Kazablanka
07 Ocak 2018
Kazablanka (Casablanca), İspanyolca kökenli bir kelimedir. İspanyolca ‘’casa blanca’’ yazılır ve ''beyaz ev'' anlamına gelir…
Film hakkında
Kazablanka (Casablanca) filmi ise yönetmenliğini Macar asıllı ABD’li yönetmen Michael Curtiz'in üstlendiği Hollywood klasikleri arasında özel bir yere sahip bir filmdir. Film, Warner Brothers şirketi tarafından ABD’li yazar Murray Burnett'in ‘'Everybody Comed to Rick's’’ adlı yayımlanmamış oyununu pahalı bir fiyata satın alarak 1942 yılında yapılır. Yani film çekildiğinde II. Dünya Savaşı devam etmektedir.
Humphrey Bogart, Ingrid Bergman, Claude Rains ve Paul Henreid gibi dönemin usta oyuncularının başrol oynadığı '’Kazablanka’' filmi gösterime girdiği 1943 yılında ‘’En İyi Film’’, ‘’En İyi Yönetmen’’ ve ‘’En İyi Senaryo’’ dallarında Oscar alır.
"Kazablanka" filmi, 1989 yılında da Amerika Birleşik Devletleri Kongre Kütüphanesi tarafından "kültürel, tarihi ve estetik olarak önemli" filmler arasına seçilerek ABD Ulusal Film Arşivi'nde muhafaza edilmesine karar verilir. Ayrıca ABD Film Enstitüsü tarafından 2002 yılında tüm zamanların en iyi aşk filmi seçilir.
Film; müzikleri, oyunculukları, hikâyesi ve dekorlarıyla gerçek bir başyapıttır. Birçok listede dünyanın en iyi filmleri sıralamasında genelde ilk üçte yer alır.
Film; aşkın, sevginin, fedakârlığın, kararsızlığın, gözlerin, buğulu bakışların, hüzünlerin, savaşın, haksızlıkların, boş vermişliklerin, direnmenin, dostun, düşmanın iç içe geçtiği muhteşem bir filmdir. Filmde aşk da vardır, sosyal hayat da vardır, politika da vardır... Filmde ön planda bir aşk hikâyesi yer alırken arka planda İkinci Dünya Savaşı yer alıyor gözükse de film aslında inanılmaz politik bir filmdir. Filmin öykü, kurgu ve karakter yaratımı tümüyle dönemin siyasal unsurlarının birer yansıması olarak biçimlendirilmiştir.
Filmin konusunu girmeden önce filmin açılış sahnesinde anlatıcının şu konuşmasına yer vermemin uygun olacağını düşünüyorum:
"İkinci Dünya Savaşı'nın başlamasıyla, tutsak Avrupa'daki birçok göz umutla, çaresizlikle özgür Amerika'ya yöneldi. Lizbon önemli bir kalkış noktası oldu. Ama herkes doğrudan Lizbon'a gidemediği için uzun ve dolambaçlı bir mülteci rotası çıktı. Paris'ten Marsilya'ya, oradan Akdeniz'i aşıp (Cezayir) Oran'a, oradan da Afrika kıyısı boyunca tren veya otomobille ya da yürüyerek Fransa'nın yönetimindeki Fas'ın Kazablanka şehrine doğru bir yolculuk."
Filmin konusu
Filmin konusu işte anlatılan II. Dünya Savaşı'nın bu ilk zamanlarında geçmektedir. Çek direniş örgütünün lideri Victor Laszlow (Paul Henreid), Alman toplama kampından kaçarak Kazablanka'ya gelir. Amacı Lizbon'a, oradan da ABD'ye iltica etmektir.
Fakat bütün umutları, şans eseri Kazablanka'nın en meşhur gece kulübünün sahibi olan Rick'e bağlanmıştır. Çünkü Rick, kaçış için gerekli olan pasaportlara sahip tek kişidir. Filmin kahramanı Rick (Humphrey Bogart) ise 1941'de Kazablanka şehrine gelmiş, bu gece kulübünü işletmektedir. Savaşın Avrupa'yı kasıp kavurması umurunda değilmiş gibi görünmektedir. Ama iki yıl önce Paris'te âşık olduğu ve kendisini terk ettiğine inandığı ve bu nedenle de kalbinin derinliklerine gömdüğü kadın Ilsa Lund (Ingrid Bergman), Victor Laszlow (Paul Henreid) ile beraber çıkıp geldiğinde bu katılığı kalmayacaktır.
Rick, Paris’te Ilsa’ya âşık olduğunda Ilsa'nın o zamanlar Çek direniş lideri Victor Laszlow ile evli olduğunu bilmemektedir. Çünkü Ilsa da kocasının bir toplama kampında öldüğünü sanmaktadır. Kocasının hayatta olduğunu öğrenince Rick'ten ayrılıp kocasına geri dönmüştür. İşte şimdi Ilsa kocası Victor ile birlikte Rick'in onu unutmak için açtığı bara gelmiştir.
