• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi8
Bugün Toplam265
Toplam Ziyaret2913394

Veba ve Albert Camus


Veba ve Albert Camus

20 Mart 2020

Günümüzde yaşadığımız Coronavirüs salgını bana geçmişte yaşaşan gerçek bir veba salgınının romanı ''Veba''yı ve onun yazarı Albert Camus'ü hatırlattı...

Veba

Veba (Orijinali: La Peste) (Say Yayınları, 1982), Albert Camus’un İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1947'de, gerçek bir veba salgını üzerine yazdığı insanın acizliğini ve çaresizliğini gözler önüne serdiği bir romandır...


Romanın konusu kısaca şöyledir: Cezayir’in Oran şehrinde fareler yavaş yavaş lağımlardan sokaklara taşınıp burada ölmeye başlarlar. Fareler öldükten sonra da bölgedeki insanlar da büyük acılarla ölmeye başlarlar. Böylece şehirde korkunç bir salgın hastalık baş gösterir.

Romanda veba salgınına maruz kalan şehrin hapsolan insanlarını anlatılır. Ancak Camus romanında insanlığa karşı karamsardır. Camus romanında insanlığın zayıflıklarını, kötülüğünü, çürümüşlüğünü ve bencilliğini anlatır.  Romanın daha ilk sayfalarında Oran şehri "çirkin" bir şehir olarak tanımlanır ve ilerleyen sayfalarda bu çirkinlik karabasana döner. Romanda veba hastalığı karşısında insanın acısı, yalnızlığı, zavallılığı ve hümanizmin veba karsısında acizliği anlatılır.

Albert Camus romanda gerçek bir veba salgınını anlatsa da romanın aslında İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra 1947'de yazılmış olması Camus’un romanında aslında insanoğlunun yayılan faşizm karşısındaki acizliğini anlattığı yorumu yapılır. Bu yoruma neden de Camus’un kitabında bir veba salgını üzerinden bir toplumun nasıl dönüştüğünü anlatmasıdır.

Bir başka değerlendirmeye göre de Camus, Portekizli yazar Jose Saramago’nun ‘’Körlük’’ romanında anlattığı modern toplumun bir anda zor bir durumla karşılaşması ve buna vereceği tepkileri benzer şekilde veba üzerinden anlatmıştır.

Veba’da geçen bazı ifadeler:

"Ah, keşke bir deprem olsaydı! Tam bir sarsıntı... Ve bu iş biterdi. Ölüler, diriler sayılır ve oyun biterdi. Ama şu domuz hastalık! Hastalığa yakalanmamış olanlar bile onu içlerinde taşıyorlar."


"Dünyadaki kötülük neredeyse her zaman cehaletten kaynaklanır ve eğer aydınlatılmamışsa, iyi niyet de kötülük kadar zarar verebilir.’’

"İnsanın umutsuzluğa alışması, umutsuzluktan da beterdir."

Veba romanı askeriye ile ilgili güzel bir tespit barındırır: "Dünyadaki tüm ordularda genellikle malzeme eksiğini insanla kapatırlar."

Albert Camus

Madem söz Albert Camus’den açıldı. Camus’u kısaca tanıtmadan geçersem sanki ona haksızlık etmiş olurum.


Albert Camus Fransız yazar ve filozoftur. 07 Kasım 1913'te Cezayir'de doğar. Varoluşçuluk ile ilgilenir ve absürdizm akımının öncülerinden biri olarak tanınır. 1957 Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanır. İngiliz yazar ve şair Rudyard Kipling`den sonra bu ödülü kazanan en genç yazardır. Ödülü aldıktan 3 yıl sonra bir trafik kazasında hayatını kaybeder. (04 Ocak 1960)

Yoksulluk ve acılarla dolu bir hayat sürer. Denemelerinden oluşan, 1963' de yayımlanan "Tersi ve Yüzü" isimli kitabında yoksulluk ve acılarla dolu bu döneminde yaşadıklarını anlatır. Cezayir Üniversitesi'nde felsefe öğrenimi görür. İlk romanı "Yabancı" 1942'de, anlattığım ikinci romanı "Veba" 1947'de basılır. Yukarıda anlattığım "Veba" Camus'un düşüncelerinin temelini yansıtan en önemli ve en iyi eseridir...

2'nci Dünya Savaşı'ndan sonra yalnız Fransa'da değil, Avrupa ve tüm dünyada kendi kuşağının sözcüsü, sonraki kuşakların yol göstericisi olur. Özellikle insanın kendisine yabancı bir evrendeki yalnızlığı, bireyin kendisine yabancılaşması, kötülük, her şeyin ölümle sona ereceğini bilmenin yarattığı bunalım gibi duyguları ele alır.

