• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi6
Bugün Toplam769
Toplam Ziyaret3104442

Mahur Beste (2)


Mahur Beste (2)


06 Mayıs 2019

Deniz Gezmiş'leri anmak için Attila İlhan’ın ‘’Mahur Beste’’ adlı şiirini anlatırken Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, birisinin de adı ‘’Mahur Beste’’ olan üçlemesinden bahsetmiştim.

Uzaklardaki bir gücün politikaları doğrultusunda darağacına gönderilen üç fidan için Attila İlhan’ın yazdığı ağıtın, feryâdın, figânın adının neden ‘’Mahur Beste’’ olduğunu hiç düşündünüz mü?


Bu gizemi anlamak için Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bu üçlemesinin üçünü de bir bütün olarak anlatmam gerekiyor.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın üçlemesi: ‘’Mahur Beste’’, ‘’Sahnenin Dışındakiler’’ ve ‘’Huzur’’

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın sırasıyla ‘’Mahur Beste’’ (Dergâh Yayınları, 1998), ‘’Sahnenin Dışındakiler’’ (Dergâh Yayınları, 2010) ve ‘’Huzur’’ (Dergâh Yayınları, 2000) romanları birbirinin devamı olan Tanzimat’tan Cumhuriyete bir iç buhran üçlemesidir.

Bu kitaplarda geçen roman kahramanları da aynı kişilerdir. "Mahur Beste", sadece aynı adı taşıyan romanda değil, "Sahnenin Dışındakiler" ve ''Huzur''da da tam bir roman kahramanı edasıyla yer alır. Bu kişiler ‘’Sahnenin Dışındakiler’ romanında gençlik, ‘’Huzur’’’ romanında da olgunluk yaşlarıyla anlatılır. 

Özetle bu üç kitabı anlatacağım. Üçlemenin ilk kitabı olan ‘’Mahur Beste’’yi en son anlatacağım.

Sahnenin Dışındakiler

‘’Sahnenin Dışındakiler’’ romanı Tanpınar'ın 1920'li yılların, yani işgal ve Millî Mücadele yıllarının romanıdır. Romanda Anadolu'da süren Kurtuluş Savaşı ve İstanbul'daki aydınlarla birlikte halkın değişik kesimlerinden insanların farklılaşan hayatları ve bu mücadeleye dâhil oluşları işlenir.


Roman adını ve konusunu; "sahnenin dışında" olanlardan ve onların içlerinde ve etraflarında olup bitenlerden, onların geçmişlerinden, hasretlerinden ve ihtiraslarından alır. ‘’Sahnenin Dışındakiler'' romanında kalabalık bir insan kadrosu vardır. Bunlar içinde gözden düşmüş fakat kendilerinin her an hatırlanacağını uman devlet adamları, harp vurguncuları, idealistler, hainler, fedakâr kadınlar, düşmüş kadınlar, değişen hayat şartları içinde yerlerini arayanlar, ıstırabın hayatlarını kararttığı insanlar yer alır.

Romanda şu konuşmalar geçer:

Romanın kahramanlarından İhsan romanın bir yerinde şöyle konuşur: "Orada (Anadolu'da) mücadele var, muharebe var. Mukadderatımız orada halledilecek! Asıl sahne orası. Biz burada maalesef sadece seyirciyiz. Sahnenin dışındayız"

"En çok hataya düşenler, kendilerinden kudretlerinin üstünde şeyler isteyenler, kendilerini olduğu gibi kabul etmeyenlerdir.."

 "Az okuyoruz, hatta hiç okumuyoruz ve galiba hiç de düşünmüyoruz."

"Biz evvela kelimeleri öğreniriz, sonra yaşadıkça teker teker manalarını." 

''Niçin kadere bu kadar bağlı olan insanlar, bir türlü ona razı olmaz? Hiçbiri kendi hayatını yaşamıyor da onun için.’’

‘’Sahnenin Dışındakiler’’, düşündüren, öğreten, öğretirken de insanı içine düşüren bir kitaptır.

