Sevgiliye ve Sevgililer Günü’ne dair
14 Şubat 2020
Sevgililer Günü, her yılın 14 Şubat günü birçok ülkede kutlanan özel gündür. Kökeni, Roma Katolik Kilisesi'nin inanışına göre Valentine ismindeki bir din adamının adına ilan edilen bir gündür. Hristiyan olduğu için öldürülen din adamı Valentine ile ‘’sevgili’’ arasındaki ilişkiyi anlatan efsaneler 14. yüzyıla dayanır. Bu efsaneye göre Valentine, öldürüleceği günden bir gün önce gardiyanın kız kardeşine "Valentine'ninden" imzalı bir aşk notu verir. Bir başka rivayete göre de Romalı askerlerin evlenmesinin yasak olduğu dönemlerde Valentine, bir askerin gizlice evlenmelerine yardım etmiştir.
496 yılı 14 Şubat günü Papa Gelasius tarafından Valentine'nin onuruna kutlama günü olarak ilan edilir. Bu durum 1969 yılına kadar devam eder. Ancak 1969 yılında kilise takviminden Aziz Valentine gününü çıkarılır…
Günümüzde ise bugün, 14 Şubat günü çoğu ilkede genellikle "Aziz Valentin Günü" (St. Valentine's Day) olarakbilinir. Valentine kelimesi günümüzde hoşlanılan kişi veya sevgili anlamlarında da kullanılmaktadır…
Yazılarımda hep kullanırım ya ‘’her şey tanımla başlar araçlarla devam eder’’ diye… Biz de ‘’sevgililer günü’’nü kutluyoruz ama tam olarak ‘’aşk’’ nedir, ‘’sevgi nedir’’, ‘’sevgili nedir’’, ‘’evlilik’’ nedir anlamlarını bilmeden…
Ben de sevgililer gününü kutlamadan önce bu kavramlar üzerinde bir fikir jimnastiği yapmak istiyorum...
Sevgisiz bir toplum
Ne yazık ki toplum olarak ilkelliklerin her türlüsünü yaşadığımız günümüzde ‘’aşk’’, ‘’sevgi’’ ve ‘’sevgili’’ kavramların içlerini boşalttık, anlamlarını daralttık ve sadece annemizi, kardeşimizi, eşimizi, çocuklarımızı sevdik (hoş, onları da hakkıyla sevemedik ya!), sadece onlara ‘’sevgili’’ dedik. Onların dışında kimseyi, kimsecikleri sevmedik... Sevgisiz bir toplum olduk... Ne yazık ki günümüzde cinnete, sahiplenmeye, ilkelliğe, hayvani duygulara aşk dedik, sevgi dedik.
Aşk; muhabbettir, aşk; şiddetli ve yoğun muhabbettir aslında. Aşk; candan sevmedir. Aşk; karşılıksız sevmedir. Sevgili ise; sevendir, gerçek dosttur. ‘’Aşk’’ın, ‘’sevgi’’nin, ‘’sevgili’’nin ve ‘’özleme’’nin cinsellikle bir ilgisi yoktur.
Evlilik...
Zig Ziglar kişisel gelişim uzmanı Amerikalı bir yazardır. Asıl adı Hilary Hinton Ziglar’dır. Yazarın ‘’Hayat Boyu Flört’’ (Aura Yayınevi, 2015) isimli bir kitabı var.
Hayat Boyu Flört'’ün ilk sayfası şöyle başlar: ''Birkaç yıl önce bir uçak yolculuğu sırasında yanımdaki koltukta oturan bir adamın alyansını sağ elinin işaret parmağına taktığını fark ettim. O anda yorum yapmaktan kendimi alamadım. 'Bayım alyansınızı yanlış elinize takmışsınız dedim ' Adam bunun üzerine bana dönerek; 'Yanlış kadınla evlendim de ondan' diye karşılık verdi.’’
Sonra şu tespiti yapar Ziglar; ‘’Doğru insan olmak, doğru insanla evlenmekten daha önemlidir.’’
