• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi6
Bugün Toplam396
Toplam Ziyaret2891270

İstanbul’un Kurtuluşu


İstanbul’un Kurtuluşu


06 Ekim 2020


Bugün, 06 Ekim, İstanbul'un kurtuluşunun yıldönümüdür... İstanbul'un kurtuluşunu anlatmak için nasıl işgal edildiğinden başlamak gerekiyor...

Mütareke Dönemi

Türk Kurtuluş Savaşında özellikle İstanbul ile özdeşleşen bir dönem bulunuyor… Bu döneme ‘’Mütareke Dönemi’’ adı veriliyor… Mütareke dönemi; 30 Ekim 1918 tarihinde yapılan Mondros Mütarekesi ile başlayıp 11 Ekim 1922 tarihinde yapılan Mudanya Mütarekesi ile sona erene bir dönemi kapsıyor… Ve bu dönemde çok şey yaşanıyor… Bunların en başında İstanbul’un işgali geliyor…

İstanbul’un işgali

İstanbul’un, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Müttefik kuvvetlerce (görünürde İngiliz ve Fransız birliklerince ancak gerçekte ise Haçlı kuvvetlerince) işgali aslında tarihte İstanbul’un ikinci kez işgali oluyor…

İstanbul’un birinci işgali

İstanbul’un birinci işgali 1204 yılında Dördüncü Haçlı Seferi'nde haçlılar tarafından yapılıyor. Bu işgalde İstanbul tamamen tahrip ediliyor, yağmalanıyor, muhteşem kütüphanesi yok ediliyor… 25 Temmuz 1261 tarihinde İznik İmparatoru VIII. Mihail İstanbul’u (o zamanki adı Konstantinopolis) Haçlılardan geri alarak işgali sona erdiriyor… Bu işgal 57 yıl sürüyor…

İstanbul'un ikinci işgali

İstanbul'un ikinci kez işgali, Mondros Mütarekesi ile, Mütarekenin hemen ardından, Mütarekeden 14 gün sonra 13 Kasım 1918 tarihinde İngiliz ve Fransızlar tarafından İstanbul'un önemli ve stratejik noktaları kontrol altına alınarak yapılıyor... 

Aynı gün, 13 Kasım 1918 günü İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan savaş gemilerinden oluşan bir filo işgal için İstanbul Limanı’na giriyor… Bu filoda 22 İngiliz, 17 İtalyan, 12 Fransız, 4 Yunan savaş gemisi ve ayrıca 4 denizaltı bulunuyor… Zaman içinde bu işgalci filodaki gemilerinin sayısı 167’ye kadar çıkıyor…

Fransız General d’Espèrey’nin 8 Şubat 1919 tarihinde İstanbul’a ikinci gelişinde, Karaköy’den karaya çıkıyor ve Beyoğlu’na doğru bir zafer alayı düzenliyor. General D’Espèrey bu törende, Fatih’in İstanbul’u fethine nazire yaparcasına bir ata binerek katılıyor… General d’Espèrey’i karşılamada bir Osmanlı bandosu da yer alıyor… General d’Espèrey, kendisini karşılayan Osmanlı bandosu atını ürküttüğü için kırbacını sallayarak ve “sus” diye bağırarak bandonun sesini kesiyor…


İstanbul’u işgal eden Fransız General d’Espèrey’nin Fatih’in fetih törenini anımsatan tören yürüyüşü.

Bu rezalet üzerine gazeteci Süleyman Nazif, Hadisat Gazetesi’nin 9 Şubat 1919 tarihli nüshasında “Kara Bir Gün” başlıklı bir yazı yazıyor. Bu yazıyı okuyan Fransız General d’Espèrey, çok sinirleniyor ve Süleyman Nazif’in yakalanarak “idam edilmesini'' istiyor. Ancak generalin siniri geçince Süleyman Nazif Malta’ya sürgün ediliyor…


Mondros Mütarekesi sonrasında, 21 Aralık 1918 tarihinde Padişah Vahdettin tarafından, yeni seçimler yapılmak üzere parlamento feshediliyor. Yapılan seçimler sonunda Son Meclis-i Mebûsan ilk toplantısını 12 Ocak 1920 tarihinde yapıyor… Bu meclis, Misakı Millî’yi kabul edince işgal güçlerinin hedefi haline geliyor. 16 Mart 1920 tarihinde işgal güçleri Meclis’i basıyor. İşgal kuvvetleri tarafından Rauf Orbay dâhil kimi milletvekilleri ile toplumda bilinen eski devlet erkânı ve yazarlar tutuklanıp Malta Adası’na sürgüne gönderiliyor. 16 Mart 1920 tarihinden itibaren bütün bakanlıklara birer İngiliz kontrol subayı atanıyor… Meclis-i Mebûsan da işgal güçlerinin baskısıyla anayasaya aykırı olarak 11 Nisan 1920 tarihinde resmen kapatılıyor…

