• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi9
Bugün Toplam812
Toplam Ziyaret3104485

Olmaması gereken bir şey…

Olmaması gereken bir şey…

02 Temmuz 2019

Adamın biri kalp sorunu nedeniyle doktora gitmiş… ‘’Doktor Bey’’ demiş, ‘’kalbim çok hızlı atıyor…’’ Doktor muayene etmiş ve demiş ki ‘’atmaması lazım…’’ ‘Ancak iki ay sonra gel bir kontrol edelim…’’ Adam soluğu veterinerde almış: ‘’Bana at maması lazım…’’

Aradan iki ay geçmiş adam tekrar doktora gitmiş… ‘’Doktor Bey, dediğinizi yaptım ama bu sefer de kalbimin atışı bitti…’’ Doktor muayene ettikten sonra da bu sefer ‘’bitmemesi lazım’’ demiş… Bizimki soluğu yine veterinerde almış: ‘’Bana bit memesi lazım!’’

Soğuk bir espri… Ama benim de kalbimle ilgili ‘’olmaması gereken bir şey’’ oldu!... Bu fıkrayı hatırladım…

Lisede bir süre kros takımındaydım… Yıllarca kros yaptım… 1983 yılında 1. Avrasya Maratonu’na katıldım… Dünya 60. derecem vardır… Halen bol bol yürüyüş yaparım, hiç sigara kullanmadım, alkol kullanmam… Eşim sağlıklı yemekler yapar… Kilom yerindedir… Sağlığım yerindedir… Eeee… Gelelim sadette:

28 Haziran 2019… Akşam üzereydi… Yürüyüşe çıkmıştım… Nedense üzerimde bir ağırlık, gereksiz bir yorgunluk vardı… Bir yere oturup mola verdim… Su içtim… Baktım keyfim yok yürüyüşe devam etmeyip geri döndüm… Genellikle tempolu yürürdüm ama üzerimdeki bu ağırlık ve yorgunluk nedeniyle yavaş bir tempoyla eve dönüşe geçtim… Eve yaklaştıkça bu sefer göğsümde bir ağrı başladı, akşam olmasına, havanın serinlemesine rağmen terlemeye de başlamıştım…

Eve geldiğimde eşime kendimi iyi hissetmediğimi söyledim… Hemen duşa girip soğuk bir duş aldım ama çıkardığım elbiselerim sırılsıklamdı… Duştan sonra kalp sol yanındaki ağrı geçeceğine artmaya başladı… Eşim ‘’hemen ambulans çağırıp hastaneye gitmemiz’’ gerektiğini söyledi… ‘’Yok’’ dedim, ‘’basit, hafif bir ağrı, geçer…’’ Zamanla ağrı geçmediği gibi bu sefer de çenemde dişlerim sökülecekmiş gibi ağrımaya başladı… Zamanla ağrı, kollarıma, boynuma yayıldı… Eşimin ısrarı olmasa ben hala ‘’dinlensem, geçer’’ diye hastaneye gitmeye nazlanacaktım… Sonunda eşimin baskıları galebe çaldı… ‘’Ambulans çağırıyorum’’ dedi eşim… ‘’Ambulans gelene kadar gecikiriz’’ dedim… Bu arada eşim ''al şunu çiğne yut'' diye ufacık iki tablet verdi... ''Nedir bunlar'' dedim... ''Bebe aspirini'' dedi... Hemen üzerimi giyinip soluğu caddede aldık… ‘’Taksi!’’ ‘’Beyefendi nereye?’’ ‘’En yakın hastaneye!’’

Soluğu bir devlet hastanesininim acilinde aldık... İlk kayda kadar ayaktaydım… Sonra eşim tekerlekli sandalye getirdi… Sonrası çok hızlı gelişti… EKG çekildi, bir daha çekildi, kan aldılar... Sonra genç bir doktor heyecanla geldi ‘’kalp krizi geçiriyorsunuz beyefendi, size hemen anjiyo yapıp, tıkalı damarı bulup açmamız lazım!’’

Sonrası nasıl geçti hayal meyal hatırlıyorum… Eşimle vedalaşma, sedyeler, asansörler, kapılar, ışıklar… Bundan sonraki konuşmalar fulü…

‘’Size lokal anestezi yapacağız!’’

