• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi23
Bugün Toplam1183
Toplam Ziyaret2662212

Dil ve Türkçe üzerine - 2: Türkçeye Farsçadan geçen Sözcükler


Dil ve Türkçe üzerine - 2:
Türkçeye Farsçadan geçen sözcükler

29 Mart 2020

Şu ifadeyi çoğu yazılarımda kullanırım: Türkçemiz aziz bir dil… Başta Arapça ve Farsça olmak üzere her dilden Türkçemize sözcükler girmiş… Bazıları bunu bir zafiyet olarak görse de ben bunu bir zenginlik olarak değerlendiriyorum…

Bu konu yanlış anlaşılmaya müsait bir konu… Çünkü ne zaman yazsam itirazlar yükselir… Ancak dil konusunda Humbolt’u, Wittgenstein’i okumuş, bu konuda yazılar yazmış, konferanslar vermiş birisi olarak kendimi yetkin hissediyorum. Neden Oxford Sözlüğünde 171.000 sözcük var da niye bizim TDK Sözlüğünde 30.000 sözcük var diye kendi kendime sorduğumda kimse bilmez ama benim zihnim, dimağım, yüreğim, içim cayır cayır yanar…

Daha önceki bir yazımda; günler, haftalar, aylar, mevsimleri, bir başka yazımda ise; yeme içme yerlerindeki yabancı sözcüklerden bahsederek dilimizdeki yabancı sözcükleri anlatmıştım. 

Bu yazımda ise sadece Farsçadan Türkçeye geçen sözcüklere yer vereceğim... 

Türkçedeki Farsça sözcüklerden örnekler

Tavla oynayanlar Farsça altıya kadar saymasını bilirler: Yek, du, se, cehar, penç, şeş. Ancak onlara Farsça ''Yedi'' nedir diye sorsam bilmezler. Onu da ben söyleyeyim, Farsça yedi: ''heft'' dir (veya hefte). Yedi günlük, ''hafta'' ismi de buradan gelir. 

Halen Türkçe'de kullandığımız Farsça gün isimlerini de yazmıştım ama kısaca tekrar edeyim:

Pazar: Ba (yemek), zar (yer), Bazar, Pazar. Pazartesi: Pazar'ın ertesi, Pazartesi.  Çarşamba: ‘’Cehar’’, ‘’dört’’ demek, ‘’şenbe’’ ise gün, Ceharşenbe (dördüncü gün), Çarşamba. Perşembe: Pençşenbe (beşinci gün), Perşembe. (Haftanın günleri Farsça ve Arapçada pazardan itibaren başlarlar),  

Bu örneklerden yola çıkarak Farsçadan Türkçeye geçen sözcüklerden bir kısmını açıklamak istiyorum:

Farsçada rüzgâr, hava anlamındaki ''bâd'' ile çıkış yeri demek olan ‘'cah'’ birleştirilerek ‘’Bâdcah'' (Baca),

Aynı şekilde Farsça ''bâd'' kelimesini aynı anlamdaki Arapça '’heva'’ ile yan yana getirip '’bâdheva'' (bedava),

Farsça ‘’dört’’ anlamına gelen '’cehar‘’ (çar) kelimesini 'kemer’' anlamına gelen '’tag'’ ile birleştirip '’çardak’’ (dört kemerli),

Yine aynı şekilde '’cehar‘’ (çar) kelimesini çivi anlamına gelen '’mıh’' ile birleştirip '’çarmıh’’ (dört çivili),   

Yine aynı şekilde '’cehar‘’ (çar) kelimesini ‘'köşe, duvar’' anlamına gelen ‘'su'’ ile birleştirip '’çarşı’',  

Yine aynı şekilde '’cehar‘’ (çar) kelimesini ‘'tek, bir’' anlamındaki ‘'yek’' ile birleştirip '’çaryek’’  (çeyrek, dörte bir),

Yine aynı şekilde '’cehar‘’ (çar) kelimesini ‘'sopa'’ anlamındaki '’çube’' ile birleştirip '’çerçeve’’ (dört sopalı),

'’Sol'’ anlamındaki ‘'çep'’ ve '’sağ’’ anlamındaki ‘'rast' birleştirilerek sol-sağ anlamındaki '’çapraz'’,

