• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi5
Bugün Toplam146
Toplam Ziyaret2912177

Türkiye’nin Nietzsche’si: Oruç Aruoba


Türkiye’nin Nietzsche’si: Oruç Aruoba

22 Haziran 2020

Avusturyalı filozof Ludwig Josef Johann Wittgenstein (1889 - 1951) dili felsefenin merkezine oturtan 20. yüzyılın en önemli filozoflarındandır. Kişinin ve toplumun düşünce ufkunu dilin sınırları ile belirlediğini iddia eder… Mantık ve dil felsefesi konularında yaptığı çalışmalarla modern felsefeye önemli katkılarda bulunur…

Türkiye’de Wittgenstein’ı tanıyan herkes büyük bir çoğunlukla çevirmen, yazar, şair ve felsefeci Oruç Aruoba vasıtasıyla tanımıştır. Çünkü Wittgenstein’in tek eseri  ‘’Tractatus Logico-Philosophicus’’ (YKY, 1996) Oruç Aruoba tarafından çevrilmiştir. Oruç Aruoba aynı zamanda ülkemizdeki nadir Wittgenstein uzmanlarından birisidir… Ben ise Oruç Aruoba’yı tersten tanıdım… Avusturya’da tanıdığım Wittgenstein’ı Türkçesini okumak için ararken, malum ki felsefi kitapları aslından okumak oldukça zordur, çevirmen Oruç Oruoba’yı tanıdım…

Bu yazımda sizlere kısaca; Türkiye’de felsefe yapan, felsefi metinleri okuyan, üzerinde düşünen ve onları anlayan Türkiye’nin önemli ve ender düşünce insanlarından birisi olan Oruç Aruoba’yı tanıtmak istiyorum…

Hayatı

Oruç Aruoba, 1948 yılında Karamürsel'de doğar… TED Ankara Koleji'ni bitirdikten sonra Hacettepe Üniversitesinde psikoloji lisans ve yüksek lisansını tamamlar. Yine Hacettepe Üniversitesi'nde felsefe bilim uzmanı olur ve felsefe bölümünde doktorasını yapar. Prof. Dr. İoanna Kuçuradi ve Bilge Karasu’nun öğrencilerinden birisi olur. Aynı üniversitede öğretim üyeliği yapar (1972-1983). Bu süreçte, Almanya’da Tübingen Üniversitesi'nde felsefe semineri üyeliği (1976-1977) ve 1981 yılında Victoria Üniversitesi (Wellington - Yeni Zelanda) konuk öğretim üyeliğinde bulunur. Akademisyen olarak başladığı kariyerine yazar, şair ve felsefeci olarak devam eder. Çeşitli basın organlarında yayın yönetmenliği, yayın kurulu üyeliği ve yayın danışmanlığı yapar. Birçok dergide yazı ve çevirileri yayınlanır… Felsefe kitaplarının yanı sıra şiir ve şiirsel metinlerinden oluşan kitaplar yazar… Aruoba, Felsefe Sanat Bilim Derneği'nin her yıl düzenlediği "Assos’ta Felsefe" etkinliklerine de konuşmacı olarak katılır…

Oruç Aruoba, uzun yıllar öğretim görevlisi olarak çalıştığı Hacettepe Üniversites'nden genç denebilecek bir yaşta 1983 yılında 12 Eylül kurumu olan YÖK'ü protesto ederek ayrılır… Ankara'dan İstanbul'a taşınır. Ancak felsefeden kopmaz... Yazar ve çevirmen olarak hayatına devam eder.. Aforizmalara dayalı felsefi metinleri oldukça başarılı bir şekilde kaleme alarak Türkiye'de pek çok okura ulaşır. Yıllar sonra İstanbul'u da terk edip İzmir'e yerleşir vefat edene kadar orada yaşar.