İşgal süresince İstanbul'da işgal kuvvetleri tarafından Türklere yapılan aşağılamanın, yağmanın, işkencenin, tacizin ve tecavüzün haddi hesabı bulunmuyor... Bugün için ABD askerleri Irak'ı işgallerinde ne yapmışlarsa o zaman da İngiliz ve Fransız askerleri hemen hemen aynısını yapıyor… Ancak işgalcilerin bu eylemleri pek dile getirilmiyor… Mithat Cemal Kutay, ''Üç İstanbul'' (Oğlak Yayınları, 2008) adlı eserinde bu dönemi çok iyi anlatıyor...

Mütareke basını ve Mütareke aydınları

Osmanlı basının bir kısmı, bir kısım sözde aydınlar, bir kısım Osmanlı devlet erkânı ve azınlıklar işgal kuvvetlerinin yanında yer alıyor… Bunlardan bir kısım Osmanlı basını; yandaş, yalaka, yavşak, yılışık ve yalancı olarak işgal kuvvetlerini destekliyor… Bu nedenle bu basına ‘’Mütareke Basını’’ adı veriliyor… Mütareke basınından; Ali Kemal, Refi Cevat Ulunay, Sait Molla, Mustafa Sabri Efendi, Mehmet Asım gibi sözde gazeteci ve yazarlar, işgal kuvvetlerinin yanında ve Millî Mücadele'nin karşısında yer alıyor… Bu sözde aydınlardan Ali Kemal, Milli Mücadele’ye olan düşmanlığından dolayı Türk tarihinde "Mütareke basını" deyiminin sembolü haline geliyor…

İstanbul gazetelerinden Alemdar, Peyam-ı Sabah, Türkçe İstanbul ve Aydede gazeteleri tamamen işgal kuvvetlerini destekleyip Milli Mücadelenin karşısında yer alıyor… Vakit, Zaman, İkdam ve Tasvir-i Efkar gazeteleri de işgalin başında işgal kuvvetlerine destek veriyor. Örneğin İstanbul işgal edildiğinde bu gazeteler şu başlıkları atıyor: Vakit: “Memleket artık barış ve huzura kavuştu”, Zaman: “Düşmanın dostluğu”, İkdam: “Allah’ın yardımıyla ateşkes yapıldı”, Tasvir-i Efkar: “Çevresi çiçeklerle bezenmiş, üstünde güneş doğan bir barış” vb…

Sözde Osmanlı aydınları ve hatta Osmanlı devlet erkânı da işgal kuvvetlerine karşı yavşaklık ve yalakalık yapıyor… Örneğin Falih Rıfkı, Maarif Nazırı (Bakanı) Rıza Tevfik’i şöyle anlatıyor; “Tevfik Paşa kabinesinde, Hürriyet ve İtilafçı Rıza Tevfik’i Maarif Nazırı olarak buluyoruz. Bir gün köprüye doğru gidiyordum. Bir otomobil durdu, içlerinden gülerek, seslenerek Rıza Tevfik indi, karşı kaldırımda bir İngiliz yüzbaşısına doğru yürüdü. Bir şeyler anlattığı zaman, yüzbaşı soğuktu bile... Bir Osmanlı Nazırı (Bakan) için bir İngiliz yüzbaşısından iltifat görmek... O şimdi, daha bir yıl önce Şam sokaklarında bir Suriyeli eşrafın bir Osmanlı kumandanı ile selamlaşabilmesi kadar, göstermeğe ve gösterişe değen bir hadise idi.”

Falih Rıfkı’nın bahsettiği Bakan Rıza Tevfik, bakan olmadan önce İstanbul Üniversitesinde öğretim üyesi olarak görev yapıyor… Öğrencilerle yaşadığı bir tartışmada (ki bu tartışma da Türklük üzerinedir) öğrencilere şöyle rest çekiyor: "Bana bakın, İngilizler burada oldukça, kimse beni susturamaz, istediğimi söylerim, bana bir halt edemezsiniz." 

