Bekâ sorunu (2)
26 Şubat 2019
Dün, Şeyh Sadî Şirâzî'nin en bilinen eseri olan ''Bûstan ve Gûlistan'' (Beyan Yayıncılık, 2009)’da yer alan bir hikâyeyi anlatarak gerçek bekâ konusunda bir örnek vermiştim. Bu hikâyede Şeyh Sadî Şirâzî', Fars Hükümdârı Dâra’yı şöyle konuştururdu: “Bir ülkede hükümdarın feraseti, çobandan daha aşağı olursa, oranın yıkımıyla kırımı yakındır…”
Bugün yine Harun Reşid dönemine ait bir başka hikâyeyi anlatarak gerçek bekâ konusunda ikinci örneği vermek istiyorum.
Ancak, hikâyenin anlaşılır olması için yine her zaman olduğu gibi (!) önce kısa bir Tarih bilgisi vermem gerekiyor.
Bermekîler
Abbâsîler zamanında devlete hâkim olan bir cemaat – pardon bir aile var: ‘’Bermekîler’’. Önce bu cemaati - pardon, önce bu aileyi anlatmak istiyorum. Bu konuda aslında fazla kaynak da yok ancak içlerinde en güvenilir kaynak Türkiye Diyanet Vakfı yayını ''İslâm Ansiklopedisi''dir. (Cilt 5, sayfa: 517) O zaman özetle bu kaynağa gideyim:
‘’Bermek’’ sözcüğü, Belh'deki Budha’cı Nevbahar tapınağının başrahibine verilen unvandır. Bermek, işte bu ailenin kurucusu, saptanabilen en eski üyesidir. Bermek’in Belh'te astronomi, felsefe ve tıp bilimleriyle uğraştığı; Halife Abdülmelik'in sarayında görev aldığı biliniyorsa da Müslümanlığı gerçekten kabul edip etmediği tam olarak bilinmiyor.
İşte ailenin kurucusu bu Bermek’in oğlu Halit bin Bermekî (öl. 782) babasının aracılığıyla Emevî halifesi Abdülmelik'in sarayında görevlendirilir. Ebu Müslim el Horasanî’'nin yönetiminde Abbâsîler'in halifeliği ele geçirmesine katkıda bulunur. İlk Abbâsî halifesi Ebülabbas'ın güvenini kazanarak devlette önemli görevlerde bulunur.
Halit bin Bermekî öldükten sonra oğlu Yahya bin Halid (739-805) önce Musul valiliğine atanır sonra da Halife Mehdi onu Bağdat'a çağırarak oğlu Harun Reşid'in eğitim ve öğrenimiyle görevlendirir. Harun Reşid halife olunca da Yahya bin Halid sınırsız yetkilerle vezirlik makamına atanır (786). Yahya, oğulları Fazıl ve Cafer'in de yardımlarıyla devleti 17 yıl yönetir. (786-803)
Yahya bin Halid, on yedi sene vezirlik makamında kaldıktan sonra oğuldan oğula geçen vezirlik Bermekî ailesinden dördüncü ve son vezir olan Cafer bin Yahya’ya geçer. (Bazı kaynaklarda ismi Cafer-i Bermekî olarak da geçer) Cafer bin Yahya’nın Halife Harun Reşid ile çok yakın bir dostluğu vardır.
Cafer bin Yahya (767-803), Halife Harun Reşid'in kendisine beslediği büyük güven ve yakın ilgiden yararlanarak, denetimine verilen eyaletleri Bağdat'tan ayrılmaksızın yardımcıları aracılığıyla yönetmeye başlar.
Bu noktada konudan kısa bir süre ayrılarak Cafer bin Yahya hakkında anlatılan bir söyleşiden bahsedeceğim:
Siyaset budur!
Abbâsî'ler, Ebu Müslim el Horasanî'nin de (yine daha önce bu sayfada Ebu Müslim el Horasanî'yi de anlatmıştım) yardımıyla Emevîlerle savaşarak Abbâsî devletini kurmuşlardı. Ancak bu devletin kuruluş aşamasında çok Emevî kanı akmıştı. Bir gün bir mecliste bir sohbet esnasında, idarenin Emevîler'den Abbâsîler'e geçişi konuşulurken, Abbâsîler iş başına gelirken akıtılan bu kandan ve binlerce insanın katledilmesinden bir muvaffakiyet gibi bahsedildiğinde, Cafer bin Yahya'nın şöyle konuştuğu rivayet edilir:
"Bu bir maharet değildir. Zîrâ o katledilenlerin kanlarından birer intikam ağacı meydana gelir ve istikbalde acı neticeleri ortaya çıkar. Asıl maharet odur ki, mesela idareyi Emevîler'den alıp Abbâsî'lere vereceksin ama Emevîler kendi ellerinde zannedecek. Siyaset budur!"
