• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi4
Bugün Toplam159
Toplam Ziyaret2917285

Bir böğürtlen çalısı olarak döngüsel tarih


Bir böğürtlen çalısı olarak döngüsel tarih

25 Mayıs 2020

İstanbul’un fethinde tam tamına dört koca gün kaldı… Tabii ki şimdiden itibaren değil. Tam tamına 567 yıl önce bugün 25 Mayıs 1453’den itibaren… 567 yıl önce bugün kuşatmanın 50. günüdür… Dört gün sonra da kuşatmanın 54. günü şehir düşecektir…

Bir hamaset öğretisi olarak tarih

Şimdiden haber verirdim ben eğer Korona nedeniyle kısıtlamalar olmasaydı hamaset nutuklarını, surlara atılan naraları, sur tepelerinde sallanan Osmanlı sancaklarını…

Bizim tarih yazıcılığımız ve tarih öğretimiz ne yazık ki hamaset üzerine kurulmuştur, tarihten ders almak üzere değil… Hamaset çok tehlikeli, âdete zehirli bir kavramdır. Eğe bir nesil tarihi ile övünüyorsa o nesil hiç de tarihine layık bir nesil değildir. Toplumsal gelişimin temel esası ‘’neslin ecdadı ile övünmesi değil, ecdadın o nesil ile o torunlarla övünmesidir’’…

Bugün için övünülecek bir şeyi olmayanlar hep düne sığınırlar. Bugün için edebi, felsefi, sanatsal, maddi ve manevi bir birikimi olmayanlar, bugünü iyi geçmeyenler teselliyi dünde, geçmişlerinde ve atalarında bulurlar.

‘’Bugünün en acı hüznü dünün sevinçlerinin yâd edilmesidir’’ derdi Halil Cibran. Derdi ki Cibran: ‘’Dün bir rüya, yarınsa bir hayaldir. Rüyayı mutlu, hayali umutlu yapan bugündür. Bugüne iyi bak.’’ Bugüne iyi bakamayanlar, bugünü iyi olamayanlar bir aciz gibi, bir meczup gibi düne sığınırlar. Dünleri yoksa da sığınılacak bir dün yaratırlar. Tıpkı TV’lerde yayınlanan gerçek tarihle hiçbir ilgisi olmayan diziler gibi…

İngiliz tarihçi ve yazar Eric Hobsbawm’ın ‘’Tarih Üzerine’’ isimli güzel bir kitabı var. (Agora Kitaplığı, 2009) Hobsbawm bu kitabında dünün, geçmişin ve tarihin nasıl kötüye kullanıldığını ve nasıl istismar edildiğini şöyle anlatır (s. 6-7): “Nasıl haşhaş, eroin müptelalığının hammaddesiyse, tarih de milliyetçi, etnik ya da fundamentalist ideolojilerin hammaddesidir. Geçmiş bu ideolojilerin asli öğelerinden birisi, belki de asli öğesidir. Eğer amaca uygun bir geçmiş yoksa böyle bir geçmiş her zaman için yeniden icat edilebilir. (...) Geçmiş, meşrulaştırır. Geçmiş, övünülecek fazla bir şeyi olmayan şimdiki zamana daha şerefli bir arka plan sunar (...). Bizim, genel olarak tarihsel olgulara karşı bir sorumluluğumuz bulunduğu gibi, özelde tarihin siyasal-ideolojik açıdan istismar edilmesini eleştirmek gibi bir görevimiz de var.”

Hobsbawm hiçbir yoruma yer vermeyecek kadar açık ve net söylemiş.

Kant'ın en çok değer verdiği öğrencisi olan Alman filozof ve düşünür Arthur Schopenhauer’in (1788 – 1860) şöyle bir sözü vardı:

‘’En ucuz gurur, milli gururdur. Bu, onunla gurur duyandaki bireysel özelliklerin yoksunluğunu ele verir. Çünkü insan neden milyonlarca insanların paylaştığı bir özelliğe tutunma gereği duyabilir ki başka türlü? Dikkate değer kişisel niteliklere sahip olan, sürekli göz önünde bulundurduğu milliyetinin hatalarını açıkça görebilecektir. Ama dünyada gurur duyabilecek hiçbir şeyi olmayan her yoksul kişi gurur duyabilmek için son çare olarak ait olduğu milliyeti ile gurur duyar. Bu noktada insan milli gururda güç bulur ve ondaki tüm hata ve eksiklikleri var gücüyle savunur.’’

