• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi3
Bugün Toplam258
Toplam Ziyaret3181584

Tutunamayanlar


Tutunamayanlar

13 Aralık 2017

‘’Tutunamayanlar’’ romanı genç yaşta (43) tam kırk yıl önce bugün, 13 Aralık 1977 günü kaybettiğimiz Oğuz Atay’ın (1934 - 1977) 1971 tarihli ilk romanıdır. (İletişim Yayınları, 2016) 1970 TRT Roman Ödülünü kazanmıştır. Türkçe yazılmış en iyi romanlardan birisidir. Ne yazık ki Oğuz Atay yaşarken romanının derinliği ve kıymeti anlaşılamamıştır.

Bu kitap; ne romantik aşk hikâyelerinin, ne ideolojik kavgaların, ne tarihi şahsiyetlerin, ne büyük krizlerin, ne de ezilen insanların romanıdır. Bu kitap; mustarip bir ruhun iç çekişlerinin romanıdır. Bu kitap; günümüzün kabalığından, hoyratlığından, vurdumduymazlığından, çıkarcılığından, çirkinliğinden ve sağlıksız insan ilişkilerinden muzdarip bir mühendisin (Oğuz Atay) sessiz bir çığlığının romanıdır.

Hayatın kendisi kadar karmaşık, çoğu zamanda hayatın kendisi kadar da anlaşılmazdır ‘’Tutunamayanlar’’ romanı… ‘’Tutunamayanlar’’ romanı; modern şehir yaşamı içinde bireyin yaşadığı yalnızlığı, toplumdan kopuşları ve toplumsal ahlaka, kalıplaşmış düşüncelere yabancılaşan, ipe, sapa, kabalığa, hoyratlığa, sevgisizliğe alışamayan ve bunlara tutunamayan bireylerin iç dünyasını anlatan bir kitaptır.

Türk insanını çok iyi tahlil eden ve insanın kendi iç dünyasındaki yaşadığı kavgaları, bunalımları, sorgulamaları güzelce ele alan, zaman zaman da okuyucunun yüzüne acımasızca tokat atan, hayata sımsıkı sarıldığınızı zannederken, boşlukta olduğunuzu, hiçbir yere tutunamadığınızı size hatırlatan, size ayna tutan, sizi güldürürken ağlatan, 722 sayfalık mükemmel bir eserdir ‘’Tutunamayanlar’’...

‘’Tutunamayanlar’’; Türkiye ve Türk insanı üzerine yazılmış şaheser niteliğinde gerçekçi bir analiz ve aynı zamanda orta sınıfın kültürel özentisini anlatan mükemmel bir Türkiye fotoğrafıdır, Türkiye belgeselidir...

‘’Tutunamayanlar’’; dürüst, tertemiz, hassas, narin, dolu ve derin olanların fazla geldiği, uyum sağlayamadığı bir dünyanın romanıdır...

‘’Tutunamayanlar’’; herkesin kendisinden bir parça bulduğu, insanın iç dünyasında sessiz sessiz attığı çığlıkları yine kendisine sesli sesli dinleten bir romandır...

‘’Tutunamayanlar’’; anlattığı, zaten sizin olan iç sıkıntısından dolayı boğulduğunuz, yüreğinizde açılmış, iyileşmeyecek derin yaraları yine size gösteren bir romandır...

‘’Tutunamayanlar’’; tuzu kuru olanların, tutunabilenlerin kabul etmeyeceği, okuyup anlamayacağı, kendini bulamayacağı bir romandır...

''Tutunamayanlar'';  insanı bu koca dünyada yalnız bırakarak; arkadaşlığı, dostluğu sahte olanların, sevgiyle uzatacakları sıcak bir elleri olmayanların, yani elsiz, gözsüz, görgüsüz, akılsız, kalpsiz, hissiz, ruhsuz yani gerçek sakatlar yani onlar onlar onlar arasında kalanların bir romanıdır...

‘’Tutunamayanlar’’; kısaca tutunamayanların romanıdır...

‘’Tutunamayanlar’’; Alman yazar Hermann Hesse'nin düşünen ve sorgulayan burjuvanın nihai çıkmazını anlattığı evrensel kitabı ‘’Bozkırkurdu’' (Yapı Kredi Yayınları / Edebiyat / Roman, 2003)’nun sanki bir Türkiye versiyonu gibidir.

