The Day Before You Came
09 Aralık 2018
1972 yılında kurulup 1982 yılına kadar etkin olan İsveçli bir pop müzik grubu vardı: ABBA. Sahnelerdeki yılları gençlik yıllarımın başlangıcına denk gelen bu grubun da çok sevdiğim, unutulmaz bir şarkısı vardı: ‘’The Day Before You Came'' ABBA'dan bu gök kubbede bir şarkı bâki kalacaksa eğer o şarkı bu şarkıdır diye düşünürüm… Bu şarkı o zamanki gençlik çağlarının melankolik, bunalımlı, depresif ve içe kapanık haleti ruhiyesini anlatan ve insanın içini burkan bir aşk şarkısıydı.
Zaten ABBA’nın şarkıları da tam da bize özgü olarak derinden derine, gizliden gizliye, inceden inceye içinde hep hüzün barındıran şarkılardı. Ancak bu şarkıdaki hüzün, ABBA’nın içinde gizli hüzün barındıran aşina şarkılarının aksine ayan beyandır, apaçıktır. Bu şarkının, melankolik, hüzünlü bir müziğin üzerine adeta bir hayatı özetlercesine yazılmış hoş sözleri vardır. Şarkının İngilizce orijinal sözlerini ve Türkçe çevirisini yazımın sonunda veriyorum...
Şarkının klibinde ise 70’ler dünyasının Kuzey ülkeleriyle özdeşleşen sisler, puslar içindeki şehrin loş ışıkları, soğuk, rutin hayat, koşuşturmaca, yalnızlık duygusu ve en çok da sisler içindeki karanlık tren istasyonunun kasvetli görüntüleri yansıtılır… İnsanın içini burkan ise klibin sonunda yer alan görüntülerdeki vedadan sonra, trenin sisler puslar içinde sessiz sedasız süzülüp gidişi anıdır… Türkan İldeniz ''Tükeniyorum'' isimli o muazzam şiirinde söylerdi ya; ''Bensiz çözülüp sensiz bağlanması yok mu halatların, tükeniyorum'' diye... İşte o sahnede sizsiz çözülüp giden trenin ardından sessiz sedasız gözden kaybolup yitip giden tren gibi gibi siz de kimsecikler fark etmeden sessiz sedasız yitip gider, tükenir ve yok olursunuz...
‘’The Day Before You Came’’ şarkısını söyleyen ABBA grubunun İsveçli solisti Agnetha Fältskog’in klipte şarkıyı söylerken gözlerine, gözlerinin gülüşüne, bakışına âşık olursunuz. İşte o gözler, o bakışlar, o gülüşler var ki insanın içini bir burgu gibi deler geçer, insanı per perişan eder, insanın yüreğini kafesine konmuş yabani kuşlar gibi çırpın çırpın çırpındırır... Yıldırım Gürses’in o mükemmel Muhayyerkürdî şarkısında olduğu gibi o bakışlarda yıllar sonra rastlarsınız çocukluk sevgilinize… O aşk dolu bakışlar içinizi deler yine… O bakış ki götürür sizi yıllarca geri... Hatıranızda canlanır ilk aşkınızın günleri… Ancak dönmez o günler, gelmez o günler, mazide kalır hep…
Bu şarkıyı Agnetha Fältskog dışında Jacques, Blancmange, Tanita Tikaram Steven Wilson ve Ron Jeremy gibi şarkıcılar da yorumlamışsalar da hiçbirisi bu şarkıyı Agnetha Fältskog kadar güzel söyleyememiştir.
Bugün Pazar… Biliyorsunuz pazarları gam, keder, kasvet zamanı değil, müzik zamanıdır.. Biraz hüzünlü de olsa bağlantılardaki şarkıları dinleyin derim…(İnsanın içindeki ince ve derin hüznü başka ne ifade edebilirdi ki?) Şarkıları dinlerken de görüntüyü tam ekran yapıp izlemeyi unutmayın!.
Sizlere mutlu, musmutlu, güzel bir Pazar günü diliyorum...