Aktarması benden, bu söz üzerinde düşünmeyi ve günümüze uyarlamayı siyaset erbabına bırakıp ben tekrar konumuza döneyim! Ben aklıma geleni şimdi buraya yazsam kimbilir benim başıma neler gelir!
Bermekîlere devam
Bermekîler'in İranlı olmaları ve Abbâsî halifeliğinin kuruluşundan bu yana devletin yönetiminde en üst düzeyde yer almaları bazı güçlü Arap emirlerini gücendirmeğe başlar. Harun Reşid de askerîye dâhil, bürokraside ve devletin bütün kademelerine yerleştirdiği, ne istedilerse verdiği ve ülkede kendisinden daha fazla sözü geçen bu cemaati, pardon bu aileyi artık kendisi için de tehlikeli gördüğünden ortadan kaldırmaya karar verir.
Harun Reşid, çok ince bir tuzak hazırlayarak, kız kardeşi Abbase'yi sözde bir nikâhla Cafer bin Yahya ile evlendirdiyse de gerçek karı-koca olmalarına izin vermez. Cafer bin Yahya ile kız kardeşinin bu yasağı çiğnemeleri sonucu, zaten tuzağını bu temel üzerine kurmuş olan Harun Reşid, hac ziyaretinden dönünce Cafer bin Yahya'yı öldürtür (803). Onun babası Yahya, ağabeyi Fazıl ve öteki iki kardeşini de görevlerinden alarak tutuklattır, mallarına el koyar. Böylece Abbâsîler döneminin en ünlü vezir ailesi olan Bermekîler bir buyrukla ortadan kaldırılmış olur. (803)
Anlatacağım hikâye için bu giriş ‘’kısa bir bilgi’’yi aşarak sanki Tarih dersi gibi olduysa da af ola.
Şimdi gelelim hikâyemize
Halife Harun Reşid, Bermekî olan veziri Cafer bin Yahya ile birlikte külliyenin – pardon, Saray’ın bahçesinde gezerken, canı meyve çekiyor. Elmayı dalından koparmak için uzanıyor, ne var ki; orta boylu olduğu için meyveye yetişemiyor!
Veziri Yahya’ya diyor ki; “Omzuma çık, o meyveyi kopar ve bana ver!” Vezir zayıf olduğu için, Halife’nin omzuna çıkıyor ve meyveyi koparıp, veriyor.
Meyveyi yiyen Halife Harun Reşid, “çok lezzetliymiş” diyor, “Bana bahçıvanı çağırın. Bu lezzetli meyveden dolayı onu ödüllendireceğim.”
Zaten az ileride duran ve olan-biteni hayretle seyreden bahçıvan geliyor. Halife, ona; “sana bir ödül vereceğim, dile benden ne dilersen” diyor.
Bahçıvan diyor ki; “Sultanım, sizden bir tek isteğim olacak. Bana, benim Bermekî olmadığıma dair bir belge verir misiniz?”
Halife şaşırıyor! “Herkes devlet kademesinde görev almak için cemaat – pardon bir Bermekî şeceresi uydururken, herkes Bermekî olmaya can atarken, sen niye Bermekî olmadığına dair belge istiyorsun ki? Kaldı ki, sen bir Bermekîsin! Bermekî olmaktan niye kaçınıyorsun?”
Belgeyi almakta ısrar eden bahçıvan diyor ki; “Evet, ben bir Bermekîyim. Ama mademki, benden bir istekte bulunmamı istediniz. Ben bu belgeyi istiyorum, başka da bir isteğim yoktur!”
Halife Harun Reşid de; “madem ısrar ediyorsun, istediğin belgeyi vereceğim sana” diyor ve daha sonra da, o belgeyi veriyor bahçıvana.
Aradan yıllar geçiyor.
Halife Harun Reşid, yattığı gaflet uykusundan nihayet uyanmaya, gözleri açılmaya, kulakları duymaya ve civar ülkelerden gelen uyarıların ve halktan yükselen tepkilerin hiç de yersiz olmadığını düşünmeye başlıyor!