Çevirileri

Oruç Aruoba; Hume, Nietzsche, Kant, Wittgenstein, Rainer Maria Rilke, Hartmut von Hentig, Paul Celan ve Matsuo Bashō gibi düşünür, yazar ve şairlerin eserlerini Türkçeye kazandırır. Bunlar içerisinde David Hume’un “İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma” (Say Yayınları, 2020), Friedrich Nietzsche’nin “Deccal” (İthaki, 2008) ve girişte bahsettiğim Ludwig Wittgenstein’ın “Tractatus Logico-Philosophicus” (YKY, 1996) eserleri en bilinen tercüme eserleridir. Felsefi eserlerin tercüme zorluğundan bahsetmiştim. Felsefi eserleri tercüme etmek bir yana yine Avusturya’da tanıdığım 20. yüzyılın başında Alman lirik şiirinin en önemli temsilcilerinden Rainer Maria Rilke’nin şiirlerini tercüme etmek bugün Almanca biliyorum diyen her babayiğidin harcı değildir… 

Aruoba hem Türkiye’de bir Nietzsche ve Wittgenstein uzmanıdır hem de Türkiye’nin Nietzsche’sidir. Türkiye’de Wittengstein, Rilke ve Nietzsche uzmanı tek felsefecidir dense yeridir…

Şair Oruç Aruoba

Aruoba, aynı zamanda Japon edebiyatı kökenli bir şiir türü olan ‘’haiku'’nun (kısa şiir), Türk edebiyatındaki temsilcilerinden de birisidir… Aruoba şiirlerinde kendine özgü olarak üslup ve noktalama işaretleri kullanır…

Murathan Mungan kendisi için şöyle söylerdi: "İşim kelimeler benim. Sahte alçakgönüllülüğe gerek yok: Türkçe’nin saçlarını tarayan, tarayabilen yaşayan üç-beş yazardan biriyim. İçimizle dilimiz arasındaki mesafeyi kelimelerle kapatmaya çalışan adamdır yazar dediğin." Murathan Mungan’ın söylediği gibi Türkçe’nin saçlarını tarayan, tarayabilen, içimizle dilimiz arasındaki mesafeyi kelimelerle kapatan ve kelimelerle dans eden bir düşünürümüzdür Oruç Aruoba…

Melih Cevdet Anday bir yazısında şöyle yazardı; ‘’Türk toplumundaki felsefe eksikliğini Türk şiiri gidermiştir.’’ Melih Cevdet Anday’ın bu sözünü doğrularcasına felsefi derinliği olan bir şairimizdir aynı zamanda Oruç Aruoba…

12 Eylül’ün eğitim ve düşün dünyasına olan etkisi üzerine

12 Eylül ile başlayıp, 1982 Anayasası ile desteklenen ülkenin depolitizasyonu sürecinde felce uğratılan, daha sonra iktidara gelen yönetimlerce de düzeltilmeyip daha da kötürüm hale getirilen eğitim sistemimizin ve düşün dünyamızın ne hale geldiğini, düşünen beyinler yerine bir nasıl uyuyan ve uyudukça da uyuşan beyinler yetiştirildiğini ‘’Plan-pr.com'’ İnternet sitesinden İpet Altınay ile yaptığı söyleşide şöyle anlatıyordu Oruç Aruoba:

"Ben üniversitede hoca iken (12 Eylül öncesi) çok başka bir süreç vardı. Liseden yollarını bulmuş olarak geliyorlardı. Bulduklarını sanarak geliyorlardı. Tek yol devrim, tek yol İslam, tek yol bilmem ne, diye geliyorlardı. Bizim üniversitedeki işimiz de büyük çapta kafaları temizlemek oluyordu. Tek yol yoktur, diye uğraşıyorduk. 12 Eylül'den sonra bomboş kafalar geliyor. Bence Türk toplumu 12 Eylül'den şöyle bir sonuç çıkardı: Bunlar ne yaptılar? Düşündüler. Düşününce ne yaptılar? Bir ideolojiye sahip oldular. Bir ideolojiye sahip olunca ne yaptılar? Başka türlü düşünenleri öldürmeye başladılar. O zaman geriye dönelim. Düşünme. Düşünürsen ideolojin olur, ideolojin olursa öteki ideolojiden olanları öldürürsün. Bu da çıkar yol değil. Sonu yok. Vazgeç. Böylece düşünmekten vazgeçtik."

Günümüz anlamak için bu tespit üzerinde iyice düşünülmelidir diye değerlendiriyorum.