Savaş sonrasında aydınların içine düştüğü yabancılaşma ve düş kırıklıklarını tüm ayrıntılarıyla yansıtır. Çağdaşlarının nihilizme kapılmasını anlar ve onlara hak verir ama doğruluk, ılımlılık, adalet gibi değerleri savunmanın gerekli olduğunu da belirtir. Hem Hıristiyanlığın hem de Marksizmin katı yönlerini reddeden liberal bir insancılığın temellerini çizer.

1957'de ‘’Sisifos Söyleni’’ isimli kitabıyla Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldığı törende Camus şu konuşmayı yapar;

"…Her nesil, şüphesiz, kendisini dünyayı değiştirmekle yükümlü hisseder. Benim neslim bunu yapamayacağını biliyor, ama benim neslimin belki de daha büyük bir görevi var. Bu görev, dünyanın kendi kendisini yok etmesini önlemek…"

Kendisi reddetse de Jean Paul Sartre ile Varoluşçuluk akımında paralel düşüncede olduğu söylenir. Camus varoluşçuluğu hakkında şunları söyler;

"Hayır, ben bir varoluşçu değilim. Sartre ile isimlerimizin yan yana anılmasına hep şaştık. Sartre ve ben kitaplarımızı birbirimizle gerçekten tanışmadan önce yayımladık. Birbirimizi tanıdığımızda ise ne kadar farklı olduğumuzu anladık. Sartre bir varoluşçudur, benim yayımladığım tek fikir kitabı ‘Sisifos Söyleni’dir ve sözde varoluşçu filozoflara karşı doğrultulmuştur."

Sisifos Söyleni

‘’Sisifos Söyleni,’’ Albert Camus`nün II. Dünya Savaşı ortasında yayımlanan deneme kitabıdır. 1942 yılında Fransa`da ‘’Le Mythe de Sisyphe’’ adıyla basılmıştır.

Ülkemizde bu kitap Can yayınlarından Tahsin Yücel’in çevirisiyle ‘’Sisifos Söyleni’’ ismiyle 1997 Yılında yayınlanır. Kitap, adını Yunan mitolojisinden alır ve yaşamı ve intiharı sorgularken, saçmayı başka bir deyişle uyumsuzu anlatır. Kitap; "Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır, intihar." cümlesiyle başlar.

Sisifos Söyleni’nde, “dünyanın saçmalığı” ve “yaşamın anlamsızlığı” gibi intihara varan yaşantılar, tarih ve edebiyatın belirli kişilikleri üstünden incelenir. Sisifos, Homeros`a göre ölümlülerin en bilgesiydi. Tanrıların, hep yeniden aşağıya yuvarlanacak taşı tepeye çıkarmakla cezalandırdığı Sisifos’un en önemli özelliği, cezasını bilinçli olarak kabullenmesidir. Camus’ye göre, dünyanın saçmalığını, yenilginin sonu gelmeyeceğini bile bile kötülüklere karşı çıkmak, yaşamaya anlam katmaktır. İnsanlığa gerçek boyutlarını ancak başkaldırı kazandırabilir. ‘’Sisifos Söyleni’’, çağdaş felsefenin en önemli yapıtlarından birisi olarak kabul edilmektedir.

Yabancı

Camus denilince, edebiyat alanında ilk akla gelen yapıt, 1942 yılında yayınlanan “Yabancı”dır. Konusu çok basittir. Öyküdeki her şey çok kısa bir zaman aralığında olup biter. Cezayir’de, bir rastlantı sonucu, bir Arap’ı öldüren orta sınıftan bir Fransız, Mersault, kendisini adım adım ölüme götüren süreci kayıtsız biçimde izler. Diğer kişilerin adı anılsa da roman kahramanının adını bile öğrenemeyiz.


Camus bu kitabında Fransız adaletini ince bir şekilde eleştirir ve Fransız adaleti ile inceden inceye dalga geçer. Camus’un ‘’Yabancı’’sı ile Kafka’nın ‘’Dava’’sı arasında büyük benzerlikler vardır. Camus, Kafka’dan etkilendiğini bizzat kendisi ifade eder. Bilindiği gibi Dava’nın kahramanı Joseph K., tutuklanma ve ölüm cezasına çarptırılma nedenini hiçbir zaman öğrenemeyecektir.

