• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi14
Bugün Toplam1031
Toplam Ziyaret3099703

Kaf Dağları’nın türküsü (2)


Kaf Dağları’nın türküsü (2)

12 Ağustos 2017


Dünkü yazımda kırk yıl önceki bir yolculuğumu ve bu yolculuğa eşlik eden bir Erzurum türküsünü anlatmıştım: ‘’Tutam yâr elinden tutam’’ Bugün de bana yolculuğumun sonunda menzilimde eşlik eden bir başka Erzurum türküsünü anlatacağım: ‘’Hani yaylam hani senin ezelin?’’

Ama önce bu türkünün zihnime bir nasıl nakşedildiğini, beynime bir nasıl mıh gibi çakılıp kaldığını anlatmam lazım…

Kaf Dağlarında mevsimler…

Dün kırk yıl öncesi Kabil’e bir sonbahar ayında geldiğimi anlatmıştım…


Ben bu sonbahar ayında geldiğimde Kabil’e börtü böcek yaz konserlerini kesmiş, kuşların cıvıltıları susmuş, yaz otları da sararıp solmuştu… O zaman bir ürkek, bir mahzun, bir hazin sessizliğe bürünmüştü doğa… İşte o zamanlar zihnimde takılmış plak gibi dönüüüüp durmuştu bu türkü…

Zamanla bir annenin çocuğunun üstünü usul usul örtercesine geceler üstünü örtmüştü ovaların, vadilerin, yamaçların, tepelerin, dağların… Daha erken olmuştu akşamlar… Her gün daha bir çığlık çığlığa, daha bir bağıra bağıra batmıştı güneş dağların ardından alev alev, korsuuuuz, külsüüüüz, dumansız…  İşte o zamanlar zihnimde takılmış plak gibi dönüüüüp durmuştu bu türkü…

Yavaş yavaş pastel bir renk almıştı uzaklar, sararan yapraklar, kuruyan otlar, vadiler yamaçlar, dağlar, tepeler, bayırlar, düzler… Sarı, kahverengi, kırmızı soluk renkleriyle ağaçlar yarı çıplak kalan dalları ile göklere bakmıştı ellerini kaldırmış Tanrı'ya dua eden bir insanmışçasına… İşte o zamanlar zihnimde takılmış plak gibi dönüüüüp durmuştu bu türkü…

Rüzgârın uğultuları gelmişti kayaların arasından, tepelerin üstünden, vadilerin arasından, bayırların yüzünden, yamaçların kıyısından… O beyaz beyaz bulutlar çekip çekip gitmişti evlerine… O beyaz bulutların yerine Hindukuş dağlarının üzerinden koyu koyu, kara kara, gri gri, pare pare, kül rengi bulutlar gelmişti… İşte o zamanlar zihnimde takılmış plak gibi dönüüüüp durmuştu bu türkü…

O muhteşem azameti, o büyük görkemi ve heybeti ile duran Hindukuş Dağlarının zirvesindeki karlar her gün azar azar, yavaş yavaş, usul usul aşağılara inmişti… Sonra da daha yüksek tepelere nazlı nazlı yağmıştı, beyaz beyaz yağmıştı, ince ince yağmıştı karlar… İşte o zamanlar zihnimde takılmış plak gibi dönüüüüp durmuştu bu türkü…

Günlerdir yağan kardan sona her yer uçsuz, bucaksız ve sonsuz bir beyazlık içine bürünmüştü… Hele hele o uzaklardaki o bembeyaz görkemi ile Hindukuş dağları elimi uzatsam tutacakmışım gibi yakın olmuştu bana… Günlerce yağan karlardan sonra hava açılıp, gün batıp da, gökyüzünde soğuktan tir tir titreyen yıldızlar pırıl pırıl gözükmüştü… Işıl ışıl parlayan yıldız ışıkları ve uçsuz, bucaksız ve sonsuz bir beyazlığın altında uzaklarda Hindukuş dağları, kıpırdamadan o büyük heybeti, görkemi, ihtişamı ve azameti ile sessiz ve sakin bir heykel gibi durmuştu… İşte o zamanlar zihnimde takılmış plak gibi dönüüüüp durmuştu bu türkü…

