Suç ve suça iştirak!
05 Aralık 2017
26 Haziran 2017 günü gazetelerde ‘’Yok böyle vicdansızlık...’’ başlığı ile şöyle bir haber vardı: ‘’Koşmaktan yoruldu. Yürümekten tükendi. Sonunda kendini asfalta bıraktı ama onu otomobile bağlayan iplerden kurtulamadı. Bir köpeğin, sözde sahibi tarafından otomobilinin arkasına bağlanıp cansız bir beden gibi sürüklendiği görüntüler dehşete düşürdü.’’
Haberin görüntüsünde de bir otomobil ve arkasında ona bağlı yerde, asfaltta sürüklenen bir köpek ve bu görüntüyü çeken ve bu arabayı takip eden bir başka otomobil yer alıyordu. Sosyal medyada köpeği sürükleyen otomobil sürücüsüne epey bir tepki yağmıştı.
04 Aralık 2017 günü ise önce sosyal sosyal medyada sonra da basında bir haber ve görüntü paylaşıldı. Bu görüntülerde bir insan müsveddesi (‘’hayvan’’ desem hayvanlara hakaret olur!) Erzincan şehir merkezinde bir bahçe duvarında yakaladığı bir yavru kediye işkence yapıyordu. Bu insan müsveddesi kediye yumruklar atıyor, daha sonra da muhtemel ki üzerinde dikenli tel bulunan duvara birkaç defa çarpıyor sonra da yere fırlatıp daha sonra da yerde can çekişen yavru kediye tekme atarak, hala ölmeyen kediyi yine tekmeyle üzerinden araçların geçtiği caddeye fırlatıyordu… Görüntülerde bu cani bu cinayeti işlerken etrafında bulunun diğer üç dört insanın da bu cinayeti seyrettiği görülüyordu.
Yine aynı gün 04 Aralık 2017 günü yine sosyal medyada ve basında Mersin’de güpegündüz bir toplu taşım aracının, minibüsün içinde bir üniversite öğrencisi kızın şehir eşkıyaları tarafından kaçırıldığı haberi ve görüntüleri paylaşıldı. Kamera kayıtlarına göre yine bu olay esnasında minibüste bulanan diğer yolcuların tamamının ve minibüs şoförünün ise olayı sadece seyrettiği görülüyordu…
Bu haberler sonunda kamoyunda asıl suçlu olarak köpeği sürükleyen otomobil sürücüsü, kediye işkence yapan insan müsveddesi ve kız öğrenciyi minibüsten kaçıran şehir magandaları, eşkiyaları suçlandı. Bence asıl suçlu bunlar değildi. Bence asıl suçlu olaya müdahale imkânı varken etmeyen diğer insanlardı. Asıl suçlu; arabasını hızlı sürüp bu öndeki otomobili durdurma imkânı varken durdurmayan, köpeğin sürüklenmesini seyreden, bununla da yetinmeyip bunu kameraya alan sürücüydü. Bence asıl suçlu insan müsveddesi kediye işkence ederken olayı hiçbir şey yapmadan seyreden diğer insanlardı... Bence asıl suçlu şehri eşkiyaları feryat figan halinde çığlık çığlığa eşkiyalara direnen genç kızı kaçırırken olayı seyreden diğer yolcular ve minibüs şöforuydü... Bu olayları seyredenlerin bu olayların faillerinden, bu insan müsveddelerinden daha fazla sorumluluk ve suçluluk sahibi olduğunu düşünüyorum...
Çünkü toplumsal hastalığımızın tam da uç noktası burasıydı işte: Suçu seyretmek!
