Altın Post
02 Ağustos 2019
Kazdağları’nda altın arama ruhsatı alan bir Kanada Alamos Gold şirketi Kirazlı Atikhisar bölgesinde 195 bin ağacı kesiyor. Demirtepe Altın madeni ve Açık Ocak İşletmesi de Havran Büyükşapçı bölgesinde 6 bin 886 dönüm olan bir bölgede altın çıkarmak amacıyla binlerce ağacı kesmek için gün sayıyor. Karaçam ormanlarıyla kaplı olan maden sahasında yine binlerce ağaç kesiliyor, devasa atık havuzlarının açıldığı alandaki doğal hayat yaşanmaz hale geliyor. Bu haberler yeni. Ancak on yıldan beridir Ege dağları, çam ormanları ve buradaki doğal hayat altın madeni için talan ediliyor, yok ediliyor.
Bu ‘’altın’’ sevdası bana mitolojide geçen ‘’Altın Post’’ hikâyesini hatırlatıyor.
‘’Altın Post’’ Yunan mitolojisinde zenginliği ve iktidarı sembolize eden ‘’post’’un adı oluyor.
Antik Yunan’da bir efsane yer alıyor: Medea efsanesi.
Medea efsanesi
Bu efsaneye göre Antik çağda günümüz Yunanistan’ın tam da ortasında Ege sahilinde Boeotya adında bir krallık yaşıyor. Boeotya Kralı Athamas'ın da Phrixus adında bir oğlu ve Helle adında da bir kızı bulunuyor. Boeotya Kralı Athamas'ın karısı Nephele öldükten sonra üvey anneleri Ino bu çocukları istemiyor. Ino tuzak kurarak tarlalara zararlı maddeler döktürüp ürünlerin zarar görmesini sağlıyor. Kral bu beladan nasıl kurtulacağını sordurmak için danışmanlarını Delphi'ye kutsal rahiplere gönderiyor. Kraliçe danışmanlara rüşvet vererek çocukların kurban edilmesi yanıtını krala vermelerini sağlıyor. Kral Athamas çocuklarını kurban etme konusunda tereddüte düşüyor fakat rahip danışmanlar kurban konusunda ısrar ediyor. Kral çocuklarını kurban etmek üzere yakınlardaki dağa götürüyor, bu arada olup biteni cennetten seyreden öz anneleri Nephele tanrılardan çocuklarını korumak için altın postlu bir koç kurban (Aries) yollamalarını diliyor.
Koç çocukları almaya geliyor ve çocukları sırtına alarak Asya'ya (Anadolu) doğru uçmaya başlıyor. Ne yazık ki Çanakkale Boğazı'nın üzerine geldiklerinde küçük kız Helle aşağıya düşüyor. Antik Yunanistan'da Çanakkale Boğazı'nın ‘’Hellespoint’’ olarak adlandırılması bu hikâyeden kaynaklanıyor. Phrixus, yoluna devam ediyor, koç onu güvenle günümüz Gürcistan bölgesindeki Kolkhis diyarına bırakıyor. Phrixus, koçu Zeus'a kurban ederek koçun altın postunu Gürcü Kralı Güneş Tanrısı'nın oğlu Aietes'e sunuyor. Aietes de Altın Post'u Ares Korusu'ndaki kutsal bir meşe ağacına asıyor. Post, ağacı saran ve hiç uyumayan devasa Kolkhis Ejderhası tarafından korunmaya başlıyor.
Kendilerine Argonotlar denilen aralarında Herakles (Herkül), Orpheus, Aşil'in babası Peleus'un da bulunduğu bir grup cesur genç ve liderleri Yason (Jason), gemi ustası Argos'un yaptığı elli beş kürekli bir gemiyle bu postu ele geçirmek için Yunanistan’dan Kolkhis ülkesine doğru yola çıkıyor. Uzun ve çok zor bir yolculuktan sonra Kolkhis krallığına varılıyor. Kral Aietes, Yunan kahramanları öfkeyle karşılıyor ve gelmelerinin nedenini öğreniyor. Aietes, Yason’un öne sürdüğü şartlarını yerine getirmesi halinde “Altın Post”u Yunanlara vermeye karar veriyor. Aietes, Yason’a yerine getirmesi imkânsız görevler veriyor.