‘’Tutunamayanlar’’ın roman kahramanlarından Selim Işık; hayatı sürekli olarak sorgulayan; ancak buna karşın hayatın her alanında iyi niyetine karşılık bulamadığı insanlarla, çarpık ilişkilerle, çarpık düzen ve bürokrasiyle karşılaşan, acımasız dünyanın ağırlığını kaldıramayacak kadar saf, ahlaklı, bilgili ve dürüst bir insan, adeta tutunamayanların kralıdır.  Bir diğer roman kahramanı Turgut Özben ise arkadaşı Selim Işık’ı keşfettikçe, onun derinlerine indikçe Olric’i ile birlikte Selim Işık'ın kervanına katılan bir başka tutunamayandır. Olric ise, Turgut Özben’in hayalinde yarattığı ve çeliştiği (sözde) bir hayal ürünüdür. Diğer kahramanlar ‘’Günseli’’ ve ‘’Süleyman Kargı’’dır. Romanı okudukça etrafınızdaki insanları "Selim Işık", "Turgut Özben", "Günseli" ve "Süleyman Kargı" gibi görmeye başlıyor ve onlarla gerçek hayatta yollarınızın kesiştiğini görüyorsunuz.

Kitaptan seçtiğim bazı bölümler:

"İnsani kalbinden tutamadınız mı, görün, nasıl kaybolup gidecek elinizden." 

‘’Çok şey vardı anlatılacak. O yüzden sustum. Birini söylesem diğeri yarım kalacaktı. Sen duydun mu sustuklarımı?’’

‘’Bazılarımız şiirlere, şarkılara, filmlere, kitaplara tutunuyor… Sanırım artık insan, tutunamıyor insana.’’

‘’Ne gördün bütün kapıların birer birer kapandığı bu dünyada?’’

"Ben iç dünyama dönüyorum. Orada hayal kırıklığına yer yok."

“İnanarak dinlememizi güçleştiriyorlar. İnsan her sözü kuşkuyla karşılıyor artık. Gerçekle düş birbirine karışıyor; yalanın nerede bittiğini anlayamıyoruz. Tutunacak bir dalımız kalmıyor. Tutunamıyoruz.” 

''Cennet muhallebiden duvarlar demek değildir sayın yetkili. Cennet insanların birbirlerini dinlemeleri demektir, birbirlerine aldırmaları, birbirlerinin farkında olmaları demektir.''

‘’Bir silgi gibi tükendim ben. Başkalarının yaptıklarını silmeye çalıştım: Mürekkeple yazmışlar oysa ben, kurşunkalem silgisiydim. Azaldığımla kaldım.’’ 

‘’Bazen ne yaparsan yap yaranamıyorsun ve yarandıkça yaralanıyorsun.’’

‘’Beklenen hep geç geliyor; geldiği zaman da insan başka yerlerde oluyor.’’

‘’Doğduğu günden beri kalbinde bir delik, almak için bütün sızıları içine…’’

''Kişisel değer saydığımız şeylerin, toplumun baskısıyla edinilmiş sahte nitelikler olabileceğini de hiç bir zaman akıldan çıkarmamalıyız.''

‘’Herkesin istediği gibi yaşadığı uzak bir ülkenin özlemini duyuyorum.’’

‘’Hiç olmazsa mezar taşına yazın: Burada, insanlara başka türlü hayran olan biri yatıyor.’’

‘’Bir dostun varlığı güzel bir şeydir. Fakat bir dosta ihtiyaç duymadan yaşayabilmektir önemli olan.’’

‘’Dış dünyanın zayıflara karşı nasıl insafsız olduğunu bildiğim için, bir korunma içgüdüsüyle, bazı masum kötülükleri bu çevreye silah gibi kullanma eğiliminden kurtaramadım kendimi.’’

‘’Hayata dayanamadığımız için espri yapıyoruz.’’

‘’İnsan kendini beğenmeden yaşayamaz. Kendini beğenirse diğer insanlar onun hayatını cehenneme çevirmeye çalışırlar. Bunun için, hem kendini beğenmeli hem de beğenmemelidir.’’

‘’Sen gene de alınıp hemen kaybolma. Yoksa ben de kaybolacağım. Kayboluyorum. Yaşamak, ölmek gibi değil. Bazı zorlukları var bir kere. Daha çok tehlike karşısında insan.  Çoğunlukta değiliz, ezilebiliriz.’’