Huzur

‘’Huzur’’ romanına gelince… Tanpınar, kültürümüzü bir "iç âlem medeniyeti"nin tezahürü olarak görür. Bu medeniyeti, belirli bir ahlâkı taşıyan "mânevi vazifelerine inanmış, muayyen bir ruh nizamından geçmiş, nefislerini terbiye etmiş" insanlar meydana getirmiştir. Huzur'un kahramanlarından Mümtaz, roman boyunca kendisini "huzur"a kavuşturacak bir "iç nizam"ı aramaktadır. Eserde hastalık, ölüm, tabiat, kozmik unsurlar, medeniyet, sosyal meseleler, çeşitli ruh halleri ve estetik fikirler iç içe verilir. Ancak bütün bunların üzerinde romana hâkim olan Mümtaz'la Nuran'ın aşklarıdır. İstanbul, bu aşkın yaşandığı çevre olmaktan çıkarak, âdeta bir roman kahramanı gibi ele alınır. Roman kahramanları Mümtaz, Nuran, Sabih ve Adile Hanım'ın vapur sohbetlerinin konusu hep müzisyenlerdir.


‘’Huzur’’ romanı Osmanlı ile Cumhuriyet arasına sıkışmış; bir yandan yüzlerce yıllık Osmanlı geleneğinden kopuşun öte yandan da yeni Cumhuriyetin getirdiklerinin ikilemini yaşayan insanların hikâyesini anlatır. ‘’Huzur’’ romanı için; belli bir dünya görüşüne ve bir hayat nizamına kavuşamamış Cumhuriyet aydınlarının "huzursuzlukları"nı dile getiriyor denebilir.

Kitap dört bölümden oluşur: İhsan, Nuran, Suat ve Mümtaz. Tanpınar’ın, kitabın ilk bölümü olan "İhsan"da Fransız tarihçi Albert Sorel'den alıntıladığı "dünya gömlek değiştireceği zamanlarda, hadiseler sakınılmaz bir kader halini alırlar" cümlesi aslında kitabın içeriğini anlatmak için yeterlidir.

‘’Huzur’’, ABD’inde "A Mind at Peace" (Archipelago Books, 2008) adıyla yayınlanır ve hakkında The los Angeles Times gazetesinde şu yorum yapılır: "Bir başyapıt… Seçkin, dâhiyane, melankolik bir destan… Gerek tasvirler, gerekse anlatılan hikâyeler ve uçuk karakterleriyle… Romantizm ve kültürel değişimleri bir araya getiren 20. asrın büyük romanlarından.'' (By Rıchard Eder, ‘A Mind at Peace’ by Ahmet Hamdi Tanpinar, March 1, 2009) The Guardian gazetesi editörü Maya Jaggi ve ABD’li genç yazar Joshua Cohen tarafından da ‘’Huzur’’ romanı Türk edebiyatının ‘’Ulysses’'i olarak tanımlanır. (Maya Jaggi, ''Tanpınar, who died in 1962, wrote the Turkish Ulysses, A Mind at Peace.'' The Guardian, 01 Dec. 2009, Literary Review, Dec. 2013) Ulysses, İrlandalı yazar James Joyce’un modern edebiyatın en önemli eserlerinden biri olan romanıdır. ‘’Huzur’’ romanı 2015 yılında da Japonya’da Fujiwara Shoten (Fujiwara Yayınevi) tarafından aynı adla Japonca olarak yayımlanır.

Romanda geçen konuşmalar:

"Her düşüşün altında bir başkası vardır ve herkes kendinin mezarıdır.’’

"Wagner'i, Debussy'i dinleyip Mahur Beste'yi yaşamak, işte bizim talihimiz bu."

"İnsanlık fena bir ihtimali bir kere kendisine ufuk bilmesin; bir kere uçurumu görmesin. Bir daha ondan geriye dönemez, onu giyinir. Kıymetli bir şeyiniz, iyi bir yazma, güzel bir gramafon, bir acem halınız var mı, sakın onu satmayı bir imkân gibi düşünmeyin, evliyseniz karınızı boşamayı, seviyorsanız sevdiğiniz kadına darılmayı bir kere olsun aklınıza getirmeyin. Sonra bu işlerden ne kadar çekinirseniz çekinin, mıknatıslanmış gibi, arkanızdan itiyorlarmış gibi onu yaparsınız, insan hayatında sakınmak yoktur. Hele kütle halinde, asla. Bir kere uçurum göründü mü, ölüm simsiyah dili ile konuştu mu?"

