• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi5
Bugün Toplam166
Toplam Ziyaret3134020

Fatih Sultan Mehmet (7): Kehânet!


Fatih Sultan Mehmet (7): Kehânet!


04 Haziran 2021


Sanıyoruz ki içinde yaşadığımız bu vatanın tapusu sonsuza kadar bizim! Ve bu rehavetle de bir mirasyedi gibi bu ülkenin, Türkiye Cumhuriyeti’nin yaklaşık yüz yıllık maddi ve manevi her türlü birikimini bilinçsizce, belki de kasıtlı olarak har vurup harman savuruyoruz ya!

Ben, hiç de öyle rahat olmayalım diyorum. Bu düşüncemin nedenini de her zaman olduğu gibi yine tarihe giderek anlatayım istiyorum. Çünkü ne varsa ‘’Tarih Baba’’da var!

Fatih ve bir Bizans kâhini

Baştan söyleyeyim ben, kâhinlere, kehanete inanmam. Ancak tarihe sadık birisi olarak tarihte olanları belgesiyle anlatmak zorundayım.

Şöyle bir tarihi rivayet vardır: Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettikten sonra, Bizans’ın ünlü bir kâhininin zindanda olduğunu öğrenir. Kâhini huzura çağırır, sorar: “Seni niye zindana kapattılar?” Kâhin, Kral Konstantin’in geleceği öğrenmek için kendisini çağırdığını, krala “Sonunuz yaklaştı, Bizans yıkılacak, Türklerin eline geçecek” demesi üzerine kralın kızdığını, kendisini zindana attırdığını söyler.


Fatih, “Bizans’ın sonunu görmüşsün, peki bizim geleceğimiz ne olacak” diye sorar. Kâhin, “Sizin sonunuz da Bizans’a benzeyecek” der. Fatih’in, “Nasıl olur, Anadolu’da birliği sağladık, Balkanlar elimize geçti, akıncılarımız Avrupa ortasında at oynatıyor” itirazı üzerine kâhin, “Sizi parça parça koparacaklar” öngörüsünde bulunur.

Gerçekten Osmanlı İmparatorluğu parça parça koparılır. Sevr Antlaşması’yla son nokta konulacakken Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının çabası, özverisi ile bu süreç durdurulur. Geri kazanımlar başlar.

Fatih’in konuştuğu bu kâhin kimdir? Bu kâhini, tekrar dönmek üzere şimdilik burada bırakalım.

Bir Bizans tarihçisi: Laonikos Chalkokondyles

Çeşitli kaynaklarda 1423-1432 yılları arasında doğduğu ve 1480 ile 1490 yıllarında öldüğü ileri sürülen gerçek adı Nikolaos olan Atinalı bir tarihçi vardır: Laonikos Chalkokondyles. (Laonikos Halkokondilis)  Laonikos Chalkokondyles’in Bizans İmparatorluğu'nun son 150 yılını (1298–1463 dönemini) inceleyen ve Türkçe’ye de “Tarihin Belgeleri” diye çevrilebilecek olan ‘’Apodiksis Istorion’’ adında on ciltten oluşan bir tarih kitabı var. Ancak Chalkokondyles, Yunanca yazan diğer tarihçilerin aksine eserinin merkezine Bizans İmparatorluğu’nun çöküşünü değil yükselen Osmanlı Devleti’nin tarihini alır. Bu yönüyle Chalkokondyles, bir Bizans tarihçisi olmaktan ziyade eserini Osmanlı idaresi altında Yunanca yazan bir Osmanlı tarihçisi olarak da kabul edilir. 


Laonikos Chalkokondyles’i bizim açımızdan ilginç yapan ise onun Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki öngörü ve kehanetleridir. Chalkokondyles’in bu kitabının bir bölümü ‘’Türk İmparatorluğu’nun yıkılışına dair kehanetler" adını taşımaktadır. Araştırmacı yazar Aytunç Altındal da bu bölümü "Kehanetler Kitabı" (Destek Yayınları, 2018) adıyla Türkçe‘ye çevirir.

