• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi8
Bugün Toplam211
Toplam Ziyaret3181537

Suriye’ye yapılan herekâtta iletişim yanlışları


Suriye’ye yapılan herekâtta iletişim yanlışları

17 Ekim 2019

Toplum olarak en büyük yanlışımız; önyargı ve duygularımızın bizi besliyor oluşudur, okuma, araştırma, analiz etme, mukayese ve muhakeme etme ve neticede ‘’anlama’’ gibi zihni melekelerimizin engellenmiş oluşudur, hamasetten bilgi seviyesine gelememiş oluşumuzdur, rasyonel, metodik ve analitik düşünce eksikliğimizin oluşudur.

Gündemimizde Suriye’ye yapılan askerî operasyon ve bu operasyona karşı dünyanın bir tepkisi var. Bizi destekleyen sadece Azerbaycan, Pakistan ve Kuveyt var. Bu tepkiye karşı da ülke çapında karşı bir tepki var. Sanırız ki bütün dünya bize düşman. Bu tepkilere yol açan kendi hatalarımızdan hiç bahsetmiyoruz. Varsa yoksa hamaset. Operasyonda hamaset, tepkilerde hamaset, söylemlerde hamaset. Hançereden beyne çıkmayan ve kalbe inmeyen rasyoneliteden ve düşünceden uzak, duygusal, içi boş bir hamaset.

Hükümetin Suriye politikasının en baştan yanlış olduğunu bugün siyasi sorumluluk sahibi olanlar da kabul ediyorlar. Ve bu sorumluluğu sanki kendi günahları hiç yokmuş gibi o zamanki yetkili Davutoğlu’na atıyorlar.

Operasyona karşı dünyanın bu tepkisine yol açan hatalarımız nelerdi? Kimse bu konuları konuşmuyor, kimse bu konuları dile getirmiyor. Bu hataları dile getirenler ise hemen linç ediliyor.  

Doğru sözler nazik olmaz. Zarif sözler doğru olmaz. Doğru sözler eğri görünür. Bu riskleri göze alarak bu hataları dobra dobra söylemek zorunda hissediyorum. Allah kimseyi doğru bildiği konular karşısında susmak zorunda bırakmasın.

Suriye konusunda yapılan yanlışları geçiyorum. Bu yazımda uygulamada, iletişimde ve basın ile olan ilişkilerde yapılan yanlışları sıralamak istiyorum. Bu yanlışları görelim ki dünya niye bize cephe alıyor onu anlayalım.

Suriye’ye askerî operasyon 24 Ağustos 2016 tarihinde Fırat Kalkanı Harekâtı ile başladı. Bu harekâtı 20 Ocak 2018 tarihinde Zeytin Dalı Harekâtı takip etti ve şimdi de 09 Ekim 2019 tarihinde başlayan Barış Pınarı harekâtı ile devam ediyor. Yapılan hataları bu üç harekâtı kapsayacak şekilde aktarıyorum. Bunları söylemek benim hakkım. Aldığım eğitim ve yaptığım görevler bana bu hakkı veriyor. Kimse kusura bakmasın, söylediğim gibi: Doğru sözler nazik olmaz. Zarif sözler doğru olmaz. Doğru sözler eğri görünür. 

Çuvaldızı başkalarına batırırken iğneyi de kendimize batıralım.

Şimdi gelelim bu harekât sırasında Hükumet adına yapılan bu açıklamalara:

Daha harekât başlamadan çooook önceleri 05 Eylül 2012 tarihinde o zamanki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan AK Parti Genel Merkezi'nde genişletilmiş grup toplantısında yaptığı konuşmada, “İnşallah biz en kısa zamanda Şam'a gidecek, oradaki kardeşlerimizle muhabbetle kucaklaşacağız. O gün de yakın. İnşallah Selahaddin Eyyubi'nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevi Camisi'nde namazımızı da kılacağız. Bilali Habeşi'nin, İbn-i Arabi'nin türbesinde, Süleymaniye Külliyesi'nde, Hicaz Demiryolu İstasyonu'nda kardeşliğimiz için özgürce dua edeceğiz" diye açıklamada bulundu.

Daha sonra bu söylem sık sık tekrarlandı. Hiçbir aklı başında devlet adamı da bu sözlerin ne anlama geldiğini sorgulamadı. Şam’a niçin gidecektiniz? Suriye ile ne alıp veremediğiniz vardı?