Yazar kitabında eş seçimi konusunda şu tespiti yapıyor; ‘'Yanlış seçilmiş bir insana doğru insanmış gibi davranırsanız sonuçta doğru insanla evlenmiş olursunuz. Doğru seçilmiş bir insanla evlendiğiniz halde yanlış davranıyorsanız kesinlikle yanlış bir evlilik yapmışsınızdır. Doğru insan olmak doğru insanla evlenmekten çok daha önemlidir. Kısacası evlenmek için doğru mu yoksa yanlış eş mi seçtiğiniz asıl olarak size bağlıdır.''
Güneş doğdu...
''Bir gece sevdiğim içeri girdi. Yerimden öyle bir fırlamışım ki elbisemin eteği mumu söndürdü. Güzelliği ile karanlığı dağıtan sevgilim sordu: 'Ben gelince neden ışığı söndürdün?' Dedim ki: 'Güneş doğdu zannettim.' '' Şeyh Sâdi Şîrâzî
Gerçek sevgi...
Âşık Veysel'i akrabalarından birisi olan Esma ile evlendirmişti babası. Veysel eşini çok sever fakat bu sevgi beraberinde körlüğünün de etkisiyle kıskançlığı da getirir. Esma artık bu durumdan usanır, dayanamaz hale gelir ve sekiz yıl evli kaldıktan sonra Hüseyin adlı yanaşmalarından bir delikanlıyla beraber kaçar.
Gece vakti evinden gizlice kaçan Esma, Hüseyin'le buluşur ve uzunca bir yolu hiç durmadan çoğunlukla koşarak kat ederler. Bir çeşme başında soluklanmak için durduklarında Esma, "cebimde bir şey var ağırlık yapıp duruyor" diyerek cebini açar: Ağzı el ile dikilmiş cebinde bir tomar para vardır.
Veysel meğerse her şeyden haberdarmış, kör olan sadece gözleriymiş, hisleri, gönlü, kalbi değil. Veysel karısını o kadar çok seviyormuş ki, karısı yaban ellerde rezil olmasın, ele güne muhtaç olmasın diye ne kadar parası varsa cebinin içine iliştirivermiş.
(Âşık Veysel hakkında anlattığım hikâye bir rivayet. Konunun uzmanları bu hikâyenin gerçek olmadığını söylüyor. Ancak bu hikâyenin gerçek olmaması anlamını değiştirmiyor.)
Gerçek sevgi tek taraflıdır… Karşılıklı sevgiler bir beklenti üzerine kurulmuştur; ‘’sen beni seversen!‘’ ‘‘O’’ sevmeden sevmek, o bilmeden sevmek ve her hal ve şartta onun mutlu olması için çalışmaktır gerçek sevgi…
Gerçek sevgi; sevgiliyi bir beyaz güvercin gibi avuçlarına alıp okşamak ve yüreğine bastırıp korumaktır. Ama sevgiliyi daha güzel ufuklar bekliyorsa onu salıvermek, onun uçsuz, bucaksız gökyüzünde kanat çırpışlarından sonsuz haz duymaktır. Onun kendisinden uzaklaşmasına üzülmek değil, gerçeğe uçmasına, hakikate yaklaşmasına sevinmektir gerçek sevgi. ‘’Beni bırakıp nereye gidiyorsun?’’ demek değil, ‘’gittiğin yerlerde dualarımla seni koruyacağım!’’ diyebilmektir gerçek sevgi.
Gerçek sevgi sevgiliyi sahiplenmek değil, sevgiyi sevgiliye karşılıksız vermektir.
Sıra dışı bir edebiyatçı ve düşünür olan Portekizli yazar José Saramago toplum olarak hep karıştırdığımız ‘’sevgi’’yi ve ‘’sahiplenme’’yi şu sözüyle net bir şekilde ayırmıştı zaten; ‘’Sevmek sahiplenmenin en güzel yoludur herhalde, sahiplenmek ise sevmenin en çirkin yolu.’’
Aşklar da bakım istiyor...