(''Die Wohlfeilste Art des Stolzes hingegen ist der Nationalstolz. Denn er verrät in dem damit Behafteten den Mangel an individuellen Eigenschaften, auf die er stolz sein könnte, indem er sonst nicht zu dem greifen würde, was er mit so vielen Millionen teilt. Wer bedeutende persönliche Vorzüge besitzt, wird vielmehr die Fehler seiner eigenen Nation, da er sie beständig vor Augen hat, am deutlichsten erkennen. Aber jeder erbärmliche Tropf, der nichts in der Welt hat, darauf er stolz sein könnte, ergreift das letzte Mittel, auf die Nation, der er gerade angehört, stolz zu sein. Hieran erholt er sich und ist nun dankbarlich bereit, alle Fehler und Torheiten, die ihr eigen sind, mit Händen und Füßen zu verteidigen.'' Arthur Schopenhauer, ‘’Aphorismen zur Lebensweisheit’’, Nikol, 2010, s. 360)

Toplum olarak en büyük yanlışımız; önyargı ve duygularımızın bizi besliyor oluşudur, araştırma, analiz etme, mukayese ve muhakeme etme ve neticede ‘’anlama’’ gibi zihni melekelerimizin engellenmiş oluşudur, hamasetten bilgi seviyesine gelememiş oluşumuzdur, rasyonel, metodik ve analitik düşünce eksikliğimizin oluşudur. Bu yanlışlarımız ve eksikliklerimiz bir değirmenin taşları gibi arasına alıp öğütüyor bizi… Ne yazık ki farkında değiliz… Tarih konusu da böyle... Tarihi; rasyonel, metodik ve analitik olarak inceleyip ders alınacak bir bilim dalı olarak değil de bir hamaset aracı olarak kullanıyoruz. Hal böyle olunca Schopenhauer’in sözüne şüpheyle, kaygıyla, endişeyle yaklaşıyoruz…

Tarihi anlamaz isek günümüzü de anlamayız... Bu konuda sürekli örnekler veririm. ‘’Hayat ileriye doğru yaşanır, ancak geriye doğru anlaşılır’’ diye… ‘’Geleceğe ilişkin öngörüler kökleri tarihte olan ve buradan beslenen bitkiler gibidir’’ diye… ‘’Tarih sadece geçmişte ne olduğunu değil, aynı zamanda gelecekte de ne olacağını anlatır’’ diye… İbn-i Haldun Mukaddime’sinde (Dergah Yayınları, 2013), “Geçmişler geleceğe, suyun suya benzemesinden daha çok benzer” derdi diye… Mehmet Akif’in ‘’Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?’’ derdi diye…

Tarihi böylesine anlamaz isek; tarihini dizilerde, geçmişini masalda, geleceğini ise falda okuyarak öğrenmeye çalışan bir nesil yetiştirmiş oluruz…

Braudel’in tarih tezi

Bu noktada tarihe farklı bir perspektif içerisinden bakan benim geç keşfettiğim bir Fransız tarihçi Fernand Braudel’e  yer vermek istiyorum..

Fernand Braudel (1902– 1985) bir coğrafyacı olmasına rağmen, tarih biliminde neredeyse devrim yaratan bir ekolün, en ünlü temsilcilerinden birisidir. Braudel’e göre zamanın hızı gerek mekândan mekâna gerekse hangi zaman türünden bahsedildiğiyle ilgili olarak farklılık gösterir.  Braudel’in kastettiği mekân Akdeniz’dir… Özellikle Doğu Akdeniz’dir…  (Braudel, ‘’Bellek ve Akdeniz -Tarihöncesi ve Antikçağ’’ Metis Yayıncılık - Tarih Toplum Felsefe Dizisi, 2016) Braudel’in anlattığı Doğu Akdeniz’de sabit bir zaman sınırı da yoktur. Braudel’e göre dünyanın bir başka mekânı bir başka tarihi yaşarken Doğu Akdeniz Ortaçağ’ı yaşıyor olabilir.

Braudel’in bu görüşünü Alev Alatlı hiç Braudel ismini zikretmeksizin basitçe şu şekilde formüle eder: ‘’Ey, Oğul! Devirli bir oluşumdur, tarih. Sakın ola ki, ezelden ebede dümdüz uzanan doğrusal bir hat bellemeyesin. Güneş her gün daha mütekâmil bir dünyaya doğmaz. Gün olur, en gerideki, en öndekinden ilerde olur. Aristarkus, Kopernik’e ‘zıpçıktı astrolog’ diyen devrimci Martin Luter’den daha ilericidir. Ahmet Yesevi, Kadızade Mehmet’in çok ötesinde. Ey, Oğul! Bir şeye ille de benzeteceksen her budağından sürgün atan salkım saçak bir böğürtlen çalısına benzet tarihi. Bir sürgünü çiçeğe dururken, diğeri meyve vermekte, bir diğeri ise kurumaktadır. Bir çağda birden fazla çağ yaşanır.’’

