Cesare Beccaria
05 Eylül 2020
Geçmiş yıllarda Ergenekon ve Balyoz kumpas davalarında idam cezası kaldırıldığı için onun yerine geçecek şekilde mahkemelerce bol kepçe ‘’ağırlaştırılmış müebbet hapis’’ cezaları verilmişti.
Yakın zamanda ise, bir zamanlar FETÖ denen soysuzla içli dışlı olmuş, FETÖ ile kol kola beraber yürümüş, teee Amerikalara kadar gidip de FETÖ denen meczubun elini, eteğini, ayağını öpmüş, onunla gerine gerine pozlar vermiş, TV’lerde, gazetelerde FETÖ denen meczuba övgüler düzmüş, FETÖ ne istediyse vermiş, Ankara’yı FETÖ’ya parsel parsel peşkeş çekmiş hiçbir siyasetçiye dokunulmazken, onlar ellerini kollarını sallayıp gerine gerine gezerken, devletin en üst kademelerinde görev yaparken; kendisine verilen emre ‘’hayır’’ diyemeyecek durumda olan askerî öğrencilere, erbaş ve erlere yine mahkemelerce bol kepçe ‘’ağırlaştırılmış müebbet hapis’’ cezaları verilmiştir…
Yine birileri 18 yıl hapisle yargılanırken birdenbire Merkel Hanım’ın ricası ile bir başkası da Trump Bey’in ricası ile bir günde hapisten çıkarılıp özel uçaklarla Almanya’ya ve Amerika’ya postalanmaktadır yine birileri hapislerde yatmaya devam ederken…
Daha yenilerde ise (02 Eylül 2020) iktidar ortağı bir partinin genel başkanı durduk yerde şöyle bir demeç veriyor; "İdam cezasının hukuk mevzuatımıza tekrar alınması iğrenç ve ilkel suçların işlenmesini caydırabilecektir. Türkiye'nin toplumsal dirliği, insan hak ve güvenliği, ilaveten hukuksal istikrar açısından idam cezası mutlaka gündeme alınmalıdır…"
Bu pasa, pardon demece de iktidar partisinin önemli mevkiilerinde bulunanlardan da hemen destek geliyor. İktidar partisinin mensubu olan TBMM Başkanı; "Çok sınırlı olarak belli suçlara mahsus olmak üzere idam cezasının bulunması gerektiği kanaatindeyim" diye (04 Eylül 2020), İktidar partisinin Grup Başkanvekili de; "Eğer vatandaşlarımız ülke barışını tehdit eden, huzurunu tehdit eden suçlarla ilgili idam cezası istiyorsa biz de parlamentoda bunun gereğini yapmak zorundayız’’ (05 Eylül 2020) diye açıklamada bulundular. Sanki ülke vatandaşının istediği; refah, huzur ve adalet değilmiş gibi...
Bütün bu olanlar bana İtalyan hukukçu -toprağı bol olsun- Cesare Beccaria’yı hatırlatıyor…
Cesare Beccaria
Aydınlanma Çağı'nın önemli isimlerinden olan Cesare Beccaria İtalyan hukukçu, filozof, ekonomist ve edebiyatçıdır. Zaten gerçek bir hukukçunun aynı zamanda bir filozof, bir edebiyatçı, bir sosyolog ve bir psikolog olması gerekmez mi? Cesare Beccaria bu sıfatların çoğuna sahipti. (Aman bizim hukukçularımız ve hukuk fakültelerinin dekanları ve Adalet Bakanlığı duymasın! Mahcup olurlar sonra!...)
Cesare Beccaria o zaman Avusturya İmparatorluğu sınırları içinde kalan Milano’da doğar (15 Mart 1738) ve Floransa’da vefat eder (28 Kasım 1794)…
1747-1755 yılları arasında sekiz sene dini eğitim gördükten sonra 20 yaşındayken hukuk doktorası eğitimini tamamlar. Ancak hep felsefi konularla meşgul olur...
1763 yılında 25 yaşında iken arkadaşlarının tavsiyesiyle ‘’Suçlar ve Cezalar’’ (Dei delitti e delle pene) isimli kitabını yazmaya başlar. Kitabını 26 ayda tamamlar.
‘’Suçlar ve Cezalar’’ kitabı
Beccaria bu eserinde, idamın ve işkencenin ceza olarak görülemeyeceğini ve bunun bir barbarlık olacağını açıklamaya çalışır. Beccaria bu eseriyle beraber hukuka pek çok ilke kazandırır. Bunlardan birisi; ‘’Kanunsuz ne suç ne ceza olur’’ (Nullum crimen nulla poena sine lege) ilkesidir. Böylelikle meşruluk prensibini de hukuka katar.
Eseri Voltaire ve Diderot gibi aydınların tartışmasını sağlar. Bu eseriyle beraber ölüm cezasının 200 yıldır tartışılmasına katkıda bulunur. Kendisi idamın hem kullanılamaz hem de gereksiz olduğunu iddia ederek bunu "kamusal cinayet" olarak tanımlar ve sorar: ‘’İnsanlara, kendileri gibi olanları öldürme cüretini veren nasıl bir hukuktur?"
