Türkan İldeniz
03 Ağustos 2020
Türkan İldeniz pek tanınmayan, kıymeti pek bilinmeyen kadın şairlerimizdendir… Kandilli Kız Lisesinde öğrenim görmesi nedeniyle her ‘’Boğaz’’da öğrenim görenlerde (!) rastladığımız romantizm ve duygu yükünü kendisi şiirlerine de yansıtır.
Türkan İldeniz’in şiirlerinde romantizm vardır, duygu vardır ve hüzün vardır. Türkan İldeniz’in şiirlerinde romantizmin, duygunun ve hüznün yanında bir ‘’başkaldırı’’ ve ‘’isyan’’ da vardır.
Türkan İldeniz kendi el yazısı ile özgeçmişini kısaca şu şekilde anlatır; ‘’1938 yılında Bolu'nun ilçesi Düzce’de doğmuşum. İlk ve ortaokulu Düzce’de; liseyi İstanbul Kandilli Kız Lisesinde okudum. Evliliğim dolayısıyla Hukuk Fakültesinden ayrıldım. Ece ve Ege adında iki kızım var. İstanbul Belediyesinden emekliyim. Kitaplarım: Taşra Kızının Deliceleri (1966), Havva Çıkmazı (1967)’’
Şiirleri, Onüç, Varlık, Seçilmiş Hikâyeler, Dost, Pazar Postası, Yelken, Yeni İnsan, Türk Dili, İnsancıl, Evrensel Kültür, Gerçek Sanat, Akköy, Güzel Yazılar dergilerinde yayınlanır...
Türkan İldeniz ile yazar Erdal Öz, ülke '’60 İhtilali'’ne yol alırken tanışırlar… Bu tanışma neticesinde duygusal, coşkulu, aşkla ve edebiyatla dopdolu bir ilişki yaşarlar. Bu ilişki esnasında Erdal Öz'ün Türkan İldeniz'e yazdığı mektupları derlediği bir kitabı var: ‘’Yaşamayı nasıl özledim bilsen! Türkan İldeniz'e mektuplar’’ (Can Yayınları, 2017) Erdal Öz, yalnızca coşku dolu sevgi satırları koymamış bu mektuplara, edebî değerlendirmeler de göndermiş şair sevgilisine. ‘’Yaşamayı nasıl özledim bilsen!’’ Kafka’nın Milena’ya, Halil Cibran’ın May Ziyade’ye yazdığı kalitede mektuplardır. Kitap adı gibi içten, adı gibi içli ve adı gibi anlam yüklü sözcükler içermektedir… Mektup edebiyatını özleyenler için tam bir hazinedir bu kitap...
Erdal Öz bir mektubunda şöyle seslenir Türkan İldeniz’e:
“Şu anda en iyisi İstanbul’da olmak. Seninle. Ama kıramadığım zincirlerle bağlıyım. Kıramıyorum. Belki bir hafta sonra kırılacak bu zincir; bilmiyorum. Ölü saatlerimi kemiriyorum. 500’ü yarıya indirdim. Bu, 500’ün yarısı kadar saat sonra yaşayacağım demektir. Yaşamayı nasıl özledim bilsen.”
Bir başka mektubunda da Türkan İldeniz’e değil de sanki bizlere seslenir Erdal Öz:
‘’Denizleri, suları gör düşlerinde. Biz dağlara gidiyoruz YABAN'la.
YALNIZLIĞIMIZIN dağlarında at koşturacağız.
Uyu sen.’’
Özellikle ‘’Boğaz’’da okuyanların (!) şiirlerinde kendilerini bulacakları için Türkan İldeniz’in şiirlerini tanımaları gerekir diye düşünüyorum.
İnşallah bir gün hak ettiği değer şairimize yaşarken verilir diye umud ediyorum...
Ben aradan çekilip sizleri Türkan İldeniz'in şiirleri ile başbaşa bırakıyorum. Şimdi Türkan İldeniz'in şiirlerinin okuma zamanıdır.
Osman AYDOĞAN
Türkan İldeniz’in şiirlerinden bir kaçı;
Cılız haykırış
Uzatma ellerini sabahlara bir -gelemem
Gelemem ölesiye bakma gözlerime
Belli ki sensiz, seninle bitecek bu özlem
Belli ki sancılara uyanacak içimdeki bahar.
Durup durup seslenme düşünceme
Kapılara beş kilit birden vurdular
Işıkları söndürdüler karanlıktayım
Güçsüzüm -ağlamaklı- üstelik yalnızım
Örümcek ağlarıyla bağlandı ellerim
Dört duvarla çevrildi yörem
-Bana kalsa simdi gelirim Yollara pusu kurdular -bekleme
Bekleme sakın gelemem.
Su zincirleri bir kırabilsem
Parça parça edebilsem pencereleri
Belki kurtulurum.
Karsız yollarda belirmese izim
Kin saçan gözler kovalamasa pesimi
Yanında olurum
Sen’le olurum.
Uygar tutsaklığın bu en çiliz haykırısında
Gözyaşlarımın sıcağından donacak cehennem
Gerçek seviden…
Sana ulasan yollara
Bir avuç toz niyetine serpeceğim kendimi.
Hayvanlardan utanacaklar
Onların utançları da içleri gibi kara
Oysaki sana ait her şey beyaz
Yine de uzatma ellerini sabahlara bir
gelemem
Gelemem öldüresiye tutma ellerimi.
Taşra kızının deliceleri
Gözlerim seni görünce güzel
Saçlarım senin için uzun
Tenim seninle sıcak böyle.
Sakınmaklar gereksiz bunu yeni anladım
kırıp dikenli telleri geldim yanına.