Eserleri

Oruç Aruoba’nın eserleri ağırlıklı olarak Metis yayınlarınca yayınlanır. Aruoba’nın eserleri şunlardır: ‘’Tümceler, Bir Yerlerden Bir Zamanlar’’ (1990),  ‘’De ki İşte’’ (1990), ‘’Yürüme’’ (1992), ‘’Hani’’ (1993), ‘’Ol/An’’ (1994), ‘’Kesik Esin/tiler’’ (1994), ‘’Geç Gelen Ağıtlar’’ (1994), ‘’Sayıklamalar’’ (1994), ‘’Uzak’’ (1995), , ‘’Yakın’’ (1997), ‘’Ne Ki Hiç’’ (1997), , ‘’İle’’ (1998),  ‘’Çengelköy Defteri’’ (2001), ‘’Zilif’’ (2002), ‘’Olmayalı’’ (2003), ‘’Doğançay'ın Çınarları’’ (2004), ‘’Benlik’’ (2005) ve ‘’Meşe Fısıltıları’’ (2007)

Oruç Aruoba’nın kitaplarından alıntılar

Oruç Aruoba’nın bahsettiğim bu kitaplarından bazı alıntılar veriyorum… Ancak bu alıntılar Aruoba’nın şiirlerinden kısa bölümlerdir… Bu alıntıları okuyunca kendi kendinize soracaksınızdır muhtemelen: ‘’Ben mi Oruç Aruoba’yı okudum yoksa oruç Aruoba beni mi yazdı?’’ 

Sözü Oruç Aruoba’ya bırakıyorum…

Çengelköy Defteri

‘’İki çakmağım var: birisinin gazı bitmiş ama hâlâ çakıyor; ötekinin taşı bitmiş ama hâlâ gazı var: Çakanıyla gazı olanını yakıyor; sigaramı öyle yakıyorum.
— hep bir ayarlama ve uyarlama değil mi ki zaten, yaşam?’’

Zilif

"Dünya ne ise oydu; ben de ne isem o oldum,
uyuşamadık.
Hepsi bu."

‘’Her şeyden vazgeçerim, ne isem o olmaktan vazgeçmem. Uyuşmazlığımı mazur görün ya da görmeyin..’’

"...İnsan olan insan çok az, bunu anladın bunca yıl sonra; bir de şunu: İnsan insan oldu mu, acı çeker..." 

‘’Garip işte: Beni tanımaya en çok o ‘tanımayanlar’ yaklaştı...”

“Ama beni tanımalarını en çok istediğim kişiler, beni en çok yanlış anlayan onlar oldular.” –

Benlik

''Yengeç, suda yaşar; ama yüzme bilmez – suyun içinde, yürür.''

Yakın

"Ateş
yakabileceği her şeyi
yakana dek
yanar-
ancak o zaman
söner..."

"Ateş yakan, yeri ve zamanı gelince,
ateşini söndürme koşullarını da düşünmeli ve bilmelidir.

Ateş yakmayı bilmek,
ateş söndürmeyi bilmeyi de
gerektirir."

Tümceler

“Gelmeyeceğini bildiğini beklemen, 'bilgelik sevgin' idiyse, ve, geleceğini bildiğini beklemen, 'sevginin kendisi' idiyse; işte, gelmek üzere yolda olduğunu söylemek için arayanı beklemen de, 'mutluluk'tur...”

‘’Ne çok yol, ne az varış.’’

Olmayalı

 “Yaşamın anlamını arayıp arayıp –hep bulduğunu sanıp, hep bulamadığını anlayıp– hep yeniden araman, doğrudur: yaşamın anlamı tam da odur işte: hep arayıp arayıp —-bulduğunu sanıp, bulamadığını anlayıp– hep yeniden aramak zorunda olduğun..

o'dur, anlamı, yaşamının.”

Hani

"Kendi olarak, sana gelen-
sana gereksinimi olmadan, seni isteyen-
sensiz de olabilecekken, senin ile olmayı seçen-
kendi olmasını, seninle olmaya bağlayan- -
o, işte..."

‘’İşte, bak:
Gidiyor o tekne-
Kimseyi getirmemişken.’’

“Ayırd edemiyorum
İçimdeki kıpırtılarla
Dışımdaki tangırtıları;
Yaptıklarımsa, hep yanılgılardan;
Yanılgılar.”

‘’Birleştiremiyorum
içimdeki kopukluklarla
dışımdaki bozuklukları;
yazdıklarımsa, hep yansılardan;
Yansılar.’’