Chalkokondyles'in kitabının bizim için ilginç yapan Aytunç Altındal'ın çevirdiği ve kitap olarak da yayınladığı işte bu bölümüdür.

Chalkokondyles'in kehânetleri

Chalkokondyles, kitabında Osmanlı İmparatorluğuna, Türklere ve Türkiye Cumhuriyetine ait çok miktarda ve çok ilginç kehanetlerde bulunur. Bu kehanetlerden önemli olan belli başlıcaları şunlardır:

Laonikos Chalkokondyles’in kitabındaki öngörülere, kehanetlerine göre; İstanbul'u ele geçirecek olan padişahın adı ile teslim edecek olanın adı aynı olacaktır. Her ikisinin adı da "Mehmet'tir. Kehanet doğru çıkar. (1453 Fatih Sultan Mehmet ve Sultan Mehmed Vahdeddin, 1918 İstanbul’un işgali.)


Chalkokondyles’in kehanetine göre ‘’bir Tatar Hanı, Osmanlı’ya yardım etmeyecektir.’’ Kırım Hanı Murat Giray II. Viyana kuşatmasında Merzifonlu Kara Mustafa Paşa ile görüş ayrılığına düştüğü için Lehleri durdurmaz, kuşatma başarısız olur, yükselme devri sona erer.

Kitapta “Fatih Sultan Mehmet'ten sonraki 16. padişah döneminde Osmanlı Devleti içeriden çökmeye başlayacak ve padişahı kendi tabasından biri devirecektir” deniliyor. Fatih Sultan Mehmet'ten sonraki 16'ıncı padişah III. Ahmet'tir. 29 Eylül 1730'da Arnavut ve Hıristiyan asıllı yeniçeri Patrona Halil tarafından tahttan indirilip yok edilir ve Osmanlı'nın çöküşü de böyle başlar.

Kitapta, "üç kez üç yüz yıl ve bir de yirmilik tarihinde Osmanlı Devleti yok olacaktır’’ deniliyor. Gerçekten de Osmanlı üç kez üç yüz yıl (3X300=900) ve 20 yıl, yani 1920'de (Sevr Anlaşması ile) Osmanlı Devleti yok oluyor.

Bununla da bitmiyor kehanetler.

Kehanetlerden biri Mustafa Kemal Atatürk'ü işaret ediyor. Kitapta. “Osmanlı'nın çöküş döneminde kendisi Hıristiyan topraklarında yetişen ama Müslüman olan bir prens ve başkomutan ortaya çıkacak. Ancak Hıristiyanlar tarafından hiç dikkate alınmayan bu başkomutan, Türk devletini yeniden kuracak ve Batı'ya yönlendirecektir” öngörüsü yapılıyor. Bu kişi, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'tür.

Kitapta ‘’Katolik Kilisesi ile İstanbul'daki Ortodoks Kilisesi kardeşçe kucaklaşacaklardır’’ diyor. Bu kucaklaşma, aynı ifadelerle Kasım 2006'da İstanbul’da gerçekleşiyor.

Kitapta kehanetler devam ediyor.

Kehanete göre, bu yeni kurulacak Türk İmparatorluğu'nun başına geçecek 11. kişinin adında 11 harf var. Çok ilginçtir ki, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün ad ve soyadındaki harflerin toplamı da 11…

Ve kitapta “11. Prens döneminde yeni Türk devleti, büyük bir sarsıntı yaşayıp yıkılma noktasına gelecektir” öngörüsü var. Ayrıca “Hristiyan prensliklerin birleşmesi, bu yeni Türk imparatorluğunun sonunu getirecektir” kehaneti de var. Bu cümleden olarak burada da Hristiyan prensliklerin birleşmesinden kastedilen AB olduğu aşikârdır. Biraz aşırı bir yorum olacak ama bu birleşmenin (AB) yeni Türk imparatorluğunun sonunu getirecektir kehanetinden de anlamamız gereken Türkiye'nin AB'den uzaklaşması sonucu mu olacağı üzerinde de kafa yorulması gerekiyor.