Ancak bu arada Aietes’ın kızı Medea ilk görüşte Yason’a âşık oluyor. Yason, Medea’nin yardımıyla bütün görevleri başarıyor ve Yason, Aietes’ten Altın Post'u istiyor. Kral, Yunanlara kimin yardım ettiğini hemen anlıyor ve Altın Post'u vermeyeceğini açıklıyor. Bunun üzerine Yason, postu çalmaya karar veriyor. Ne var ki yine Medea’nın yardımı gerekiyor. Kralın kızı Medea, kardeşini öldürmek pahasına altın postu Yason'a teslim ediyor ve onunla bir daha geri dönmemek üzere ülkesinden ayrılıyor. Aietes, postun çalındığı ve kızının kaçtığını öğrenir öğrenmez, hemen ordusunu topluyor ve Yunanların peşine salıyor ama askerler Altın Post'u geri almayı başaramıyor.
Yason ve Medea Altın Postla birlikte İolkos'a dönüyor. Yason ve Medea Burada evleniyor. Yason, Medea ile sadece altın postu ele geçirmek için evlenmiştir. İki oğlan çocukları oluyor. Ancak, Korint kralı Kreon kızını da Yason'la evlendirmek istiyorr. Yason da buna hayır demiyor çünkü sonunda tahtın varisi olacaktır. Yason ucunda tahtın olduğunu öğrenince Medea’yı terk ediyor.
Bu evliliği engelleyemeyen Medea, aşkıyla orantılı bir öç alma yolu tasarlıyor. Düğün armağanı olarak zehirli bir büyülü şal göndererek hem kral kızını hem de onu kurtarmak isteyen kralı öldürüyor… Medea, Yason'dan da öcünü akıl almaz biçimde alıyor: Kendi çocuklarını öldürüyor. Sonrasında da Medea, Güneş tanrısının hediye ettiği ateşten atların çektiği arabayla bir daha dönmemek üzere göklerde kayboluyor.
Bu efsane hakkında Antik Yunan’da ilk olarak Atina’nın yetiştirdiği üç büyük tragedya şairi arasında yer alan Euripides (MÖ 484 - 406) yazıyor. (Euripides, Medea, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 2014) Bu efsane hakkında daha sonra da Roma’da Seneca, Euripides’in metnini esas alıp tekrar yazıyor. (Seneca, Medea, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 2013) Her iki yazar arasında trajedinin sonu hakkında küçük farklar bulunuyor.
Şimdi de bir başka efsaneye geçmemiz gerekiyor: Atlantis efsanesine…
Atlantis efsanesi
Efsane şöyle başlıyor: Zamanımızdan 11.500 yıl kadar önce bir kıta ülke bulunuyor. Bu ülke, insanlığın, özellikle beyaz-ari ırkın doğduğu ve çok üstün bir uygarlığa yükseldiği Atlantis adını taşıyor. Atlantisliler, Avrupa, Akdeniz, Karadeniz ve Hazar Denizi’ne yaptıkları seferler ile ora halklarına bu uygarlıklarını aşılıyor ve koloniler tesis ediyor. Bir gün çok şiddetli bir deprem sonucu Atlantis adası tamamıyla sulara gömülerek yeryüzünden silinir gidiyor…
Atlantis Efsanesini ilk olarak zamanımızdan 2400 yıl kadar önce yaşamış olan eski Atinalı filozof-düşünür Eflatun (Platon) (MÖ 428-348) yazıyor. Birçok bilim adamına göre Atlantis, Akdeniz’de veya Ege’de bulunuyor. Hatta günümüzde Atlantis’in Çannakkale’de, şimdiki Truva altında olduğunu iddia eden İsviçreli bilim adamları bulunuyor. Atlantis gibi gelişmiş bir uygarlığın ise hammadde ve maden kaynaklarına ihtiyacı bulunuyor. Bu kaynağın merkezini ise Kafkasya oluşturuyor. Hatta Truva’daki Atlantis’ten Kafkasya’ya kara yolu bile bulunuyor. Ancak Karadeniz havzası sular altında kalınca bu yol da Karadeniz’in altında kalıyor. İsviçreli bilim adamları bu yolun haritasını bile çiziyor.
