Nalıncı Memi Dede
13 Mayıs 2020
Geçen hafta İstanbul'daki küçük tarihi mekânları ve bu mekânı yaptıran, bu mekânda yaşayan adsız şansız Allah dostlarından, Hüseyin Ağa’dan, Arakiyeci İbrahim Ağa'dan ve Fasîh Dede’den bahsetmiştim... Bu gün yine adsız şansız bir başka Allah dostu olan Nalıncı Memi Dede'yi anlatacağım.
Günümüzde Nalıncı Memi Dede'den bahseden tek kaynak Evliya Çelebi'nin ''Seyahatnamesi''dir...
Evliya Çelebi, ‘’Seyahatnâme’’sinde Nalıncı Memi Dede'den şöyle bahseder:
''Nalıncı Memi Dede, Bergamalı‘dır. Unkapanı Araplar Camii karşısında bir dükkânda nalıncılık yapar. Ölümünden sonra da bu dükkân, nalıncılık işinden başka bir iş kullanılamaz. Abdi Çelebi, hayatında eline keser almadığı halde bu dükkâna girince nasıl olduğunu anlayamadan usta bir nalıncı oluvermiştir.
O tarihte (Nalıncı Memi Dede'nin vefatından çok sonra) Unkapanı’nda büyük bir yangın çıkar. Binalar ahşap olduğundan toptan yanar. Hatta benim evim de o yangında çok büyük zarar görmüştü. Ama Nalıncı Dede’nin dükkânı tahtadan yapılmış olduğu halde, ortada sapasağlam kalmış, herkesi şaşkına çevirmişti. Üstelik yangın sırasında Nalıncı Hüseyin (Nalıncı Memi Dede'nin torunu) dükkânda çalışmaktaydı. 'Her taraf yanıyor, kaç da canını kurtar!' dediklerinde: 'Burası, benim dedemin dükkânıdır. Beraber yanarım, yine çıkmam' diyerek ateş içinde kalır. Gerçekten yangın biter ama bu dükkân yanmaz. Zamanla buranın değeri artar. Küpeli denilen bir Yahudi, dükkân sahibine birkaç akçe fazla vererek Hüseyin Çelebi‘yi dükkandan attırır. Bir gün kepenkleri açarken dengesini kaybeder, başı üzerine düşerek ölür. Yani o dükkânı nalıncılık haricinde kullanmak hiç kimseye nasip olmaz.
Anlatılır ki: Memi Dede, öldüğü gece Sultan III. Murad‘ın rüyasına girer ve şöyle seslenir: ‘Cenaze namazımı Fatih Camii’nde kılmaya hazırlan. Beni evimde toprağa ver. Üzerime bir türbe, yanıma bir tekke ve bir çeşme yaptır. Dünyadan elli sene su içtim.'
Memi Dede, gerçekten evinin olduğu yere gömülür. Gereken yapılır.'' (Evliya Çelebi – Seyahatname’sinden)
Sultan III. Murad‘ın rüyası
Evliya Çelebi'nin Seyehatname'sinde anlattığı Nalıncı Memi Dede ve Sultan III. Murad‘ın rüyasının ol hikâyesi şu şekildedir:
Sultan III. Murad Han yukarıda bahsedilen rüyayı gördüğü günün sabahı, bir anlam veremediği bu rüya dolayısıyla tuhaf bir hal içindedir. Vezir- i âzam Siyavuş Paşa padişahın bu halini görünce merak eder ve sorar:
“Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var?”
Sultan Murat Han: “Akşam garip bir rüya gördüm.”
Vezir: “Hayırdır inşallah efendim!?”
Sultan Murad Han: “Hayır mı, şer mi öğreneceğiz inşallah!. ”
Vezir: “Nasıl yani?” diye sorar.
Padişah vezire: “Hazırlan, dışarı çıkıyoruz. ”
Tebdil-i kıyafet ederek iki molla kılığında çıkarlar yola. Sultan Murad hâlâ gördüğü rüyanın tesirindedir. Seri, kararlı adımlarla Beyazıt’a çıkar, döner Vefa’ya, Zeyrek’ten aşağıya inip Unkapanı civarında durur. Etrafına dikkatle bakınır.
İşte tam o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar. Tebdil-i kıyafet içindeki Padişah çaktırmadan oradakilere sorar: “Kimdir bu yerde yatan?”
Ahali: “Aman hocam hiç bulaşma, ayyaşın sefilin biri iste!”