‘’Hayal ile gerçeklik ilişkisi, bir güçlülük ilişkisidir: Hangisi daha güçlüyse, öteki, ona boyun eğer.’’

‘’Gerçeklerin bilinmesinin acı payını, hep hayaller öder.’’

"Gerçeklerle baş etmenin en iyi yolu, hayal kurmaktır."

‘’Felsefe, kişinin baş edemediğiyle boğuşmasıdır.’’

"Felsefe direnmektir, dünyaya."

"Yaşamında en zor işin, kendi yolunu yürümek olacak
-ve, ilişkin olan, önem ve değer verdiğin kişilere, bunu anlatmak:
Yaşamını, yaşadığın kadarıyla, yalnızca senin yaşamın olduğunu, aynı şeyin onlar için de geçerli olduğunu; ilişkide olmanın da, bu temel gerekliliği engellemediğini,
engellememesi gerektiğini...
Ama anlatamayacaksın ki..
- Çünkü, daha kendini bile gereğince anlamamış olacaksın bunu.."   

Uzak

"Kişinin yaşamı, uzaklıklar ile yakınlıklar arasında yürür.
Kişi ne yaparsa yapsın, hep, ya bir şeylere birilerine yaklaşıyor, ya da bir şeylerden birilerinden uzaklaşıyordur. -hiçbir zaman, bir yerde- birileri ile birlikte duruyor değil: hep yürüyor..."

‘’Sevgi, özleminin kaynağı değil;
özlem; sevginin ölçüsüdür.

Sevdiğini bilmen, özleyebilmendir.

Ancak özlediğini bildiğin, sevebildiğindir. Sevdiğindir.

Özlem, sevgi değil;
Sevgi, özlemdir.’’

"Tavşan besleyen, havuç da yetiştirmelidir."

"Özlem: bir yanına bir şeyler yazılmış bir katlı kâğıdın yırtılmış yarısındaki boşluk gibi.’’

‘’Özlem, örneğin işitmeyeceğini bildiğin birine-yalnızca ona; ama kendi kendine-neredesin? diye seslenmendir.’’

‘’Özlem her şeyi yakandır. Ancak da her şeyi yaktığında özlemdir.’’

"Özlem, görememenin yorgunluğudur..."

‘’Özlem, uzaklığın ayıramadığıdır.
Özlem, uzaklıkta ayrılmamışlıktır.
Özlem, ayrılmamış uzaklıktır.
Özlem, ayrılamayan uzaktalıktır.’’

"Özlem, dilektir.

Lütfen bu gece üşümesin.
Lütfen bu gece acılanmasın.
Lütfen bu gece rahat uyusun."

‘’Özlem ile acı arasında da garip bir ilişki vardır:-

Özlem, fazlaca güçlü olunca da acı payı yükselir, azalmaya
yüztutunca da — özleyen,
çoğalan özleminin acısını da çeker;
özleminin azalmakta olmasının da…

Özlem, çok da olsa, az da;
hep, acılıdır.’’

"Özlediğin, gidip göremediğindir;
ama, gidip görmek istediğin.’’

“Yalnızca içteki yakındır; başka her şey uzak.’’

İle

"İnsanca özlemler dünyaya uymuyorsa, bozuk olan dünyadır; insanca özlemler değil."

"Sevgi, iki insanın birbirlerinin yüzlerine bakmaları değil, birlikte aynı yöne bakmalarıdır."

‘’Güvensizlik, naftalinlenmemiş yünlünün içine giren güve gibi (...) delik deşik eder ilişkiyi.’’

"Sen
karanlık beynimin aydınlık köşesi
siyah düşüncelerimin beyaz döşeği
pırılpırılsın
burada.

Ben
ışıklı yolunun karanlık köşesi
beyaz düşlerinin siyah döşeği
kapkarayım
orada."

"Bitirmek istemiyorum; ama, belki, sürdürdüğüm, bitmiş bir şeydir…"

‘’Hayalden gerçekliğe giden yoldaki adımı atmadın —— ‘Kaçtım’ dedin...’’

‘’Her insan bir uçurumdur.’’

'' Uçurumun karşılıklı iki yakasından, aynı anda, atlamak; dibi boylarken de, ortada, bir kısa an, elele tutuşmak...
Kim bilir, belki de her ilişki, zaten, böyledir...''

