• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi7
Bugün Toplam959
Toplam Ziyaret3104632

Çağlar, güz çağlarıdır, güneş akşam güneşidir!


Çağlar, güz çağlarıdır, güneş akşam güneşidir!

02 Nisan 2018


Günler

Tavla oynayanlar Farsça altıya kadar saymasını biliyor: Yek, du, se, cihar, penç, şeş. Ancak Farsça ''Yedi'' nedir diye sorsanız, onu bilmiyor. Onu da ben söyleyeyim, Farsça yedi: ''heft'' dir. (veya hefte). ‘’Yedi günlük’’ anlamına gelen ''hafta'' adı da buradan alınıyor.

Halen Türkçe'de kullandığımız gün adlarının kökenleri de şu şekilde oluyor:

Cuma  (Arapça) : Toplama, toplanma,
Cumartesi: Cuma (Arapça) + Ertesi (Türkçe),
Pazar (Farsça): Ba: Yemek, zar: Yer,
Pazartesi: Pazar (Farsça) + Ertesi (Türkçe),
Salı (İbrânice) : Üçüncü (Arapça ‘’salisen’’ de üçüncü anlamında),
Çarşamba (Farsça) : Ceharşenbe: Dördüncü gün,
Perşembe (Farsça): Pençşenbe: Beşinci gün.

Aylar

Günümüzde kullandığımız ay adları da çok farklı kaynaklardan geliyor. Hicri takvimdeki Arabî ay adlarının bugün hiçbirini kullanmamamıza rağmen yine de Şubat, Nisan, Haziran, Temmuz ve Eylül aylarının adlarının kökenleri Arapça ve Süryanice; Kasım ayının ise Arapçadan geliyor.

İşin daha ilginci bunlardan Şubat, Nisan, Temmuz ve Eylül hemen hemen aynı telaffuzla Yahudi takviminde de yer alıyor. 

Ayların adları ve kökenleri: 

Ocak (Türkçe): Kışın evlerde ateş yakılan yer. 
Şubat (Süryanice)
Mart (Latince): Maritus (mitolojik isim Mars'tan) 
Nisan (Süryanice) 
Mayıs (Latince): Tanrıça Maria'nın ayı.
Haziran (Süryanice) 
Temmuz (Arapça / Süryanice) 
Ağustos (Latince): Roma İmparatoru Augustus'un adından…
Eylül (Süryanice) 
Ekim (Türkçe): Toprağı ekmekten 
Kasım (Arapça): Bölen 
Aralık (Türkçe): İki zaman dilimi arası.

Ayrıca Anadolu'da eski ay adları da şimdi kullandığımızdan daha farklıydı:

Zemheri: Ocak
Gücük: Şubat
Mart: Mart
Abrul: Nisan
Mayıs: Mayıs
Kiraz: Haziran
Orak: Temmuz
Ağustos: Ağustos
İlkgüz: Eylül
Ortagüz: Ekim
Songüz: Kasım
Karakış: Aralık

Mevsimler

Ayrıca mevsimler de farklı adlandırılırdı:

Bahar: Mart (22 Mart - 5 Mayıs) 
Hıdırellez: 5 Mayıs - 21 Haziran 
Yaz: Gündönümü (22 Haziran - 13 Ağustos) / Ağustos (14 Ağustos - 21 Eylül) 
Güz: Güz (22 Eylül - 5 Kasım) / Kasım (6 Kasım - 21 Aralık) 
Kış: Zemheri (22 Aralık - 31 Ocak) / Karakış (1 Şubat - 21 Mart)

Kış mevsimi ayrıca Erbain ve Hamsin diye de ikiye ayrılıyor. Erbain adı, 22 Aralık’tan 30 Ocak’a kadarki 40 günlük kış dönemine veriliyor. Erbain’den sonra 31 Ocak’ta başlayan 50 günlük Hamsin ise 21 Mart’a kadar devam ediyor. Arapçada; ‘’Erbain’’; kırk, ‘’Hamsin’’ ise elli anlamına geliyor.

Hamsin’de havalar yumuşamaya başlayınca cemreler düşüyor. Cemre ise sıcaklık anlamına geliyor.

Gündönümleri

Kış Gündönümü’nde güneş ışıkları Oğlak Dönencesi’ne dik geliyor. Kuzey Yarıküre’de günler uzamaya, Güney Yarıküre’de kısalmaya başlıyor. Bu tarih, Kuzey Yarıküre’de kışın, Güney Yarıküre’de yazın başlangıcı sayılıyor.