Bahsi geçen Rıza Tevfik daha sonra Sevr delegelerden birisi oluyor (Ve Sevr’i de imzalıyor). Rıza Tevfik, Sevr delegesi olarak bir Paris gazetesine şöyle demeç veriyor: ‘’İngilizlerden çok şey öğrendim. Fransız medeniyetine tutkunum. Bende his ve fikir itibariyle beğenilecek ne varsa sizindir. Bende fena olan her şeyin kaynağı benim.’’

Damat Ferit kabinelerinden birinde Adliye Nazırı Bosnalı Ali Rüştü Bey, Yunan taaaruzunun başarısı için dualar ettiriyor... 

Mütareke dönemi rezillikleri çoook uzayıp gidiyor. Falih Rıfkı Atay, ''Çankaya'' (Pozitif Yayınları, 2004) adlı eserinde bu konulara fazlaca yer veriyor... Bu dönemi anlatmak ayrı bir yazı konusu oluyor... En iyisi burada bırakmak gerekiyor…


Kurtuluş Savaşı sonrası, işgal kuvvetleri işbirlikçisi bu sözde gazeteci, bu sözde aydınlar ve bu sözde devlet erkânı yurtdışına sürgün ediliyor… Bunlar 150 kişi olduğu için bunlara "Yüzellilikler" adı veriliyor…

Sevr Anlaşması

10 Ağustos 1920'de tarihinde de Osmanlı İmparatorluğunu bitiren Sevr Anlaşması imzalanıyor.

Sanatçı çağının tanığı oluyor... Bu tanıma uygun bir şekilde bir resim sanatçısı Sevr Anlaşmasının imzalanmasını Fatih Sultan Mehmet’i, kabrinde Sevr Anlaşması'nı imzalayanları endişe ile izlerken tasvir ediyor:


Anadolu'nun işgali

Birinci Dünya Savaşı sonunda sadece İstanbul işgal edilmiyor. İtalyanlar, Antalya bölgesini, Fransızlar, Adana ve Antep bölgesini, arkasında İngilizler olan Yunanlılar da bütün bir Güney Marmara ve Batı Anadolu’yu işgal ediyor... 

Kurtuluş Savaşı

Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Kurtuluş Savaşı veriliyor. Önce İtalyanların ve Fransızların işgal ettiği bölgeler kurtarılıyor. Sonra da 26 Ağustos 1922 tarihinde başlayan Büyük Taarruz neticesinde 09 Eylül 1922 tarihinde de İzmir kurtarılıyor. Böylece İzmir'deki Yunan işgali de sona eriyor…

Büyük Taarruz'dan sonra İzmir'e doğru Türk ordusunun ilerleyişini bir başka sanatçı da şu şekilde resmediyor:


Bir başka resim sanatçısı da Türk askerinin işgalci Yunan askerini kulağından tutmuş, Ege'nin karşı yakasına gönderirken tasvir ediyor:


İzmir'in kurtuluşundan sonra


Türk Ordusu'nun İzmir'e girmesinden sonra Fahrettin Paşa komutasındaki 5. Süvari Kolordusu İtilaf Devletleri kontrolündeki tarafsız bölgeye doğru ilerliyor. Bunun üzerine Çanakkale Boğazı güneyinde tarafsız bölgede bulunan Fransız ve İtalyan birlikleri geri çekiliyor. İstanbul’daki İşgal Kuvvetleri Komutanı General Harington, 9 Eylül 1922 tarihinde itibaren Çanakkale’ye yığınak yapmaya başlıyor. Bir İngiliz alayını Çanakkale’yi savunmakla görevlendiriyor.

Batı Anadolu’nun kurtuluşu

06 Eylül 1922 tarihinde Balıkesir, 11 Eylül 1922 tarihinde Bursa, 16 Eylül 1922 tarihinde Bandırma Yunan işgalinden kurtarılıyor. 16 Eylül 1922 tarihinde aynı zamanda Çeşme’deki son Yunan birlikleri, 18 Eylül 1922 tarihinde de Anadolu’daki son Yunan askerleri Erdek’ten çekiliyor… Bu tarihte (18 Eylül) Anadolu, Yunan ordularından tamamen temizleniyor…

İngiltere, Ankara Hükûmeti ile görüşmeye başlayarak anlaşma yollarını arıyor. Ankara Hükûmeti bu görüşmelerde İstanbul ve Çanakkale boğazlarının denetimini istiyor. İngiltere başbakanı Lloyd George bu istekleri reddederek birliklere muharebe durumuna geçmesi emrini veriyor. Ancak İngiliz birlikleri Komutanı General Harington birliklerine ateş açılmaması emrini veriyor.

