Eylül toparlandı gitti işte, Ekim filan da gider bu gidişle
01 Ekim 2018
‘’Eylül toparlandı gitti işte
Ekim filan da gider bu gidişle
Tarihe gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadar.’’
Türk şiirinin en yalnız, en mutsuz, en umutsuz ve en içli şairi Turgut Uyar’ın ‘’Acıyor’’ adlı şiiri işte böyle biterdi: ''Eylül toparlandı gitti işte, Ekim filan da gider bu gidişle''. Öyle olmadı mı? Eylül toparlandı gitti işte, Ekim filan da gider bu gidişle.
1982 yılında yayınladığı bir şiir kitabı var Turgut Uyar’ın: ''Kayayı Delen İncir'' (Can Yayınları, 1993) Bu kitabında da işte bu şiiri var Turgut Uyar’ın: ‘’Acıyor’’ (Hoş, günümüzde neler acımıyor ki!) Turgut Uyar bu şiirinde iki kelimeye dünyaları sığdırmış: ‘’Sevgim acıyor!’’ Öyle ya, başka türlü nasıl şair olunurdu ki?
Diğer şiirleri anlattığım gibi Turgut Uyar’ın bu şiirini (Acıyor) uzun uzun anlatmama gerek yok diye düşünüyorum. Şiiri açık açık tanımlamış zaten o, gayet kısa ve net: ‘’Sevgim acıyor!’’ Bu iki sözcüğün açıklaması olur mu? Olmaz!; ''Sevgim acıyor, kimi sevsem, kim beni sevse.'' Acıyor işte, sevgim acıyor!
Sevginin acıması da yüreğin burkulması gibi bir şey herhalde. Zaman hızla meçhule doğru akıp gidiyor. Eylül toparlandı gitti işte, Ekim filan da gider bu gidişle, sevgim acıyor. Acıyor işte, sevgim acıyor, kimi sevsem, kim beni sevse!
Zaten günümüzü, yaşadığımız dünyayı anlatmıştı bir şiirinde:
"Hâlbuki korkulacak hiç bir şey yoktu ortalıkta
her şey naylondandı o kadar"
Evet, artık her şey naylondandır. O kadar. Sevgiler naylondandır, aşklar naylondandır, dostluklar naylondandır, insanlar naylondandır, mevsimler naylondandır. Sevgimizin acıması da bundandır zaten!
Onun şiirlerinde kendini bulur insan.
Subaydır ya kendisi. Her subay gibi turnaların peşi sıra ülkenin dört bir yanını gezip, tüm güzellikleri şiirinin içine içli bir dille serpiştirmiş Turgut Uyar:
‘’Ben neye sevdalıyım böyle, bilmem
Binlerle yıldız kayıyor kanımda.
Şöyle dolaşmak, yıllarca, yüzyıllarca
Hür, yayan yapıldak vatanımda…’’
Bu şiirin tamamını yazımın sonunda veriyorum. Bu şiirin tamamını vermesem, bu kadarı, çölde susuz kalmış bir insana bir yudum su vermek gibi bir şey olurdu. Bu şiir, Turgut Uyar gibi benim ve çoğu subayların yaşadığı hayatı anlatır. Kendimi buluyorum bu şiirde... Benim de binlerce yıldız kayarken kanımda, ben neye sevdalıydım böyle? Ben de bilmiyordum işte.
Turgut Uyar, Türk şiirindeki ‘’İkinci Yeni’’lerdendi.
‘’İkinci Yeni’’, Türk şiirinde değişik imge, çağrışım ve soyutlamalarla yeni bir söyleyiş bulma amacında olan ve 1950'li yıllarda Edip Cansever, İlhan Berk, Cemal Süreya, Turgut Uyar, Sezai Karakoç, Ece Ayhan ve Ülkü Tamer gibi şairlerin oluşturduğu bir topluluktur. İsim babası Muzaffer İlhan Erdost'tur. Akımın öncü şairi Ece Ayhan'a göre ise az kullanılan adıyla '’Sivil Şiir’'dir.
''İkinci Yeni'' şairleri, şiirlerinde hayal gücüne ve duyguya ağırlık verdiler. Bireyin yalnızlığı, sıkıntıları, çevreye uyumsuzlukları gibi temaları sıklıkla işlediler. Söylemek istediklerini soyut bir dille anlatmaya çalıştılar. Amaçları verilmek istenilen duyguyu anlatmaktan ziyade hissettirmekti.
İşte bu ‘’İkinci Yeni’’ şairlerden en yalnız, en içli, en duyarlı olanı, yazımın girişinde verdiğim gibi Turgut Uyar’dır. Turgut Uyar, şimdi kapatılan Bursa Askerî Lisesi mezunu bir subaydır. (Demek ki o zamanlara askerî okullardan nadiren sadece subay yetişirmiş!) Hemen hemen her subay gibi o da şairdir. Ama acının coğrafyasında yaşayan bir şairdir o. Aşk ve sancılı ayrılık şiirlerinin ölümsüz şairidir o. Türk şiirinin en yalnız, en mutsuz, en umutsuz şairidir o. Belki de Türk şairlerinin en içli şairidir o. Turgut Uyar çocukluğundan şöyle bahseder: “Hüzünlü bir çocuktum. Nedense hep ağlamaya hazır. Ağabeyim bana sataştıkça annem ‘yapma oğlum’ derdi ona, ‘o, içli bir çocuk’ ”. Turgut Uyar hep o çocuk oldu ve o çocuk gibi hep içli bir şair oldu.
Subaylıktan istifa ederek ayrılmıştır ya. ‘’Federico Garcia Lorca için üç şiir’’ adlı şiirinde şöyle der:
‘’Ah işte herşey orda...