Yaz Gündönümü’nde ise güneş ışıkları Yengeç Dönencesi’ne dik geliyor. Kuzey Yarıküre’de günler kısalmaya, Güney Yarıküre’de uzamaya başlıyor. Bu tarih, Kuzey Yarıküre’de yazın, Güney Yarıküre’de kışın başlangıcı sayılıyor.

Hasretinden prangalar eskittim

Ard-arda kaç zemheri geçerdi. Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu. Dışarda gürül-gürül akan bir dünya. Bir ben uyumazdım, bir ben. Kaç leylim bahar.

''Ard-arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül-gürül akan bir dünya... 
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana 
Bir bu yana...''

Ahmet Arif hasretinden prangalar eskitirken böyle diyor. Ve Ahmet Arif şiirinde devam ediyor:

''Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini...''

Güz üşütürdü, Kasım, Kış, Zemheri, Karakış üşütürdü. Hatta Bahar, Hıdrellez, Gündönümü, Ağustos da üşütürdü. Yokluğun, cehennemin öbür adıydı, üşüyordum, ne olur, kapama gözlerini!

Şiirlerde kaldı artık bu eski aylar.

Unutkan bir toplum olduk

Hani uzun süredir şiirleri yazıyorum ya. Değerli bir arkadaşım ‘’ülkemde dertler, şehitler, fakirlik, hastalık değil de sanat, edebiyat ve şiir konuşulsa herkes mutlu olsa Osman Bey’’ diye nazik bir eleştiride bulunmuş. Yani ‘’ülkede bütün sıkıntılar bitti de sıra şiire mi geldi?’’ der gibi kibarca eleştirmiş.

Arkadaşımın bahsettiği şehitler önce ''kelle'' oldu, şimdi ranta, ihaleye tevil edildi. Fakirlik, hastalık unutuldu. Millet bunlar sayesinde İslam’ı unuttu, ateist, deist oldu. Dizilerden millet geçmişini öğrenir oldu, tarih unutuldu. Demokrasi unutuldu. Hukuk unutuldu. Adalet unutuldu. Namus, şeref, haysiyet unutuldu. Rüşvetten istifa eden bakanlar unutuldu, 700 bin dolarlık rüşvet saatleri unutuldu. Zarraf unutuldu Zarraf. Dostluklar unutuldu, ahde vefa unutuldu. Yeşil, çevre, sağlık unutuldu. İnsanlar, çocuklar unutuldu. Habur unutuldu, Oslo unutuldu, Dolmabahçe unutuldu. Çözüm süreci diye teröristlerin şehirlere, kırsala mühimmat ve silah yığmalarına bilerek göz yumanlar, teröristlerle kol kola fotoğraf verenler unutuldu. Türkiye’nin altını oyanlara ‘’Hoca efendi’’ diyenler, gidip de tee Amerika’da salya sümük bir teröristin elini eteğini öpenler, onlara her istediğini verenler unutuldu. Hür ve adil seçimler unutuldu. Milli ve yerli ne varsa satıldı sadece milli ve yerli ağızlarda sakız olarak kaldıysa da o sakızlar da yabancı oldu.

İnsan olarak yapmamız gerekenler unutuldu. Sıra, saygı, sevgi unutuldu. Kadir, kıymet, emek, değer unutuldu. Tamahkâr olduk, şükran duygusu unutuldu.

Vahşi kapitalizmin kollarına atıldık, sosyal devlet unutuldu. Metafiziğin dipsiz kuyularına daldık, bilim unutuldu. Türkiye’de Türkçe unutuldu. Bu Cumhuriyetin nasıl kurulduğu unutuldu, kurucusu, ilkeleri, devrimleri unutuldu. Ulusal egemenlik, bağımsızlık, onur, gurur unutuldu. Tarım ülkesi ülkemizde insanlarımızı beslemek unutuldu. Tarım, hayvancılık, üretim unutuldu. Yüreğimizi yakan, yavrularımızı kıran, evlerimizi yıkan depremler unutuldu.

Zonguldak’taki, Armutçuk’daki, Kozlu’daki, Yeni Çeltek’teki, Gelik’teki, Sorgun’daki, Karadon’daki, Soma'daki, Ermenek'teki özele peşkeş çekilen karaelmas şehitleri unutuldu. Bir bedavaya peşkeş çekilen torba yüzünden karaelmasın nasıl çıkarıldığı unutuldu.

