göstermeler, şiddet ve celâl tüm ülke sathına dalga dalga ve katlanarak yayılarak caddelere, sokaklara, evlere, odalara ve en kuytu yerlere ulaşmakta ve buralarda oluşan şiddet, kim kimi zayıf bulmuşsa onun ve özellikle toplumdaki en savunmasız olan kadınların bedenlerinde somutlaşmaktadır…

Bunlardan dördüncüsü siyasetçilerin kullandığı kadın düşmanı, cinsiyetçi, ayrımcı eril dildir…

Eril dil ve kadın düşmanı açıklamalar her partinin siyasetçilerince yapılıyor. Ancak bu konuda birinciliği iktidar partisinin kimseye kaptırmadığı kesindir… İktidar partisine mensup siyasetçilerin son senelerde kullandığı kadına yönelik cinsiyetçi ve ayrımcı eril dile örnekler vermek istiyorum. Çünkü; medyada sadece iktidar sözcülerinin sözleri yer almakta ve onların iktidarı ve meşru otoriteyi temsil etmeleri nedeniyle toplumda sözlerinin etkileri çok daha yüksel olmaktadır...

TBMM Başkanı Arınç, eşinin adının 23 Nisan davetiyesinde neden olmadığını soran gazeteciye: “Bu nedir? Şeyini şey ettiğimin şeyidir” (Nisan 2004)

Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, partisinin Kocaeli İl Kadın Kolları Teşkilatı’nca düzenlenen Dünya Kadınlar Günü Dayanışma Çayı’nda: "Türk hanımları evinin süsüdür, erkeğinin şerefidir, Batı kadınları ise maalesef ezilmektedir.’’ (Mart 2005)

AKP Çankırı Milletvekili Hikmet Özdemir, içinde ''Cehennemlik olanlar da bana gösterildi, çoğunun kadın olduğunu gördüm'' yazılı kitapçık dağıttı. (Temmuz 2006)

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, partisinin Ankara İl Kongresinde Münevver Karabulut cinayeti ile ilgili olarak: "yalnız bırakılan ya davulcuya, ya zurnacıya" dedi. (Temmuz 2009)

Dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, kapatılan DTP’li Mardin Milletvekili Emine Ayna’yı kastederek, “Çok garip bir yaratık. Allah akıl fikir versin” (22 Aralık 2009)

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Büyük Anadolu Otelinde düzenlenen Türk Metal Sendikası 16. Kadın Kurultayında:  ‘’Kadınlara yönelik şiddet olayları, muhalefetin ve medyanın istismarıyla artıyormuş gibi bir havada takdim edilmektedir.’’ (Mart 2011)

Ordu'nun Ünye ilçesinde, AKP Ünye İlçe Tanıtım ve Medya Başkanı Süleyman Demirci, başı açık kadınlar için: "Örtüsüz kadın perdesiz eve benzer. Perdesiz ev ya satılıktır ya da kiralıktır." (Mart 2011)

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün danışmanı Yusuf Müftüoğlu: "Ne yalan söyleyeyim, yılbaşının hemen ertesi günlerinde gazetelerde kutlamalar sırasındaki taciz haberlerini okumak hoşuma gidiyor." (Mayıs 2011)

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek: ‘’Kadınlar iş aradığı için işsizlik yüksek" (Kasım 2011)

Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan bir Konya mitinginde, Hopa'daki olayları protesto etmek için tank üzerine çıkan ve polis müdahalesi sonucu kalçası kırılan Halkevleri Merkez Yürütme Kurulu üyesi Dilşat Aktaş hakkında “O kadın, kız mıdır kadın mıdır?" (11 Haziran 2011)

Sağlık Bakanı Recep Akdağ: “Tecavüze uğrayan doğursun, gerekirse devlet bakar.” (Mayıs 2012)

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, CHP milletvekili Aylin Nazlı Aka'nın kürtaj tartışmasında dile getirdiği "Başbakan vajina bekçiliğini bıraksın" sözlerine karşılık, "evli bir 'bayan'ın cinsel organı hakkında açıkça konuşmasının yüzümü kızarttı"  (12 Aralık 2012)

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, kürtajın yasaklanmasıyla ilgili tartışmalar sırasında tecavüz sonucu gebeliklerde kürtaj konusu tartışılırken; "Anası olacak kişinin hatasından dolayı çocuk niye suçu çekiyor. Anası kendisini öldürsün"  (Haziran 2012)