Yürüme

"Kişinin kendi üzerine soruları arttıkça, yanıtları azalır. (-zaten tersi doğru değil mi: kendi üzerine bütün yanıtları 'bilen' kişi, kendini hiç sorgulamamış kişi değil mi -yani insanların çoğunluğu...)"

“Yapmadıklarımız, yapmak istemediklerimizdir, yapamadıklarımız da, yapmak istediklerimiz.”

"Bütün dert; ötekilerle bir arada yaşamak zorunda olup, bir arada yaşamaya dayanamamızdadır."

“Kalabildiğimiz tek yer, ötekilerin bellekleridir.”

"Yol iki yer arası değildir; yer iki yol arasıdır."

‘’Yalnızlık, en içimizdedir.’’

"Ancak kendi yerini yerinden eden, yeni bir yola çıkabilir."

"Yolu yapan, yola çıkma edimidir.’’

‘’Yolu,
yürüyen bilmez;
açan bilir."

“Yeri yalnız kendi yeri,
yolu yalnız kendi yolu
olan kişi, ne yerinde ne yolunda,
başka kişilere rastlamayacaktır.
- rastladıkları da, hep, onun
ne yerini ne yolunu anlayanlar
olacaktır.”

“Kişi kendi yerini bir kez yitirmeyegörsün -
artık, her yer, girip çıkabileceği
-çıkmak üzere girebileceği -
bir yer haline gelir.”

“Kişiyi yapan, bilinçtir;
ama kişi bilinçle yaşayamaz
—onunla, ancak, ölür...”

‘’Yol, kendine bir yer bulamamış
kişinin özlemidir.
Kendi yerini yerleşiklikte
bulamayan kişi,
onu yolculukta arar.’’

‘’Yerini yitiren kişi,
yola çıkmak zorundadır.’’

‘’Kişi, yoldaş diye,
ancak kendi ulaşabildiği yerlere varabilecek,
daha ileriye yürüyemeyecek kişiler seçiyorsa,
kendisi de duruyor demektir... (Oysa:

‘...daß Andere sie aufnehmen
und fortsetzen ... mögen ... kommen
und weiterfliegen ...
und es besser machen ...’)’’

‘’— en büyük tehlike, huzurlu yerdir:-
Mezardır orası...’’

‘’Belirli bir yol arayan kişi için en büyük
tehlike, o yolu bir yerde durarak, 'bakarak'
arayabileceğini (hatta, bulabileceğini)
sanmasıdır — çünkü, yollar bulunmaz:
yürünür; yerlerde ise, olsa olsa, durulur
— onlar, bulunur; artık, yürünmez...
Yola çıkacak kişinin aşması gereken
ilk ve en önemli engel,
kendi yerleşikliğidir :
kendi yeri
— kendisidir...’’

Ol / An

‘’Sözcükler gelip geçiyor içimden
anlamsızlığa doğru,
eylemler geçip gidiyor elimden
çaresizliğe doğru.’’

‘’Buradayım:
Yüzyıl oldu.
Önümden geçen yol
tıkandı,
Çevremdeki bahçeler
daraldı,
içimde yaşayan insanlar
azaldı:
Yalnızlaştım.’’

‘’Gidiyorsun:
Bütün kendimi göndersem seninle
Götürür müsün?’’

De Ki İşte:

"Yaşamında, en çok yakınlaşma isteği duyacağın kişiler,
senden uzaklaşma gereksinimini en çok duyan kişiler
olacaklar. "

‘’Yaşam geçiştirdiğin bir şey olacak
-içinden geçtiğin; geçtikçe geciktirdiğin;
sonra da, geçip gitmesine izin verdiğin bir şey...’’

"Felsefe, çalkantılardan çıkan dinginlik umudu;
huzursuzluklardan çıkan huzur umududur. "

"Ne beklediğini bilerek -ama, beklemeden- yaşayacaksın: en çok beklediğinin de, gelse bile birgün, hiç bir zaman beklediğin anlamda gelmeyeceğini bilerek...

Yaşamın bir bekleme olacak -ama, beklemeden yaşayacaksın.

Yaşamın, beklediğinin gelmemesi - ki, işte :
senin de, gelmeyeceğini bildiğini beklemen
olacak.”