Devlet geleneği, askerî gelenekler unutuldu. Milli ananeler unutuldu. 56 şehit verilen yere askere moral diye, davulla, zurnayla, dümbelekle, geçmişinde askere ve bayrağa hakaretler yağdıran soytarılarla, sutyensiz kadınlarla gidildi, ar, namus, hayâ unutuldu.

Üzerinde konuşulmayan konusunda susulmalı

Dili felsefenin merkezine oturtan 20. yüzyılın en önemli filozoflarından birisi olan Avusturyalı filozof Wittgenstein’ın hayatı boyunca yayınladığı tek kitabı bulunuyor:  ‘’Tractatus’’ ( Metis Yayınları, 2008)
Kitabın bütün anlamı, şuna benzer bir sözde toplanabiliyor: ‘’Üzerine konuşulmayan konusunda da susmalı.’’ (Wovon man nicht reden kann, darüber muss man schweigen.) Zaten kitap da bu sözlerle bitiyor: ''Üzerine konuşulmayan konusunda da susmalı.''


Artık üzerinde konuşulacak hiçbir şey kalmıyor. Zaman susmanın zamanı oluyor. Muktedirler de zaten susmamızı istiyor. Bana da kala kala şiirler kalıyor (Zaten Ülkü Tamer de gitti), edebiyat kalıyor. Yukarıda anlattığım gibi bana da mevsimler, günler, aylar, haftalar kalıyor.

Yeryüzünde yalnız gezen yıldızlar, gökyüzünde sizin kadar yalnızım (!)

Bir de bana güftesi Hikmet Münir Ebcioğlu’na, bestesi Teoman Alpay’a ait olan Nihavend makamında bir şarkı kalıyor:

‘’Yeryüzünde yalnız gezen yıldızlar, gökyüzünde sizin kadar yalnızım (!)’’

Kış mevsimi Erbain ve Hamsin diye de ikiye ayrılıyor. Hamsin’de havalar yumuşamaya başlayınca cemreler düşüyor. Cemre de zaten sıcaklık anlamına geliyor. Kış Gündönümü’nde güneş ışıkları Oğlak Dönencesi’ne dik geliyor. Günler Kuzey Yarıküre’de uzamaya, Güney Yarıküre’de ise kısalmaya başlıyor. Bu tarih, Kuzey Yarıküre’de kışın, Güney Yarıküre’de yazın başlangıcı sayılıyor! Yaz Gündönümü’nde ise güneş ışıkları Yengeç Dönencesi’ne dik geliyor. Kuzey Yarıküre’de günler kısalmaya, Güney Yarıküre’de uzamaya başlıyor. Bu tarih, Kuzey Yarıküre’de yazın, Güney Yarıküre’de kışın başlangıcı sayılıyor.

Çağlar, güz çağlarıdır, güneş akşam güneşidir!

Arif Nihat Asya’nın ezberimdeki kısa ‘’Ağaç III’’ şiiri kaç zamandır zihnimde uğuldayıııııp duruyor:

‘’Çağlar, güz çağlarıdır.
Biz sükûtuna yetiştik.
Kulaklarımızı sükûtuna alıştırdın, seni dilsiz bildik.
Çağlar, güz çağlarıdır, güneş akşam güneşidir.
Ufukta gün batmadan dile gel, duyalım; gölgeni yanına çağır, bizi gölgene çağır.’’

(Arif Nihat Asya, Bütün Eserleri, Çekirdek: 2, Aramak ve Söyleyememek, Ötüken Yayınları, İstanbul 1976,  s. 324)

Evet, artık çağlar, güz çağlarıdır, güneş de akşam güneşidir, ufukta da gün batmaktadır. Anlayayım artık!

Ses (Sabahattin Ali, 1937)

Çoook uzaklardan sanki kulağıma çadırının önünde durup saz çalıp, türkü söyleyen “Sıvaslı Ali”nin sesi geliyor:

‘’Döndüm daldan kopan kuru yaprağa
Seher yeli, dağıt beni, kır beni;
Götür tozlarımı burdan uzağa
Yarin çıplak ayağına sür beni…’’

Osman AYDOĞAN

Zeki Müren'in sesinden bahsi geçen şarkı:
https://www.youtube.com/watch?v=T0TEZBIUBqI



Yorumlar - Yorum Yaz