Gökyüzü, yeryüzü, ova yüzü, bayır yüzü, dağ yüzü her yer kül rengi bulutlarla kaplanmıştı… Doğudan bulutlar arasında sanki nurdan bir pencere açılıp da oradan da hâlâ karlı yüksekliklere güneş ışıkları epil epil, pırıl pırıl, ışıl ışıl, parlak parlak, sağanak sağanak saçılmıştı… Doğanın, karların, dağların, ışıkların, vadilerin, yamaçların, parlaklığın ve bulutların o coşkusunu içimde hissetmiştim… İşte o zamanlar zihnimde takılmış plak gibi dönüüüüp durmuştu bu türkü…

Kabil’de ve Celâlâbâd’da mevsimler işte böyle geçmişti…

Zümrüd-ü Anka Kuşu'nun huzurunda

Mevsimler böylesine geçerken, dilimde, gönlümde, zihnimde, hayalimde hep bu türkü varken bu coğrafya ve burada tanıdığım, siteme de bir vefa borcu olarak adını verdiğim Şehriyar çoook şeyler öğretmişti bana çok şeyler... Bazı insanları tanıdığımız kendisi yapan bazı insanlar vardır. Örneğin; Yahya Kemal Beyatlı’yı Yahya Kemal yapan Tamburi Cemil Bey’di… Yahya Kemal, Tamburi Cemal Bey’den önce bir hiçti… Beni de ‘’ben’’ yapan Şehriyar’dı… 


Şehriyar'ın tek kişilik okulunun tek öğrencisiydim. Okul deyince de sanmayın ki bir bina, bir dershane ortamındayım. Kimi zaman bir ağaç altında, kimi zaman bir kaya kovuğunda, kimi zaman bir tepe başında, kimi zaman arazide yürüyüş esnasında ders verirdi bana Şehriyar…

İşte bu derslerinde çok ama çooook şeyler öğretmişti bana Şehriyar:


İdrak ettiğim ve algıladığım her şeyin subjektif olduğunu, gördüğüm ya da duyduğum, dokunduğum ya da kokladığım, hissettiğim ya da düşündüğüm, umduğum ya da hayal ettiğim her şeyin gerçekte değil zihnimde olduğunu öğretmişti bana Şehriyar...

Dışımda gördüğüm dünyayı tanımlamadığımı, hep kendi içimde tanımladığım bir dünyayı gördüğümü, dışımdaki dünyanın içimdeki dünyanın bir yansıması olduğunu, yaşadığım dışsal gerçekliğin aslında kendi içsel psikolojimin somutlaşmış bir hali olduğunu, mutluluğun aklın değil, tahayyülün bir ideali olduğunu, kendimin dünyanın içinde değil, dünyanın kendi içimde olduğunu, kendi içimde düzen olmadıkça, dünyada da düzen olmayacağını, dış hayatımın önemsiz olduğunu, önemli olanın iç âlemimde ne olduğunu, içsel huzurumu ve mutluluğumu kazanmak zorunda olduğumu, bunun da para kazanmaktan çooook çok daha zor olduğunu öğretmişti bana Şehriyar...

Mutlu olmak için herhangi bir şeye bağımlı olmanın çaresizliğin son kertesi olduğunu, kendim olmaktan başka hiçbir şeye ihtiyacımın olmadığını, esasta isimsiz ve şekilsiz olanlara isimler ve şekiller atfetmemeyi, bir şeye sahip olmakla değerimin artmayacağını öğretmişti bana Şehriyar...

Doğru bir idrak için sakin bir zihnin şart olduğunu, ruhumun kendisini iyileştirdiğini ancak ona engel olanın zihnim olduğunu öğretmişti bana Şehriyar...

Daha çooook şeyler öğretmişti bana Şehriyar….