Tabii kehanetlerin sonu yoktur. Kehanetler devam ediyor kitapta…

‘’Önce, Müslüman şeriatı artacaktır. Eğer yedinci seneye kadar kaldırılmazsa, on ikinci seneye kadar buranın hâkimi olacaktır. Sonra, Hristiyan silahlarıyla bir tutsaklık dönemi gelecektir.’’

Ve devam ediyor kehanet:

‘’İstanbul'un camileri ve Ayasofya üzerinde haçlar dikilecektir. Bu haçlar, saplanacağı yere silahlı ellerle saplanacaktır. Bu muhteşem şehrin yıkımı gelecektir. Yıkım, sadece orada yaşayanlar sevdiği dini değiştirirse duracak ve şehir lanetten kurtulacaktır. Yıkım adaletsizliklerin en kötülerinin gerçekleştiği bir dönemin ardından olacaktır. Tüm Doğu ülkeleri de Hıristiyanlarca fethedilecektir. Böylece, ölü yaşayan, soyulmuş ve felç olmuş bir yönetim sona erecektir.’’ Burada da ''yıkım adaletsizliklerin en kötülerinin gerçekleştiği bir dönemin ardından olacaktır'' kehaneti de ilgi çekicidir!

Evet, Laonikos Chalkokondyles’in rivayetleri, öngörüleri, kehanetleri -artık her ne dersek-  bu kadar.

Belki de kim bilir yazımın girişinde bahsettiğim Fatih’in konuştuğu kâhin ile Laonikos Chalkokondyles aynı kişidir.

Tabii ki bu kehanetlere ‘’deli saçması’’ der ve gülüp geçebiliriz. Ancak Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethine şahitlik etmiş daha öncesinde de II. Murat’a İstanbul kuşatmasını kaldırması için gönderilen ekipte yer almış Chalcondlyles'in çoğu sonradan gerçekleşmiş bu kehanetleri görmezden gelinir, yabana atılır gibi değildir.

İsterseniz gelin bu uçuk kehanetleri bir kenara bırakıp size bir kurgu romandan bahsedeyim.

Destina

Gazeteci, araştırmacı yazar Mine G. Kırıkkanat’ın ‘’Destina’’ (Literatür Yayıncılık, 2008) adlı bir kurgu romanı var. Mine G. Kırıkkanat, henüz yaşanmamış yakın bir geleceği anlattığı Destina romanı için şunları söyler: "Bu romanda yazılı her şey doğru, hiçbir şey gerçek değildir." Bu kurgu romana göre yakın bir gelecekte İstanbul ''Küresel Yönetişim'‘in idaresine geçer ve Türkler de göç ettikleri farklı ülkelerde asimilasyona uğrarlar. Böylece Haç ile Hilal‘in savaşı sona erer ve yerini Hıristiyanlığın mezhep çatışması alır.


Ama isterseniz bu kurguyu da bir kenara bırakıp tarihi bir gerçeğe dönelim:

Endülüs Emevi Devleti

Emevilerin yıkılmasından sonra, Endülüs’te (Güney İspanya) Endülüs Emevi Devleti 756’da kurulur ve 1492 yılına kadar 736 yıl süreyle İspanya'da varlığını sürdürür. Türklerin Anadolu’daki birliği Fatih’le sağlanır. Bu birliğin kuruluşunu 1450 yılı olarak alsak henüz birliğin kuruluşunun üzerinden bugüne 570 yıl geçmiş olacak ki henüz Endülüs Emevi Devleti’nin İspanya'daki yaşam süresi kadar bile değildir. Henüz Anadolu'da, Emevilerin İspanya'da bulundukları sürenin yaklaşık üçte ikisi kadarında varız.


Muhtemel ki Endülüs Emevileri İspanya’da sonsuza kadar yaşayacaklarına, var olacaklarına inanıyorlardı.

Günümüz ve geleceğimiz

Girişte bahsettiğim gibi sanıyoruz ki Anadolu’nun mülkiyeti sonuna kadar, sonsuza kadar bize ait. Etrafımızdaki ve uzaklardaki aç kurtların ve akbabaların varlığını, içine düştüğümüz çukuru, sığlığı, rehaveti, sefaleti, kutuplaşmayı, bölünmüşlüğü, girdabı, dağınıklığı görmezden geliyoruz.


