1532 Viyana Seferi
27 Temmuz 2019
Üst üste tarih ile ilgili olarak yazınca 1532 yılında Avusturya'ya yapılan bir seferi ve bu seferde kimseciklerin pek bilmediği birebir yaşanmış gerçek iki olayı anlatmak istedim... Çünkü tarihi ‘’tarih’’ yapan ve tarihi daha çekici, daha sevimli ve cezbedici hale getiren içindeki ayrıntılardır... Gündemin, siyasetin, ekonominin ve havanın boğucu olduğu bu günlerde bir nebze de olsa nefes alalım istedim!
Ancak bu iki olayı tarihteki yerine oturtmak için çok kısa (!) bir giriş yapmam gerekiyor!…
Bizler Osmanlının Viyana’ya iki sefer yaptığını biliriz… İlki 1529 ve ikincisi de 1683.. Bu bilgiler gerçeği yansıtmaz. Osmanlının Viyana’ya toplam beş seferi vardır.
Tarihte Viyana'ya yapılan Türk seferleri
Viyana hedeflenerek yapılan ilk sefer 1528 seferidir.
Kanuni 1528 ilkbaharında İstanbul’da toplanan ordusuyla harekete geçip Filibe civarında büyük bir ovada ordugâh kurar… Rumeli ordusunun toplanması burada beklenilir… Fakat gece başlayan sağanak yağışlar ırmakları kabarttır ve taşkınlar baş gösterir, küçük dereler büyük sel akıntılarına dönüşür, sel çadırları sürükleyip götürür, depo edilmiş cephane ve yiyecek stoklarını yok eder, onlarla beraber içinde askerlere verilecek paraların da bulunduğu mahfazalar ve sandıklar da sulara kapılarak gider… Her yanı kaplayan kargaşalık içerisinde Sultan bile ölüm tehlikesi atlatır… Dev boyutlarda malzemenin kaybolması bir yana ordunun morali de bozulur… 1528 yılında başlatılan bu seferden Sultan vazgeçmek zorunda kalır… Hiçbir şey olmamış gibi İstanbul’a geri dönülür…
1529 Seferi
İkinci sefer bizim aslında ‘’Birinci’’ diye bildiğimiz 1529 seferidir… Bu sefer ayrı bir yazı konusudur. Bu nedenle burayı geçiyorum…
Üçüncü sefer ise 1532 seferidir…
Yazımın başında bahsettiğim kimseciklerin pek bilmediği iki olay işte bu sefer esnasında geçer…
Bu iki olaya geçmeden önce yaşadığım bir hatıramı anlatmak istiyorum…
Yıl 2002. Macaristan’a yapılan resmi bir gezide heyet başkanıyım… Heyete, bir Macar tümgeneral refakat ediyordu… Szombathely şehrinde bir Macar askerî eğitim merkezini ziyaret edecektik. Kışlaya giriş yaptık. Kışla girişinde bizi törenle karşıladılar… Bina girişinde iç mekânda sağ taraf duvarda camekân içinde bir büst vardı. Büstün altında da ‘’Niklas Yurisiç’’ (Jurisich Miklos) ismi büyük harflerle yazılmıştı. Heyete refakat eden Macar tümgenerale sordum: ‘’Bu Niklas Yurisiç kimdir?’’ Macar tümgeneral cevap veremedi... Bizi karşılayan kışla komutanı da yanımızdaydı, benim sorumu tümgeneral kışla komutanına sordu. O da bilemedi... Bu sefer kışla komutanı refakatindeki subaylara sordu... Onlar da bilemedi… Kimseden cevap alamayınca ‘’bakın ben size Niklas Yurisiç’i tanıtayım’’ dedim...(Kendi çektiğim Niklas Yurisiç’in bu fotoğrafını yazımın sonunda veriyorum)
‘’Bu Hırvat Beyi Niklas Yurisiç’e siz Macarlar ve Avusturyalılar çok şey borçlusunuz’’ dedim ve başladım anlatmaya:
Köszeg kuşatması
‘’1532 seferinde Kanuni Sultan Süleyman komutası altındaki Osmanlı Ordusunun gücü 130 000 ile 220 000 arasında değişmekteydi. Bu kadar çok insan ve hayvanı besleyebilmek için yürüyüşün üç yıl önce yapılan (1529) seferinin dışında kalmış bir bölgeden geçecek şekilde yapılması gerekliydi. Bunun için tekrar Budin üzerinden değil de, güneyde Plattensee (Balaton Gölü) yanından gidilmesi gerekiyordu. Böylece ordu bugün için Macaristan’ın kuzeyinde Avusturya sınırına yakın müstahkem Güns (o zaman adı Köszeg idi) kenti önüne varır... 9 Ağustos 1532 de kuşatma başlatılır… Şehri, işte kışla girişinde büstü bulunan Hırvat Beyi Niklas Yurisiç pek fazla bir umudu olmadığı halde inatla savunur… Kuşatma tam üç hafta sürer…