Efsanelerin hazin sonu
Her iki efsanede de ortak noktalar bulunuyor: Ege, Çanakkale (Hellespoint), Kafkasya, Altın Post. Demem o ki ‘’Altın Post’’ ve ‘’Medea’’ efsaneleri belki de birer simgedir. Belki de Ege’den Kafkasya’ya yapılan maden aramacılığı ve maden ticareti hikâyeleştirilip efsaneleştirilerek böylesine anlatılıyor.
’’Altın Post’’ Yunan mitolojisinde zenginliği ve iktidarı sembolize ediyor. Belki de ''Altın Post'' hikâyesi; zenginliği, hırsı, aç gözlülüğü, para düşkünlüğünü, doğa düşmanlığını ve bunların sonucundaki felaketi simgeliyor. Çünkü ‘’Altın Post’’ ve ‘’Medea’’ hikâyelerinde de anlatıldığı gibi bu altın aramacılığının sonu hiç de iyi bitmiyor.
Euripides ‘’Medea’’ tradejisini şöyle bitiriyor:
“Çok şey karışır Zeus Olympos Dağı’nda
ve beklenmedik birçok karar verir tanrılar.
Olması beklenenler gerçekleşmezken
olmazları mümkün kılarlar.
İşte bu öykü de öyle bir sonla bitti.”
Yunan Şair Yannis Ritsos ‘’Her Zaman En Başta Özgürlük’’ (Kırmızı Yayınları, 2010) adlı şiir kitabında bu efsaneye de yer vererek ‘’Altın Post’’ adlı şiiri yazıyor. (s. 82)
Altın Post
‘’Ne yapacaktık altın postu, -yeni bir sınama- en büyüğü belki;
ölümler, Symplegaslar, kırımlar; ve Herakles Mysia’da, unutulmuş,
ve pınarda boğulmuş güzel Hylas; ne yeni bir kürek var ne de
dinlenme. Kolkhis, Aietes, Medeia. Bakır bacaklı boğa.
İksir ve yararsız boğuşmalar. Ve sonra Apsyrtos; parça parça,
o, babasının denizden topladığı.
Ve o post-
çoktan erişilmiş amaç, bir başka korku: bir ölümlü ya da
Tanrı çalmasın diye senden,
bazen elinde tuttuğun, altın tüyler aydınlatsın geceni,
bazen omuzlarında, tepeden tırnağa aydınlatsın seni,
göstersin diye seni – hedefini
hem onların hem bunların; ve bırakmayan seni bir an olsun gölgede,
senin olan küçücük bir köşede gizlenmeye, soyunmaya ve var olmaya.
Ama bu altın (dediğimiz gibi) işkence olmasaydı ne olurdu hayatımız?’’
Altın postu ne yapacaktık biz?
Gazeteci yazar Mine Söğüt de ‘’Gergedan’’ (Yapı Kredi Yayınları, 2019) adlı eserine Yannis Ritsos şiirinde geçen ‘’Altın postu ne yapacaktık biz?’’ sorusuyla başlıyor.
Ve devam ediyor Mine Söğüt kitabında: ‘’Sahi Altın Postu ne yapacaktık biz? Binlerce yıldır süren bu tantana ne içindi? Artık sebebini bile hatırlamıyoruz ama kafamızda o postu ele geçirme hırsıyla doğuyoruz. O hırs uğruna ölüyor, öldürüyor ya da daha küçük günahlarla hedefimize ilerliyoruz. İktidar hırsımız ve bu süreçteki Makyavelist tutumumuz tarih boyunca değişmeden sürdü. Ama neden?’’
Mine Söğüt kitabında bu sorusuna yine kendisi cevap veriyor: “Soru sormam hayat belirtisi ama ille de bir cevap istemem aptallık.” (s. 78)
Halil Cibran’ın deyişi ile ‘’Her bir ağaç yeryüzünün gökyüzüne yazdığı şiirdir.’’ Yüzbinlerce ağacı kesip, doğal hayatı, cennet vatanı yok edip de sahi, kazandığımız altın postu ne yapacaktık biz? Mine Söğüt'ün cevabı gibi soru sormam hayat belirtisi ama böylesi bir anlayıştan da ille de bir cevap istemem aptallık! Hele hele bu devirde!...
Osman AYDOĞAN