"Istırap günlük ekmeğimizdir; ondan kaçan insanlığı en zayıf tarafından vurmuş olur, ona en büyük ihanet ıstıraptan kaçmaktır. Bir çırpıda insanlığın talihini değiştirebilir misin? Sefaleti kaldırsan, bir yığın hürriyet versen, yine ölüm, hastalık, imkânsızlıklar, ruh didişmeleri kalır. O halde ıstırap karşısında kaçmak, kaleyi içten yıkmaktır."

‘’Bir şeyden korkmak, biraz da onun geleceğini beklemektir.’’

"Son ümit nedir bilir misiniz? Çok defa son ümit, temennilerimizin imkânsızlığa akseden çehresidir."

"Siyasi bir harbin sakınılması o kadar kolay ki... Bir dümen kırışı, aklıselimin bir saniye için dönüşü her şeyi halledebilir. Fakat bir medeniyet krizini yenmek, onun arızaları içinde şuurunu muhafaza etmek, ona karşı gelmeğe çalışırken dümeni ellerinden kaçırmamak, bir selde sürüklenmemek, bir tayfunda boğulmamak, bir yıldız müsademesinde toz haline gelmemek kadar güç."

"Bir insanda fazla gecikilmez birçok şeyler gibi insanlar da kuyuya benzer. İçlerinde boğulabiliriz. Arasından geç, git. Bir fikrin etrafında düşüncenin hür oyunlarını dene..."

"Bizim memlekette aranan kaybolur. Şark oturup beklemenin yeridir. Biraz sabırla her şey ayağınıza gelir."

"Bazı kapıların bize kapalı görünmesi, önünde değil arkasında durduğumuz içindir."

"Zannetme ki, sana kabuğunu kır, diye cevap vereceğim... O zaman dağılırsın! Sakın kabuğunu kırma; genişlet... Ve kendine mal et, kanınla işle ve canlandır. Kabuğun kendi derin olsun."

"Hiçbir şeyi kendimize kader yapmağa hakkımız yoktur. Hayat o kadar geniş ve insan o kadar büyük meseleler içinde ki... Onu kavramak için düşüncelerimizde ve hayatımızda hür olmalıyız."

‘’Bütün fecaat, insanın insanla karşılaşa karşılaşa, en sonunda kendisini tanımayacak hale gelmesi... Fikirler de öyledir: hayatla karşılaşa karşılaşa tanınmaz hale gelir."

"Talihimizin en hazin tarafı neresidir biliyor musun Mümtaz? İnsanın yalnız insanla meşgul olması. ... Farkında olsun olmasın, insan insanı malzeme gibi kullanıyor."

"...kendimizi sevmiyoruz. Kafamız bir yığın mukayeselerle dolu; Dede'yi Wagner olmadığı için, Yunus'u Verlaine, Bâki'yi Goethe ve Gide yapamadığımız için beğenmiyoruz. Uçsuz bucaksız Asya'nın o kadar zenginliği içinde, dünyanın en iyi giyinmiş milleti olduğumuz halde çırılçıplak yaşıyoruz. Coğrafya, kültür, her şey bizden bir yeni terkip bekliyor; biz misyonlarımızın farkında değiliz. Başka milletlerin tecrübesini yaşamağa çalışıyoruz."

“Bugün Türkiye’de nesillerin beraberce okuduğu beş kitap bulamayız.”

"Hiçbir yara kurcalamakla iyileşmez."

“Kendi kendime biz gurbetin insanlarıyız diyorum. Mesafelerin terbiye ettiği insanlar.”

"Mesuliyetini taşıyacağın fikrin adamı ol!"

"Fikir ve sanatı hür bırakacağız. Çünkü onlar hürriyet, mutlak hürriyet isterler. Masal bir anda, biz istiyoruz diye teşekkül etmez. O hayatın içinden fışkırır.’’

Mahur Beste

‘’Mahur Beste’’ romanında, Tanpınar'ın sonraki romanları olan ‘’Sahnenin Dışındakiler’’ ve ‘’Huzur’’da da önemli bir motif olan "Mahur Beste" teması önemli yer tutar. Tanpınar, Türk müziğini medeniyet öğeleri arasında sayarak klasik Türk musikisini medeniyetimizin özlü bir yansıması olarak kabul eder. Zaten ''Mahur Beste'', acı bir aşk hikâyesinin klasik musiki kalıplarıyla soyutlanmasıdır. Bu nedenle de Türk müziğinin en eski ve en önemli makamlarından birisi olan ‘’Mahur’’ aynı zamanda bu romana isim ve ilham kaynağı olur. ‘’Mahur Beste’’ sadece romana bir ad olmaktan da öte insanî tamlığın olmazsa olmaz bir öğesi olarak sunulur. Bu anlamda Tanpınar "Çok insan anlayamaz eski musikimizden / ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden" diyen Yahya Kemal Beyatlı’nın düşüncesindedir. Zaten Tanpınar, Yahya Kemal’i en iyi anlayıp izleyenlerden birisi olarak kabul edilir.