Padişah: “Nerden biliyorsunuz öyle olduğunu?”
Ahaliden biri atılır: “Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuzdu.”
Bir başkası ayrıntıya girer: “Biliyor musunuz, aslında iyi sanatkârdı. Nalının hasını yapardı. Ancak kazandıklarını içkiye, fuhşa harcardı. Hem şişe şişe şarap taşırdı evine… Hem de nerde namlı, mimli kadın varsa takardı peşine ve evine götürürdü.”
Ahali içinde yaşlı biri oldukça öfkelidir ve söze karışır: “İsterseniz komşulara sorun bakalım, onu bir cemaatte gören olmuş mu?”
Bunları anlattıktan sonra mahalleli döner ardını çekip gider. Bizim tebdil-i kıyafet mollalar kalırlar cenazenin başında tek başına… Tam vezir de toparlanıyordur ki, Sultan Murad onun yolunu keser: “Dur vezir nereye?” der.
Vezir Siyavuş Paşa: “Bu adamdan uzak durmak istersiniz diye düşündüm Sultanım.”
Padişah: “Hayır olmaz öyle şey! Millet bu, çeker gider. Kimseye bir şey diyemem. Ama biz gidemeyiz, rüyamın bir hikmeti olmalı.. Hem şöyle veya böyle halkımızdır. Defin işini tamamlamak gerek,” der.
Veziri: “İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden.” der.
Padişah vezirine itiraz eder: “Olmaz vezir, rüyadaki hikmeti çözemedik daha…”
“Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?” diye sorar vezir..
Padişah: “Mollalığa devam edeceğiz. Cenazeyi kaldırmalıyız.” der.
Vezir şaşkınlık içinde: “Aman efendim, nasıl kaldırırız?” diye sorar.
Padişah: “Basbayağı kaldırırız işte!” diye çıkışır.
Vezir bunun çok zor olacağı konusunda Sultan Murad’ı ikna etmeye çalışır: “Yapmayın, etmeyin Sultanım, bunun yıkanması, paklanması var. Kefenlenmesi, gömülmesi falan…” Padişah vezirin sözünü keser ve: “Merak etme, ben hallederim hepsini…” der.
Vezir bakar ki Padişah kararlı: “Şurada bir mahalle mescidi var ama, bilmem ki?!!” diye kararsız düşünürken Padişah: “Fatih Camii’nde kılacağız namazını” der.
Çünkü rüyasında böyle denmiştir kendisine… Ve gelirler camiye… Vezir sağa sola koşturur. Kefen, tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa… Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki naaş ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur, aydınlanır alnında. Yüzü sarhoşlara benzemez. Hem mânâlı bir tebessüm okunur dudaklarında. Sultan Murad’ın kanı ısınmıştır bu adama, vezirin de tabii ki. . .
Böylece meçhul nalıncıyı kefenler, tabutlar, musalla taşına yatırırlar, namazını kılarlar. Sıra gelir defin işlemine… Vezir sorar: “Sultanım, nereye defnedeceğiz?” Padişah: “Evinin bahçesine… Sen bir koşu gidip adresini araştır, öğren gel” der…
Vezir sorar soruşturur ve evin adresi öğrenilir. Cenazeyi yüklenip giderler. Eskimiş küçük bir ahşap evin kapısını çalarlar. Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Kadına kocasının öldüğünü alıştırarak haber verirler. Kadın sanki bu vefatı bekler gibidir. Ama yine de gözyaşlarını tutamaz.
Neden sonra Padişaha: “Hakkını helâl et evladım. Belli ki çok yorulmuşsun.” der.
Padişah: “Helal olsun... Ama bahçenizde bu cenazeyi defnecek yer var mı?” diye sorar…
Yaşlı kadın: “Evet, bizim bey mezarını kazıp hazırlamıştı. ‘Beni buraya defnetsinler hanım’ demişti.”
Bunun üzerine Padişah ve veziri cenazeyi bahçede kazılan yere defnederler. Defin işlemi bitince Padişah yaşlı kadına: “Bana biraz rahmetliden söz eder misiniz?” der.
Yaşlı kadın ‘’tabii’’ dercesine hüzünle sallar başını ve anlatmaya başlar: “Evladım, rahmetli bizim efendi bir âlemdi, vesselâm… Akşamlara kadar nalın yapardı. Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin; elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra getirip helâya dökerdi.”