Bermekîler; Halife Harun Reşid’in kendilerine beslediği büyük güven ve yakın ilgiyi istismar ederek sadece Saray kademelerini değil eyaletleri de kendi yandaşları ile yönetmeye başlamışlardır! Bermekîler askeriyeden adliyeye, mülkiyeden medreseye kadar devletin her kademesini bir ur gibi sarmışlar, en ücra yerlerine bile kendi adamlarını yerleştirmişlerdir!
Yattığı derin gaflet uykusundan uyanan Halife, Bermekîlerin devlet içinde paralel bir devlet kurmak için uğraştıklarını ülkenin her yanını ele geçirdiklerini ve kendisini devre dışı bıraktıklarını fark edince derhal emir veriyor:
“Bermekîleri kılıçtan geçirin! Yaşlılarını da zindana atın!”
Emir, yerine getiriliyor! Bermekîler öldürülüyor.
Peki, bu arada bahçıvana ne oluyor dersiniz?
Halife’nin emri üzerine, görevliler bahçıvanın da evine de giderler. Ya kılıçtan geçirecekler, ya hapse atacaklardır! Ama bahçıvan; hemen, Bermekî olmadığına dair Halife imzalı belgeyi gösteriyor! “Gördüğünüz gibi, ben Bermekî değilim” diyor ve kellesini kurtarıyor.
Kılıçtan geçirme ve zindana atma operasyonu sona erince, Harun Reşid, son durumu öğrenmek için kurmaylarını çağırıyor ve soruyor; “Emrimi yerine getirdiniz mi?”
Kurmaylar der ki; “listedeki herkes ya kılıçtan geçirildi ya zindana atıldı. Sadece bir adam kaldı. Ama ona dokunamadık, çünkü elinde sizin imzaladığınız bir belge vardı!”
Halife; “Hatırladım ben onu. Onu bulun ve bana getirin” diyor. Bahçıvan huzuruna getirilince, Harun Reşid soruyor bahçıvana; “O gün, Bermekî olmadığına dair, benden ısrarla belge istedin. Ben de verdim. Peki, bugünlerin geleceğini nereden anladın?”
Bahçıvan diyor ki; “Sultanım; hani, o elmayı koparmak isterken, vezir, sizin omzunuza basmıştı ya. İşte o an dedim ki; eyvah, bizim sonumuz geldi!” Harun Reşid, araya girip; “Ama ben söyledim omzuma basmasını” deyince, bahçıvan diyor ki;
“Fark etmez Sultanım. Sizin, Sultan olarak, vezirinizin omzunuza basmasını istemeniz bir alicenaplıktır, büyüklüktür. Siz istemiş olsanız bile, vezirinizin omzunuza basması ise hem şımarıklık hem had bilmezlik hem de küstahlıktır! Bugün omuzunuza basan yarın tepenize basar. Sizin omzunuza basıp meyveyi koparmak yerine, pekâlâ beni çağırabilir ve benden isteyebilirdi! Bir adam, vezir de olsa, sultanının omzuna basacak kadar cüretkâr ve had bilmez olduysa, bunun sonu felâkettir! Ben, işte o gün bu felâketi gördüm ve sizden o belgeyi istedim.”
Eveeeet. Ol hikâye işte bu kadardır.
Şimdi gelelim hisseye
İbn-i Haldun söylerdi ya o muhteşem eseri Mukadime’sinde: “Geçmişler geleceğe, suyun suya benzemesinden daha çok benzerler.” Sanki İbn-i Haldun bu sözünü Bermekîl'er için söylemiştir!
''Bir ülkede hükümdarın ferâseti, bir bahçıvandan daha aşağı olursa, oranın yıkımıyla kırımı yakındır.''
Biliyorsunuz bu söz bana ait değil. Dün de anlatmıştım, Şeyh Sâdi Şirazî'nin Fars Hükümdârı Dâra'ya söylettiği sözdü. Bu memlekette ikide bir olur olmaz sorunlar karşısında gereksiz yere ‘’bekâ’’ sözcüğünü kullanıyorlar ya. İşte gerçek bekâ sorunu budur:
''Bir ülkede hükümdarın ferâseti, bir bahçıvandan daha aşağı olursa, oranın yıkımıyla kırımı yakındır.''
Arz ederim.
Osman AYDOĞAN
Feraset: Anlayış, seziş, sezgi, zekâ.