Dönemin başbakanı Erdoğan, Gezi protestoları sırasında verdiği bir röportajda Dolmabahçe’deki ofisinden kadınların kıyafetleri hakkında: “Değerlerine önem veren anne, baba kızının birilerinin kucağına oturmasını ister mi? Dolmabahçe’de ofisimin önünden Kadıköy’den gelenlerin filan orada durumunu görüyorum. Bütün bunları gördüğüm zaman, bunlar benim aslında kendi değerlerimle uyuşan şeyler değil. Buna rağmen benim toplumumun insanıdır diyorum, giyimine kuşamına şusuna busuna karışamam diyorum…” (Haziran 2012)

AKP Tokat milletvekili Zeyid Aslan, kadın gazetecilere "Ben sizin bacak aranızı çekip gazeteye bastırsam, bunların gerçeği bu diye ahlaksız olurum değil mi?" (Temmuz 2013)

Bir TV programa katılan Bakan Hüseyin Çelik, “Dün bir kanaldaki, yarışma programında sunucu öyle bir kıyafet gitmiş ki olmaz bu yani. Kimseye karıştığımız yok ama çok aşırı. Dünyada da kabul edilemez.” (Eylül 2013)  Çelik’in açıklamasından sonra sunucu Gözde Kansu işten çıkarılıyor!…

AKP Milletvekili, İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün:  “Tecavüzcü, kürtaj yaptıran tecavüz kurbanından daha masumdur.” (Aralık 2013)

Kadın ve Demokrasi Derneği'nin (KADEM) düzenlediği I. Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi'nde konuşan CB Erdoğan: "Kadın erkek eşit değil fıtrata terstir. Tabiatları, bünyeleri farklıdır" (24 Kasım 2014)

AKP Bursa teşkilatının düzenlediği bayramlaşma töreninde konuşan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç;  "Kadın iffetli olacak. Mahrem-namahrem bilecek. Herkesin içerisinde kahkaha atmayacak. Nerede öyle yüzüne baktığımız zaman yüzü hafifçe kızarabilecek, boynunu öne eğebilecek kızlarımız." (Temmuz 2014)

Bülent Arınç ‘’kahkaha’’ açıklamasının ardından gelen eleştirilere cevap olarak: “O konuşmamdan bir kısım alınmış. Sadece kadınlar kahkaha atmasın dediysem akıl dışı bir iş yapmışımdır. Ama orada ahlak kurallarıyla ilgili bir konuşma yaptım. Kocasını bırakıp tatile çıkanlar, direği gördüğünde dayanamayıp direğe çıkanlar... Böyle bir hayatın içinde siz olabilirsiniz, size kızmanın ötesinde acıyabilirim.” (Temmuz 2014)

Daha sonra AKP İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan olan Vali Hüseyin Aksoy: ‘’Eskiden ‘Kocandır, sever de döver de’ derdik, artık demiyoruz.’’ (Ocak 2015)

Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu üç çocukları olduğunu söyleyen bir bebeğin babasına "O zaman sen söz dinleyenlerdensin. Anneler, annelik kariyerinin dışında bir başka kariyeri merkeze almamaları gerekir. Merkeze iyi nesiller yetiştirmeye almalılar". (02 Ocak 2015)

Hükümet sözcüsü Bülent Arınç, Meclis’te düzenlenen bir toplantıda HDP vekili Nursel Aydoğan’a hitaben: “Bir kadın olarak sus” (29 Temmuz 2015)

Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun eşi Doktor Sare Davutoğlu, kadına şiddetle ilgili olarak “Ben kadına şiddet dememizin de bu konuyu büyüttüğü kanaatindeyim. Şiddeti bir bütün olarak ele almamız lazım” (Temmuz 2015)

AKP İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olan Ayhan Sefer Üstün: ‘’Tecavüze uğrayan doğurmalı’’ (Eylül 2015)

AKP’nin Urfa mitinginde konuşan Başbakan Ahmet Davutoğlu, “Şimdi işiniz, maaşınız var, aşınız var. Ne kaldı? Eş kaldı eş. Biz bu toprakların insanlarının bereketlenmesini istiyoruz, çoğalmasını ama aynı zamanda iş güç sahibi olmasını da istiyoruz. Eş lazım dediğinizde önce annenize, babanıza gideceksiniz inşallah onlar size hayırlı bir eş bulacak. Bulamazsa bize başvuracaksınız.” (23 Ekim 2015)