Burada cevaplanamayan soru, Sultanın neden burada bu kadar uzun bir süre oyalandığıdır. Aslında kenti kuşatmak için bir kaç bin kişi yeterdi, asıl ordu da pekâlâ Viyana üzerine yürüyebilirdi. Bir ihtimal, Sultanın Közseg’i zapt edemezse, Viyana önünde başarıya ulaşamayacağına inanıyor olmasıdır. Bir ihtimal de Viyana kuzeyinde toplanan imparatorluk ordusunun Közseg kuşatmasına yardıma geleceğinin Sultan Süleyman tarafından düşünülüyor olmasıdır. Eğer bu Ordu kuşatmaya yardıma gelecek ise Sultan Süleyman bir meydan muharebesi için uygun alan olan Közseg ile Neusiedlersee arasındaki bölgede muharebeyi kabul edecektir. Bu nedenle de Sultan Süleyman bu bekleme nedeniyle burada muharebe için uygun mevsimi harcar…
Sultan Süleyman, Yurisiç’le yüz yüze yaptığı bir görüşmede, gösterilen mukavemete duyduğu hayranlık dolayısıyla kentin sembolik olarak teslimiyle dahi yetinebileceğini bildirir. On yeniçeri kalenin en yüksek burcuna Türk bayrağı çekecekler, bunlardan başka hiçbir Türk kente girmeyecektir. Yurisiç bu öneriyi seve seve kabul eder, zira savunmayı yürütenlerin yarısı ya ölmüş ya da yaralanmış, cephanesi bitmiştir… Kenti bir gün daha elde tutmak olanaksızdır…
Diğer bir adı Güns olan Köszeg kenti, kurtulduğu günün anısını hala korumaktadır. Kentte her gün saat 11’de kilise çanları çalar, çünkü 30 Ağustos 1532’de Sultan Süleyman, tam bu saatte ordusuna hareket emri vermiştir.’’
Bu noktada Macar tümgeneral bana itiraz etmişti... ‘’Bu mümkün değil’’ demişti... ‘’Bizde kiliseler her gün değil sadece pazar günleri çanlarını çalar’’ demişti… Ben de kendisine ‘’Evet haklısınız, sadece sizde değil tüm dünyada kiliseler pazar günleri çan çalar. Ancak Közseg kenti kilisesi bu kurtuluşun anısına her gün saat 11’de çalar.’’ Bir süre sonra tümgeneral yanımdan ayrıldı... Beş dakika sonra geri geldi... Bana demişti ki; ‘’haklıymışsınız efendim. Közseg kenti Belediye Başkanını aradım. Bu konuyu sordum. Meğer Közseg’de kilise her gün saat 11’da çanlarını çalarmış…’’
Sultan Süleyman, Közseg’den ayrıldıktan sonra Viyana üzerine yürümez, çünkü Niklas Yurisiç’in kendisini oyaladığı üç hafta içerisinde, beklediği Ordu orada toplanır… Gerçi sayıca Türk ordusunun yarısı kadar bile güçlü değildir ama buna karşılık iyi bir topçuya sahiptir, üstelik Sultanın Tuna yoluyla taşınan topları da Estergon’a takılıp kalır… Bu ağır toplar olmaksızın müstahkem hiçbir kent alınamaz. Bunun böyle olduğu Közseg önünde görülmüştü. Aynı durum dönüş yolunda da görülür; Viyana’nın Neustadt’ı o kadar iyi korunur ki, Türkler saldırıya geçmeyi denemezler bile; Hartberg ile Graz’ın da önünden geçerler, Marburg’da (Maribor) saldırı girişiminde bulundularsa da başarı kazanamazlar. Buna rağmen Sultan, İstanbul’a vardığı 18 Kasımda büyük bir zafer şenliği yaptırır…
İşte 1532 seferinde anlatmak istediğim iki ayrıntıdan birisi bu Köszeg kuşatması idi…
Anlatmak istediğim 1532 seferindeki ikinci ayrıntı ise Purbach’lı Türkün hikâyesidir…
Purbach’lı Türkün hikâyesi
Osmanlının bu seferi esnasında da Türk akıncıları ordunun yüzlerce kilometre ilerisinde akın yaparak keşif faaliyetlerinde bulunurlar. Bu sefer sırasında akıncılar Tuna’nın güneyinde kalan hemen hemen her vadiye akın yaparlar. İşte bu akınlardan birisi de Purbach köyüne yapılan akındır.