Operasyonu gencecik bir doktor grubu yapıyor… Aralarında birisi ekip şefi… Aralarında konuşuyorlar ama ben bir hayal âleminde duyuyorum… ‘’Balon’’ diyorlar… Hep beraber sayıyorlar ‘’22, 24, 26’’…

Ekranda hayal meyal kalbimi görüyorum… Renklendirilmiş kanı ve akışını görüyorum… Sonra bir hâyâl âlemi peyda oluyor, ekip şefi doktor bana dönüyor ve sesi bana gaipten gelen bir sesmişçesine geliyor: ‘’Kalbiniz paramparça olmuş!’’ diyor… ‘’Niye ki?’’ diye soruyorum… ‘’Kırılmışlar’’ (Halil Cibran, Kırık Kanatlar) ‘’Ama benim kalbim sağlamdı, hiç kırıldığını hatırlamıyorum’’ diyorum… ‘’Bilinç kalbin kırıldığını genellikle anlamaz, kalp kırıklığını sadece bilinçaltı hatırlar’’ diyor…''Kalbiniz uzun bir süre kümesine sırtlan girmiş tavuklar gibi çığlık çığlığa kalmış'' diyor... ’’ ‘Yorgun savaşçı’ olmuş kalbin, ‘yengiler eskitmiş, sevgiler ürkütmüş’ onu diyor…’’ ‘’ ’Ah kimsenin vakti yok(tu ki) durup ince şeyleri anlamaya’ (Gülten Akın)’’ diyor… ‘’Gönlün dağlarda dolanmış, en güzel gününde seni sebepsiz bir keder almış, bütün ömründe kalbinde acı bir tortusu kalmış’’ (Sabahattin Ali) diyor…’’ ‘’Hem o ‘Şehriyar’daki yazıların ne öyle?... Farkında mısın yazdıklarının, ne yazdığının? ‘Yazılarının bütününde acı var, kahır var…’ (Ressam K. Kenan Koçak)'' diyor… ‘’Çok yalnız kalmışsın… Yakın zamanda elin havada kalmış… Çok kırılmışlar…’' diyor… ‘’ ’Can kırıkları, cam kırıkları gibi değildir. Öyle süpürünce gitmez; içinde kalır insanın’ (Murathan Mungan)'' diyor… ‘’İşte o kırıklardan birisi de gelmiş kalbin damarlarından birisini tıkamış… İşte bu tıkanıklığı açmaya çalışıyoruz…’’ diyor…

Sonrası fulü…

Sonra tekrar sedyeler, asansörler, koridorlar… ‘’Alice’nin Harikalar Diyarı’’ndan çıkar gibi oluyorum… Sedye ile ameliyathaneden çıkışımda kapıda eşimle karşılaşıyorum... Ellerimi tutuyor, gözleri ağlamaktan kıpkırmızı… Daha dört ay önce bir anjiyo sonrası annesini kaybetmişti… Sanırım aklında bu var…

Sonra beni Koroner Yoğun Bakım Ünitesine alıyorlar… Doktor bana bilgi veriyor: ‘’Kalp damarınız tıkalıydı, stend taktık… Eğer size önlem amaçlı anjiyo yapsaydık sizi burada bir gün müşahede altında tutacaktık… Ancak kalp kriziyle geldiğiniz için sizi 72 saate kadar burada müşahede altında tutacağız…’’ (Ancak 86 saat kalıyorum) Sonra sorguya çekiyor beni doktor: ‘’Niye geç geldiniz?’’ ‘’Ağrıyı önemsemedim’’ diyorum… ‘’ ‘Hafif bir ağrı sızı’ sandım… Ardından ‘ağrılar, sancılar gelecek’ (Sabahattin Ali) diye bekledim…’’ ’’Çünkü’’ dedim ‘’çünkü bizim ağrı eşiğimiz yüksektir’’... ''Acı kişiye göre değişir'' diyor doktor... ''Şansınız varmış ki son anda gelmişiniz, zamanında da müdahale etmişiz... Bu nedenle de kalbinizde bir hasar oluşmamaış...'' diyor...

