• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi4
Bugün Toplam269
Toplam Ziyaret3146211

Sakarya Meydan Muharebesi, Büyük Taarruz, Kuvayı Milliye Ruhu ve Tarih Bilinci


Sakarya Meydan Muharebesi, Büyük Taarruz, Kuvayı Milliye Ruhu ve Tarih Bilinci

23 Ağustos 2021


Toplum olarak nesneler arasında bir ilişki kurmuyoruz. Hele hele kavramlar arasında hiç mi hiçbir bir ilişki kurmuyoruz. Öyle olunca da tanım ve kavramlarla pek bir ilgimiz, pek bir alakamız bulunmuyor. Bir kavramın, bir konunun adı biliniyor ancak bu konu veya kavramı tanımlamaya gelince doğru bir tanım yapılamıyor. Bu zaman da kavram karışıklığı ortaya çıkıyor ve kimse kimseyi anlayamıyor. Bu nedenle hemen hemen her yazımda da söylediğim gibi her şey tanımla başlıyor ve araçlarla yola devam ediyor.

Harp, muharebe ve mücadele

‘’Harp’’, ‘’muharebe’’ ve ''mücadele'' kavramları tamamen farklı kavramlar oluyor. ‘’Harp’’ yerine Türkçesi olan ‘’savaş’’ sözcüğü de kullanılabiliyor. Ancak ‘’muharebe’’ sözcüğü yerine, ‘’mücadele’’ sözcüğü yerine bir Türkçe sözcük bulunmuyor. Halbuki İngilizce'de harp / savaş; ‘’war’’ iken muharebe için de ‘’battl’’ kavramları bulunuyor.

Örnek olarak; ‘’Birinci Dünya Harbinde Çanakkale muharebelerindeki Arıburnu mücadelesi’’ diye ifade edildiğinde üç boyuttan bahsediliyor (harp, muharebe ve mücadele). Arapça bir sözcük olan ‘’harp’’ karşılığı Türkçe ‘’savaş’’ iken, yine Arapça bir sözcük olan ‘’muharebe’’ ve ‘’mücadele’’ sözcüklerine Türkçe sözcükler bulunmuyor. Yukarıda verdiğim örneği ‘’Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale Savaşı’ndaki Arıburnu Savaşı’’ diye söylendiğinde üç boyutlu bir dünyadan tek boyutlu bir dünyaya inerek düşünce ve anlam yoksulluğu yaratılıyor.

Dolayısıyla ister ‘’Kurtuluş Savaşı’’, isterse de ‘’İstiklâl Harbi’’ sözcükleri kullanılsın bu savaşı / harbi belirleyen iki meydan muharebesi bulunuyor: Birincisi ‘’Sakarya Meydan Muharebesi’’, diğeri de ‘’Dumlupınar Meydan Muharebesi’’. Bu meydan muharebelerine ‘’Sakarya Savaşı’’ ve ‘’Dumlupınar Savaşı’’ demek ''Kurtuluş Savaşı / Harbi''nin önemini, anlamını ve ağırlığını küçültüyor. Kaldı ki her iki meydan muharebesinin de dünyada eşi benzeri bulunmuyor. Her iki meydan muharebesi bir milletin topyekûn katıldığı bir meydan muharebesi oluyor. Her iki meydan muharebesinde kağnı ile teeee İnebolu'dan Kastamonu ve Çankırı yoluyla Ankara'ya kağnı kollarında mermi taşıyan kadınlar görev alıyor. Bu kadınlardan 1921 kışında soğuktan donarak şehit olanlar oluyor. 12 yaşında kağnı kol komutanı çocuklar görev alıyor. Tekâlifi Milliye Kanunu ile bütün bir millet varı ile yoğu ile seferber oluyor.

Bu yazımda bu muharebeleri anlatmayacağım. Görgü tanıklarından kısa kısa hatıraları nakledeceğim.

Sakarya Meydan Muharebesi ve Dua Tepe

1983 yılında ‘’Sakarya Meydan Muharebesi’’ konulu bir konferansımın hazırlığını yapıyorum. Konferansım için Sakarya Meydan Muharebesi’nin yapıldığı alanı adım adım dolaşıyor ve bölgedeki köylülerle konuşuyorum. Karatepe için bir köylü bana şöyle diyor: ‘’Dedelerimiz bu tepeye aylarca yaklaşamamışlar. Tepe birkaç kez el değiştirmiş. Şehitlerimizi defnetmişiz ama Yunan askerleri kalmış. Yılanlar sarmış her tarafı…’’


Dua Tepe civarında bir çobanla görüşüyorum: Çoban eliyle Dua Tepe istikametini göstererek; ‘’Beyim, her sabah gün doğmadan bu eteklere gökyüzünden nur yağar’’ diyor. O Dua Tepe ki, çobanın; ‘’her sabah gün doğmadan buralara nur yağar’’ dediği o yamaçlarda karşı taarruz esnasında askerlerimiz Yunan makineli tüfeğinin etkisiyle taarruz düzeninde şehit oluyor. O Dua Tepe ki, Sakarya Meydan Muharebesinde Türk genel karşı taarruzunda, düşmandan geri alınan ilk tepe oluyor. O Dua Tepe ki düşmanın Ege Denizi’ne dökülünceye kadar kovalandığı büyük taarruzun başlangıç noktası oluyor.