Suriye’ye, Libya’ya… ABD’ye, AB’ye, Rusya’ya… Kanal İstanbul’a, Atatürk Havaalanına, Dolar’a, Euro’ya… Milyonları bulup ülkeyi istila etmeye başlayan mültecilere, Ekonomiye, MB’dan kayıp yüzlerce milyar dolarlara, hayat pahalılığına, işsizliğe, kapanan işyerlerine… Silahlanan cemaatlere, kayıp silahlara, kontrolsüz bir şekilde bol keseden dağıtılan silah ruhsatlarına, ekranlarda alenen ilan edilen ölüm listelerine… Hatip kürsülerinde en üst perdeden seslendirilen millet, illet, zillet, kin ve nefret söylemlerine, ötekileştirmelere, biz ve onlar ayrımına… Türkiye Cumhuriyeti’nin temelli olan Lozan ve Montrö antlaşmalarını tartışmaya açan söylemlere… Milli egemenliğin tecelli bulduğu TBMM’ni devre dışı bırakılıp ülkeyi tek adama mahkûm edilmesine… Yabancılara satılan vatan topraklarına… Balyoz ve Ergenekon kumpaslarıyla, FETÖ tezgâhlarıyla tarumar edilen orduya… En iyi bildikleri konuda açıklama yaptılar diye şerefiyle, haysiyetiyle yaşayan emekli amirallere yapılanlara… Askerliğin temeli olan doğruluk, dürüstlük, onur, gurur, şeref ve haysiyet vasıfları cezalandırılırcasına doğruyu söyledi, yalana aracı olmadı, dik durdu diye evi aranan, ifadeye çağrılan emekli generale, askerlere… Resmi arabası ile resmi üniforması ile sarığı ile cübbesi ile tekkeye giden amirale… Ordunun elindeki 30 yaşındaki savaş uçaklarına, 60 yaşındaki tanklarına… Eğitime, üniversitelere, kültür hayatına, okunmayan kitaplara, yetişmeyen insanlara, niteliksiz siyasetçilere…

Bu liste uzayabilir… Suni gündemlerden kurtulup, başınızı kaldırıp da bir etrafınıza bakarsanız eğer karanlığın sandığınızdan da çok daha karanlık, bir zifiri karanlık olduğunu göreceksiniz.

Bağnazlıktan, taassuptan, mezhep, etnisite ve kimlik kıskacından kurtulamaz isek; farklılıklarımızı bir zenginlik olarak görmez isek; kimseyi ötekileştirmeden, nefret söylemini kullanmadan, sevgi dilini geliştirip, bilime yüzümüzü dönmez isek ve kendi içimizde ve komşularımızla hak, hukuk ve adaleti tesis edip barış içinde bir ve beraberce yaşayamazsak eğer… Korkarım ki; Bizans tarihçisinin yazdığı, Bizans kâhininin Fatih’e söylediği kehanetler ve Mine G. Kırıkkanat’ın kurgusu gerçek olacaktır… Endülüs Emevi Devletinin akıbetine biz de uğrayacağız demektir…  Eğer inanmıyorsanız gelin en eski Türk uygarlığı olduğu ve bu coğrafyada yaşadığı iddia edilen Etrüsklere ne olduğunu bir araştırın derim!...

Esas bekâ sorunu burada yatmaktadır. Ülkesi için kaygı duyanlara ve bu ülke yönetiminden sorumlu olanlara duyurulur. Zira içinde bulunduğumuz ve etrafımızdaki karanlık, sandığımızdan da çok çok daha karanlıktır.

Ve tarihin sarkacı, geçmişte hiç olmadığı kadar insafsızca karanlığa doğru savrulmaktadır.

Neyse ki gözünüz aydın!. Fatih ile ilgili yazı dizim burada sona eriyor… Eğer ki sürç-i lisan eylediysek affola…  

Arz ederim…

Osman AYDOĞAN



Yorumlar - Yorum Yaz