Trabzon'un Of İlçesi'nde AKP'li Belediye Başkan Vekili Halil Alireisoğlu, afet ve acil durumlarla ilgili eğitim veren müftülük çalışanı Ayşe Yılmaz’a bağırarak: ““Sen kimsin de bize vaaz veriyorsun? Bu kadın nereden çıktı? Bu ne iş? Erkekler kadınlardan vaiz mi alırmış? Bizim kadınlardan alacağımız eğitime ihtiyacımız yok.” Aliresioğlu tepkiler üzerine: “Temelde bayan olduğu için tepki gösterdim. Bayanların konuşacağı yer vardır, erkeklerin konuşacağı yer vardır.” (3 Nisan 2016)

Meclis’te boşanmaları araştırmak için kurulan komisyonun toplantısında AKP Isparta vekili Sait Yüce, sunum yapmak için davet edilen ‘’Eşitlik İzleme Kadın Grubu’’ (EŞİTİZ)’ndan avukat Hülya Gülbahar’a “Ben sana haddini bildirmeye çalışıyorum.” (19 Şubat 2016, Cuma)

AKP'li    Gaziantep    Şahinbey    Belediyesi,    "Aile    Saadeti"    isimli    bir    kitap    dağıtıyor. Bu kitapta, ‘’Kadınların nasıl dövülmesi gerektiği’’ anlatılıyor. (Şubat 2017 )

Neyse, burada keseyim ki bu sözlerin haddi, hududu, hesabı ve sonu yok… Ancak bütün bu söylemler bana Frida Kahlo’nun bir sözünü hatırlatıyor kadının ahlak ve namusu hakkında konuşan herkesi anlatan: “Ahlak ve namus denince sadece kadından konuşmaya başlayan herkes, ahlaksız ve namussuzdur.” 

Siyasetçinin bu eril dilinin sonuçları

La Monde Diplomatique dergisi yıllarca önce ‘'Kendi Kültürleriyle Hasta Olan Toplumlar’' adlı bir küçük kitapçık yayınlamıştı. Bu kitapçıkta yer alan Fransız gazeteci, yazar ve Le Monde Diplomatique dergisinin direktörü Claude Julien'in makalesinde Pétain’in başbakanlığı ve başkanlığı döneminde Fransa’da Pétain’in kişiliğinin ve egemen olan ruh halinin bütün bir Fransa’yı etkilemiş olduğunu yazar... İşte siyasetçilerin de bu eril düşünce, söylem ve davranışları Claude Julien'in söylediği gibi dalga dalga artan bir şekilde bütün bir ülkeyi etkilemektedir.

Boğaz kırk boğumdur derler... Bu konuşmak için, boğazdan bir ses çıkarmak için kırk kere düşünmek anlamındadır... Söz konusu eğer siyaset ise kırk değil seksen kez düşünülmelidir, hele hele konuşanlar iktidara mensup kişiler ise seksen değil yüzseksen kez düşünülmeli, öyle konuşulmalıdır. Devlet yönetimi ciddiyet gerektirir...

Şiddete kaynaklık teşkil eden siyasetteki dil sorunu

Siyasetin temelinde ‘’dil’’ kavramı yatmaktadır. Bu nedenle de ‘’siyaset dili’’ büyük önem taşır. İster iktidarda, ister muhalefette olsun siyasetçinin dili, oraya buraya çekilmeyecek, kutuplaşmaya zemin hazırlamayacak ölçüde düzgün, açık, net ve anlaşılır biçimde “sağlıklı” olmalıdır.

Siyasette yanlış anlamalara, alınganlıklara zemin hazırlayan, kutuplaştıran, öfke ve şiddet içeren sözler, davranışlar; yerini, akılcı ve gerçekçi çizgide söylemlere, tutum ve davranışlara bırakmalıdır.

Siyasetçi ‘’insanı merkeze alarak’’ halka anlayış, saygı ve sevgi ile yaklaşmalı, içten ve olumlu sözlerini beden dili ile bütünleştirmelidir. Ağzından çıkacak her sözü yerinde ve zamanında kullanmalı, böylece halk ile sıcak ilişki kurma becerisini gösterebilmelidir. Unutulmamalıdır ki “siyaset”; aklını kullanarak, dil ve beden dili aracılığı ile problemleri zor kullanmadan tatlılıkla çözme sanatıdır…

Politikada tartışma mutlaka olacaktır ama siyasi terbiye ve nezaket sınırlarını aşan, “olumsuz sözler ve davranışlar’’ halk sağlığını fazlasıyla tehdit etmektedir…