Mahur Beste'de Tanpınar'ın diğer eserlerinde de görülen medeniyet meselesi büyük bir ağırlıkla ele alınır. Mahur Beste, Tanzimat sonrasında Cumhuriyet başlangıcında toplum hayatımızın her yönüne yansıyan değişim ve başkalaşımın yansıtıldığı ve her fırsatta tartışıldığı bir roman özelliğindedir. Tanpınar bu kitabında Doğu-Batı medeniyeti, ihtilal, kişisel açmazlar ve Türk aydını üzerine yoğunlaşır. Romanda üç farklı zihniyeti temsil eden Mülkiyeli Behçet, İhtilalci Sabri Hoca ve Molla İsmail romanın başkarakteridirler... Her biri Tanzimat sonrası Osmanlı ilmiye sınıfının üç farklı zihniyetini temsil ederler.  Ancak üçünün de ortak düşüncesi ilmiye sınıfının toplum içinde ar­tık eski gücünü koruyamadığı ve bunun sonucunda da toplumda geleneksel değerler boşluğu ortaya çıktığıdır. Bu değerler boşluğu da Osmanlı dünyasını sarsan derin bir bunalıma yol açar.

‘’Mahur Beste’’ ilk kez 1944 yılında tefrika halinde yayınlanır, roman olarak da  ilk 1975 yılında basılır. “Mahur Beste” diğer ilk iki romanın gölgesinde kalsa da Tanpınar’ın bir bütün olarak anlaşılmasını sağlar.

‘’Mahur Beste’’de geçen Talât Bey çarkçı yüzbaşıdır. Musikişinastır. Mevlevi muhibbidir. Fatma (Nurhayat) Hanım, Talât Bey’in karısıdır. Fatma (Nurhayat) Hanım’ın adı, ‘’Mahur Beste’’ romanında adı ‘’Fatma’’ olarak geçer. ‘’Huzur’’un tefrika edilen metninde de aynı ismi taşır. Huzur’un tefrika metni kitaplaştırılırken ismi Nurhayat’a çevrilir. Nurhayat Hanım, en geniş şekilde ‘’Huzur’’ romanında,  torununun kızı Nuran üzerindeki etkisiyle anlatılır.

Mahur Beste'de trajik bir olay vardır:

Talât Bey’in karısı Fatma Hanım, Mısırlı bir binbaşıya âşık olunca kocasını terk eder. Talât Bey onun ardından Mahur Beste’yi besteler. Hakikatte tam bir fasıl yapmak istiyordur. Fakat tam o esnada Mısır’dan gelen bir dostu Nurhayat Hanım’ın ölümünü haber verir. Daha sonra ise bu ölümün eserin bittiği geceye tesadüf ettiğini öğrenir.

Romanda geçen konuşmalar

"Fikirlerimiz, onları taşıyacak kudrette olduğumuz nispette bizimdirler."


“Freud ile Bergson’un beraberce paylaştıkları bir dünyanın çocuğuyuz. Onlar bize sırrı; insan kafasında, insan hayatında aramayı öğrettiler.”

''Sevginin, merhametin eşiğini atlayanlar, ıstırabın gömleğini de kendiliğinden giyinirler. Acımak, söylendiği kadar kolay bir şey değildi. İnsanın her tattığı şey, içinde bir bıçak gibi çalışıyordu.''

"Behçet Bey, bütün ömrünce, yerinden kımıldamadan 'kaçmak, gitmek!' diye çırpınanlardandı."


‘’Atâ Molla Bey, bu yeniçerisiz, sipahisiz kazansız, ihtilalsiz İstanbul’u beğenmiyor, ‘ulema’ sınıfını fetvahane kedisi haline getiren ve sarayında tek başına memleketi idare eden bu hükümdardan hoşlanmıyor, etrafındaki her şeyi küçük, bayağı ve manasız görüyordu.’’