"Yalnızca neyi aradığını bilmeden yaşamakla kalmayacaksın,
bulduğunda, aradığının o olup olmadığını da bilmeyeceksin."

‘’Yaşamında genel çizgilerinde, üç tür 'şey'le karşılaşacaksın:-

1. Gelip geçmiş şeyler
2. Gelip geçmemiş şeyler
3. Gelmeyip geçmiş şeyler.’’

“Yaşam; sürekli bir yolunu yitirmişlik.”

Oruç Aruoba bu kitabında ölüm hakkında şunları yazar:

‘’Yaşamın sana açıkça söyleyebileceği tek şey ölümdür. Öyleyse, yaşamın tek açık anlamı, ölümdür."

"Ölüm ters anıdır; yani anı olmayacak şeydir - ölüm, anımsanamayacak tek yaşantıdır.."

"Yaşamakta olmanın bilincini sağlayan,
ölüm bilincidir.
Ölümü bilmeyen yaşam,
yaşam değildir.
İnsanı yaşatan ölümdür.
Ölüm kişiyi yaşatır."

‘’İnsanların çoğunluğu, yaşamlarını anlamsız yaşıyorsa,
pek ender bir azınlığı, ölümlerini yaşayarak,
yaşamlarını da anlamlı yaşıyor.’’

‘’Kişi, ölümden sonra geri kalandır.’’

"İnsanı yaşatan ölümdür."

"Yol bitmez.
insan ölür,
o yolun bir yerinde kalır.."

"Olgunluğun muştucusudur ölüm :
o gelince olgunlaşma sonra erer
—olgunluk gerçekleşir."

"Yaşam ne denli gecikirse geciksin,
ölüm hep zamanında gelir.
ölüm gecikmez."

Olgunluğun muştucusuydu ölüm

Öyle oldu, tıpkı Aruoba’nın yazdığı gibi oldu: Yaşam ne denli gecikirse geciksin, ölüm hep zamanında gelirdi, ölüm gecikmezdi… Olgunluğun muştucusuydu ölüm: o gelince olgunlaşma sonra ererdi, olgunluk gerçekleşirdi…

Öyle de oldu, tıpkı Aruoba’nın yazdığı gibi oldu: Olgunluk gerçekleşti, ölüm gecikmedi… 31 Mayıs 2020 günü ajanslara bir haber düştü: ‘’Oruç Aruoba vefat etti’’ diye… Öyle de oldu, yol bitmedi, Aruoba öldü, o yolun bir yerinde kaldı…

Cemal Süreya'nın vefatından sonra, "bir şairin gözleri kapanınca, dünyada görülecek şeyler azalır" demişti Oruç Aruoba... Öyle de oldu, dünyada görülecek şeyler şimdi biraz daha azaldı…

‘'Hayatın bütün esrarını çözdüğün vakit ölümü arzularsın. Çünkü o da hayatın sırlarından biridir’’ derdi Halil Cibran… Öyle de oldu, sanırım Oruç Aruoba da hayatın bütün esrarını çözüp ölümü arzuladı…

Bir bilge kişileri öldüğünde Afrika yerlileri ‘'kütüphanemiz yandı'’ diye ağıt yakarlarmış…Öyle de oldu, kaybettiğimiz her bir şairimiz / yazarımız / bilim insanımız için ben de ''bir sözlüğümüz daha yandı'’ diye ağıt yakıyorum…

Bir şiirinde şöyle derdi Oruç Aruoba:

"Her şeyi yazarım da
zamanı yazamam -
o yazar çünkü
beni.’’

Öyle de oldu, Oruç Aruoba bir tek zamanı yazamamıştı. Şimdi zaman onu yazıyor…

Oruç Aruoba yine bir şiirinde şöyle derdi:

"Nedendir
bilemiyorum;

sana bakınca
kendimi görüyorum,

sana gelirken
kendimden gidiyorum

senden giderken
kendime gelemiyorum..."

Öyle de oldu Oruç Aruoba, Türkiye’nin Nietzsche’si, senden giderken biz kendimize gelemiyoruz…

Allah rahmet eylesin…

Bir iyi insan daha bir iyi ata binip gitti…

Osman AYDOĞAN



Yorumlar - Yorum Yaz