Bu durum Rick için dayanılması çok zor bir durumdur. Ve Rick bir tercih yapmak zorundadır: Ya Victor'un Alman Gestaposunun eline geçmesine izin verecek ya da yetkili ağızlardan yazılmış iki mektup edinerek onun Fas'tan çıkmasına yardım edecektir.
İşte bu nedenle film; Rick'in içinde bulunduğu bu zor durumunu ve Rick ile Victor gibi iki müthiş adam arasında kalmış Ilsa'nın bir çaresiz hikâyesini anlatırken, filmde geçmişte kalmış bir aşkın çırpın çırpın çırpınışları da çarpıcı bir şekilde verilir.
Kazablanka filmi savaşın gölgesinde yaşanılan böylesi bir dramı gözler önüne sererken, başkalarının mutluluğu için kendi mutluluklarını hiçe sayan insanları da resmeder… Müziğin ve senaryonun başarısı ve buruk final sahnesi ile bizlere unutulmayacak hisler uyandırır.
Filmin son sahnesinde muhtemel ki gözlerininiz dolar ve yine muhtemel ki kalbiniz kümesine sırtlan girmiş tavuklar gibi çırpın çırpın çırpınır...
Filmde geçen bazı diyaloglar:
‘’- Dün gece neredeydin?
- Çok zaman geçti hatırlamıyorum…
- Bu gece ne yapacaksın?
- Şimdiden o kadar ilerisini göremem…''
Tam da bizleri anlatmaz mıydı bu diyalog; dün çok geçti bize, bu gece ise çok çok uzak!
‘’-Sana iki kelimelik, sonunu bilmediğim bir hikâye anlatayım mı?
-Evet.
-Seni seviyorum.’’
Bu trajediyi yaşamayan insan var mıydı ki acep bu yeryüzünde?
Filmde şu sözler de yer alırdı:
‘’Her ayrıntıyı hatırlıyorum. Almanlar gri giyinmişti sense mavi.’’ (I remember every detail, the germans wore grey, you wore blue)
"Dünya harabeye dönerken biz âşık olmaya çalışıyoruz."
"Öp beni. Son defaymış gibi öp beni."
Şimdi gelelim filmin ayrıntılarına:
Filmin esas kahramanları Rick (Humphrey Bogart) ve Ilsa Lund (Ingrid Bergman)’dır. Bu filmle Humphrey Bogart, ‘’trenckot’’u ve "cool" kelimesini moda haline getirir.
Ancak filmde Ilsa rolünü oynayan Ingrid Bergman’ın apayrı bir yeri vardır. Genellikle filmi izleyenler Ingrid Bergman’na odaklandıkları için filmi kaçırırlar! Eğer filmde siz de Ingrid Bergman’a odaklanırsanız filmi kaçırısınız. Filmi izlerken onun gözlerine hayran olup yeryüzünde onun kadar güzel bakabilen bir kadın olmadığını zannedersiniz. Bir kadının gözleri bu kadar mı güzel olur, bir kadının gözleri bu kadar mı güzel güler, bir kadının gözleri bu kadar mı anlamlı bakar, bir kadının gözleri bu kadar mı bütün bir dünyayı anlatır inanamazsınız. Yazar Mehmet Eroğlu'nun ‘’Zamanın Manzarası’’ (Agora Kitaplığı, 2013) adlı romanının ilk cümlesiydi: ‘’Mücevher takmamıştı ama gözleri vardı’’ Bu filmde de öyleydi, Ingrid Bergman mücevher takmamıştı ama gözleri vardı. Ey gözleri olanlar! Anlıyor musunuz?
Filmde Sam rolünü oynayan Amerikalı aktör ve şarkıcı Dooley Wilson tarafından piyano ile çalınan ve söylenen unutulmaz bir şarkı vardır: ‘’As Time Goes By’’… Bu şarkı ABD’li besteci Herman Hupfeld’in 1931 tarihli unutulmaz bestesidir... Şarkının ünlenmesi ise, bestelendikten yaklaşık 11 yıl kadar sonra işte bu Kazablanka filminde Sam rolüyle Dooley Wilson tarafından seslendirilmesiyle olmuştur.
Bu şarkıyı dinlerken filmin atmosferi içerisinde gözleri dolmayan insan yoktur sanırım. Filmde ise Ilsa (Ingrid Bergman) en içten haliyle Sam'a söyler; ‘’Play it Sam’’. (*) Yazımın sonunda bu şarkının bağlantısına yer verdim.