''Oğlum Behçet, sen bir medeniyetin iflası nedir, bilir misin?'' dedi. ''İnsan bozulur, insan kalmaz; bir medeniyet, insanı insan yapan manevi kıymetler manzumesidir. Anlıyor musun şimdi derdin büyüklüğünü? Cahilsin; okur, öğrenirsin. Gerisin; ilerlersin. Adam yok; yetiştirirsin, günün birinde meydana çıkıverir. Paran yok; kazanırsın. Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu, bunun çaresi yoktur. Sen cilt yapıyorsun; şiraze nedir bilirsin. Bizde insanoğlu şirazesiz kalmış. Hayat onun için ahenksiz, birbirini tutmayan, günün hayatına cevap vermeyen bir yığın ölü kıymetler tarafından idare ediliyor. Dünyaya baktığımız zaman ayrı görüyor, kendi kendimize kaldığımız zaman ayrı düşünüyoruz. Yığınlarla tezat içinde yaşıyoruz, bütün şark dünyası bir ıstırap içinde. Muttasıl gömlek değiştiriyor, Hint’i, Çin’i, Efgan’ı, Arap’ı, Türk’ü hep soyunuyoruz; soyundukça üstümüzden attığımız şeylerin alelade ekler olduğunu, daha derinden birtakım şeyler çıkarıp atmak lazım geldiğini görüyoruz. O zaman korkuyoruz; olduğumuz yerde imdat arar gibi sağa sola bakmıyoruz. Sonra tekrar başlıyoruz, gene tabaka tabaka soyunuyoruz, tırnaklarımızla derimizi yüzer gibi bir şeyler daha atıyoruz. Zaten biz soyunmasak bile onlar üzerinden lime lime dökülüyorlar. Fakat olmuyor; bize lazım olan, gömlek değiştirmek değil, içten değişmektir. Bu sadece dıştan yapılacak şey değil. Bunu olduğumuz yerden yapamayız, içten, dıştan her ufuk, bir görüş zaviyesidir. Bütün cemiyet hayati zihniyet etrafında döner, insani yeni bastan, yeni esaslara kurmamız lazım; yeni kıymetlerle yasayan bir insan. Hâlbuki bu imkânsız.’’ 

Karıştırılan ‘’Mahur Beste’’ler…

Tanpınar’ın kitaplarında ve özellikle ‘’Mahur Beste’’de geçen mahur besteler genellikle birbirine karıştırılır. Roman ile ilişkilendirilen üç adet ‘’Mahur Beste’’ vardır.


Eyyubí Ebubekir Ağa'nın ‘’Mahur Beste’’si

Bunlardan birincisi Klasik Türk Musikisinin en büyük bestekârlarından biri olan Eyyubí Ebubekir Ağa'nın ‘’Mahur Beste’’sidir. Tanpınar, ‘’Mahur Beste’’ romanını Eyyübi Ebubekir Ağa'ya ithaf eder. Bu nedenle Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bu besteden etkilenmiş olduğu düşünülür. Bu beste gerçektir ve bestenin bağlantısını yazımın sonunda veriyorum.

Eyyubí Ebubekir Ağa'nın bu eserinin sözleri şu şekildedir:

''Bir âfet-i meh-peyker ile nüktelerim var, fehmetmesi müşkil
Aşkı gibi sînemde bulunmaz güherim var, sad şevke muâdil

Ebrûleri îmâ ile gizli eder iş'âr, bir bûse atâsın
Ahdî'ye nihânî kereminden haberim var, müjde sana ey dil

Ah ben senin hayrânınam
Ah ben senin kurbânınam''

Tâlat Bey’in hayali ‘’Mahur Beste’’si

Bunlardan ikincisi; ‘’Mahur Beste’’ romanında Tâlat Bey’in,  Sultan IV. Murat, Sultan İbrahim, IV. Mehmed gibi padişahlarla; Köprülü Mehmed Paşa, Köprülüzâde Fâzıl Ahmet Paşa gibi devlet büyüklerine kasideler yazan 17. yüzyılın usta şairi, Neşâtî’nin bir gazelinden yaptığı hayali bestedir. Ancak bu beste romanda sadece ad olarak kullanılır. Notalandırılmamıştır. Zaten ‘’Mahur Beste’’ romanında geçen Talât Bey de kurmaca bir kişiliktir.