Ve yine Camus

Albert Camus’u henüz okumayanlar için; ‘‘Yabancı’’, ‘’Veba’’ ve ‘‘Düşüş’’ mutlaka okunmalı diye değerlendiriyorum.


Alber Camus yazılarında; gecelerin sonsuz olmadığını, adalet olmadan düzen olmadığını ve basın hürriyetinin, belki hürriyet fikrinin giderek aşağılanmasından en çok acı çekmiş olan hürriyet olduğunu ifade eder.

Albert Camus 04 Ocak 1960'ta yayıncısı Gallimard ile birlikte, daha önce '’ölmenin en absürd yolu'’ diye nitelemiş olduğu şekilde Paris’e dönerken araba kazasında ölür. Paris’e arabayla dönmeye Gallimard ikna etmişti onu. Kazadan sonra ceketinin cebinde Paris’e dönüş için tren bileti bulunur.

Hani bir söz vardı ya; ‘’kimsesizlerin kimsesi’’ diye. İşte Albert Camus da kendisini yalnız hissedenlerin, kendisini marjinal hissedenlerin, kendisini absürd hissedenlerin, kendisini dışlanmış hissedenlerin ve kendisini kimsesiz hissedenlerin yazarıdır.

Albert Camus okunmalı ki, Camus’un söylediği gibi ‘’gecelerin sonsuz olmadığını’’, ‘’adalet olmadan düzenin olmayacağını’’ ve ‘’basın hürriyetinin, hürriyet fikrinin giderek aşağılanmasından en çok acı çekmiş olan hürriyet olduğunu’’ bir kez daha anlayalım, idrak edelim…

Albert Camus’un akıllarda kalan sözleri:

* Her şeye katlanabilirim, yeter ki içimde o yoğun ve coşkun yanımı duyayım.


* İnsan söyledikleriyle değil, söylemedikleriyle insanlaşır.

* Hayat aslında anlamsız bir bulanıklıktır ama ona anlam katabilmek gerekir. Mutlaka bir tercihiniz olmalı ona dayanmalı onun için mücadele etmelisiniz. Tercihliksiz de bir tercih.

* Önümden gitme seni takip edemeyebilirim. Arkamdan gelme sana yol gösteremeyebilirim. Yanımda yürü ve yalnızca dostum kal.

* Ateşten ve yiyecekten yoksun bir insan için özgürlük, hiç de acelesi olmayan bir lükstür.

* Üstünde durduğumuz sıkıntı bütün bir çağın sıkıntısıdır. Biz, kendi tarihimiz içinde düşünmek ve yaşamak istiyoruz. Biz inanıyoruz ki, bu hayatın gerçeğine ancak herkesin kendi dramını sonuna kadar yaşamasıyla erişilebilir.

* İnsan ne ise, o olmayı reddeden tek yaratıktır. (Burada Jean Paul Sartre’nin ‘’Varlık ve Hiçlik’’ kitabında bahsettiği; ‘‘İnsan ne ise o değildir ne değilse o’dur.’’ tespitine çok yakın bir benzerlik vardır.)

* Bir insanın tek başına mutlu olması utanılacak bir şeydir.

* Önemli olan tek bir felsefe sorunu vardır, intihar. Yaşamın yaşanmaya değip değmediğinde bir yargıya varmak, felsefenin temel sorununa bir yanıt vermektir….

* Hayat bir şey değildir, itinayla yaşayınız.

* İdam cezasını kaldırmayacak bir devrim için ölmeye değmez.

* Her katil öldürürken ölümlerin en fecisini göze alır, onu öldürenler ise terfiden başka hiçbir şeyi göze almaz.

* Büyük tarihsel bunalımların ertesinde, insan kendini ipin ucunu kaçırdığı bir gecenin sabahında olduğu gibi hoşnutsuz ve hasta hissediyor. Ama tarihsel akşamdan kalmalar için aspirin yok…

* İnsanın evreni kavrayabilmesi olanaksızdır. Bir başka deyişle, evren insan için saçmadır, uyumsuzdur. Dolayısıyla insan da evren için uyumsuzdur. Ama insanla evrenin karşılaşmasından doğan bu uyumsuzluğun bilincine varmak bir son değil, bir başlangıçtır sadece. En kati gerçekler bile, bu gerçekleri kararlı olarak tanıdığımız ve kabul ettiğimiz zaman birdenbire üzerimizdeki güçlerini yitirirler. Her türlü felakete karşın yaşama dört elle sarılıp uyumsuza direnmeli.