Filmin hatırda kalır sahnelerinden birisi de Victor Lazslow (Paul Henreid)’un kendi savaş marşlarını bağıra bağıra söyleyen işgalci Nazi askerlerine dayanamayıp, tepki olarak mekândaki insanları ‘’La Marseillaise’’ (Fransız Ulusal Marşı)'nı hep bir ağızdan söylemek üzere yönlendirmesidir… İronik olan ise, bu gururlu başkaldırının yapıldığı yerin Kazablanka, yani senelerdir İspanyol ve o zaman için son 40 yıldır da Fransız işgali altında ezilen ve Fransa’dan iki bin km uzakta Fas’ın bir kenti olmasıdır…
Filmde ‘’La Marseillaise’’ ile bastırılmak istenen Alman şarkısı ise Almanların Fransızları bozguna uğratışını anlatan ‘’Die Wacht am Rhein’’ (Rhein’ı Seyir) şarkısıdır. Bu şarkı özellikle II. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası’nın resmi olmayan marşı olarak söylenir. Yazımın sonunda bu sahnenin bağlantısına da yer verdim. (**)
Filmin başlarındaki bir sahnede, duvardaki bir afişte yazılı Fransız General Philippe Petain'e ait şu ünlü sözü yer alır: "Je tiens mes Promesses meme celles des Autres" (Verdiğim tüm sözleri tutarım, hatta diğerlerininkini de…) Bu sahnenin fotoğrafına da yazımın sonunda yer verdim. (***)
Film Fas'ta geçer ama California'da bu maksatla yapılan özel bir mekânda çekilir… Şimdi bu bilginin devamı olarak şunu da yazmam gerekiyor: Filmin neredeyse tamamı ‘’Rick’s Cafe’’de geçer. Kazablanka’nın Eski Medina bölgesine çok yakın bir yer filmde geçen ‘’Rick’s Cafe’’nin aynısı yapılır. Fas turu yapanlara burası mutlaka gösterilir…
Filmde geçen Rick ve İIsa'nın hikâyesi gerçek olmadığı gibi, II. Dünya Savaşında Kazablanka'ya da hiç bir Nazi subayı da gelmemiştir. Filmde Nazi subaylarını da Nazi Almanya'sından kaçan Yahudiler canlandırır. Filmde rol alan sanatçılarının tamamı artık yaşamıyor. Yaşayan sonuncu sanatçı Madeleine Lebeau da 01 Mayıs 2016 yılında vefat eder... (****)
Filmin politik mesajları
Yazımın başında Kazablanka filminin bir aşk filmi olmaktan çok politik bir film olduğunu yazmıştım… Aslında Kazablanka filmi politik bir mülteci filmidir.
Filmde Almanya'nın o zaman nasıl bir korku yarattığını ve üstünlük kurduğunu gözlemliyoruz. Film bugün göçmenleri barındırmamak için kırk dereden su getiren, ırkçılığın tavan yaptığı Avrupa’nın o zaman nasıl çil yavrusu gibi sağa sola kaçışan göçmen pozisyonuna düştüğünü de hatırlatıyor.
Bu anlatıma eşlik eden görüntülerde ise ellerinde bavulları ve çuvallarıyla yollara dökülmüş aileleri görürüz. Bunlar bugün de haberlerde sık sık gördüğümüz görüntüler. Bugün yerini yurdunu terk eden insanlar Afrika'dan yola çıkıp denizi aşarak Avrupa'ya ulaşmaya çalışıyor. Kazablanka filmi ise, çok da eski olmayan bir geçmişte göçün tersine olduğunu hatırlatıyor.
İnsanlar ‘’ne oldum’’ dememeli, ‘’ne olacağım’’ demeli değil mi?
Filmde sadece ellerinde bavulları ve çuvallarıyla yollara dökülmüş ailelerin görüntüleri yer almıyor... Mültecilerin ABD'ye gitmek için yaptıkları para pazarlıları da yer alıyor... Kazablanka'nın Fransız Emniyet Müdürü Renault'un da bu pazarlıklarda mülteci kadınlarla beraber olma koşulu da yer alıyor... Bugün de gördüğümüz batmış mülteci teknelerinin görüntülerinin arkasında görmediğimiz, bilmediğimiz ne tür rezilliklerin de bulunduğunu film bize hatırlatıyor.
Filmde Yüzbaşı Louis Renault’nun ‘’Vichy’’ markalı su şişesini çöpe attığı sahne, Renault’nun Alman kontrolü altındaki Vichy Fransası’nı reddedişini sembolize ediyor. Bu sahnenin fotoğrafını da yazımın sonuna ekliyorum.(*****) (Vichy Fransasını bu sayfada ''Mareşal Henri Philippe Pétain''i anlatırken yazmıştım.)