Turgut Özakman ve Sakarya Meydan Muharebesi (23 Ağustos  - 13 Eylül 1921)

Turgut Özakman, Ankara'da bir radyo kanalında 2 Ekim 2006 tarihinde Devrim Hacısalihoğlu ile yaptığı canlı söyleşide hem Sakarya Meydan Muharebesi hem de Büyük Taarruz ile ilgili hatıralarını aktarıyor:


"1947 yılında henüz 18 yaşında iken bir arkadaşımız 'Yunanlıların en çok ilerlediği Polatlı'dan yürüyerek bu savaşın cereyan ettiği yerleri gezelim, yürüyelim, dolaşalım, insanlar sağ, onlardan anı toplayalım, var mısınız?' dedi. Biz 10 arkadaş, evet dedik. 1948 yılı 20 Ağustos'unda Ankara'dan Polatlı'ya trenle gittik, Polatlı'da indik. Kartaltepe'nin eteğinde henüz daha siperler duruyordu. Doğa ve vefasızlığımız o siperleri henüz silmemişti. Toprağa elinizi daldırsanız şarapnel parçaları geliyordu, onları topladım. Polatlı'da Yıldıztepe'ye çıkıyorsunuz, daha siperlerin izleri duruyor, elinizi toprağa daldırırsanız avucunuza şarapnel parçaları geliyor. Onları da topladım, tüfek parçaları, neler. Benim, o tarihte başlar anı toplamam. Yaşayanlardan anı topladım. Eski dergileri, kitapları topladım, o dönemle ilgili yerli yabancı bütün kitapları topladım. Haritalar, fotoğraflar topladım. Savaş alanlarını dolaştım.’’

Turgut Özakman ve Büyük Taarruz 

‘’Orada duamızı ettik şehitlerimize, yola çıktık.  Onuncu gün, 29 Ağustos gecesi, Afyon'da Dumlupınar Abidesi'ne ulaştık. Başımızı o taşa koyup uyuduk. Yolda o dönemi yaşamış tanıklarla konuştuk. Kimi bu savaşlara katılmış, kimi sadece tanık olmuş, kadınlar erkekler gençler yaşlılar. Oradaki bir Anadolu annesinin sözünü de aktarmadan geçmeyeyim. Dedi ki: 'Biz yana kavrula ordumuzun taarruza geçip bizi kurtarmasını bekliyorduk. Sonra bir gün, (gösterdi) şu çeşmenin ardından başı kalpaklı süvariler rüzgâr gibi geçip gittiler, anladım bizimkilerdi. Köye çığlığı bastım: Kemal'in askerleri!' Bu Kemal'in askerleri deyimi benim içimi titretmişti o zaman. Yani çok halktan bir insan, Gazi'nin demiyor, Başkomutan'ın demiyor, Paşa'nın demiyor, Kemal diyor. Canından birinden bahseder gibi. O Kemal'in askerleri deyimini birkaç yerde anlattım. Çok da kullanılır oldu.’’


Kuvayı Milliye ruhu

‘’O zamanlar şunu gördüm: Bu bir avuç Anadolu insanı, emperyalizme karşı, dünyayı dize getirmiş emperyalizme karşı, belki bilinçsiz bir tepki gibi, belki derinden gelen bir içgüdüyle karşı durmaya başladı. Millî Mücadele'yi yapanlar sağdı, toprak daha barut kokuyordu, anıları dinledim Benim kuşağım Millî Mücadele'yi iyi bilen bir kuşak. Çünkü Millî Mücadele'yi yapanlar henüz sağ idi. Toprak daha barut kokuyordu. Ben İstanbullu, Bakırköylüyüm. Bakırköy'ün işgalini yaşamış bir ailenin çocuğuyum. Onlar da işgal dönemini anlatıyorlardı. Biz bunları öğrenerek geldik. Sonra mesela, benim ilkokuldaki hocalarımdan biri Millî Mücadele'ye gidip silahıyla katılmış bir Gazi'ydi. Bunlar Kuvayı Milliye ruhu nedir, ölüyorduk dirildik, uçuruma gidiyorduk geri döndük. Bunu bize çok güzel anlattılar."