Osman AYDOĞAN
ABBA - The Day Before You Came:
https://www.youtube.com/watch?v=1HnOFwqpLRQ
Madem söz ABBA’dan açıldı. ABBA'nın şu iki güzel şarkısını da dinleyin isterim:
ABBA - I Have A Dream:
https://www.youtube.com/watch?v=uOAyOqi_KyE
ABBA şarkısı I Have A Dream'ın orkestra eşliğinde Andre Rieu yorumunu:
https://www.youtube.com/watch?v=L1R7Kq-ieAM
ABBA - Chiquitita:
https://www.youtube.com/watch?v=p4QqMKe3rwY
ABBA şarkısı Chiquitita’nın orkestra eşliğinde Andre Rieu yorumunu:
https://www.youtube.com/watch?v=z5bNYfkOZv8
The Day Before You Came
Must have left my house at eight, because I always do
My train, I'm certain, left the station just when it was due
I must have read the morning paper going into town
And having gotten through the editorial, no doubt I must have frowned
I must have made my desk around a quarter after nine
With letters to be read, and heaps of papers waiting to be signed
I must have gone to lunch at half past twelve or so
The usual place, the usual bunch
And still on top of this I'm pretty sure it must have rained
The day before you came
I must have lit my seventh cigarette at half past two
And at the time I never even noticed I was blue
I must have kept on dragging through the business of the day
Without really knowing anything, I hid a part of me away
At five I must have left, there's no exception to the rule
A matter of routine, I've done it ever since I finished school
The train back home again
Undoubtedly I must have read the evening paper then
Oh yes, I'm sure my life was well within it's usual frame
The day before you came
Must have opened my front door at eight o'clock or so
And stopped along the way to buy some chinese food to go
I'm sure I had my dinner watching something on tv
There's not, I think, a single episode of dallas that I didn't see
I must have gone to bed around a quarter after ten
I need a lot of sleep, and so I like to be in bed by then I must have read a while
The latest one by marilyn french or something in that style
It's funny, but I had no sense of living without aim
The day before you came
And turning out the light
I must have yawned and cuddled up for yet another night
And rattling on the roof I must have heard the sound of rain
The day before you came
Hayatıma girdiğin günden önce...
Saat sekizde evden çıkmak zorundaydım, çünkü hep böyle yaparım
Çünkü eminimki trenim vakti geldiğinde istasyondan kalkacaktı.
Kente, işime giderken sabah baskısı gazeteleri okumalıydım
ve makaleleri okuyup kaşlarımı çatmalıydım şüphesiz...
Saat dokuzu çeyrek geçe gibi masama geçmeliydim
okunmayı bekleyen mektuplar ve imzalanmayı bekleyen yığınla kağıdın başına
Saat onikibuçuk gibi öğle yemeğine çıkmalıydım,
her zamanki yere, her zamanki yemekleri yemeye...
ve bütün bunlara ilaveten yağmura yakalanacağıma da o kadar emindimki.
Hayatıma girdiğin günden önce...
Saat iki buçukta yedinci sigaramı yakmalıydım,
ve o anda keyifsiz olduğumu da asla fark etmemeliydim.
Rutin günlük işlerimi yapmaya devam etmeliydim,
Ezbere, hiçbir şey bilmeden... Ruhumdan bir parçayı saklayarak...
Saat beşte ayrılmalıydım, bu kuralın hiçbir istisnası yoktu.
Bu sadece bir rutin meselesiydi, okulu bitirdiğimden bu yana yaptığım...
Trenim beni evime geri götürüyor,
şüphesiz ki şimdi de akşam baskısı gazeteleri okumalıydım,
Oh, evet... Eminim, hayatım olağan, rutin çerçevesinde gayet güzel gitmekteydi.
Hayatıma girdiğin günden önce...
Evimin ön kapısını saat sekiz gibi açıp
yol boyu sallana sallana Çin yemeği almaya gitmeliydim.
Öyle emindim ki akşam yemeğimi televizyonun karşısında yiyeceğime...
Hiç yok, sanırım hiç yok; Dallas'ın izlemediğim tek bölümü kalmadı.
Saat onu çeyrek geçe gibi yatağıma girmeliydim.
Bir sürü uykuya ihtiyacım var, o yüzden o saatte yatağımda olmalıydım.
Bir süre kitap okumalıydım,
Marilyn French'in en son kitabını ya da benzeri bir şeyi...
Eğlenceli, ama amaçsızca yaşamaktan dolayı hiçbir şey hissetmiyordum
Hayatıma girdiğin günden önce...
Ve ışıkları söndürüp,
Esneyip bir başka yeni ama aynı geceye daha sarılıp yatmalıydım
Ve tavana vuran yağmurun sesini duyarak uyumalıydım
Hayatıma girdiğin günden önce...