Bu açıklamadan yine çoook önce de ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice tarafından 2003'te yazılan bir makale: "Ortadoğu'da Türkiye de dâhil 22 ülkenin sınırları değişecek" ifadesi ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı birçok konuşmada, “Türkiye’nin Orta Doğu’da bir görevi var. Biz Büyük Orta Doğu Projesi’nin eş başkanlarından biriyiz. Bu görevi yapıyoruz” ifadesi Emevi Camisinde kılınacak namazın niyet ve maksadı yönünden Suriye açısından büyük önem atfediyordu.

Zeytin Dalı Harekâtı esnasında o zamanki Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı İsmail Kahraman, Zeytin Dalı Harekâtı’nı değerlendirerek, "Bakın şimdi Afrin'deyiz, dün Fırat Kalkanı'ndaydık. Büyük devletiz. Cihat olmadıkça ilerleme olmaz, dik duramazsınız. Kıtalar ötesi Amerika kovboyunun ne işi var buralarda, Afrika'da, Asya'da? Büyük devlet ayakta kalacak" diye açıklamada bulundu. ‘’Cihat’’! Cihat ne demek? Koskoca Meclis Başkanı ‘’Cihat’’ kavramının anlamını, ne anlama geldiğini hem de herkeslerden daha iyi bilmeyecek mi?

Hem Zeytin dalı Harekâtında hem de Barış Pınarı Harekâtında Türkiye’deki bütün camilerde ‘’Fetih Suresi’’ okutuldu.

Hani Yunanistan’a bir harekât yapılırken okunsa gam yemeceğim. Araplar ‘’Fetih’’in ve Fetih Suresinin ne anlama geldiğini bizlerden daha iyi bilmeyecekler mi? Fetih suresi müşriklere karşı savaşla ilgili bir suredir. Fetih Suresi 16. ayet şöyle der: “Ya onlarla çarpışırsınız, yahut onlar Müslüman olurlar.” Türk ordusu dinsizleri Müslümanlaştırmak için mi Suriye’de harekâta başladı. Fetih Suresi 19, 20 ve 21. ayetlerde “ganimetler”den söz ediliyor. Türk ordusu ganimet toplamak, yağma için mi Suriye’ye girdi? 

Bu da yetmedi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 10 Ekim 2019 tarihinde partisinin genel merkezinde Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı'nda: "Allah yar yardımcımız olsun. İnşallah en kısa zamanda bu fetih müyesser olur ve böylece Suriye'ye refah, huzur gelir. Bölgemize aynı şekilde refah, huzur gelir ve bizler de emin adımlarla yolumuza devam ederiz." diye konuştu…

Bu konuşmada geçen ‘’fetih müyesser olur’’ ifadesi de Fatih Sultan Mehmet’in babası Sultan II. Murat’a aittir.  Sultan II. Murat’ın daveti üzerine Akşemseddin ve Hacı Bayram­ı Velî birlikte Edirne’ye giderler. Sultan II. Murad bu iki zatın değerini anlar ve Saray’ın kapılarını açar. Fatih Sultan Mehmet henüz beşiktedir. Bir gün sohbet esnasında Sultan II. Murad “Fetih bizlere müyesser olacak mı?” diye sorar. Hacı Bayram­ı Velî de “Siz ve biz bunu göremeyiz; ama fethi görmek şu küçük şehzade ile bizim köseye (Akşemseddin) müyesser olacaktır” der.

Bu da yetmedi. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu kendi sosyal medyasında asker elbisesi ve beresiyle paylaştığı fotoğrafın altına şu dizeleri yazdı: "Ecdadımızın heybeti ma’rûf-ı cihandır, Fıtrat değişir sanma bu kan yine o kandır!"

Bu dizeler ise Namık Kemal’in dört beytlik ‘’Vatan Şarkısı’’ şiirinden alınma iki dizeydi. Bu şiirde dizelerin alındığı beyit şu şekildedir:

‘’Osmanlı adı her duyana lerze-resândır;

Ecdâdımızın heybeti ma'rûf-ı cihandır
Fıtrat değişir sanma! Bu kan yine o kandır
Gavgâda şehâdetle bütün kâm alırız biz
Osmanlılarız, cân veririz, nâm alırız biz.’’

Ve şiirde her dize ‘’Osmanlılarız, cân veririz, nâm alırız biz’’ diye biter. Asker elbisesi ve beresi giyerek ‘’Osmanlılarız, kan, can’’ diye şiir paylaşmanın ne anlama geldiğini koskaca bir Dışişleri Bakanı bilmeyecek mi?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 22 Ocak 2018 tarihinde Beştepe yapılan bir törende Afrin harekâtını anlatırken şöyle konuşmuştu: ‘’Diyor ya 'Nereye gidiyorsun' sorusuna cevap 'Kızıl Elmaya gidiyoruz' evet, bizim bir kızıl elmamız var. Bunu yaklaşık bir ay kadar önce de açıklamıştım. Biz o hedefe doğru gidiyoruz. ‘’

Barış Pınarı Harekatı esnasında da Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın seslendirdiği bir şiirinde yine ‘’Kızılelma’’dan bahsetti. Bu şiiri de Bakan Albayrak kendi sosyal medyasından paylaştı:

‘’Tek millet, tek bayrak Zülfikar olsun.