'’Çarşaf'’ın ‘'örtü'’ anlamındaki '’çadur'’ ve '’gece’' anlamındaki ‘'şeb'’ den '’çadurşeb’' (Çarşaf),  

‘’Şeb'’,‘’gece’’ anlamındaydı, buradan da '’gecenin nemi’' anlamındaki '’şebnem’’,

Farsça ‘’aynı’' anlamına gelen '’hem’' ile '’süt’' anlamındaki ‘'şir'’ birleştiğinde '’aynı sütü emen’' anlamındaki '’hemşire'’, (kız kardeşe hemşire dendiğini hatırlatırım) (Aynı şekilde ‘'hemşehri'’; '’aynı şehirli’', '’hemhal'’; ‘'aynı halde bulunan’', '’hemzemin’'; de '’aynı zeminde’' anlamında)

Farsça ‘’Ab’’; su, ‘’dest’’ ise el demek. ‘'Ab-u dest'’; '’el suyu, avuç suyu’'nun ''abdest'',  

Farsça ‘’erre’’; ‘’bıçkı’’, ‘’dest’’ el demekti, ''dest-erre'’; '’el bıçkısı’' anlamındaki ‘’testere’',

Farsça ‘'alu’'; ‘’erik’’ demek, '’şeft-alu'’; ‘’semiz erik’’, ‘'zerd-alu’' ise ‘’sarı erik’’,

'’Emir-ul ahr'’ padişah ahırının üst düzey görevlisi olan '’ahır emiri'’ anlamındaki ‘'İmrahor’',

Farsçada üç ayak demek olan ‘’Se-pa'’’nın dört ayaklı küçük masa; ''sehpa'',

'’Çorba’'nın da tuzlu '’şûr'’ ve yiyecek '’bâ'’dan ‘’şûrbâ’’ (çorba) olduğunu, türediğini söyleyebiliriz.

Türkçedeki Farsça kökenli dini sözcükler

Ayrıca İslam’ı İranlılar yoluyla kabul ettiğimiz için dini terimlerin çoğu da Farsça kökenlidir. ''Peygamber'' kelimesi Farsçadır, Arapçası ''resul'', Türkçesi ise ''elçi''dir. ''Namaz'' kelimesi Farsçadır (Farsçaya da Hint kökenli bir yoga türü olan ''Namas'' sözcüğünden geçmiştir), Arapçası ise ''Selah''dır. ''Bayram'' kelimesi Farsça kökenlidir; ''badram'', ''beyrem'' kelimelerinden dönüşmüştür.

İslam’ı yaşarken ve an­latırken kullandığımız temel söz­cüklerden; Huda, Rabbena, sahabe, Mevla, hoca, molla, derviş, pir, dergâh, çile, türbe-tür­bedar, ney, niyaz,  gü­nah-günahkâr, kâ­fir, dua, beddua, şakirt, külah, postnişin, keramet, tespih, kehribar, çarşaf, tülbent, kaftan, takke, muska, kalender, münzevi, hur­ma, ebru, güllaç, destur, rayiha, kerime, sancak, cihan, destan, kervan, hattat, aşk, meşk ve şa­dırvan sözcükleri Arapça değil Farsçadır… Ve daha niceleri…

Bu liste uzayabilir ama ben devam etmeyeyim. Sadece şunu söyleyeyim Türkçe’de İslam ile ilgili, din ile ilgili, ibadet ile ilgili peygamber gibi, namaz gibi, oruç gibi, abdest gibi, bayram gibi İslam’ı yaşarken ve an­latırken kullandığımız temel söz­cüklerin nerdeyse tamamı Arapça değil Farsça’dır!...

Türkçedeki Farsça kelime sonu ekleri

Sadece sözcükler değildir Farsçadan Türkçemize giren. Kelime sonlarına gelen Farsça bazı ekler vardır ki kelimelere başka anlamlar yüklerler. Bunlardan en çok kullandığımız üç tanesini örnek olarak vermek istiyorum.

‘’Kâr’’ eki…

Bunlardan birincisi Farsça ‘’kâr’’ ekidir.  Farsça ‘’kâr’’ eki isimleri sıfat yapar, ‘’eden, edici, yapan’’ anlamına gelir ve -li, -lı, -cı, -ci gibi eklerin de karşılığıdır. Hilekâr, sahtekâr, riyakâr, hizmetkâr, kanaatkâr, itaatkâr, tamahkâr vb. kelimeler işte bu şekilde türemiştir. 