Anlatmak istediğimi bir örnekle de açıklamak istiyorum:
ABD’li sinema sanatçısı Jodie Foster'ın (pek kimse bilmez; Jodie Foster’ın asıl adı da Alicia Christian Foster’dir) Sarah Tobias rolüyle en iyi kadın oyuncu dalında Oscar ve Golden Globe ödülü aldığı, bir oyunculuk dersi verdiği ve gerçek bir hikâye üzerine kurulu ‘’Sanık’’ isminde (Orijinal ismi: The Accused) 1988 yapımı bir filmi var. Filmin Almancasını izlemiştim ‘’Angeklagt’’ ismiyle. Tabii filmin adına neden ‘’Sanık’’ dendiği de anlamak zor. Çünkü filmdeki kadın sanık değil, davacıdır. Ayrıca filmde de tek bir sanık yok birçok sanık vardır.
Filmde Sarah bir barda üç kişinin tecavüzüne uğrar. Ancak kalabalıkça bir grup da tecavüze engel olmadıkları gibi, seyretmekle yetinmeyip bir de tezahürat yaparlar. Konu mahkemeye intikal eder. Tecavüz eden bu üç kişi ceza alır. Sarah karara itiraz eder. Seyredenlerin de ceza alması gerektiğini iddia eder. Ancak mahkeme kabul etmez. Sarah bu seyredenler için avukat tutar bir başka dava açar.
Sonuçta mahkeme bu seyredenlere tecavüz suçundan daha ağır ceza verir. Mahkeme başkanı final konuşmasında bu tecavüzü seyredenler için der ki; ‘’Tecavüze engel olma imkânları vardı, olmadılar, tecavüze engel olmadıkları gibi bir de alkışladılar, tecavüzcülerden daha da ağır ceza almaları haktır.’’
Sinema ve tiyatro gibi sanat dalları topluma ayna tutarlar, toplumun kendisiyle yüzleşme araçlarıdır. Bu anlamda filmin aslında topluma esas vermek istediği mesaj; ‘’bir suç karşısında sessiz kalanların aslında daha büyük bir suç işledikleridir.’’
Şimdi bu filmi burada bırakalım! Bir başka konuya geçelim. Çok değil, biraz, bir kaç yıl geriye gidelim:
Malum FETÖ’nün tezgâhladığı kumpas davaları vardı; Balyoz, Ergenekon, Amirallere Suikast, Casusluk vb. Bu davalarla TSK’nın kırk yılda yetiştirdiği pırıl pırıl, aydın, aydınlık generaller ve general olacak subaylar zindanlara tıkıldı, yıllarca zindanlarda çürütüldüler ve tasfiye edildiler…
(Bir not: Kamuoyu sadece bu tasfiyeyi biliyor… Bu görünür tasfiyeden önce bir görünmez tasfiye daha yaptılar. 2010 yılındaki YAŞ toplantısında pırıl pırıl bu generallerden terfi sırasında olanlar davaları devam ettiği için yasa gereği terfi edemediler, TSK de bu personeli emekli etmeyip koruma bahanesiyle tamamının görev sürelerini uzattı. TSK’da general sayısı sabit olduğu için bu grubun dışında kalan terfi sırasındaki aydın, Atatürkçü generallerin tamamını da emekli ettiler. O dönem terfi ettirdikleri az sayıda generalin çoğunu da 15 Temmuz’dan sonra darbeci diye tutukladılar!… Bir yıl sonraki 2011 YAŞ toplantısında da güya korudukları tutuklu generallerin tamamını emekli ettiler. Bu şekilde boşalan kadrolara da terfi ettirdikleri generallerin neredeyse de tamamını 15 Temmuz'dan sonra darbeci diye tutukladılar.)
Şimdi gelelim bu kumpas davalarının işbirlikçilerine;
O zamanki Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Manisa’da FETÖ’ya seslenerek şunları söylüyordu (Gazeteler, 22 Mart 2014): ''.... biz yıllardır sizinle birlikte sizin menfaatinize sizin hizmetlerinizi sevdiğimiz için her zaman sizin hizmetinizde olduk. Siz ne derseniz yaptık. .... sizi kollarımızın altında koruduk.''