Tek vatan tek devlet payidar olsun.
Hedef Kızılelma herkese aşikâr olsun.
 Akif'in ‘Korkma’ nidası bize didar olsun.
Korkusuz ordumuz bunu arşa duyursun...’’

İlkokul çocukları bile ‘’Kızılelma’’nın ne anlama geldiğini bilirler. Hani biz Suriye’ye terörü durdurmak için gidiyorduk? Dünyaya verilen mesaja bakın!

Türkiye Barolar Birliği Başkanı (TBB) Metin Feyzioğlu 12 Ekim 2019 tarihinde, Barış Pınarı Harekâtı başladıktan üç gün sonra bir TV programında Barış Pınarı Harekâtı ile ilgili olarak şu ifadeleri kullanıyor: “Eğer silahlı güçler sivilleri kalkan yapıyorsa saldırıya uğrayan devlet sivilleri korumak zorunda değildir.” Bu adamın hiç mi Cenevre Sözleşmesinden haberi yok! Sıfatı da Baro Başkanı!

Zeytin Dalı Harekâtında harekâta katılan birlikler Afrin’e girdiklerinde Afrin Hükumet Binasına Türk bayrağı çekildi. Ancak birazıcık uluslarası hukuk bilenler, birazıcık Cenevre Sözleşmesini bilenler bu hareketin de ne anlama geldiğini bilirler elbet!

Daha da vahimi. Daha yeni, Barış Pınarı Harekâtının hemen öncesinde 04 Ekim 2019 tarihinde Resmi Gazetede Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın imzasıyla şöyle bir karar yayımlandı:

‘’Karar Sayısı: 1616 Gaziantep Üniversitesi Rektörlüğü'ne bağlı olarak Suriye'de iktisadi ve Idari Bilimler Fakültesi (EI-Bab), islami ilimler Fakültesi (Azez) ve Egitim Fakültesi (Afrin) kurulmasına, 2809 sayılı Yükseköğretim Kurumlan Teşkilatı Kanununun ek 30 uncu ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun ek 39 uncu maddeleri gereğince karar verilmiştir.’’

Şimdi elinizi vicdanınıza koyun da düşünün bir: Harekât öncesi alınan bu karar ne anlama geliyor?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 22 Mart 2018 tarihinde yaptığı açıklamada ise 20 Ocak'tan beri devam eden Zeytin Dalı Harekâtı kapsamında Türk Silahlı Kuvvetleri ve Özgür Suriye Ordusu'nun (ÖSO) teröristlerden temizlediği Afrin'e vali ve başka yerel atamaların yapılacağını söyledi. 30 Mart 2018 tarihinde ise Afrin Kurtuluş Kongresi Sözcüsü Hasan Şindi, Afrin’in yönetiminde koordinasyon görevini Hatay Valiliği’nin üstleneceğini söyledi. DW Türkçe’ye konuşan Şindi’ye göre, Türkiye’nin atayacağı bir vali yardımcısı, Afrin’de vali gibi hareket ederek koordinasyonu sağlayacak.

Bunlar yalanlanmayan gazete haberleri idi. ‘’Afrin’e vali atanacak’’. Bu haberin ne anlama geldiğini düşünen aklı selim sahibi bir siyasi yetkili yok muydu?

13 Ekim 2019 tarihinde Cumhurbaşkanı Danışmanı Yasin Aktay, Esad güçleri ile SDG arasında anlaşma sağlandığı haberleriyle ilgili olarak; "Esed rejimi, Suriye'nin kuzeydoğusuna girmeye çalışırsa Türkiye karşı koyacaktır. İki ordu arasında çatışma çıkabilir" ifadesini kullanıyor. Her halde danışman ya sarhoş ya da ne dediğini bilmiyor.

Barış Pınarı Harekâtından bir gün sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptığı konuşmada; "Milletimizin her bir ferdini AK Parti kadrolarında görev almak üzere partimiz safına katılmaya davet ediyorum" ifadelerini kullandı.