‘’Baz’’ eki…

Bunlardan ikincisi Farsça ‘’baz’’ ekidir. “Baz” eki Farsça “oynayan” anlamına gelir. Farsça oynamak demek olan ‘’bâhten’’ fiilinden gellen “bâz”, hangi sözcüğün sonuna eklenirse ona ‘’oynayan’’ anlamı verir...

Türkçemizde sonu ''baz'' ile biten o kadar çok kelime var ki! Kumarbaz (Kumar oynayan), canbaz (canı ile oynayan), sihirbaz (sihir ile oynayan), hokkabaz (hokkalarla oynayan), madrabaz (insanları değeri düşük mal ile kandıran, aldatan ve çıkar sağlayan, hileci), dilbaz (dili ile oynayan, bir yığın lafa ebeliği yaparak tartışmalarda üste çıkan), dinbaz (din ile oynayan, dini siyasetine alet eden) vb. kelimeler bunlardan bazılarıdır. 

Düzenbaz!...

Ancak bu kural “Düzenbaz” sözcüğünde işe yaramaz. Bu sözcükteki ‘’baz’’; “düzen’’ ile oynayan anlamına gelmiyor. Çünkü Farsça “baz”ın önüne konacak sözcüğün de Farsça olması şart. Çünkü “düzen” Türkçe bir sözcük… Baz ise Türkçe değil, Farsça… Dolayısıyla bu sözcük Türkçe değil tamamen Farsça… O zaman bu ''düzenbaz'' sözcüğü nedir ki?

İşte Farsçadaki bu “dü-zen-baz” sözcüğünün açıklaması: “Dü” malum, “iki” demek. “Zen” ise “kadın” demek. “Baz” da “oynayan” anlamına geldiğine göre… Buradaki “düzenbaz”, “iki kadınla oynayan, oynaşan” demek! Yani hem karısı hem de metresi, sevgilisi olan demek… Veya birden fazla sevgilisi olan demek…

(Bunu açıklamışken şu sözcüğü de açıklayayım: ‘’Zen'’ kelimesi farsça ‘’kadın’’ demek olduğuna göre, buna '’koşan'’ anlamındaki '’bare'’ eklendiğinde kadın peşinde koşan anlamındaki  ‘'zambare’' (zampara) kelimesi ortaya çıkmaktadır. ) 

Başta da dedim ya Türkçemiz aziz bir dil… Bu anlam Farsçada böyle diye Türkçede de böyle olacak değil. Türkçede “düzenbaz” daha çok, siyasette her kesimden görüş sahiplerini idare eden, sahtekâr, hilebaz, madrabaz ve dilbaz anlamında kullanılır. İşte bu tipler Türk siyasetinde her devirde vardırlar. Ve bu tipler Turhan Selçuk’un çizgi roman kahramanı ‘’Abdülcanbaz’’ tiplemesindeki Gözlüklü Sami Bey’dirler. Şeytani bir zekâya ve süngülü bir bastona sahiptirler. İşrete, kadına düşkün, düzenbaz, hilebaz, madrabaz ve dilbaz bir adamdırlar. Sahtekardırlar, hilebazdırlar, madrabazdırlar, dilbazdırlar, yalancıdırlar, hırsızdırlar... Bunlar hazırlopçudurlar.. . Hem İsa’cı hem Yehuda’cıdırlar. Hem Musa’cı hem Firavun’cudurlar. Hem Nemrut’cu hem İbrahim’cidirler. Hem Sezar’dan yana, hem de Brütüs’ten yanadırlar… Onlar ''düzenbaz''dırlar...

’Dâr’’ eki…

Bu eklerden bahsetmek istediğim üçüncü ek ise ‘’dâr’’ ekidir. Farsça “dâşten” fiilinden gelen “dâr” eki de sonuna geldiği her ne ise onu ‘’sahiplenen’’i tanımlar. Örneğin: ‘’Mühürdar’’: Mühür sahibi. ‘’Alemdar’’: Bayrağı veya sancağı sahiplenen, (taşıyan). ''Serdar'': ''Ser'' kafa, baş demek, Serdar; kafayı, başı sahiplenen, yani askerin başı, başkomutan. ‘’Hükümdar’’: Hükmün sahibi, sultan, padişah. ‘’Dindar’’: Dine sahip olan, dine sahip çıkan, dini koruyan, dini hakkıyla yaşayan...