Siyasetçi, toplumda ‘’rol-model’’, yani örnek olma görevini üstlenmiş kişi demektir. Bu bakımdan, zaman zaman onun dilinde ifadesini bulan öfke yüklü söylemler ve buna bağlı olarak sergilenen nefret söylemleri, itici, kışkırtıcı jestler, mimikler ve davranışlar anlattığım gibi hiç de olumlu sonuçlar doğurmamaktadır…

Bu bağlamda, hiçbir siyasetçinin olumsuz sözleri, tutum ve davranışları kendisiyle sınırlı kalmamakta, hatta dalga dalga ülke sathına yayılarak bir domino etkisi yaratıp, toplumsal ve sosyal huzuru ve barışı ve ulusal güvenliği bütünüyle tehlikeye düşmektedir... 

Bu nedenle her siyasetçi, önce iyice düşünmeli, sonra dikkatli bir şekilde konuşmalı ve nihayet özenli, olgun, örnek oluşturacak olumlu tavırlar sergilemelidir…

Acil uygulanması gereken yasalar

Kadına yönelik şiddete karşı söylemlerde bulunmak, bu olayları kınamak, ahkâm kesmek kadına yönelik şiddetin gün be gün arttığı ülkemizde artık pek bir anlam ifade etmemektedir… Zaman eyleme geçme zamanıdır.

Bu kapsamda;

* Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 19 Aralık 1979 tarih ve 34/180 sayılı kararıyla kabul edilen ve Türkiye tarafından 1985 yılında çekinceleriyle kabul ettiği, ancak 2008 tarihinde 29. maddenin 1. fıkrasına ilişkin çekince hariç diğer çekincelerini kaldırdığı “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi’’;

* Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)’nun ‘’Kadınların ve erkeklerin insana yakışır işlerde çalışıp insana yakışır kazanç sağlayabilmeleri için gerekli fırsatların artırılması’’ strateji hedefleri;

* Birleşmiş Milletler Dünya Kadın Konferanslarında yer alan Kadının Korunmasına İlişkin Uluslararası Sözleşmeler;

* 2011 yılının Mayıs ayında İstanbul’da gerçekleşen, Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu toplantısında imzaya açılan, Türkiye’nin de imzaladığı ve 1 Ağustos 2014 itibarıyla Türkiye’de resmen yürürlüğe giren kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesini konu alan ve hukuki bağlayıcılığı bulunan ilk uluslararası belge niteliğinde olan ‘’İstanbul Sözleşmesi’’,

* 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu;

* 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun;

* T.C Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan ‘’Kadının Güçlenmesi Strateji Belgesi ve Eylem Planı (2018 - 2023)’’

Derhal uygulanmalıdır! Zaman mazeret üretme değil, zaman eylem zamanıdır… Bu konuda eyleme geçmeyen sözlerin konuya hiçbir katkısı olmayacaktır…

Sonuç

Öncelikle iktidarıyla, muhalefetiyle siyasetçi çatışma ve şiddet kültürünü terk etmelidir. Siyasetçinin dili uzlaşıcı, kapsayıcı, kucaklayıcı olacak şekilde düzgün, açık, net ve anlaşılır biçimde “sağlıklı” olmalıdır…

İktidarıyla, muhalefetiyle siyasetçi; kadın konusundaki ilkel düşüncesini, eril dilini ve maço davranışlarını düzeltmelidir… Kadın - erkek eşitliği konusunda siyasetçi topluma örnek olmalıdır…

Sözlüklerde yer alan, erkek egemen dilinin hâkim olduğu kültürün yol açtığı kadınlara yönelik fosilleşmiş, kadın düşmanlığına, kadına ve kadın bedenine hakarete dönüşen nefret sözcüklerinin tamamı ayıklanmalı ve bir daha kullanılmamalıdır…

Kadına yönelik şiddette verilen cezalar caydırıcı olmalıdır.

Yukarıda saydığım kadını korumaya dönük olan yasalar derhal uygulanmalıdır!

Türkiye’de her kadın cinayetinin ardında yukarıda saydığım hatalar, kusurlar ve ihmaller bulunmaktadır. Dolayısıyla kadın cinayetlerinin vebali bu saydığım hataları, kusurları ve ihmalleri bulunan siyasetçilerin boynunadır...

Sözün özü: Türkiye'deki kadın cinayetleri politiktir...

Arz ederim…


Osman AYDOĞAN 


Yorumlar - Yorum Yaz