Ayrıca Silahlı Kuvvetler Komuta Harekât Merkezinden verilen görüntülerin de uygun olmadığını değerlendiriyorum. Neticede Suriye’ye yapılan bu harekât en fazla bir kolordu seviyesindedir. En fazla ordu komutanı müdahil olur. Bir yanda Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı, diğer yanda kuvvet komutanları ile SKKHM’inde görüntü vermeleri sanki Türkiye topyekûn bir harbe gidiyormuş görüntüsünü vermektedir. Bu görüntülerin, verilen bu resimlerin bu harekâtın niyet ve maksadı yönünden uygun bir görüntüler olmadığını değerlendiriyorum.

Bütün bunların tamamı gazetelerde ve televizyonlarda yer alan haberlerdir. Bütün bu haberleri ülkemdeki yabancı misyonlar, elçilikler, yabancı askerî ataşeler, açık, kapalı, gizli istihbarat elemenları kendi yorumlarıyla ülkelerine aktarmaktadırlar. Bu resmi görevlilerin, bu açık, kapalı, gizli yabancı istihbarat görevlilerinin bu haberleri kendi ülkelerine nasıl bir yorumla aktardıklarını sizlerin hayal gücünüze bırakıyorum.

Anlattığım gibi tüm bu üç harekât esnasında Türkiye’nin bir ‘’Harekât Sözcüsü’’ olmadı. Yetkili olan olmayan, her kafadan, her siyasetçiden, ağzı olan herkesten bir ses çıktı. Çıkan her ses ise dışarıda Türkiye’yi zora soktu.

Böylece Türkiye çok dağınık ve bu harekâtın niyet ve maksadını aşan çok farklı bir görüntü vermiş oldu. Olması gereken en fazla albay rütbesindeki bir askerî sözcünün bu haberleri basına aktarmasıydı. Çünkü harekât bir terör harekâtı idi. Bir savaş değil idi. Bir fetih harekâtı değil idi. Bir gaza değil idi. Bu askerî sözcünün de vereceği bilgiler hem Dışişleri Bakanlığının, hem Savunma Bakanlığının, hem İçişleri Bakanlığının, hem bir sosyoloğun, hem bir psikoloğun, hem bir antropoloğun, hem bir filozofun ve hem de bir dilbilimcinin ama en azından aklı selim sahibi birisinin süzgecinden geçerek sunulmalıydı.   

Beğenmediğimiz Suriye’de bile tüm bu harekât boyunca ne Devlet Başkanı’ndan, ne de Başbakan’ından ne de bir hükumet yetkilisinde bir açıklama yapılmamıştır. Suriye’de bütün gelişmeler albay rütbesindeki bir asker tarafından yapılmıştır.

Askerlerimizin üstün çabalarıyla, bin bir cefayla, gayretle ve şehitleriyle verilen terörle mücadele siyasetçiler tarafından verilen bu görüntüler nedeniyle dış dünyada yanlış anlamalara sebep olmuştur.

Boğaz kırk boğumdur derler. Bu konuşmak için, boğazdan bir ses çıkarmak için kırk kere düşünmek anlamındadır. Söz konusu dış politika ise kırk değil seksen kez düşünülmelidir, hele hele söz konusu yurt dışı askerî bir operasyon ise seksen değil yüzseksen kez düşünülmeli, öyle konuşulmalıdır. Devlet yönetimi ciddiyet gerektirir. Hele hele yurt dışı bir askerî operasyon daha fazla ciddiyet gerektirir. İşte bu nedenle de bu durumlar için İsmet İnönü şöyle derdi: ‘’Bir devlet adamı, ne konuştuğunun değil, neyi konuşmayacağının hesabını yapmalıdır.‘’

Bütün bu söylemlerin ve görüntülerin iç politikaya dönük söylemler ve görüntüler olduğu değerlendirilmektedir. Dış politikada esas olan ''iç politikanın dış politikaya hizmet etmesidir''. Eğer dış politika iç politkaya alet edilirse milli menfaatler açısından onarımı çok zor sonuçlar doğurur.

Bir de harekât öncesi dış temsilciliklerimiz tarafından ilgili ülkeler bilgilendirilip ikna edilmeliydi. Dışişlerinde ‘’monşerler’’ (!) kalmadığına göre yeni nesil elçilerimiz bu vazifeyi gayet iyi yaparlardı ya nedense yapmamışlar işte.

Yazımın başında da ifade ettiğim gibi kimse kusura bakmasın. Doğru sözler nazik olmaz. Zarif sözler doğru olmaz. Doğru sözler eğri görünür. Ama ben doğru bildiklerimi söylemek zorundayım. Dost acı söyler!

Sürçü lisan ettiysek de affola.

Osman AYDOĞAN



Yorumlar - Yorum Yaz