Dört tarafımda elle tutulan karanlıktı-bilirsin
raylarca uzuyordu yalnızlığım
körkandil kısır anlayışlara
bir kinim vardı, zamanın eritemeyeceği
bir sancım vardı öylesine belirgin
yokluğun özlü çıbandı sanki
Duramadım.
Duramadım dayanılmaz isteklere
bütün bağlardan kurtulup bir an
gözlerinin büyüsüne geldim
ellerinin ateşine
Yak beni.
Sen uykusun vazgeçilmiyorsun
Seni kendim kadar seviyorum
Günlerden bir gün duysam acısını
Beni ilk öpenin sen olmasını istiyorum
Beni ilk öpenin sen olmasını.
Gecedir
Gecedir
durdum ortasında hüznün
yağmur mermi gibi iniyor sabrıma
bu dar havadan bıktım artık
yoluma mayın ekerek giden aralık
yatmış pusuya
Ocak sapa kaldı
yamacından geçtim şubatın da
gecedir
yumruğum kendi avcuma
öylesine sürüldü ki yüreğim buzullara
öğrendim ateş yakmasını suda
o hırçın nehir
köprüleri yıkmış
bahar karşı kıyıda
gün olur bir şiir açar
gökyüzü büyür
tat gelir acıya.
Tükeniyorum
Sayısını unuttuğum günlerce bekleyişten
Ben yorgunum rıhtım taşları yorgun
Art arda geçen gemiler durmuyor bu limanda
Duranlardan sen çıkmıyorsun.
Bil ki katıksız sancılara razıyım yokluğun olmasa
Bil ki bir avuç biber gözlerime serpilen
Ellerimde soğumadı ellerinin izleri
Durup şiirler yazıyorum yoluna.
İçimde sıkıntının en dayanılmaz şekli
Kaçıncı kere saatleri susturuyorum
Bensiz çözülüp sensiz bağlanması yok mu halatların
Tükeniyorum.
Gelme sakın perişan olacağım
Öfkemin gülleridir, yağmura döner yüzünü
küsüp senin güneşine
İçilecek bir kadeh schnaps nu
yarım bıraktım
Gelme.
Gölgeni yıkma yoluma
bocalıyorum
Kasırgalar yaratma öyle çılgınca
Korkulu soluklarda geniş olmak kim
Yaşadıkça yaklaşırım sandım – oysa
suyun ateşle uyumsuzluğu gibisin
Kopabilir desem en ince yerinde
Geçmişe uyanan gözlerinin
Ateş gemilerini bir bu ürkütür
Şimdi uzaktan gülüp geçtiğim
Şimdi
uzaktan
gülüp geçtiğim
Ne mi çıkar güneş tutulmasından
Nasıl mı çocukluğum
Ben o zamanlar da böyle üşürdüm
Evlerde katı yönetimli kuklalar
çatışmalara hazırlar saygımı
Beklediğim günlere daha ne kadar
Anlatılmaz umutlara merhaba
Hatırlatma bütün onları ve onları
Benzer benim çektiklerim
Peygamber Yusufa
Bir anda çağrışımlar yok edince zamanı
Uzaklaştıkça ölçülere vurması kolaylaşan
Nasıl mı çocukluğum
Geçti mi çocukluğum
Çocukluğum mu – hiç yaşamadığım
Bırakır her yerde kendini hüzne
Unutmak pazarında en pahalı
Buyruklar – buyruklar – buyruklar
buyruklar – itirazsız – hep baş üzre
Düşünmekti ezen gözlerimi yük
yanlıştı yanlış şu benim korkularım
ürkerek birer mum gibi
yöresi sönük.
Ve bir gün
yürüdüğünü her şeyin
Ve bir gün
eh işte nasılsa
korkularımı bilinçle kovdum
Dur dediler dinlemedim
Koştum
İsyanım onlara oh ola.
Belki özüm orda diye
İlle de İstanbul dersen
Hırçın bir deniz bulacaksın kıyıda
Sonra çok bunalıma itecek seni
karanlığa kurşunla yazılan teoriler
ve gölgelerin saygısız büyüklüğü
aslına oranla
Gerekirse açıp bütün köprüleri
Yılma, yüklen şiirlere
Gücün Kartaca.
Kesin ayrılıklara yeni çiçek serpmek
en duygulu serüveni yaşarken
güneşi güldürse de arada bir
buzulları çözmeye yetmez
Ağusunu yüreğime akıtan aşkından
yeni kavuştum kendime
yine ayırma
Geçitlerde yol vermez yabanlar
Derim ki kimse aramadı böylesine
kendini bulmak için
benim kadar.
Benim kadar hiç kimse
öyle ülke ülke dolaşıp…
Uzun da olsa yollar ne çıkar
sabrımı almışım yedeğime
Ne çıkar uzatsa anılar
ahtapot kollarını
Varsayıp her şeyi hiçbir şeye
Giderim doğacak günlere.
Sen yine eskiden olduğu gibi
Zenci mızrakları havayı yırtarken
Tam tamına katıksız
Malraux’su mu okuyorsun akşam üzerleri
Bağ bozumu türküler yakılan
o sancılı günlerinde dört mevsim
– Hayli yakın eskidikçe onlar bana –
Ateşleri yak da öyle oku
Çünkü fenerini elinden alıyorlar
Diyojenin.
Geciken bir şey var güz sularında
Bilmesem bahar belki diyeceğim
Artık hiç olmadık yerlerdeyim senden uzak
Söyleyemeden o çok ezberlediğimi
Düşüncenin yorulduğu yerden
Acıyla bıraktığım o köşeye
yeniden dönmek mi
İstemem bırak
– Çoğalan acılara yeni direnç nerede –
Oz şiirlerin Tanrısal havasında
Gelmesin eski aşklar
Yeni saltanatıyla.
Gelme sakın perişan olacağım.
Türkan İldeniz