Ben severim omuzlarımı bir gün
Sırmaları, apoletleri olmasa da.’’
Yine kendimi buluyorum bu şiirde de; ben de severim omuzlarımı bir gün, sırmaları, apoletleri olmasa da!
Dört kutsal kitap üzerine engin bir bilgisi olduğu söylenir. Şiirleri böyle bir birikimin ürünüdür.
Cemal Süreya’dan ayrılan Tomris Uyar ile ikinci evliliğini yapar Turgut Uyar. Turgut Uyar, severken de içli sever, içerken de içli içer. Severken de içerken de sevginin ve içkinin dozunu hiç ayarlamaz. Bir gün bu ikisinden birinin başına bir iş açacağını bilir. Turgut Uyar 22 Ağustos 1985’te 58 yaşında iken evinde vefat ettiğinde oğlu ardından şöyle der: “Sevmek ve içmek, ikisini de sonuna kadar kullandı. Ama sevdiği için değil, içtiği için öldü”.
Bir şiirinde kendi ölümünü anlatmıştı:
"Ben bir gün giderim ki neyim kalır
eksik bıraktığım her şeyim kalır."
Zaten o gidince de bu dünyada her şey eksik kalır.
Turgut Uyar Aşiyan mezarlığına defnedilir. Mezar taşında tek bir sözcük yazılıdır adı dışında: ‘’Ağustos’’ Çünkü Ağustos Turgut Uyar'ın ayıdır: 04 Ağustos'ta (1927) doğar, 22 Ağustos'ta (1985) vefat eder. Ruhu şâd olsun:
Hani Cicero derdi ya; ‘’ölmüşleri yaşatan, yaşayanların bellekleridir.’’ İşte bu nedenle, Eylül toparlanıp da gidince Türk şiirinin bu en içli şairini anmak, hatırlamak, hatırlatmak istedim!
Turgut Uyar girişte anlattığım ''Acıyor'' şiirinde şöyle devam ederdi:
‘’Tavrım birçok şeyi bulup coşmaktır
Sonbahar geldi hüzün
İlkbahar geldi kara hüzün
Ey en akıllı kişisi dünyanın
Bazen yaz ortasında gündüzün
sevgim acıyor
Kimi sevsem
Kim beni sevse…’’
Öyle değil miydi? Sonbahar geldi hüzün, ilkbahar geldi kara hüzün, bazen yaz ortasında gündüzün, sevgim acıyor, kimi sevsem, kim beni sevse.
Osman AYDOĞAN
Acıyor
Mutsuzlukdan söz etmek istiyorum
Dikey ve yatay mutsuzluktan
Mükemmel mutsuzluğundan insansoyunun
Sevgim acıyor
Biz giz dolu bir şey yaşadık
Onlar da orada yaşadılar
Bir dağın çarpıklığını
bir sevinç sanarak
En başta mutsuzluk elbet
Kasaba meyhanesi gibi
Kahkahası gün ışığına vurup da
öteden beri yansımayan
Yani birinin solgun bir gülden kaptığı frengi
Öbürünün bir kadından aldığı verem
Bütün işhanlarının tarihçesi
sevgim acıyor
Yazık sevgime diyor birisi
Güzel gözlü bir çocuğun bile
O kadar korunmuş bir yazı yoktu
Ne denmelidir bilemiyorum
sevgim acıyor
Gemiler gene gelip gidiyor
Dağlar kararıp aydınlanacaklar
Ve o kadar
Tavrım bir çok şeyi bulup coşmaktır
Sonbahar geldi hüzün
İlkbahar geldi kara hüzün
Ey en akıllı kişisi dünyanın
Bazen yaz ortasında gündüzün
sevgim acıyor
Kimi sevsem
Kim beni sevse
Eylül toparlandı gitti işte
Ekim filan da gider bu gidişle
Tarihe gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadar
Turgut UYAR
Turnam Seninle
Bir rüzgâra kapıldım da dolandım durdum
Ankaranın İstanbulun dışında.
Mecnun gibi mi dersiniz, Kerem gibi mi
Bir telli, turnanın peşinde?
Aman turnam telin, teleğin olayım
Yollarda koma beni.
Derdinmişim gibi taşı, palazınmışım gibi
Aman turnam telin, teleğin olayım…
Bir çalı dibinde, bir dağ başında
Öğlen uykularına varayım.
Turnam benim, canım turnam, hanım turnam
Bilirsin ben garibim, fukarayım…
Eksilmesin üstümden gölgen, rüzgârın
O günler içim alav alav yanıyordu.
Biz Sakaltutandan inerken sabağnan
Kars yeni yeni uyanıyordu…
Neresi olursa olsun, eyvallah
Şu gözün alabildiğine bizim memleket, turnam
Yol var – Dağdevirene artık tesviyei türabiyede
İkibuçuk kâğıda Pasinler, yallah..
Pasinlerde Ali Efendinin hanında
Bir uyku çektim doyasıya.
Hasırın üstünde, öyle rahat, kaygısız
Gölebertli Mustafanın yanında..
Otursam da sabahlara kadar ağlasam
Yollar geçiyor içimden yollar, uzak yakın
Ah, doyamadım daha, doyamadım doyamadım
Aman turnam, aman bu düş olmasın sakın..
Ben neye sevdalıyım böyle, bilmem
Binlerle yıldız kayıyor kanımda.
Şöyle dolaşmak, yıllarca, yüzyıllarca
Hür, yayan yapıldak vatanımda..
Aman turnam telin teleğin olayım
Beni kaçır, beni götür bırakma.
Kars olsun, Sivas olsun, Edirne olsun
Gözüm yok hiçbir şeyin yeşilinde, ağında
Beni taşı, bitin olayım, kölen olayım
Bir arpa tanesi gibi kursağında…
Turgut UYAR