İki Tavşan
Bugün öyle uzuuuuun bir yazı yazmayacağım… Şiirden, edebiyattan, felsefeden, tarihten de bahsetmeyeceğim…Dolaysıyla önce derin bir oh çekin..(!)
Ama yazımın konusuna da girmeden önce iki tane fıkra…
Bir vakitler Osmanlı zamanında Mütereddit Mehmet Efendi diye varlıklı bir paşazade varmış. Adı Mehmet de, namı mütereddit... Bu Mütereddit Mehmet Efendi kendine bir konak yaptırmak istemiş. Ünlü bir mimarı çağırmış. “Kaç paraysa vereceğim ama bana şöyle namı yürüyecek, görenlerin parmak ısıracağı bir konak yapacaksın” demiş. Mimar siparişi almış, kolları sıvamış. Para da bol ya, kısa zamanda konağı bitirmiş.
Mütereddit Mehmet Efendi gelmiş, konağı gezmiş. Haremlik selamlık, avlu, mutfak, cariyelerin odaları, hamam falan filan hepsine tek tek bakmış. Çok, ama pek çok beğenmiş. Mimar, “Nasıl buldunuz konağı efendi hazretleri” diye sorunca, Mehmet Efendi cevap vermiş: ‘’Valla mimarbaşı pek beğendim. Yani tek kelime ile aliyülâlâ. Her şey var, hiçbir şey unutulmamış. Lakin kafama takılan bir şey var. Şu üç katlı koskoca konakta tek bir tuvalet var. Ona mana veremedim. Niyedir?’’
Mimar sırıtmış: ‘’Efendim namınız malum, Mütereddit Mehmet Efendi... Zatıâliniz sıkıştığında, alt katta mı yapsam, üst kata mı çıksam, hareme mi dalsam, selamlıkta mı otursam derken altınıza şey edersiniz diye düşündüm efendim. İşte o yüzden tek bir hela ile iktifa ettim...’’
Gelelim ikinci fıkramıza:
Bir zamanlar Abbasiler devrinde bir gün Bağdat’ta haber salınmış, ilân edilmiş: Behlül Dânâ şehrin en büyük camisinde vaaz edecek. Halk bu hikmetli vaizi, derin âlimi dinlemek için camiyi lebalep doldurmuş. Cami Bağdat halkının yoğun ilgisinden dolmuş taşmış. Vaaz olacak, Behlül Dânâ sohbet edecek diye beklemişler.
Fakat namaz yaklaştığı hâlde ne gelen var ne giden... Namaz vakti iyice yaklaşmışken bir de bakmışlar Behlül Dânâ omzunda bir su terazisi, bir tarafında bir kova su, öbür tarafında bir kova su, camiye girmiş. Safları yara yara hayretli bakışlar arasında geçmiş mihrap tarafına, başlamış vaazına:
“Şu kova, dünyadır ey cemaat, şu kova da âhiret!” Bir tarafa biraz eğilmiş: “Şimdi ben dünyaya eğildim” demiş. Behlül o tarafa eğilince diğer tarafındaki kovadan su dökülmüş, bunun üzerine; “İşte âhiret nasibimizi zâyî ettik!” demiş. Bu sefer öbür tarafa eğilmiş, diğer kovadan su dökülmüş; “Bu sefer de âhirete eğildim, dünyayı ziyan ettik!” dedikten sonra, kovaları dengeye getirmiş ve eklemiş: '’İşte hayat imtihanı bu! Dünya ile âhireti böylece dengede tutabilirsen mesele yok. İkisini de ziyan etmezsin. Ama bir tarafa eğilirsen diğerini yitirirsin!’’ demiş.
Şimdi ben bu iki fıkrayı neden mi anlattım?
Malum önümüzde referandum var… Tek başına partinin oyları işi kotarmaya yetmiyor. Bu nedenle adamlar Kürt kökenli vatandaşlarımızın oylarına gözlerini dikiyorlar, bu sebepten kıçı kırık Barzani’nin altına kırmızı halılar seriliyor, dünyanın hiçbir yerinde uygulanmayan bir biçimde sanki bağımsız bir devletmişçesine göndere Kürdistan bayrağı çekiliyor… Bu sefer evcil yavru kurt homurdanıyor, çantadaki milliyetçi oyları uçuyor… Milliyetçi oyları gözüne kestiriyorlar, bu amaçla Suriye seferindeki orduya Mimbiç’i hedef gösteriyorlar… Bu sefer Kürt kökenli bir kısım vatandaşların oyları uçuyor… Kendi ülkesindeki her türlü ‘’Hayır’’ propagandasına her türlü engelleri koyuyorlar, ‘’Hayır’’ propagandasına salonları, meydanları yasaklıyorlar, aynı yasağı kendilerine Almanya koyunca faşizmden bahsediyorlar. Almanya'ya posta atıyorlar... Daha önce de Rusya'ya, İsrail'e posta atıyorlardı, sonra da gidip mahcup mahcup süt dökmüş kedi gibi özür diliyorlar... Irak başbakanına muhatabım olamazsın diyorlar, sonra da hiçbir şey olmamış gibi Irak Başbakanının ayağına başbakanını gönderiyorlar. Daha dün Osla'da PKK ile müzakere yapanlar, bu ülkeye Habur rezaletini yaşatanlar, FETÖ'ya ne istediyse verenler, T.C adını her yerden kaldıranlar, milli maçta Türk bayrağını toplatanlar, ''biz milliyetçiliği ayaklar altına aldık'' diyenler bugün bozkurt işareti yapıyorlar... Muhtemeldir ki bukalemun yaradanına sitem ediyordur! Bu konudaki örnekler günümüzde uzayıııp gidiyor…Sanki çiftlik yönetiyorlar. Olan da Türkiye Cumhuriyeti'nin şerefine, haysiyetine, izzetine, ikbaline, gururuna, onuruna oluyor...
Her iki fıkranın konu ile kurulacak olan ilişkisini sizlere bırakıyorum…
Ben sadece evrensel bir kuralı hatırlatıyorum:
‘’Aynı anda iki tavşanı birden yakalamak isteyen ikisini de kaçırır…’’
Osman AYDOĞAN