‘’Büyük ve güzel şeylerin dışarı çıkmasına izin vermiyor, korkuyoruz. Düşünmekten ve sevmekten korkuyoruz. İnsan olmaktan korkuyoruz. İşin içine bir kere acıma girerse, ondan bir daha kurtulamamaktan korkuyoruz.’’

‘’Anlam kadar insanın hayatını zehir eden bir kavram yoktur.''

''Kitaplar yüzünden çok acı çekiyorum Esat ağabey derdi. Sanki hepsi benim için yazılmış.''

“Elini hiçbir kâğıda uzatmayacaksın: On emrin birincisi budur. Söze erken başlamayacaksın, hiçbir düşünce ileri sürmeyeceksin, hiç bir şey bilmezmiş gibi görüneceksin, garip şekilde giyinmeyeceksin, ellerini masaya dayamayacaksın, seni baştan savmalarına yol açmamak şartıyla kendisini acındıracaksın, gülümseyeceksin, bekleyeceksin... Ve hiçbir zaman ümide kapılmayacaksın.” 

''Boyumdan büyük işlere kalkmıştım. Şimdi, boyumdan küçük işleri başaramıyordum. Böylesine rezil bir yenilgi görülmemişti. Gücümü tahminde yanılmıştım...''

 ‘’Unutulan herkesiz hatırlanması için ne kadar zaman geçiyorsa, o kadar zaman geçirmelisin mezarda.’’

‘’Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım, kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım.’’

“Her anı, ne yapmam gerektiğini düşünerek geçirdiğim için çabuk yoruldum.’’

'’Kimse düşünmesini bilmiyor, düşündüğünü sanıyor.'’

‘’Değişmek, kendine yabancılaşmak demekti.’'

''Beni bir gün unutacaksan, bir gün bırakıp gideceksen boşuna yorma derdi, boş yere mağaramdan çıkarma beni. Alışkanlıklarımı, özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme boşuna.''

‘’Hiçbir zaman daha anlamlı olmayı becerebildiğimi sanmıyorum."

‘’Hayatlarıyla yanlış olanların, ölümleriyle en kötüsü, hayır demeyi öğrenemedim. Yemeğe kal, dediler: Kaldım. Oysa kalınmaz. Onlar biraz ısrar ederler; sen biraz nazlanırsın. Sonunda kalkıp gidilir. Her söylenileni ciddiye almak yok mu, şu sözünün eri olmak yok mu; bitirdi, yıktı beni.”

‘’Adam olmadığı için insanlığa vekâlet ediyordum.’’

‘’Sağlam olan yanlarımı, bildiğim bir dille anlatıyorlar. Hastalığıma gelince, Latinceye başvuruyorlar. Onlara güvenim kalmadı.’’

‘’Şu anda, sana güzel bir söz söyleyebilmek için, on bin kitap okumuş olmayı isterdim. Gene de az gelişmiş bir cümle söylemeden içim rahat etmeyecek: Seni tanıdığıma çok sevindim kendi çapımda.’’

"Sabahları uyandığıma sevinemiyorum. Gecenin sıkıntısı, öğleye kadar sürdüğü için, sabahın verdiği diriliği yaşayamıyorum. Öğleden sonra da akşamın hüznü çöküyor..."

"Daha doğrusu bana her şeyin öğrenilerek yaşanacağını öğrettiler. Yaşanırken öğrenileceğini öğretmediler."

" 'Önce kelime vardı' diye başlıyor Yohanna'ya göre İncil. Kelimeden önce yalnızlık vardı. Ve kelimeden sonra da var olmaya devam etti yalnızlık... Kelimenin bittiği yerde başladı; kelimeler söylenemeden önce başladı. Kelimeler, yalnızlığı unutturdu ve yalnızlık, kelimeyle birlikte yaşadı insanın içinde. Kelimeler, yalnızlığı anlattı ve yalnızlığın içinde eriyip kayboldu. Yalnız kelimeler acıyı dindirdi ve kelimeler insanın aklına geldikçe, yalnızlık büyüdü, dayanılmaz oldu."

"Küçük kelimeleri kendine yakıştıramadı; oysa küçük kelimelerle suçlandı ve kendini küçük kelimelerle savundu."