Son yıllardaki Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’daki gelişmeler; ABD'nin Ortadoğu'da bitmeyen müdahaleleri, Irak, İran ve Suriye’deki olaylar, Türkiye’nin Suriye’ye askerî harekâtı ve Libya’ya asker göndermesi, 3. İstanbul Havaalanı, Kanal İstanbul, Yeni Osmanlıcılık söylemleri ve politikaları hep bu tarihi perspektif içerisinde değerlendirilmelidir diye düşünüyorum…

Bir devlet nasıl yıkılır?

Yazıma Fatih ile başladım… Fatih, 567 yıl önce bugün 25 Mayıs 1453’de İstanbul’u fethetmek için gün sayıyordu… Ama şunu pek bilmeyiz: Fatih nasıl bir İstanbul’u fethetti? Koskoca Doğu Roma İmparatorluğunun başkenti nasıl oldu da bir Türk beyliği tarafından fethedilecek hale geldi…

Bir devlet nasıl yıkılır? Kısaca iki düşünürün görüşlerine yer vermek istiyorum.

İbn-i Haldun, Mukaddime’sinde şöyle bir tez ortaya atardı:

''Devletler de tıpkı insanlar gibi doğar, büyür, yaşlanır ve ölürler. İslam coğrafyasında kurulan devletler ortalama 100 ila 120 yıl yaşarlar. Bir devlet kurulduğunda, şehirleşmiş medeni unsurlar yönetir, onun dışındaki bedeviler devlete karşıdır. Şehirleşenler zamanla mücadele etmeyi bırakır ve bedevilere yenilirler. Devlet yönetimine gelen bedeviler zamanla medenileşir, onların dışında yeni bedevi gruplar oluşur. Sonra yönetime yeniler gelir. Bu döngü her 20-25 yılda bir tekrarlanır. En çok 4 ya da 5 kez sürer, devamında devlet çöker.''

İbn-i Haldun, ‘’Mukaddime’’sinde dile getirdiği bu tezinde devletin çöküşü esnasında beş aşamanın bulunduğunu belirtir. İbn-i Haldun, bu aşamaları da şu şekilde sıralar: Zafer, istibdat, ferağ (istirahat, dinlenme), müsâlemet (huzur, barış) ve israf. Devletlerin geçirdiği bu beş aşama Batı’nın doğrusal tarih anlayışının aksine ve Braudel’in tezi gibi döngüsel olarak her 20 – 25 yılda bir devam eder.

Benzer şekilde İngiliz felsefecisi Thomas Hobbes (1588 – 1679) de ünlü eseri Leviathan’da (Yapı Kredi Yayınları, 1993) şöyle der:

‘’Yönetim ilkeleri zaman içinde değişebilir, hükumetler değişebilir, bakanlar değişebilir, insanların karakterini değiştiren gelişmeler olabilir, insanların tutkuları, düşünceleri, yaşları, sağlıkları değişebilir, egemenleri ve bakanları hep değişebilir. Bir yönetim bu değişimlerle, kimi zaman gururlu ve güçlü, kimi zaman ise zayıf, bazen aydınların, bazen ise cahillerin elinde olabilir; bir yükselir, bir alçalır, yeniden yükselir, baş aşağı gider ve bütün bu düzensiz git-gellerden sonra atılım gücünü kaybeder, duraklar, sonunda da dağılır ve biter.’’

Bir ‘’Böğürtlen Çalısı’’ olarak Doğu Roma

Doğu Roma’nın nasıl yıkıldığını, Fatih’in 567 yıl önce tarih sahnesinden sildiği Doğu Roma İmparatorluğunun nasıl bu hale düştüğünü; Braudel’in fikrinden, İbn-i Haldun’un, Thomas Hobbes’un ve Alatlı’nin örneklerinden yola çıkarak; bir ‘’Böğürtlen Çalısı’’nı, yani Doğu Roma’dan bir kesit alarak, Doğu Roma’nın en muhteşem imparatoru Justianianus'u ve onun Roma imparatorluğunu dirilme çabalarını ve sonuçlarını anlatmak istiyorum... Daha sonra Fatih’i anlatmak istiyorum… Bakalım üzerinde yaşadığımız bu coğrafya ve onun tarihi bize bu sefer neler söyler?

Yarından itibaren İstanbul’un fethine kadar buyurun bir dizi tarih yazısına…

Osman AYDOĞAN



Yorumlar - Yorum Yaz