Günümüzde kadına şiddetten bahsediliyor ya! Zannediliyor ki sadece kırsaldaki, varoşlardaki eğitimsiz insanlar kadına şiddet uyguluyorlar. Psikologlar ‘’ihmal’’in ‘’şiddet’’ten daha tahripkâr olduğunu söylüyorlar. Zannedildiğinin aksine kadına şiddeti; kırsaldaki, varoşlardaki eğitimsiz insanlar değil, bilakis şehrin en lüks semtlerinde, gayet düzgün, eğitimli ve kariyerli insanlar ‘’ihmal’’ yoluyla en uç biçimiyle uyguluyorlar.
Bıçaklarla bedenler, ihmal ile de ruhlar delil deşik ediliyor...
Amerikalı karikatürist Jules Feiffer’in bir karikatüründe kahramanı şöyle diyor: “Harika bir kızla tanıştım. Bütün dostlarıma ve çalışma arkadaşlarıma kendisinden söz ettim. Sokaktaki yabancılara bile kızdan bahsettim. Hemen herkese anlattım. Tabii kendisinden başka! Ona bu avantajı neden vereyim ki?”
Çizerini hatırlamadığım bir başka karikatürde ise, orta yaşın üzerinde bir kadın kocasına soruyordu; ‘’Kocacığım, hatırlıyor musun, bana en son ‘seni seviyorum’ dediğinde tam on yıl önceydi.’’ Erkek istifini bozmadan, okuduğu gazeteden kafasını kaldırmadan cevap veriyordu; ‘’Düşüncemde bir değişiklik olursa sana söylerim.’’ Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. İnsanlar sevdiklerini söylemekte hep kıskanç ve cimri davranıyorlar...
Jacques Salome ve Sylvie Galland isimli iki Fransız yazarın “Ah Kendime Bir Kulak Versem” (Sistem Yayıncılık, 2002) ismini verdikleri kitaplarında “ilişki terörü” diye bir kavramdan bahsederler. Bu terörde kanlı bıçaklı olmaya gerek yoktur, ikili ilişkilerde, evliliklerde pek mutat olduğu üzere ‘’surat asmak’’ bile terörün en uç noktasıdır.
Karl Marx’ın karısı Jenny’ye yazdığı mektup
Karl Marx’ın karısı Jenny’e 21 Haziran 1865 tarihinde Manchester’den yazdığı mektubun bir bölümü şu şekildedir:
‘’Dünyada çok dişi var, kimileri de çok güzel ama ben, her bir hattı, hatta her bir kırışığı bana hayatımın en büyük ve en tatlı anılarını hatırlatan bir yüzü bir daha nerede bulabilirim? Senin tatlı çehrene sonu gelmez acılarımı, yeri doldurulmaz kayıplarımı bile okuyabilir ve senin tatlı yüzünü öptüğümde acıyı öperim.’’
Bir erkek için önemli olan işte bu değil midir? Göz kenarındaki bir kırışıklığın bile eğer o kadına aşk ile bağlıysanız ne kadar değerli olduğunu bilirsiniz. O küçük çizgicik, size ortak geçmiş bir hayatı hatırlatır çünkü. Sevgilinle birlikte yaşlanmak iyidir. Aradan kaç yıl geçerse geçsin, vücudunda ne türden değişiklikler olursa olsun, onun seni, senin onu gördüğünüz “şey” değişmez çünkü.
Aşklar da bakım ister
Fransız felsefeci Roland Barthes’in de güzel bir kitabı vardı: ‘’Bir Aşk Söyleminden Parçalar’’ (Metis Yayıncılık, 2010). Barthes kitabında; ‘’Âşık olduğumuzda kullandığımız dil, her zaman konuştuğumuz dilden çok farklıdır’’ der ve ''bir kere ilk mesajı verip, 'seni seviyorum' dedikten sonra sözlerinizle, davranışlarınızla içinizdeki duyguyu karşı tarafa sonsuz bir akış şeklinde tekrarlamalı, ilişkiyi derinleştirmelisiniz’’ diye yazar. Yani demek ister ki yazar: Aşklar da bakım ister…
Zaten söylerdi Cemal Süreyya bir şiirinde:
‘’Bahçelerden geç parklardan köprülerden geç git
Aşklar da bakım istiyor öğrenemedin gitti’’
Sevgili olmanın şartları
Sevgili olmak için çok şart vardır. Ancak ben dört adet ön şartından bahsedeceğim.