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ne demek istiyordu? Arınç’ın söylediklerinin tercümesi şu: ''Biz bu FETÖ’nün hizmetinde olduk, bu FETÖ ne demişse yaptık, biz bu FETÖ’yü kollarımızın arasında koruduk. Bu FETÖ Ordu'ya kumpas kurarken biz de sadece seyretmedik, üstelik detekleyicisi, yardımcısı olduk.''
Cumhurbaşkanı da şöyle söylüyordu (3 Ağustos 2016, Olağanüstü Din Şûrası) (Özetle):
‘’Milletimiz meşrebi ne olursa olsun Allah diyen peygamber diyen en azından böyle gözüken herkesi desteklemiştir. Rahmetli Özal, Demirel, Ecevit, hatta biz bu yapıya destek olduk. Ben de katılmadığım pek çok yönleri olmasına rağmen bunlara yardımcı oldum. Yurtdışında yürüttükleri eğitim faaliyetlerinin hatırına bunlara müsamaha gösterdik. Hatta ve hatta Allah dedikleri için müsamaha gösterdik. Her şeye rağmen, bu hain örgütün gerçek yüzünü çok daha önceden ortaya dökememiş olmanın üzüntüsü içerisindeyim. Bundan dolayı hem Rabbimize hem de milletimize verecek hesabımız olduğunu biliyorum. Rabbim de milletim de bizi affetsin.’’
Ama aynı Cumhurbaşkanı 2008 yılı 15 Temmuz’unda AKP grup toplantısı esnasında bu kumpas davasının aynı zamanda savcısı olduğunu söylüyordu.
Şimdi gelelim yine başta verdiğim Jodie Foster'ın ‘’Sanık’’ isimli filmine… Filmde ikinci davada tecavüzcülerden daha ağır ceza alan suçlular tecavüz olayını alkış tutarak sadece seyretmişlerdi…
TSK‘ne FETÖ tarafından tecavüz edilirken ise o zamanki hükümet sadece seyretmedi, yeri geldi savcı olarak, yeri geldi FETÖ savcılarına dokunulmazlık kazandırarak, yeri geldi FETÖ savcılarının altlarına zırhlı araçlar vererek TSK’nin elini ayağını tutarak FETÖ’nün TSK’ne daha kolay tecavüz etmelerini sağladılar… TSK’da yaptıkları tasfiyelerle 15 Temmuz’a giden yolu hazırladılar, bu yola granitten kaymak gibi taşlar döşediler…
Hoş, bunların tecavüzüne maruz kalan sadece TSK değildi… Adalet’e de, hukuka da, miili eğitime ve devletin bütün kurumlarına da tecavüz ettiler. Adalet, bu tecavüz sonucu kötü yola öyle bir düştü ki sonunda hâkimi tutuklayan hâkimi de tutuklayan hâkimin tutuklandığı bir adalet haline geldi. (Gazeteler, 08 Mayıs 2017) Sanki şaka gibi, sanki tekerleme gibi…
Şimdi de hesabı hukuka değil de Allah’a vermeye kalkıyorlar, hukuktan değil de Allah’tan af diliyorlar…
Sadece bu kadar mıydı? Şimdi gelin 15 Temmuz 2016’dan sonrası gazetelerde ve TV’lerde yer alan itirafları bir daha hatırlayın… Şimdi de gelin bu safları, aldatılanları, müsamahakârları, bu FOTÖ denen soysuzu zamanında alkışlayanları, yanında boy boy arz-ı endam edenleri, teee ABD’ye kadar gidip el etek öpenleri, ABD’ye gidenlerle selam gönderenleri, arkasından salya sümük ağlayanları, savunanları, aklayanları, bu hırsız ve din istismarcısı güruhun peşinde gidip beraber yürüyenleri, bu terör örgütünün savcılığını yapanları, bu güruhun adamlarını özenle ve itina ile devletin en önemli makamlarına yerleştirenleri ard arda bir sıralayın sonra da ''Sanık'' filminin son sahnesindeki mahkeme başkanının final konuşmasını bir hatırlayın:
‘’Tecavüze engel olma imkânları vardı, olmadılar, tecavüze engel olmadıkları gibi bir de alkışladılar, tecavüzcülerden daha da ağır ceza almaları haktır.’’