Beccaria’nın eseri 1765'te Fransızca, 1766'da Almanca, 1767'de İngilizce, 1770'de İsveççe, 1772'de Polca, 1774'te de İspanyolca'ya çevrilir.
Hukukun bu temel eseri ülkemize ise 200 yıl sonra hukukçu Muhittin Göklü’nün 1950’li yıllarda tercümesi ile gelir. Görüldüğü gibi Türkiye’ye 200 yıl geç gelen sadece matbaa değildir, hukukun temel eseri ve ilkeleri de geç gelmiştir.
Tamam, geç gelmiş de geç gelmesine rağmen de okuyan okutan kim? Daha önce görev yaptığım kurumda Hukuk Müşavirliğine bir yardımcı alacaktık.... CV'sini gönderen hukukçular içerisinden otuz kişiyi mülakata davet etmiştik... Ben de mülakat komisyonu başkanıydım... Bu mülakata hepsi de genç ve yeni mezun kadınlı erkekli bu otuz hukukçunun otuzuna da aynı soruyu sordum: ''Cesare Beccaria kim?'' Allah rızası için bir tanesi olsun tanıdığını söyleyemedi. Ey hukuk fakülteleri dekanları! Cesare Beccaria'yı okutmuyorsunuz da neyi okutuyorsunuz? Keloğlan'ın masallarını mı? Ülkemizdeki hukukun, mahkemelerin halini görünce hukuk fakültelerinde Keloğlan'ın masallarını okuduklarına ikna oluyorum...
Türkiye’deki 67 hukuk fakültesinin 19’unun dekanı hukukçu değilken hatta bunlardan birisinin de dekanı baytar iken (Gazeteler, 15 Ekim 2019) hukuk fakültesi mezunlarından daha başka ne beklenirdi ki?...
Neyse biz gelelim konumuza...
Muhittin Göklü’nün ‘’Suçlar ve Cezalar’’ı Türkçeye çevirme hikâyesini şöyle anlatır;
“...bakın tercüme kararımı nasıl verdim: 1948 yılının karlı bir kış akşamı idi. Dersimiz bittiği halde bir kaç arkadaş Paris Hukuk Fakültesi kriminoloji enstitüsünün sıcak dershanesinden daha rahat bir yer bulamayacağımızdan çıkmamıştık. Konuştuğumuz mevzu ceza hukukuna dairdi. Faslı bir hukukçu birden söze karışarak; ‘Ben’, dedi, ‘Rabbin en adil, en cesur ve alicenap kulu olan Hazreti Ömer’den sonra, Beccaria’yı seviyor ve koyduğu mukaddes hukuk esaslarını beğeniyorum.’ Biz telaşlandık; o hemen çantasından pek eski, çok yıpranmış küçük hacimli bir kitap çıkararak önümüze koydu: ‘Bir kere okursanız, bana hak verirsiniz’ diye ilave etti. Kitabı aldım ve birinci sahifeyi okur okumaz, kendi soğuk inzivagâhımı dershanenin sıcaklığına tercih ederek çıktım.’’
Cesare Beccaria’nın bu kitabı günümüzde Sami Selçuk’un çevirisi ile 2004 yılında yeniden yayınlanır. (İmge Yayınları, 2004)
‘’Suçlar ve Cezalar’’ kitabının içeriği
Cesare Beccaria kitabında özetle şunları söylüyor:
”Bir cezanın bir ya da birden çok kişi tarafından bir yurttaşa karşı uygulanan kaba bir güç, şiddet olmaması ve sayılmaması için, her şeyden önce kesinlikle herkese açık, çabuk, kaçınılmaz, belli koşullarda olabilir yaptırımların en ılımlısı ve en azı, suçların ağırlığıyla orantılı ve yasalar tarafından belirlenmiş bulunması gereklidir.”... (Bu ilke İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi'nde 8. madde olarak yer almıştır.)
Kitabında sanıklara ant içirilmesi üzerine yaptığı değerlendirme de oldukça ilginçtir: "Susmanın kendisine çok büyük bir yarar sağlayacağı bir anda, sanıktan özü sözü bir, doğru sözlü biri olması istenmektedir. Yasalarla insanın doğal duygularının çatışmasıdır bu." (Bugün bizim hukukumuzda da yemin delil olarak kullanılmaktadır. Ve bunun delil niteliği Beccaria'nın yaşamış olduğu 1700’lü yıllarda da tartışılmıştır ve ne acıdır ki bugün de hala tartışılmaya devam edilmektedir.)
Beccaria işkenceyi zorbalık olarak tanımladıktan sonra şöyle der: ''İşkence ekseriya zayıf bünyelerin mahkûm olmasına, gürbüz ve mütehammil katillerin masum çıkmasına yarayan meş'um bir vasıtadır.''
"Ceza vermekten çok suçları önlemek daha iyidir."