* Mademki, yaşıyoruz, yaşadığımız süre­ce mutlu olmaya, sağımızda solumuzda mutluluk yarat­maya bakmalıyız. Mutluluk, bir yerde ve her yerde, hiçbir şey beklemeden dünyayı, insanları sevmektir.

* Hayatımın kusurlu yanlarını saklamak zorunda oluşum bana soğuk bir hava veriyordu, bu soğukluğu da erdemle karıştırıyorlardı.

* Dostlarım, şimdi ben size büyük bir şey söyleyeceğim. Sakın kıyametin kopmasını beklemeyin, o her gün kopmaktadır.

* Sabredenin her şey ayağına gelir.

* İnsanın eninde sonunda alışamayacağı bir düşünce yoktur.

* Merhamet faydasız olunca, insan ondan bıkar usanır.

* Aşılmaz bir duvarın önünde yaşamak köpekçe yaşamaktır.

* Aşk, akıllı, aptal demeden, bütün insanlara bulaşan bir hastalıktır.

* Çekip gidene her şey mizah, kalıp bekleyene her şey şiirdir.

* Yaşamaya değer olan şey için, ölmeye de değer.

* En büyük mutsuzluk sevilmemiş olmak değil, sevmemektir.

* Gecenin kokuları, toprak ve tuz kokuları şakaklarımı serinletiyordu. İşaretler ve yıldızlarla yüklü olan bu gecede kendimi ilk kez olarak, dünyanın kayıtsızlığına açıyordum. Dünyayı kendime bu kadar eş, böylesine kardeş bulunca, anladım ki, eskiden mutluluğa ermişim, hatta hala da mutluyum.

* Ağın ilmiklerine takılmış bir balık gibi çırpınıyorum.

* Alçalmak, yükselmekten çok daha kolaydır.

* Başardığımız her iş bizi köleleştirir, çünkü daha iyisini yapmaya zorlar.

* Başarı kolay elde edilir, zor olan başarıyı hak etmektir.

* Ben dilimin sınırlarında nöbet beklerim.

* Bazılarının, sadece normal olmak için ne büyük çaba sarf ettiğini kimse fark etmiyor.

* Bu dünyada en büyük suç, insanların taşıdıklarından kaçmak değilse nedir?

* Büyük olmanın yolu da, deha gibi çalışma ve alın terinden geçer.

* Dünya aydınlık olsaydı, sanat olmazdı.

* Dünyada her kötülük, hemen her zaman cehaletten gelir.

* Sanatçı yalanla ve kötülükle uzlaşamaz.

* Sanatçı tanımı gereği, bugün tarihi yapanların buyruğuna girmez.

* Resmi tarih oldum olası büyük katillerin tarihidir. Kabil, Habil'i bugün öldürmüş değil, ama bugün Kabil, Habil'i akıl uğruna öldürüyor ve onur madalyası istiyor.

* Haklı olma ihtiyacı, sıradan insanlara özgüdür.

* Geceler sonsuz değildir.

* Adalet olmadan düzen olmaz.

* Basın hürriyeti, belki hürriyet fikrinin giderek aşağılanmasından en çok acı çekmiş olan hürriyettir.

Camus, Veba romanında gerçek bir veba salgınını anlatırken aslında Avrupa’da yükselen faşizmi ve faşizmin toplumu nasıl şekillendirdiğini anlatmıştı. Günümüzdeki Coranavirüs salgınını acaba hangi edebiyatçı romana dökecek ve bu salgının şahsında hangi izmin toplumu bir nasıl şekillendirdiğini anlatacaktır.

Ancak boşuna da beklemeyelim. Çünkü dünyanın yaşadığı en büyük felaket ne veba ne de Coronavirüs salgınıdır. Dünyanın yaşadığı en büyük felaket topluma ayna tutacak Albert Camus gibi yazarların kalmamış olmasıdır...

Günümüzü anlamak için bu gönüllü karantina günlerinde Veba romanı raflardan indirilip bir daha okunmalı veya henüz okunmamışsa ilk kitapçıdan alınıp okunmalıdır diye düşünüyorum...  

''Geceler sonsuz değildir...''

Arz ederim…

Osman AYDOĞAN

Bir not: Veba'yı Varlık Yayınlarından veya Say Yayınlarından okumanızı öneririm.  Can Yayınlarının çevirisi pek iyi yapılmamış. En iyisi Oktay Akbal'ın çevirisi. Daha iyisi orijinal Fransızcasından okumak tabii ki. .

 


Yorumlar - Yorum Yaz