Neşâtî’nin bahsi geçen gazelinin ilk beyti şöyledir:

"Gitdin emmâ ki kodun hasret ile cânı bile
istemem sensiz geçen sohbet-i yârânı bile"

Neşâtî'nin bu beyti roman boyunca ve hatta üçlemenin diğer romanı olan Huzur'da da sıkça tekrarlanır.

Dr. Refik Tâlat (Alpman) Bey’in ‘’Mahur Saz Semai''

Bunlardan üçüncüsü Bestekâr Dr. Refik Tâlat (Alpman) Bey’in ‘’Mahur Saz Semai'' adlı bestesidir. Ancak adına aldanmayın, bu beste Nihavend makamındadır! Romanda geçen ‘’Mahur Beste’’ ile ilgisi yoktur… Romanda geçen kurmaca bir kişilik olan Tâlat Bey ile Bestekâr Dr. Refik Tâlat (Alpman) Bey’in adlarının ve beste adlarının (‘’Mahur Beste’’ ve ‘’Mahur Saz Semai'') benzerliği genellikle karıştırılmasına yol açar.


Ancak bu konuyu karıştıranlar da haksız değillerdir. Erciyes Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Oya Levendoğlu bu konuda bana şu bilgiyi göndermişti. Kendisine şükranlarımı sunuyorum:

‘’Mahur Saz Semai’’nin, romanda geçen 'Mahur Beste' ile ilgisi olmamasına karşın bu saz eseri romanı en güzel yansıtacak eserlerden birisidir. Refik Tâlat Alpman'ın en tanınmış eserlerinden biri olan bu ’Mahur Saz Semai’sinin son hanesi Nihavend makamında bestelenmiş ve Mahur makamının parlak ve coşkulu rengini tek bir perdenin değişimiyle yumuşacık romantik bir renge dönüştürmüştür. Bu tür renk değişimleri klasik gelenekte, eserlerin zemin bölümlerinin ardından sıklıkla yapılır. Hele ki peşrev ve saz semailerinin ikinci, üçüncü ve dördüncü bölümlerinde yapılan böylesi geçkiler, adeta her roman karakterinin sahip olduğu farklı renkleri temsil eder gibidir.’’

Dr. Refik Tâlat (Alpman) Bey’in ‘’Mahur Saz Semai''sinin bağlantısını da yazımın sonunda veriyorum. Bağlantısını verdiğim Mahur Saz Semai’ni dinlerken videonun görselini de tam ekran yapıp öyle dinleyin… Mahur Saz Semai’ni dinlerken de bu görselin içinde kaybolun... Kuantum teorisinin ''gözlemleyenle gözlemlenenin bir olduğu, ayrılmaz olduğu'' ana fikri gibi, Fransız filozof Michel Foucault ‘’Kelimeler ve Şeyler’’ (Les Mots es les choses) isimli kitabında ‘’bakanın bakılan olduğu’’nu yazdığı gibi görseldeki manzara içinde müzik eşliğinde manzara ve müzikle bir olun, beraber olun, manzara ve müziğin içinde eriyin, bitin, kaybolun…

Attila İlhan’ın ‘’Mahur Beste’’si

Sonra da Tanpınar’ın bu üçlemesinin verdiği tüm bir mesajı ve ‘’Mahur Beste’’ musikilerinin bu atmosferi içinde, uzaklardaki bir gücün politikaları doğrultusunda darağacına gönderilen üç fidan için Attila İlhan’ın yazdığı ağıtın, feryâdın, figânın adının neden ‘’Mahur Beste’’ olduğunu bir de bu gözle düşünün…

Zaman Tanpınar'ın bu üçlemesini okuma, ‘’Mahur Beste’’yi ve ''Mahur Saz Semai''sini dinleme zamanıdır! 

Ve ben bu üçlemeyi okurken ve ''Mahur Beste''yi dinlerken bu dünyaya bir daha Ahmet Hamdi Tanpınar gibisi gelmez diye hayıflanıyorum... 


Osman AYDOĞAN

Dr. Refik Talât (Alpman) Bey'in Mahur Saz Semai: 
https://youtu.be/3eknB-3fWpc

Eyyubí Ebubekir Ağa'nın ‘’Mahur Beste’’si:
https://www.youtube.com/watch?v=j1L5OlX8MHs

 


Yorumlar - Yorum Yaz