‘’Tutunamayanlar’’, ayrıca insanın içindeki Olric’iyle tanışmasını da sağlıyor:

- Gözden ırak, gönülden de ırak olur mu efendim?
- Hayır Olric... Yüreğinde bir yer açıp oraya oturttuğun her kimse, seninle birlikte gider her yere.
- Ben kötü biri miyim efendim? Yüreğimde giden onca insanın yüreğinde bir yerim olduğuna neden inanmakta zorlanıyorum?
- Onlar gerçekten gittiği içindir Olric...

- İnsanlara zor olmuyor mu Olric?
- Ne zor olmuyor mu efendimiz?
- Her sabah iki yüzlerini yıkamak Olric.

- Keşke nedir Olric? 
- Hatalarımız efendimiz. 
- Çok mu hata yaptık? 
- Keşke diyecek kadar efendimiz.

- Elimizde olmayan şeyler var Olric...
- Ne efendimiz?
- Elleri Olric, elleri!

- Olric, bana edilgen bir kelime söyler misin?
-  Emin mi siniz?
-  Evet Olric. Hem de en yakıcı olanını söyle!
-  '‘Silinmek'’ efendimiz. Yeterince edilgen mi?
-  Fazlasıyla edilgen...

- ‘'Zaman'’ sözü çok can yakar be Olric, ne çok can yakar. 
- Öyle ama zaman her şeyin ilacı derler efendimiz.
-  Madem öyle fazlası intihara girmez mi Olric?

- Gitme vakti geldi Olric.
- Nereden gitme vakti geldi efendimiz?
- Kalbinden Olric kalbinden.

- Hiç gelmemiştiniz ki efendim.
- O zaman neden bu kadar canım acıyor Olric?
- Çünkü hep kalbindesiniz sanmıştınız oysa bi kere bile sizi kalbine almamıştı efendim.
- Beni neden uyarmadın Olric ?
- Aşkından sağır olmuştunuz efendim.
- Anladım Olric…

- Sus Olric! Düşünüyorum.
- Düşünmek ne haddinize efendimiz?
- Descartes düşündükçe var oluyordu Olric.
- Descartes düşündükçe var olur, siz düşündükçe yok olursunuz efendimiz.

- Herkes geçer diyor, geçer mi Olric? Herkes ne bilir acımı, herkes ne bilsin acımızı! Yaşar gibi yapmaktan, özlemez gibi yapmaktan, iyiymiş gibi yapmaktan, nefes alıp onu içimde tutmaktan, o nefeste boğulmaktan sıkıldım. Ki nefessizlikten değil nefesten boğulmaktır marifetimiz Olric. 
- Evet efendimiz. 
- Bana katıldığını bilmek güzel. Arada ses vermen güzel. İçimin sesi de olmasa ölürüm yalnızlıktan!

- Biliyor musun Olric ? 
- Neyi efendimiz? 
- Onunla ne zaman lades oynasak hep o kazandı 
- Neden efendimiz? 
- Kalbimdeyken nasıl aklımda derdim?

- Hayatta üç yanlışım oldu Olric.
- Ne gibi efendimiz?
- Tanıdım, inandım, güvendim. Ama bir doğrum oldu.
- O nedir efendimiz?
- Sevmek Olric. Fakat sende bilirsin ki üç yanlış bir doğruyu götürür.
- Gidelim efendimiz…

- Çok çeşitli bıçak koleksiyonum var Olric.
- Nerede efendimiz?
- Sırtımda Olric, sırtımda...

‘’Biliyor musun Olric, aslında insanı acıtan şey insanın yalnız kalması değil, sevdiğinin kokusunun bir başkasının üzerine sinmiş olma ihtimalidir.’’

''Bütün hayatımızı yersiz çekingenliklerle mi geçireceğiz Olric? Cesareti yalnız kafamızda mı yaşayacağız?''

"Azım Olric... Azımsanıyorum. Azım sanıyorum..."

Son söz

‘’Tutunamayanlar’’; insanın kendisini çaresiz hissettiği anlarda tutunduğu bir kitaptır... Sindire sindire okunmalı, her bir cümlesi özümsenmeli ve üzerinde düşünülmeli diye değerlendiriyorum…

“Balıqlar da ağlayar, lakin denizin xeberi olmaz...” diye bir Azeri atasözü vardı... İşte ''Tutunamayanlar''; hüngür hüngür, için için, hıçkırık hıçkırık ağladıkları halde içinde yaşadıkları denizin haberi olmayanların romanıdır... Yani sizin, benim, hepimizin romanıdır...