Dindar, dinbaz ve düzenbaz…

‘’Dindar’’ insanlar Allahü teâlânın öyle kullarıdır ki, halk onları bilemez. Hoş bazen kendileri de makamlarının farkında değildirler. Hulûs-u kalp ile boyun büker ümmet-i Muhammed'e dua ederler. Samimi niyazları ile zırh olurlar iyi insanlara. Onlar adsız şansız Allah dostlarıdırlar, onların bir seher vakti gözyaşıyla yaptıkları dua binlerce topun yapamadığını yapar, kralları, sultanlıkları yıkar, kaleleri paralar.

‘’Dinbaz’’ insanlar ise dini iyi bilirler ancak bu özelliklerini masivaya (dünya, kainat, Allah’tan başka her şey) tamah ve tenezzül doğrultusunda seferber ederler. ‘’Dinbaz’’ insanlarda din, amaç değil araçtır, özne değil nesnedir. ‘’Dinbaz’’, dini iyi bilse de onunla oynayan, onu oyuncak yapandır. Din, dindarın seciyesi ancak dinbazın sermayesidir. Dinbaz insanlar dini siyasete alet ederler, kutsal mekânları siyaset meydanına çevirirler. Bu insanlar Giordano Bruno’nun; "Tanrı, iradesini hâkim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için Tanrı'yı kullanırlar" diye bahsettiği kötü insanlardır.

Ancak Türkçedeki ‘’Düzenbaz’’ kelimesi ile ‘’Dinbaz’’ kelimesi arasında bir anlam korelasyonu vardır: Bütün dinbazlar aynı zamanda da düzenbazdırlar… En başta da söyledim ya; Türkçemiz aziz bir dil…

Yazım içerisinde Türkçe’de İslam ile ilgili, din ile ilgili, ibadet ile ilgili İslam’ı yaşarken ve an­latırken kullandığımız temel söz­cüklerin neredeyse tamamının Arapça değil Farsça olduğunu örnekleriyle anlattım. Ancak İslam’ı yaşarken ve an­latırken Farsça yerine Türkçe sözcük kullansam dinbazlar hemen saldırırlar bana…

Daha yeni bu ortamda iki gün önce ‘’Kisrâ’’ başlıklı bir yazı yazdım. Yazımın özü şuydu: ‘’İslam’da şatafat, gösteriş ve lüks haramdır.’’ Osmanlıdan da örnek vermiş ve yazmıştım ki: ‘’Osmanlı devleti en kudretli olduğu zamanda bile mütevazı Topkapı Sarayından idare edilmiştir. Padişahların niteliği düştükçe Osmanlı saraylarının da şatafatı artmıştır.’’ Buna örnek olarak da Osmanlı çökerken inşa edilen ve şimdi valilik binası olarak kullanılan Bab-ı Âli binasından altın varaklarla kaplı bir salonunun fotoğrafını koymuştum. Aman Allah’ım, bana saldıran, küfreden, hakaret eden dinbazların haddi hesabı yok. Daha okuduğunu bile anlamamış dinbaz adam…

Anlıyorsunuz değil mi ‘’dindar’’ kim, ‘’dinbaz’’ kim, ‘’düzenbaz’’ kim? Son iki tanımdan etrafımızda o kadar çok var ki, açın TV’yi, bakın gazetelere, sosyal medyanıza bunlardan mebzul miktarda görürsünüz. Bunlar en çok hulûs-u kalp ile dua eden Allah dostu dindar insanlara ve dine zarar veriyorlar… Allah bu devleti, bu milleti ve bu kutsal dini; bu dinbaz ve bu düzenbazların şerrinden korusun. Amin!...

Türkçemiz aziz bir dil... Görüyorsunuz ya Farsçadan ne kadar da sözcük geçmiş dilimize değil mi?

Yazı dizim devam edecek...

Osman AYDOĞAN

 


Yorumlar - Yorum Yaz