Tarih Bilinci

Türkçemiz aziz bir dil. Başka hiçbir dilde olmayan kavramlar Türkçede bulunuyor. Örnek olarak; ‘’bilmek’’ ve ‘’bilinç’’ gibi, ‘’sevmek’’ ve ‘’sevinç’’ gibi, ‘’kıvanmak’’ ve ‘’kıvanç’’ gibi, ‘’övünmek’’ ve ‘’övünç’’ gibi. Liste uzatılabiliyor. ‘’Bilmek’’ ve ‘’bilinç’’ farklı anlamda kullanılıyor. Tarihi herkeslerden çok bilirsiniz, gider tarih profesörü olursunuz, ama ‘’Tarih Bilinci’’niz yoksa bir koskoca hiç oluyorsunuz.


İnsanın kendi varlığını, aldığı duyguları sezmesi halidir bilinç. Algı ve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme sürecidir bilinç. Çok karmaşık insan bedeninin etkinliklerini, insanın dünyaya anlam vererek, gerçekleştirdiği yaşantısını, ruhsal, toplumsal, kültürel, siyasal boyutlarda süregiden yaşamını açıklamaya yarayan bir kavramdır bilinç. Bundan dolayıdır ki Hegel; ‘’Felsefe; kendini bilinçli hale getiren düşüncedir’’ diyor...

20. yüzyılın önemli Alman filozoflarından Edmund Husserl de şöyle diyor: “Kişinin farkında olması ile farkında olduğu şey arasında sıkı bir ilişki vardır; her bilinç kendine özgü bir niyet geliştirir ve bu niyet, bilincin neyi algılayıp nasıl anlamlandıracağını etkiler." Bu nedenle Türk Kurtuluş Savaşını, 19 Mayıs’ı, 23 Nisan’ı ve 30 Ağustos’u anlayabilmek ve anlamlandırabilmek için iyi bir Tarih bilincine ihtiyaç bulunuyor.

İşte bu nedenle; Tarih bilinci olmayanların, zaten askerî, siyasi ve ekonomik olarak bitmiş Osmanlının Sevr ile beraber tarih sahnesinden silindiğini, başta İstanbul olmak üzere Anadolu'nun neredeyse tamamen İşgal edildiğini görmeyenlerin, Türk milletine ‘’Milli Misak’’ çerçevesinde ‘’Hâkimiyeti Milliye’’, ‘’İrade-i Milliye’’, ‘’Kuvayı Milliye’’ ve ''Bağımsızlık'' kavramlarını aşılayan Mustafa Kemal Atatürk’ü, 19 Mayıs'ı, 23 Nisan’ı ve 30 Ağustos Zaferini anlamalarının ve anlamlandırmalarının imkân ve ihtimali bulunmuyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün adını ağzına almayanların, milli bayramları kutlamayanların ve kutlatmayanların niyetlerindeki işte bu bilinç eksikliği oluyor.

Mustafa Kemal Atatürk sayesinde o makamlarda oturup, Mustafa Kemal Atatürk sayesinde o camilerde özgürce ibadet edip de cami minberinde Mustafa Kemal Atatürk’e lanet okuyanlardan, Zafer Haftası nedeniyle verdikleri Cuma hutbesinde Mustafa Kemal Atatürk’ün adını zikretmeyenlerden, Kurtuluş Savaşı kahramanı Albay Reşat Çiğiltepe’nin adının verildiği okuldan adını silip parayı verenin adını asan bir zihniyetten de zaten böyle bir bilinç beklenmiyor. Böyle bir çiğliği de Afrika kabileleri bile yapmıyor. Onların bile bir milli kimliği ve bu milli kimliği savunacak gururu, onuru ve ruhu bulunuyor. 

Sonuç


Türkiye'de yıllardır iktidarı ile muhalefeti ile TBMM çatısı altında bulunanların, işte bahsettiğim bu ''Tarih Bilinci'' ve ''Kuvayı Milliye Ruhu'' olmayınca günümüzde yaşadığımız her türlü ilkellik, her türlü rezillik, her türlü rüsvalık ve her türlü pespayelik hem yapılıyor hem itiraz edilmiyor ve hem de daha da kötüsü kanıksanıyor.

Alber Camus, “Veba” adlı eserinde, salgının yayılması ve ölümlerin kanıksanması üzerine şöyle diyor: “Kanıksamak, vebadan da tehlikeli ve lanet bir hastalık!”

Bir toplumu çürüten en büyük etmen ise kötülüğün kanıksanması oluyor. Türkiye işte böylesi bir lanet hastalığa yakalanıyor. Bütün toplumlar kötülüğü kanıksayarak yok oluyor.

''Tarih Bilinci'' olmayanların ''Kuvayı Milliye Ruhu'' da olmuyor.


Osman AYDOĞAN



Yorumlar - Yorum Yaz