19 Eylül 1922 tarihinde İtalya ve Fransa, Çanakkale’deki birliklerini Avrupa yakasına çekiyor... 

Bu arada İstanbul’daki Fransız Yüksek Komiseri General Pelle, İzmir’e giderek Atatürk’le görüşüyor. General Pelle, Atatürk’e ''tarafsız bölgeye girilmemesi gerektiğini” söyleyince Atatürk, “tarafsız bölgeyi tanımadığını, ordularını daha fazla tutamayacağını, Yunanların işgali altındaki Doğu Trakya’yı almak için Çanakkale’ye ilerlemeye devam edeceğini'' söylüyor...

Türk birlikleri, İngiliz direnişi ile karşılaşmadan tarafsız bölgeye girerek Çanakkale Boğazı'na doğru ilerliyor... Bu kapsamda Kocaeli Grubu’nun İzmit bölgesine, 2. Süvari Tümeni’nin de Çanakkale’ye ilerlemesi emrediliyor...

İngiltere'de Türklerle savaşılmasını istemeyen Winston Churchill'in başını çektiği bir grup bakan istifa ediyor... 

İzmir'in kurtuluşundan sonra Damat Ferit Paşa 21 Eylül 1922 tarihinde ülkeden Avrupa’ya kaçıyor.

İngiltere'de 19 Ekim 1922 tarihinde Lloyd George başbakanlıktan istifa ediyor.

Mudanya Mütarekesi

İşte Mustafa Kemal’in bu kararlı davranışı emperyalistleri Mudanya ateşkes görüşmelerine götürüyor… Sonuçta 11 Ekim 1922 tarihinde Mudanya’da İsmet Paşa başkanlığındaki Türk Heyeti ile Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalanıyor…

Bu Antlaşma, Kurtuluş Savaşının askerî harekât bölümünü bütünüyle bitiriyor. Bundan sonra artık politik görüşmeler dönemi başlıyor. Bu sayede İstanbul ve Doğu Trakya savaşılmadan kurtarılıyor.

İstanbul’un kurtuluşu

Türk Ordusunun, İstanbul, Boğazlar ve Doğu Trakya Bölgesine yönelmesi ve Mustafa Kemal 'in kararlılığı ve diplomasisi ve İngiliz sömürgelerinin Anadolu'ya tekrar asker göndermek istememeleri Müttefiklere geri adım attırıyor... Bu kararlılığın neticesinde Lozan Barış Antlaşması ile bir tahliye protokolü imzalanıyor. Bu protokol gereği Müttefiklerin son birlikleri 2 Ekim 1923 tarihinde Türk bayrağını selamlayarak İstanbul’dan ayrılıyor…

6 Ekim 1923 tarihinde de Şükrü Naili Paşa komutasındaki 3. Kolordu birlikleri halkın sevgi gösterileri arasında İstanbul’a giriyor ve böylece beş yıl kadar (4 yıl 10 ay 23 gün) süren İstanbul'un bu ikinci işgali resmen sona eriyor… İstanbul'un Haçlılar tarafından birinci işgali 57 yıl sürmüş iken İstanbul'un yine Haçlılar tarafından bu ikinci işgali ise yaklaşın beş yıl sürüyor...

Görüldüğü gibi İngiliz ve Franszılardan oluşan işgal kuvvetleri İstanbul'u gönüllü olarak terk etmiyor... Mustafa Kemal'in Türk ordusuna yaptırdığı ileri harekât, manevra ve Mustafa Kemal'in asker'i harekât kararlılığı ve diplomasisi neticesinde Müttefik kuvvetler İstanbul'u terk etmek zorunda kalıyor... 

Yine devreye sanatçılar giriyor. Kimliği bilinmeyen bir sanatçı tarafından İstanbul’un kurtuluşu şu şekilde resmediliyor:


Resimdeki Osmanlıca yazıları günümüze aktaracak olursak:

Resmin sağ üstünde bulunan ilk satır: ‘’Mehmed'in hikâyesi’’, ikinci satır ise ‘’Edirne Fatihleri’’ olarak yer alıyor…

Resmin en alt birinci satır:

“Açdın bugün al sancağını Sultan Selime,

Yâd eyleyecek nâmını hürmetle Edirne.”