Purbach, Neusiedler gölünün batı kıyısında, o zamanki adı Feketevaroş olan bir kasabadır. 1532 Seferi sırasında diğer bağcı köyler gibi Türklerin saldırısına uğramıştı. Köylüler Türkler gelmeden köyü terk ederler… Gelen akıncılardan birisi bir evin mahzenine girer, orada bir fıçı içerisinde şarabı görür, sonra da oturup kana kana şarap içer... Sonra da mahzende sızıp kalır... Sızıp kalınca da arkadaşlarının köyden ayrıldıklarının farkına varmaz… Ayılınca da köye geri dönen köylüleri görür. Korkusundan evin bacasının içine saklanır. Ocakta ateş yakılınca da dumandan boğulmamak için yukarı tırmanır. Böylece bacaya kadar çıkar, orada etrafa bakınırken görülür. Sonra da köylüler bu yeniçeriyi yakalarlar…
Purbachlılar onu asmaya falan kalkmazlar… Aksine vaftiz edilerek dinini değiştirmesini ve yanaşma olarak kasabada kalmasını önerirler.. O da kabul eder… Sonunda yörenin nefis şarapları bir yandan, Purbach’ın kızları öbür yandan verdiği bu karardan asla pişman olmamasını sağlarlar. Daha sonra da kızlardan biri ile evlenince, kaynatası onun taştan bir büstünü yaptırır. Bu heykel onu başında sarığı ile bacadan etrafı gözlediği andaki halini gösteriyor... Bizzat kendi çektiğim bu heykelin fotoğrafı da yazımın sonunda veriyorum…
Bu bir köy efsanesi olabilir, taşlaşmış Türk belki de kimsenin tasviri değil de, sadece bir direniş figürü de olabilir… 1532 yılındaki gibi kendileri açısından geçerli felaketleri savuşturmuş olmayı da simgeliyor olabilir. Gerçek olan bu öykünün bir hayli allanmış pullanmış olarak hala anlatılıyor olmasıdır. Hatta ilkokul çocuklarının okuduğu masal kitabı halinde de halen Avusturya’da satılır. Bu kitabın kapak fotoğrafını da yazımın sonunda veriyorum...
Bu köyde (Purbach) akıncının yakalandığı ev halen olduğu gibi duruyor... Yeniçerinin şarap içtiği mahzen de lokanta haline getirilmiş. . Burada ikram edilen şaraplar da özel olarak üretilmiş ‘’Purbacher Türke’’ (Purbachlı Türk) ismindedir. Köyde o günden bu yana halen şarap üretilmektedir. Şarap köyün tek geçim kaynağıdır…
Ailemle beraber bu köye ilk geldiğimde bu evde mahzende yemek yiyoruz. Her masada küçük bir el broşürü var... Broşür bu olayı kısaca anlatıyor. Broşürün sonunda ‘’Köyde eğer badem gözlü birisini görürseniz bilin ki bu Türkü hatırlatıyor’’ diye bir cümle vardı. ‘’Badem gözlü’’ Almanca ‘’Mandelaugen’’ demekti... Bize hizmet eden çok hoş zarif bir genç kadın garson vardı. Çağırdım, bilmiyormuş gibi ‘’Mandelaugen’’ ne demek diye sordum. Kadın benim gözlerimi göstererek ‘’sizin gözleriniz gibi’’ demişti…
İşte bizim Avrupa’ya ilk işgücü (Almancı!, Gastarbeiter!) ihracımız bu akıncıdır!
Bu sefer sırasında Tuna’nın güneyinde hemen her vadiye dalan Türk akıncılar ve bu akıncılara karşı koyan Avusturya köylüleri
Türk akıncıları ordunun yüzlerce kilometre ilerisinde akın yaparken tabii ki herşey yüzde yüz yolunda gitmezdi. Zaman zaman akıncı askerler anlattığım Purbach'lı asker gibi tutsak da olurlardı.