Ve oradan getirdiğim en büyük hazinem de Şehriyar’ın bana anlattıklarından aldığım notlarımdı…

Kaf Dağları’nın türküsü (2)

O zaman oralarda dünya ve Türkiye ile tek irtibatım sadece elimdeki transistörlü olan küçücük bir el radyosu idi… Tek dinleyebildiğim yayın da  ‘’uzun dalga’’ yayını idi.. Ve bu uzun dalga yayınından da tek dinleyebildiğim radyo ise; ‘’Uzun dalga 1254 m Erzurum Radyosu’’ idi…


Ve Erzurum Radyosu olunca da illaki de halk müziği ve halk müziği sanatçısı Raci Alkır olurdu!... Ve Raci Alkır’ın işte anlattığım gibi o zamanlardan dilimden hiç düşmeyen, zihnime kazınmış, zihnimde takılmış plak gibi dönüüüüp duran işte bu türküsüydü: ‘’Hani yaylam hani senin ezelin?’’

İşte anlattığım gibi; o dağlarda, o yaylalarda, o vadilerde, o yaz aylarında, o kış aylarında, o ilkbaharda, o sonbaharda hep bu türkü vardı zihnimde... Gün doğarken, gün batarken, gece, gündüz bu türkü vardı zihnimde... Dilimde, gönlümde, zihnimde, hayalimde hep bu türkü vardı: ‘’Hani yaylam hani senin ezelin?’’

‘’Hani yaylam hani senin ezelin’’ türküsü de dün anlattığım ‘’Tutam yâr elinden tutam’’ türküsü gibi bir aşk türküsüydü, bir gurbet türküsüydü, bir memleket türküsüydü, bir hasret türküsüydü, bir özlem türküsüydü, bir Türkiye türküsüydü...  Ömrü gurbet ellerde geçmiş her duyarlı, her içten, her hassas insanın her dinlediğinde usul usul, için için, sessiz sessiz ağladığı bir türküydü; ‘’Hani yaylam hani senin ezelin?’’

Dağların başında, bozkırların ortasında terk edilmiş, yol geçmeyen, kuş uçmayan, kervan geçmeyen, yoksul, garip, mağmum, mahzun ve kavruk bir coğrafyayı ve bu coğrafyaya eşlik eden, bu coğrafyaya uyum sağlamış, bu coğrafyayla bir olmuş, bütün olmuş mahzun bir gönlü anlatan bir türküydü; ‘’Hani yaylam hani senin ezelin?’’

Gelin, türküdeki gibi hep beraber soralım isterseniz:

''Hani yaylam hani senin ezelin?''

Osman AYDOĞAN

Ezel: Başlangıcı belli olmayan zaman, öncesizlik.

 ‘’Hani yaylam hani senin ezelin’’ türküsünü söyleyen, kendileri de Erzurumlu olan Mükerrem Kemertaş ve Aysun Gültekin’in yorumları da güzeldir. Bir de gençlerden Arzu Görücü isimli sanatçının yorumu güzeldir. Ama illaki Raci Alkır’ın kendi sesinden dinlenmelidir ‘’Hani yaylam hani senin ezelin’’ türküsü…

Arzu Görücü’nün yorumu ‘’Hani yaylam hani senin ezelin’’ türküsü;
https://www.youtube.com/watch?v=0xhLLr9lVS4


Raci Alkır’ın sesinden ‘’Hani yaylam hani senin ezelin’’ türküsü;
https://www.youtube.com/watch?v=QfnC_BDp25E

Hani yaylam hani senin ezelin

Hani yaylam hani senin ezelin

Güz gelende döker bağlar gazelin
Yaylam senin hiç gelmez mi güzelin
Hani yaylam hani senin ezelin

Yaz olanda yayla yayla otlanır
Arap atlar topuğundan bentlenir
O yaylada koyun kuzu beslenir
Hani yaylam hani senin ezelin

Doya doya Erzurum'u gezmeli
Kalem alıp kaşın gözün yazmalı
Ne hoş olur o yaylanın güzeli
Hani yaylam hani senin ezelin



Yorumlar - Yorum Yaz