En alt ikinci satır:

“Şad eyledin ervahını ecdadı kiramın,

Kurtardı büyük milleti azmi meramın”

Olarak yer alıyor…

Resmin İstanbul’un kurtuluşundan sonra çizildiğini değerlendiriliyor. Çizimde İstanbul’un fatihi Fatih Sultan Mehmet, Fatih Sultan Mehmet’in arkasında Alparslan ve Alpaslan’ın arkasında Mimar Sinan ile beraber; Mustafa Kemal Atatürk ve Mustafa Kemal Atatürk'ün arkasındaki İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak’ı karşılıyor.

Çizimde İstanbul’un fatihi Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un kurtarıcısı Mustafa Kemal Atatürk’ün elini sıkarak kucaklıyor. Fatih Sultan Mehmet’in ve Atatürk’ün ayaklarının altında ise Türkiye’yi parçalara ayıran Sevr Anlaşmasının yırtılmış hali resmediliyor. Çizimde arka planda Mimar Sinan’ın inşa ettiği Edirne’deki Selimiye Cami yer alıyor. Sevr Anlaşması’na göre Edirne ve Kırklareli Yunanistan’a veriliyordu. Atatürk, Sevr Anlaşması’nı yırtıp atınca Edirne ve Selimiye Cami de kurtulmuş oluyor. İşte bunu hatırlatmak için resimde Selimiye Cami ve onu inşa eden Mimar Sinan da yer alıyor.

Bugün, İstanbul'un işgalden kurtuluşu ama aynı zamanda Damat Ferit’in de öldüğü gün oluyor... İşgal döneminde uygulamalarıyla, en çok da Sevr ile damga vuran Damat Ferit, İstanbul’u geri alındığı gün, yani 6 Ekim 1923 tarihinde, tarihin bir cilvesi olarak Fransa’nın Nice şehrinde ölüyor..

İşte İstanbul’un kurtuluşu böyle oluyor... Ancak ne yazık ki, bu kurtuluşu anlamayanlar ve ''Kurtuluş Savaşı'nı keşke Yunan kazansaydı'' diyebilecek kadar çiğ, nankör ve hain olanların izinden gidenler, tüm Türk yurdunu, tüm İstanbul'u ve tüm camileri kurtaran, bu nedenle de Alpaslan'ın selam durduğu, Fatih Sultan Mehmet'in tebrik için kucakladığı İstanbul'un kurtarıcısına İstanbul'da bir mabette lanet okuyacak kadar çiğlik, nankörlük ve hainlik yapıyor...  

Konstantiniye yerine İstanbul adının kullanılması

Ayrıca İstanbul’a resmi olarak ‘’İstanbul’’ adını veren ve ‘’Konstantiniyye’’ olarak kullanılmasını yasaklayan Mustafa Kemal Atatürk oluyor…

Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettiğinde şehrin kendi adı olan "Constantinople’’ (Konstantinopol) değiştirmiyor. Bu şehrin adı bütün Osmanlı kayıtlarında ve diplomaside ‘’Konstantiniyye’’ olarak kullanılıyor... Ancak 18 yy.’dan itibaren halk arasında ‘’İstanbul’’ adı kullanılmaya başlanılıyor…

3 Ocak 1929 tarihine Posta Telgraf ve Telefon Genel Müdürü, Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle merkezi İsviçre'nin Bern şehrinde bulunan Uluslararası Posta, Telgraf ve Telefon Teşkilatı'na bir mektup yazarak bundan sonra İstanbul’a gönderilen mektup, telgraf ve kolilerde "Constantinople" yerine "İstanbul" adının kullanılması gerektiğini resmen bildiriyor. Bu emre uyulması için de 28 Mart 1930 tarihine kadar bir yıl kadar bir süre tanınıyor. Bu tarihten sonra üzerinde Konstantinapol, Constantinapole ve Konstantiniyye yazan mektuplar dağıtılmayarak iade ediliyor… Yani bu tarihten sonra İstanbul’un adı resmi olarak İstanbul oluyor…

Sonuç

İstanbul’un fethini çağına göre değerlendirmek lgerekiyor... Günümüzde fetih kutlamaları artık Ortaçağ’da kalmış bir düşünce ürününün tezahürü oluyor... İstanbul için kutlanacak bir vesile var ise o da 06 Ekim 1923 İstanbul’un kurtuluş günü oluyor...   

Bu vatanı bize armağan edenleri, İstanbul'u kurtaran, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere silah arkadaşlarını ve emeği geçenleri şükran, minnet ve rahmetle anıyorum...

06 Ekim 1923 İstanbul’un kurtuluşu kutlu olsun… 

Osman AYDOĞAN


Yorumlar - Yorum Yaz