Çoğu insan yalnızlığı paylaşmak ve mutlu olmak için sevgili edinirler, evlenirler. Oysa ‘’yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmaz.’’ (Özdemir Asaf) Kişinin; kendisiyle ve çevresiyle barışık olmadan, sosyalleşmeden ve mutlu olmasını öğrenmeden sevgili edinmemesi, evlenmemesi gerekir. Yoksa ikinci kişi de o yalnızlığınıza ortak ve mahkûm edilir, mutsuz edilir...
Sevgili için ayrıca güne ve hediyeye gerek yok ki aslında... Hediye kapitalist tüketim toplumunun tüketim artsın diye icatlarından bir tanesidir. Sevgiliye verilecek en büyük hediye tatlı bir söz, ses tonu ve gözlerdir... Kişinin her daim ses tonu yumuşak, kadife gibi değilse, her daim gözleri gülmüyorsa, her daim sevgiyi besleyemiyorsa, aşkı bakımsız bırakıyorsa, mutlu değil ve yalnızsa sevgili edinmemesi gerekir...
Kişi öyleyse eğer, kendisine yazık olmuş ya, sevgiliye de, eşe de yazık eder... Keşke insanlar sevgili edinmeden, evlenmeden önce bu konularda ehliyet alır gibi bir eğitime tabii tutulsalar!
Gelelim sevgililer günü şarkısına…
Eres todo en mi vida
Sevgililer günü için bir şarkı seçtim. Bir insanın sevgilisine söyleyebileceği en güzel şarkı bu şarkıdır diye düşünüyorum: ‘’Eres todo en mi vida’’ Bu kısa cümle İspanyolca ‘’Benim için sen her şeysin’’ demek…
Şarkıyı söyleyen de El Rey del Despecho takma adıyla bilinen Kolombiyalı popüler müziğin şarkıcısı ve bestecisi Darío de Jesús Gómez Zapata... Ancak kendisi Darío Gómez diye tanınır.
Bir insan, bir nasıl bakışla, bir nasıl sesle sevgilisine ’’Benim için sen her şeysin’’ diyebilir? Bunu öğrenmek için bu şarkıyı dinlemeli insan…
Şarkının adı böyle olunca diğer sözlerinin anlamını bilmeseniz de olur… Şarkıcının sesinden, ses tonundan, bakışından ne dediği anlaşılıyor zaten…
Bugün Pazar… Ve sevgililer günü… Bırakalım Koronayı, virüsü, kışı, karı, karantina sıkıntısını… Defalarca ama defalarca bu şarkıyı dinleyin… Sonra dönün sevgilinize, eşinize, söyleyebilirseniz eğer bu şarkıyı söylemeye çalışın: Eres todo en mi vida: ''Benim için sen her şeysin''… Şarkı da söyleyemiyorsanız en azından kadife bir sesle, gülen bir gözle; ‘’seni seviyorum, benim için her şeysin’’ deyin.. Aslında bu sözü tüm sevdiklerinize deyin diyeceğim ama söylemeyin, baştan da söylediğim gibi tüm sevgi sözcüklerinin içlerini boşalttık biz...
Sizlere, sağlıklı, mutlu ve huzurlu güzel bir Pazar günü diliyorum…
Sevgi ehlinin sevgililer gününü kutluyorum; sevgililer gününüz kutlu olsun…
Osman AYDOĞAN
Darío Gómez: Eres todo en mi vida:
https://www.youtube.com/watch?v=sfcAFejAm04
Bir not: Asıl adı María Guadalupe Araujo olup Ana Gabriel olarak bilinen Meksikalı bir şarkıcının da bu şarkıya ismi çok yakın olan ‘’Eres todo en mi’’ isminde bir şarkısı vardır. Bu iki şarkı isim benzerliği ve İspanyolca olmaları dışında farklı şarkılardır.