Osman AYDOĞAN

Aşağıda sunacağım ve ‘’Tutunamayanlar’’ romanından noktasına, virgülüne dokunmadan kopyalayarak aynen aldığım uzun bölüm ise muhtemeldir ki çok yakın gelecekte (!) yaşayacaklarımızı anlatıyor:

"... mahkemede, suçlu sandalyesinde, bilerek ya da işledikleri suçları bilmek zahmetine katlanacak kadar dahi düşünmediklerinden bilmeyerek, eziyet eden, hor gören, aşağılayan, ihmal eden, aldırmayan, unutan, kötüleyen, alay eden, ıstırabı paylaşamayan, insanlar arasına duvarlar çeken, küçümseyen, çaresiz bırakan, yalnız bırakan, terkeden, baskı yapan, istismar eden, ezen, cesaret kıran, iyilik etmeyen, değer vermeyen, kalbi temiz olmayan, doğruyu yanlış gösteren, yanlışı doğru gösteren, samimiyetsiz, insafsız, korkutan, yanına yaklaştırmayan, başkasının yaşama hakkına saygı duymayan ve kendinden memnun olabilmek için her davranışı meşru sayan onlar, yani bizim küçük kalabalığımızı hava sızdırmayan tabakalar halinde üst üste saran, nefes almamızı dahi engelleyen, yani mahallemizin bütün bileği kuvvetli ve içi boş küçük kabadayıları ve onların büyük ortakları, yani esasında sayıca üstün olanlar, yani her zavallıdan daima bir rütbe bir kademe bir sınıf yukarıda olanlar, yani şekilsiz hüviyetleriyle daima vuran ve kaçınabilenler, yani hem ezip hem de ezdiklerini kabul etmeyenler, yani bir mertebe aşağıdayken ezilen ve bir derece terfi edince ezenler, yani çırağını, birşeyler öğretmesine karşılık her zaman döven ve ona insan muamelesi etmeyen ustalar, muavininin başına vuran şöförler ve onlarla birlikte memurlarına dalkavukluk ettiren amirler, duygusuz amirlerle birlikte garsonlara paralarıyla orantılı olarak bağıran müşteriler ve kaba müşterilerle birlikte hakkını arayanlara yumruklarını gösteren görevliler ve yetkilerini kötüye kullanan görevlilerle birlikte bilgisizin bilgisizliğini suratına çarpan ve ondan bir kelime fazla bilen bilgiçler, yani öğrenmek isteyen herkese eziyet eden öğreticiler ve onlarla birlikte bilgisizlerin bilgisizliğine gülen onlardan daha bilgisizler ve cahillerle birlikte her değişik davranışa saldıran şekilsiz kalabalık ve kalabalıkla birlikte onlara alkış tutanlar ve onlarla birlikte her tartışmada en bayağı usullerle haklıyı haksız çıkaranlar ve onlarla birlikte her savaşta kazananı tutanlar ve onlarla birlikte kimseye zararı olmayan zayıfları ezerek kuvvetli olma duygusunu tatmin edenler ve onlarla birlikte her zaman ve her yerde her sınıftan ve her ideolojiden ve her düşünceden insanlar arasında daima ön safa geçerek aslan payını kendilerine ayıranlar ve ayırır ayırmaz insanlarla aralarına aşılmaz duvarlar örenler ve böylelerine her zaman haklı çıkarıcı bahaneler sebepler yasalar kurallar sınıflamalar bulup çıkaranlar yani her zaman insanları insanlardan ayıranlar ve onları birbirlerine düşman edenler ve onlara körü körüne uyan kalabalıklar ve gerçeği boğanlar ve onlarla birlikte insanı bu koca dünyada yalnız bırakarak arkadaşlık dostluk sevgiyle uzatacakları sıcak bir elleri olmayanlar yani elsiz gözsüz akılsız kalpsiz ve kansız gerçek sakatlar yani onlar onlar onlar onlar onlar onlar... karşımıza oturacaklar."



Yorumlar - Yorum Yaz