Yazımın girişinde filmi tanıtırken ''filmin öykü, kurgu ve karakter yaratımı tümüyle dönemin siyasal unsurlarının birer yansıması olarak biçimlendirilmiştir'' demiştim. . Filmdeki senaryo gerçek hayatı da anlatır. Film Kazablanka'da geçer... Ancak filmde baş aktörler Fransız ve Almandırlar... Faslılar filmde bile çaycı, garson gibi sadece figürandırlar... Tıpkı gerçekteki günümüzün Ortadoğu'su gibi; tıpkı burada bu zamanda da Amerikalıların, Rusların, Fransızların baş aktör olduğu ancak Arapların, Kürtlerin, Farsların, Türklerin ve bölge halklarının figüran oldukları gibi...
Tarih bir ne kadar birebir tekerrür ediyor değil mi?
Bölge halkları bir ve bütün olmadığı sürece; daha nice yıllar Amerikalılar, İngilizler, Ruslar, Almanlar ve Fransızlar senaryolarını kendilerinin yazdıkları filmlerde baş aktör ve bölge halkları da figüran rollerde olmaya devam edeceklerdir...
Bölge halkları bir ve bütün olmadığı sürece; Sam, bölgede ‘’As time goes by’’ şarkısını çalmaya devam edecektir...
Arz ederim...
Osman AYDOĞAN
(*) Filmden görüntülerle ’’As Time Goes By’’ şarkısı: (Bu şarkıyı Louis Armstrong da çok güzel söylerdi… Bu müziği benim geleneksel olarak verdiğim Pazar müziği olarak dinleyin!)
https://www.youtube.com/watch?v=AY62QByUYJQ
Burada meraklısına küçük bir bilgi: Bilinenin aksine filmde "Play it again, Sam" diye bir söylem (replik) yoktur. "Play it again, Sam" yani "bir daha çal Sam " söylemi filmde hiç geçmez ancak bu söylem sürekli filmle beraber anılır. Bunun sebebi ise Woddy Allen’dir. Woddy Allen 1972 yılında ‘’Play it again, Sam’’ adlı bir film çekmiştir ki film kendi yazdığı tiyatro oyunundan uyarlamadır. Woddy Allen’in piyesinden uyarladığı filmde, Woody Allen, Humphrey Bogart hayranı bir sinema fanatiğini canlandırır. Bu fanatik Bogart'a kafasını o kadar takmıştır ki karısı dayanamaz, boşanır. Bunalıma giren fanatik o psikiyatrist senin bu psikanalist benim gezerken filmin diğer kahramanı Diane Keaton'a rastlar. Ve bu şekilde Kazablanka filminde geçmeyen bir söylem filme ait gibi algılanır hale gelir…
(**) Filmde Fransız ulusal marşı ‘’La Marseillaise’’nin söylenişi: (Bir de bizim filmlerimizde neden böylesine İstiklal marşımızın verilmediğini ve hatta hatta kendini bilmezlerin, bir tarih bilnci olmayanların ukela bir biçimde Arapça okuduklarını düşünün!)
https://www.youtube.com/watch?v=HM-E2H1ChJM
Fransız devrim subayı Claude Joseph Rouget de Lisle, 25 Nisan 1792’de “Chant de guerre pour l’Armée du Rhin’’ (Rhin askerleri için savaş şarkısı) nı besteler. İhtilalin melodisi kimliğine bürünen ve Marsilya sokaklarında söylenmeye başlanan bu ezgi 30 Temmuz 1792’de Paris’e girer, kısa sürede Fransa’yı sararak, 14 Temmuz 1795’de resmen ülkenin milli marşı haline gelir. Kimi dönemlerde yasaklanan Marsellase, 1789’dan beri vazgeçilmez haline gelir. Marsellase, Liszt’den Berloz’a, Schumann’dan Wagner’e, Debussy’den Elgar’a birçok bestecinin yapıtlarında irili ufaklı bir şekilde kullanılır. Bir zamanlar “ötekinin sesi'' olan bir marş, şimdilerde ise “ötekileştirenlerin sesi'' haline gelir..
Bir milli marş nasıl söylenir? İsterseniz gelin nasıl söylendiğini İspanyol aslıllı Fransız şarkıcı Mireille Mathieu'dan dinleyelim:
https://www.youtube.com/watch?v=SIxOl1EraXA
(***) Filmin başlarındaki bir sahne; duvardaki bir afişte yazılı Fransız General Petain'e ait şu ünlü söz yer alır: "Je tiens mes Promesses meme celles des Autres" ("Verdiğim tüm sözleri tutarım, hatta diğerlerininkini de"
(****) Filmde yer alan sanatçıların yaşayan son oyuncusu da 01 Mayıs 2016 yılında vefat eder...
(*****) Filmde Yüzbaşı Louis Renault’nun çöpe attığı ‘’Vichy’’ markalı su şişesi... Bu sahne, Renault’nun Alman kontrolü altındaki Vichy Fransası’nı reddedişini sembolize eder... .