‘’Suçu toplum yaratır, birey işler.’’ (Bu sözü ile de ortaya koyduğu kanunilik, şahsilik gibi birçok ilke ile günümüze ışık tutar.)
"Bireylerin kendi hürriyetlerinden feragat ettikleri kısımların toplamı, cemiyetin ceza vermek hakkının esasını oluşturur.’’
”Bir ülkenin sınırları içinde, yasalardan bağımsız, yasaların egemen olmadıkları hiçbir yer bulunmamalıdır. Yasaların gücü, gölgenin vücudu izlemesi gibi, her yurttaşı izlemek zorundadır.”
”Gücün insan zekâsı üzerindeki baskısı çekilmez ve dayanılmaz niteliktedir. Bu baskı, kuşkusuz gizlilik, ikiyüzlülük ve alçalış üretecektir. “
Ve gelelim kitabın en önemli cümlesine:
"Cezanın ağırlığı idam dahi olsa caydırıcı değildir. İnsanları suç işlemekten caydıran, cezanın mutlak olarak kendisine uygulanacağını bilmektir. Ceza ağır olmasa bile, suçunun tespit edilip koşullar ne olursa olsun yargılanacağını bilmesi duygusu olmalı. Hatta yüksek makamlarda tanıdığı olsa da onu asla kurtaramayacağını bilmesidir. Cezalar doğru ve tam uygulanırsa idama gerek yoktur."
Bu kitabı kısaca özetleyecek olursak:
Beccaria bir yandan ceza sisteminin, insanların layık olduğu şeffaflık, eşitlik, süratlilik, orantılılık ve önceden bilinirlik gibi unsurlarla bezenmiş olmasını, toplu yaşamın insanlarca çekilir hale gelmesinin ancak böyle mümkün olabileceğini savunurken, öte yandan da adeta özgürlüğün sınırlarını belirlemekte, yasaların bir gölgenin bedeni takip etmesi gibi insanları takip etmesi gerekliliğinden bahsetmektedir. İnsanların toplu halde yaşamasından beri var olan birbirine zaman zaman paralel, zaman zaman kesişik iki değerin bir arada olması, çağdaş ceza sisteminin kaçınılmaz amacıdır.
Beccaria “Cezanın etkisi, onun ağırlığından ve vereceği acıdan çok, cezanın uygulanacağının kaçınılmaz olduğuna ilişkin inançta yatmaktadır” diyor kitabının “Suçluların Sığınma Yerlerinin Bulunması” başlıklı 35. bölümünde. Yani der ki Beccaria; “Suçu önlemenin en etkin yolu, cezanın ağır olması değil, kaçınılmaz olmasıdır.” Suçun cezasız kalması, sadece suçluyu cesaretlendirmekle kalmaz, suçu da özendirir.'' Ayrıca Beccaria; ‘’Suç işlediğinde yargılanmasının önünde hiçbir engel olmamalı’’ der kitabında.
Tarihin ve hukukun dışına, siyasetin ise içine düşmüş Türk hukukçusu için bir başucu kitabı olmalıdır Baccaria’nın kitabı. Beccaria kitabı ile günümüz evrensel ceza muhakemesi hukukuna ışık tutar. Bu kitap okunmadan ceza muhakemesi yorumlanamaz kanaatindeyim.
Beccaria’nın üç sözü
Beccaria’nın şu üç sözünü de vermeden geçmeyeyim:
Birincisi: ‘'...Beni okuyup anlasalardı, doğrusu kendilerinden korkum olurdu; lakin zalimler hiç okumazlar!...''
İkincisi: "Zulmün nüfuz edilmez kalkanı olan gizlilikle müsellah bir iftiradan kendini koruyabilecek kim vardır? Her tebaasını bir düşman gibi gören ve güya umumun selameti için her vatandaşın huzurunu kaçıran bir hükümdar ve onun hükümeti ne acınacak durumdadır."
Üçüncüsü: Beccaria ‘’Ben bu eseri düşünmesini bilenler için yazdım’’ der.
Ve son söz
Tabii ki ortaçağ kafasıyla siyaset yapanların ve ortaçağ kafasıyla hukuk icra eyleyenlerin 25 yaşında bir Rönesans düşünürü olan Beccaria’nın muhatabı olmaları beklenemez…
İdam cezası, devletin bilerek ve isteyerek işlediği bir cinayettir. Allah kimseyi, yetkili makamlarda olup da idam cezasını isteyecek kadar sersefil ve aciz durumlara düşürmesin!...
Yoksulluğun ilacı sanıldığı gibi zenginlik değildir. Yoksulluğun ilacı adalettir. Ülkenin bekâsı toplarla, tüfeklerle, tanklarla, uçaklarla, füzelerle sağlanmaz, ülkenin bekâsı adaletle sağlanır. Adalet ise ancak ve ancak bağımsız hukukla ve devletin tabii olacağı ''Hukukun Üstünlüğü'' ilkesi ile sağlanır...
Devleti yönetenlere duyurulur...
Osman AYDOĞAN