FETÖ; TSK’ne, adalete, hukuka, milli eğitime devletin bütün kurumlarına tecavüz ederken bunlar sadece seyretmediler, engel olmak bir tarafa; TSK’nin, adaletin, hukukun elini ayağını tutarak FETÖ’nün tecavüzüne yardımcı oldular.
Sakın ABD yargısı sizi yanıltmasın, çünkü bu yargı çağdaş bir hukuk sisteminde geçerlidir. Kabile toplumlarda olayı Allah’a havale edersiniz olur biter. Gerçi onlarda bile kenar-ı Dicle'de bir kurt kapsa bir koyunu, gelir de adl-i ilâhi Ömer'den sorar onu!
Ve düşünün ki iyi ki burası ABD gibi küffar bir toplum değilmiş diye şükredin. Şükür elhamdülillah Müslüman bir ülkede yaşıyoruz! Mehmet Akif, yaklaşık bir asır önce bugünleri görerek tespitini yapmıştı zaten: “Müslümanlık bilmem ama galiba göklerdedir!”
Daha dün, itiraf ettikleri gibi, FETÖ ile kol kola olanlar, FETÖ ile ''beraber yürüdük biz bu yollarda'' diye şarkı söyleyenler, FETÖ ile bir olup TSK'nin, hakkın, hukukun, adaletin ırzına geçenler, sözde ''barış'' diye diye PKK ile kol kola olanlar, ülkeye Habur rezaletini yaşatanlar, Oslo'da PKK ile görüşenler, valilere PKK'ya karşı operasyon yapmayın diye talimat verenler, İranlı bir yeni yetme bir zibidi devletin üst makamlarına milyonlarca EURO, milyonlarca Dolar tutarında rüşvet dağıtırken seyredenler; bugün bu suçları eleştirenleri FETÖ ile PKK ile beraber olmakla suçluyorlar... Hiç de komik olmayan mizah gibi, şaka gibi değil mi?
Bu yazı uzadı.. Konudan konuya geçtim. Bu yazıdan asıl amacım siyasi bir yazı yazmak değildi. Hele hele bir filmi bahane ederek bir siyasi partinin FETÖ ile olan ilişkisi hiç değildi. Çünkü yazımda da bahsettiğim gibi bu konu Allah'a havale edilerek kapanmıştır! Tekrar tekrar açıp da terbiyesizlik etmenin bir manası da yoktur! Değil mi?
Bu yazıdan asıl amacım başta anlattığım köpeği sürükleyen otomobili kameraya çeken diğer sürücüye, bir insan müsveddesi bir yavru kediye işkence yaparken, bir genç kız güpegündüz şehir içinde bir toplu taşım aracından kaçırılırken seyreden diğer insanlara dikkati çekmekti! İşte asıl suçlu o seyreden insanlardı. Çünkü olaya müdahale ederek olaya engel olma imkânları varken etmemişlerdi! Bu yazıdan asıl amacım bu olayları seyredenlerin, bu olayların faillerinden, bu insan müsveddelerinden daha fazla sorumluluk ve suçluluk sahibi olduğunu vurgulamak, hatırlamak, hatırlatmaktı...
İşte bu yazıdan asıl amacım toplumsal hastalığımızın tam da uç noktası olan bu konuya dikkati çekmekti: Suçu seyretmek suça iştirak etmek demekti ve suçu seyretmek faillerden daha büyük bir sorumluluk altına girmek demekti ve ceza olarak da o suçtan daha büyük bir cezayı haketmekteydiler.
Aslında benim bu kadar uzun uzun anlatmak istediklerimi Albert Einstein bir cümleyle ifade etmişti: ‘’Dünya yaşamak için tehlikeli bir yer; kötülük yapanlar yüzünden değil, durup seyreden ve onlara ses çıkarmayanlar yüzünden.’’
Osman AYDOĞAN