Koroner Yoğun Bakım Ünitesindeyim… Üzerimde monitör.. Monitörün ahtapot gibi kolları bütün vücudumu sarıyor. ‘’Kıpırdama, bacağını oynatma!’’ diyor hemşireler. Zaten kıpırdayamıyorum… Monitörden ‘’bip, biiiiipp’’ diye çıkan ses diğer hasta başlarındaki monitörlerden sanki cevap alıyor: ‘’Bip, biiiippp’’… Bu beni teeee çocukluğuma götürüyor… Derebağlar’da bahçemizdeyim… Ağaçtan ağaca, bahçeler derinliğinde sürekli birbiriyle haberleşen ağaçkakan, kerkenez, serçe ve sakarca kuşlarını hatırlıyorum… Burada kaldığım 86 saat süresinde genellikle hep çocukluğuma gidiyorum… Bahçemizin her bir ağacını, havuzunu arkını, çiçeklerini bir bir hatırlıyorum.  Edip Cansever’in 1982'de yazdığı ‘’Bezik Oynayan Kadınlar’’ kitabının "Manastırlı Hilmi Bey’e İkinci Mektup" adlı şiirinde geçen şu dizeleri hatırlıyorum: "Gökyüzü gibi birşey bu çocukluk, hiçbir yere gitmiyor..." 

Koroner Yoğun Bakım Ünitesinde yatarken aklıma geliyor.. Hayatımda en çok yer alan insanlarla son iki üç gün içinde kimisiyle yüz yüze görüşüyorum, kimisiyle telefonla görüşüyorum, kimisiyle mesajlaşıyorum... Gitseydim öte dünyaya vedalaşmış olacaktım... Tesadüf mü bilmiyorum... 

İkinci gün eşim ziyaret saatinde evden kitap getiriyor. ‘’Savaşta ve Barışta Kemal Atatürk’’ (Hikmet Özdemir, Doğan Kitap, 2019) 650 sayfalık Atatürk’ün bir biyografisi olan bu kitabı notlar alarak iki günde bitiriyorum… Daha önce Atatürk hakkında çok kitap okumuştum… Bunlar arasında Falih Rıfkı Atay’ın ‘’Çankaya’’ ve Şevket Süreyya Aydemir’in ‘’Tek Adam’’ isimli kitapları beni çok etkilemişti... Çünkü birinci yazar bir gazeteci, ikinci yazar ise bir akademisyendi... Tarafsız ve objektif olarak Atatürk’ü anlatmışlardı…  Kendisi de bir akademisyen olan (Prof. Dr.) Hikmet Özdemir’in bu kitabı ise akıcı lisanıyla, günümüze dair çıkarımlar yapacağımız yakın tarihimizle ilgili bilmediğimiz ve unuttuğumuz çok şeyi bize hatırlatıyor... Bu kitap artık gönlümde bu ikisinin yanında yer alıyor… Hani yaz tatilinde ne okuyayım diye sorarsanız bu kitabı kaçırmayın derim…

Ve bugün (02 Temmuz 2019) günü beni hastaneden taburcu ediyorlar… Bugün hastanede çıkışta öğreniyorum ki hastanede olduğumu öğrenen kızlarım hastaneye koşup geliyorlar... Doktor durumum hakkında bilgi verirken küçük kızım düşüp bayılıyor…

Bir devlet hastanesinin bu kadar temiz, tertipli ve düzenli, gencecik doktorların, hemşirelerin, hastabakıcıların bu kadar ilgili, özverili olacaklarını hiç tahmin etmezdim... Burada bu isimsiz kahramanlara şükranlarımı sunuyorum...

Başta da söylediğim gibi bana olmaması gereken bir şey oldu… Sonra düşündüğümde aklıma geliyor: Babamı kalp krizinden kaybetmiştim… Demek ki genetik bir miras idi… Demem o ki siz siz olun, hangi yaşta olursanız olun, en azından altı ayda bir kalp kontrolü yaptırın… Ve bu arada dikkat edin ki kalbiniz de kırılmasın!…

Taburcu olurken doktor bana bazı tavsiyelerde bulunuyor… Ama en önemlisi bana ‘’biraz dinlenin, yazıyı çiziyi de bir süre bırakın’’ diyor… Ben de bu nedenle sizlerden bir süreliğine müsaade istiyorum… Kendinize ve kalbinize iyi bakın!… Olmaz mı?

Hayat en güzel hediye imiş...

Osman AYDOĞAN


Yorumlar - Yorum Yaz