Genellikle tutsak düşen Türklerin şansı bu yeniçeri gibi böyle yaver gitmez. Daha doğrusu tutsak alındıkları olmaz, öfkeli köylüler ya onları hemen öldürürler ya da derin bir uçurumdan aşağı hemen atarlar. Aşağı Avusturya’da Pittental’da ‘‘Türkensturz’’ (Türk uçurumu) ve Piestingtal’da, Pernitz’de ‘’Türkenloch’’ (Türkler çukuru) gibi yer adları böyle olayların tanıkları gibidir. Akıncılar Tuna’nın güneyinde hemen hemen her vadiye dalarlar ve her yerde de atlısı yayası, köylüsü kentlisi, avcısı oduncusu onlara karşı çıkar, tuzaklar kurar, pusuya düşürür veya doğrudan üzerlerine saldırırlar…
Bu sefer esnasında Ybbsitz kasabasından sonra akıncılar Ybb ırmağı kıyısında Waidhofen kentine saldırırlar. Kentin kalesi iyi tahkim edilmiştir. Kenti savunan halk, üzerlerine atılan alevli oklar yağmur gibi yağdığı halde sinmez, aksine bir karşı saldırıyı göze alırlar. Bunun için en önde tırpan yapan demirciler çırakları ile birlikte yer alır, oduncular ve kömürcüler de saldırır. Akıncılar bu çarpışmada sadece savaşçı değil, at ve silah da kaybederler…
Bu olayın anısına Waidhofenliler heybetli bir kule yaptırırlar, üstüne de olup bitenleri anlatan bir yazıt koyarlar… Bundan dolayı demirci çırakları sokaklarda gösteri yürüyüşü yapma imtiyazını elde ederler… Loncalarının yıldönümünde savaş havaları ile caddelerden geçerler, bu sırada halk da onlara armağanlar verir ve ikramlarda bulunurlar… Bu görenek 487 yıldan beri sürüp gitmektedir. Ne var ki gösteri yürüyüşü şimdi pek mütevazı bir hal alır, çünkü törene katılacak demirci sayısı azalmıştır. Bu törenlerde kafilenin başında bir demirci ustasıyla iki ulak yürür, hep birlikte eski savaş narasını haykırılar: ‘‘Tanrı adına davranın, Türkler geliyor!’’
Üç yıl önceki Viyana kuşatmasına (1529) oranla 1532 yılında yapılan bu sefer hemen hemen tümüyle unutulmuştur. Pek hatırlanmaz…
Viyana’ya yapılan dördüncü sefer
Viyana’ya yapılan dördüncü sefer 1663-1664 Uyvar Seferi’dir… Bu sefer esnasında yapılan 1664 St Gotthard – Mogersdorf muharebesi bizdeki bütün büyük tarihçiler (İsmail Hakkı Uzunçarşılı’dan İsmail Hami Danişmend’e kadar) üç-beş sayfalık (bir sayfası da bu muharebenin krokisidir) yazı ile ‘’yenildik’’ diye bitirirler... Ben bu muharebe üzerine iki yıl çalıştım... Bütün Avusturya kaynaklarını, bütün Türk kaynaklarını taradım. Muharebe alanını Viyana ve Graz üniversitelerinden akademisyen tarihçilerle ve Avusturya Ordusunun askerî tarihten sorumlu bir tümgeneraliyle bir hafta boyunca adım adım dolaştım... Sonunda uzun bir yazı ile belgeleriyle ''yenilmediğimizi'' ortaya koydum. İki ulusal dergide de bu yazımı yayınladım... Yarın da bu yazımı sizlerle paylaşayım!
Viyana’ya yapılan beşinci sefer
Viyana’ya yapılan beşinci sefer ise bizim İkinci Viyana Kuşatması diye bildiğimiz 1683 seferidir... Ancak tarihçilerimizin bu sefer hakkında bildikleri de buzdağın üstü gibi tüm gerçeklerin sadece yüzde onu gibi bir orandadır... Bilmediğimiz ve yanlış bildiğimiz o kadar çok şey var ki! 1683 seferi de çok uzun ve hazin bir hikâyedir… Tek günah keçisi de Merzifonlu Kara Mustafa Paşa değildir…
Ahh ''Tarih Baba'' ah!.. Sen neler söylersin sen!..
Osman AYDOĞAN
Macaristan'ın Szombathely şehrinde bir Macar askerî eğitim merkezi girişinde bulunan Niklas Yurisiç'in büstü... Fotoğraf bana ait..
Avusturya'ya Türk akınları Avusturya masal kitaplarında böyle resmedilmişti...
Purbachlı Türk anlatan Avusturya çocuk masal kitabının kapağı
Purbach köyünde olayın geçtiği evin bacasına yerleştirilen yeniçeri heykeli. Fotoğraf bana ait..