• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi4
Bugün Toplam196
Toplam Ziyaret2912227

Kabağın Sahibi

Kabağın Sahibi

14 Mayıs 2020

Mademki son yazılarımda hikâyelere daldım.... Bugün de bir derviş hikâyesi ile devam edeyim o zaman...

Vaktiyle bir derviş, nefisle mücadele konusunda epey mesafe kat etmiş.. Meşrebinin usûlünce bundan sonra belki de ya Kalenderî ya da Melami olacaktır. Yani her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan soyunacaktır. Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ve bir asa taşımaktan ibaret değildir elbette. Her türlü gösterişten arınmak gereklidir… Saç, sakal, bıyık, kaş… Ne varsa hepsinden... Derviş, usûle uygun hareket eder, soluğu mahalle berberinin koltuğunda alır.

''Vur usturayı berber efendi'' der. Berber, dervişin saçlarını köpükler, itina ile kazımaya başlar. Derviş aynada kendini seyretmektedir. Kafasının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın belalı bir kabadayı naralar atarak girer içeriye. Doğruca dervişin yanına yaklaşarak, başının kazınmış kısmına okkalı bir şaplak atar ve : ‘’Kalk bakalım kabak efendi, kalk da tıraşımızı olalım’’, diye kükrer. Dervişlik bu… Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek. Kaideyi bozmaz. Ses çıkarmaz, usulca bir derviş edasıyla çekilir köşeye. Berber mahcup, fakat korkmuştur. Ses çıkaramaz.

Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa başlar. Fakat belalı kabadayı tıraşı bitene kadar sürekli aşağılar dervişi, inanışını ibadetini taatını…… “Kabak aşağı, kabak yukarı…”

Nihayet tıraş biter. Bıyıklar yağlanmış kokular sürülmüştür. Kabadayı koltuktan kalkınca tekrar döner dervişe, başının kazınmış kısmına okkalı bir şaplak daha atar ve koltuğu gösterir. ‘’Otur kabak efendi…’’ der.

Kabadayı dükkândan çıkar. Dükkân meyilli bir yol üzerindedir. Henüz birkaç adım gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri ok karnına dalıverir kabadayının. Kabadayı oracıkta bir kurbağa gibi serilip kalır. Ölmüştür. Görenler çığlığı basar. Berber ise şaşkın mı şaşkın…

Berber bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayri ihtiyarî sorar: ‘’Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?’’ Derviş mahzun, düşünceli cevap verir: ‘’Vallahi gücenmedim, alınmadım söylediklerine, yaptıklarına, nefsime ağır da gelmedi hatta hakkımı da helâl etmiştim. Gel gör ki, bu kabağın da bir sabısı (sahibi) var. O'na dokunmuş olmalı.’’  (Alıntıdır)

Seyyid Nesimî de boşuna söylememişti zaten:

‘’Çün bildin mü`minin kalbinde Beytullah var,
Niçin izzet etmedin, ki ol evde Allah var?.
Her ne var âdemde var, âdem’den iste Hak'kı sen!.
Olma iblis-i şakî, âdemde sırrullah var!."

Yüce Allah her haksızlığın karşılığını bazen anında verir bazen de zamana bırakır ancak öte dünyaya bırakmaz. Bu nedenle eskiler derdi ki ‘’Allah ihmal etmez, imhal eder''. (imhal etmek; zamana bırakmak) Bakınız etrafınıza! Tonlarca örneklerini görmüyor musunuz?….

Gerçi bunlar yüzlerce yıldır söylenen, bilinen, anlatılan gerçeklerdir. Ancak insanoğlu bir türlü anlamak istemez. Yunan stoacı filozof Epiktetos da bu gerçeği teeee yirmi asır önce görmüş ve şöyle söylemişti:

"Kader eninde sonunda şöyle veya böyle günahlarımızın bedelini önümüze koyar. Görünen ya da görünmeyen zaman içinde herkes günahlarının bedelini öder. Ektiğini biçer. Bunu bilen adam kimseye kızmaz, gücenmez, kimseyi aşağılamaz, kimseyi itham etmez, kimseden nefret etmez, kimseye kin tutmaz. Bunu bilen adam karşılaştığı aksiliklere şaşmaz. Önüne çıkan maddi-manevi engellerin kendi günahlarından başka bir şey olmadığını bilir..."

''Kul hakkı'' diye aslında anlamını da pek bilmeden çok sık kullandığımız bir kavram var ya... İşte burada kastedilen ''hak'', kulun sabısı ''Allah'ın hakkı''dır ''Allah'ın hakkı''...

Bütün kabakların da sabısı Yüce Allah da hakkını öte dünyaya bırakmıyor zaten....

En fazla da imhal ediyor!

Osman AYDOĞAN


Yorumlar - Yorum Yaz