Doğuda Manevi Evren Koskoca Bir Morga Benzer
10 Aralık 2020
Yazar, çevirmen ve akademisyen Prof. Dr. Suat Sinanoğlu (1918 – 2000), hümanizm akımının Türkiye’deki en önemli temsilcilerinden birisidir…
Türk Hümanizmi
Sinanoğlu’nun en önemli yapıtlarından birisi üç ciltlik: ‘’Türk Hümanizmi’’ (Türk Tarih Kurumu Yayınları / Yirmi Üçüncü Dizi, İstanbul, 1988) isimli kitabıdır… Sinanoğlu bu çalışmasını daha önce “L’Humanisme à venir” (1960) adıyla Fransızca olarak yayımlar…
Sinanoğlu’nun felsefî bir yaklaşım altında Atatürkçülüğü yorumladığı “Türk Hümanizmi” bu çalışmasında, Atatürkçülük’ün maddî ve manevî unsurlarıyla bütünsel bir Batılılaşma olduğunu söyler… Sinanoğlu, çalışmasında böyle bir Batılılaşmanın ise sanılanın ve korkulanın tersine, toplumu taklit aşamasından tahkik aşamasına yükselteceğini savunur… Ona göre, ancak böyle bir yaklaşım hümanizm olarak adlandırılabilirdi. Sinanoğlu’na göre “Türk Hümanizmi”, ‘’Atatürkçülük’’ olarak yorumlanmasından başka bir şey değildir…
Kitabının önsözünde şöyle yazar Prof. Dr. Sinanoğlu: “Bu eserin amacı, devrimi, sönmekte olan heyecanların düzeyinden fikir düzeyine aktarıp değerlendirmek ve Türk insanına eleştiri ruhunu ve yaratma gücünü sağlayacak yeni bir eğitim sisteminin ilkelerini saptamaktır.”
Prof. Dr. Sinanoğlu, yine kitabının önsözünde, Atatürk’ün ölümünden bugüne dek geçen zaman içinde “Cumhuriyet kuşağının, kuşağını ve kaynağındaki sorunları” gitgide nasıl unuttuğunu, gitgide nasıl yöneldiğini dönem dönem ele alarak nedenleriyle açıklar.
Prof. Dr. Suat Sinanoğlu bu kitabında ülkemizde ‘’düşünce özgürlüğü’’ ile ‘’zihin özgürlüğü’’ (düşünme yetisinin özgürlüğü) arasındaki ayrımın üzerinde pek durulmadığını’’ söyler. Oysa bu, önemli ve köklü bir ayrımdır der. Kişi, belirli bir dünya görüşüne ve yaşam biçimine bağlı düşüncelerini özgürce dile dökmeyi isteyebilir; bu istek özgürlük kavramının yalnızca sınırlı bir boyutunun bilincini yansıtır.
Bu boyut kimi zaman öylesine sınırlıdır ki, ‘’kişilik ve insan onuru’’ değerlerine ters düşen düşünceler taşıdığının farkında bile olmaz kişi. Sonsuza açık ‘’zihin özgürlüğü’’, kişiyi düşün kalıplarına tutsak olmaktan korur. Çünkü bu kalıplar insanın yaratma yetisini baskı altında tutar, bu temel yetinin ürünlerini kısır yinelemelere dönüştürür, dolayısıyla da dar bir boyutun durağanlığı içinde kültürel gelişmeyi engeller.
Bu nedenle, “akılcı ve insancıl” değerler, “zihin özgürlüğü” ve “insan onuru” kavramları hiçbir kuramsal kalıbın eritip tutsak edemeyeceği insanlık değerleridir. Bu değerlerle beslenen zihin, eleştirel güç kazandıkça, birey ve toplum insanca bir yaşamda saygın yerini alır. Öyleyse bir toplumun uygarlık düzeyinin ölçütü, bu değerlerin birey-toplum yaşamında tuttuğu yerdir. Uygarlık tarihi de, kısaca, bu değerleri kavrama ve yaşama geçirme çabasının tarihi diye tanımlanabilir. Bu (etik) değerlerin gelecekte bütün insanlığa mal olmasını ve korunmasını öngören düşünce, kaynağını ve dayanağını bu dünyada ve insanda bulan (hümanist) düşüncedir.
Kitaptan bazı alıntılar
"Bilinçli düşüncenin ürünü değil, yalnızca bir ithal malı olan siyasal özgürlük bu ülkelerde (Doğu) dizgin tanımayan bir demagojiye yol açmaktadır; ya da yalnızca adı var, kendi yok bir kavramdır..."
‘’Gerçekten, önyargılardan sıyrılmış olmak koşulu ile, Avrupa ve Kuzey Amerika'nın toplumsal, siyasal, eğitimsel ve kültürel kurumlarına bir göz atmak bile, onların temelinde Hristiyan düşüncesinin değil, Yunan dünyasından kaynaklanan hemen hemen bir zihin özgürlüğünün bulunduğunu görmeye yetecektir.’’
‘’Gerçekten, Batı uygarlığını öbür uygarlıkların yapısından ayıran özellik, onun temelinde bulunan tam bir ruh özgürlüğü idi; bu özgürlük sayesinde Batı dünyası (öbür kültür dünyalarından burada da farklı olarak) ereklerini kendi dışında aramıyor, kendi özü içinde bulunan ve hiç değişmeyen bir amaç, insanın doğal yeteneklerini özgürce geliştirme amacını güdüyordu.’’
Prof. Dr. Suat Sinanoğlu’nun “Türk Hümanizmi” adlı kitabından son bir alıntıyı da vererek üzerinde düşünmenizi istiyorum: “Doğuda manevi evren koskoca bir morga benzer; burada duyulan tek insan sesi, ölümlülerin yazgısına sonsuz bir hüzün ve bezginlikle ağlayan bir iç sestir... Dinsel düzene bağlı bu evrende her iki yönelişe, Ortodoks ve mistik yönelişlere özgü olan sonsuz bir zihin tembelliği, mutlak bir hareketsizlik ve meditatio mortis -ahretçilik-temeline dayanan dünya işlerini umursamama topluma egemendir.”
Yoksa bundan dolayı mıydı gözlerimizin, kaşlarımızın, saçlarımızın, içlerimizin, ruhlarımızın ve bahtlarımızın kara oluşu? Yoksa bundan dolayı mıydı yüzlerimizde hüzün neşidelerinin gizli çığlıklarının hiç eksik olmayışı? Yoksa yoksa bundan dolayı mıydı mızmız yeryüzü küskünlerinden oluşumuz?
Osman AYDOĞAN