“Niye?” diye sorar Padişah…
Yaşlı kadın: “Müslümanlar içmesin diye. . . ”
Padişah şaşkınlık içinde: “Hayret!!..” der.
Yaşlı kadın devam eder: “A oğul bu da bir şey mi? Başka tuhaf şeyler de yapardı.”
Padişah merakla: “Ne gibi?” diye sorar.
Yaşlı kadın: “Nerede malûm kadınlardan bulsa, hemen ücretlerini öder, eve getirirdi. ‘Ben sizin zamanınızı satın aldım mı? Aldım. Öyleyse şimdi dinlemeniz gerek...' deyip, bana da onlara dinimizin gereklerini anlatmamı tembih eder ve evden çekip giderdi. Sabaha kadar o kadınlara dinimizin vecibelerini anlatırdım.”
Sultan Murad Han iyice şaşkınlık içinde kalmıştır. “Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki…” diye söylenir.
Yaşlı kadın: “Evladım, milletin ne sandığı umurunda değildi ki onun… Zaten namazı da mahalleliyle kılmaz, uzak mescitlere giderdi. ‘Öyle bir imamın arkasında durmalı ki tekbir alırken Kâbe’yi görmeli’ derdi…”
Sultan Murad Han rüyasının hikmetini yavaş yavaş anlamaya başlamıştır. Ama yaşlı kadının sözünü kesmez. Kadın devam eder:
“Hatta bir gün ona; ‘Bana bakasın efendi! Sen böyle yapıyorsun, ama dedikodular aldı başını gidiyor. Komşular kötü belleyecek seni, inan cenazen ortada kalacak’ demiştim… O da ‘merak etme hanım, kimseye zahmet vermeyiz. Mezarımı bahçeye kazdım, oraya defnedersiniz’ demişti. Ben de ona; İyi de seni kim yıkasın, namazını kim kılsın, kim kaldırıp gömsün dedim.”
Padişah konuşmanın burasında çok heyecanlanır ve sorar: “Peki o ne dedi?”
Yaşlı kadın: “A oğul, dedim ya bizim bey bir tuhaftı. Önce uzun uzun güldü, sonra da dedi ki; ‘Allah büyüktür hatun, padişahın işi ne?’…”
Evliya Çelebi'nin Seyehatname'sinde anlattığı Nalıncı Memi Dede’nin ol hikâyesi işte böyledir..
Nalıncı Memi Dede’nin kimliği
Asıl adı Muhammed Memi Efendi’dir. Bergama' lıdır.1592 yılında vefat eder. Cenaze hizmetlerini bizzat padişah görür. Ve mübareği evine defneder. Kabri üzerine bir kubbe, önüne bir çeşme koydurur. Dahası bir tekke ile yaşatır adını. Türbesi Unkapanı’nda, Cibali tütün fabrikasının arkasında, Harabzade Cami karşısındadır… Sultan Murad da üç sene sonra rahmet-i Rahman’a kavuşur.
Ve…..
İşte Nalıncı Memi Dede daha önce de anlattığım adsız şansız Allah dostlarından biridir. Allah rahmet eylesin...
Nalıncı Memi Dede gibi öyle adsız şansız Allah dostu kullar vardır ki, halk onları bilmez. Hoş bazen kendileri de makamlarının farkında değillerdir. Hulus-u kalp ile boyun büker ümmeti Muhammed’e dua ederler. Samimi niyazları ile zırh olurlar müminlere. Bir seher vakti gözyaşı ile yapılan dua, binlerce topun yapamadığını yapar. Kralları yıkar, kaleleri paralar.
Ve günümüzde öyle adlı şanlı, şaşalı, tantanalı para, güç ve iktidar dostu kullar vardır ki halk onları bilir… Ki onlar erkâna uymayıp ekrana itibar ederler, mabetten medyaya transfer olarak “pop-star”a dönüşürler… Ki onlar on milyonluk villada otururlar, villası boyanırken beş yıldızı otele taşınırlar… Ki onlar müridelerini kara çarşaflara sokarken, kerimelerini ise kuğu misali bembeyaz libaslar içerisinde ve şaşalı bir şekilde İstanbul’un Boğaz kıyısındaki en lüks oteli “Four Seasons İstanbul Bosphorus Hotel”de düğününü yaparlar… Öykündükleri Osmanlı anlattığım gibi böylesi rüyalar görürken onlar sürekli darbe rüyaları görürler…
Osman AYDOĞAN