OYAK hakkında (5)
18 Mayıs 2025
Beş yıldan beri her Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK) Olağan Genel Kurul toplantısından sonra OYAK hakkında bir değerlendirme yazısı yazıyorum. Bu yıl da OYAK 65. Olağan Genel Kurulu, çalışmasını 17 Mayıs 2025 tarihinde tamamlıyor. Bana da OYAK hakkındaki bu beşinci değerlendirme yazımı yazmak kalıyor.
OYAK 65. Olağan Genel Kurulu, çalışmasını tamamlayarak 2024 yılı nema oranını %55,2 olarak açıklıyor. Bu oranın iyi mi kötü mü olduğunun değerlendirilmesini yazımı okuduktan sonra okuyuculara bırakıyorum.
OYAK, her zaman kamuoyunun ilgisini çekiyor. Böyle olunca da nema oranını değerlendirmeden her yazımda olduğu gibi önce OYAK’ı kısaca tanıtmam gerekiyor.
Ancak benim yazılarım “tarih’’siz ve kısa olmuyor. Dolayısıyla OYAK’a gelmeden önce kısa bir tarih turu yapmam gerekiyor. OYAK’a merakınız ve ilginiz varsa bu yazımı kaçırmamanız gerekiyor!
Bir başka tarih
Tarih deyince varsa yoksa harplerin, savaşların tarihi aklımıza geliyor: ‘’Falan padişah, falan padişaha savaş ilan ediyor. Savaş da şöyle böyle yapılıyor. Sonunda da şu veya bu padişah kazanıyor.’’ Hadi biraz ötesi siyasi tarih. Hepsi bu oluyor. Bu ise gerçek bir tarih bilimi olmuyor.
Ekonomik ve Sosyal Tarih
Benim çok geç keşfettiğim Fransız tarihçi Fernand Braudel (1902– 1985) tarihi böyle anlamıyor. Braudel’e göre sosyal, ekonomik ve tarihi değişim sürecinin bütünlüğünü yakalayabilmek tarihçinin görevi oluyor. Braudel’e göre tarih; hızlı değişenden (olay) çok yavaş değişeni (olgu) araştıran bir bilim dalı oluyor. Braudel’e göre bilim de ekonomi ve sosyal gelişmeyle ilerliyor. Braudel’in bu görüşleri; bizden Halil İnalcık, Fuad Köprülü, Ömer Lütfi Barkan gibi Türk tarihçilerini de etkiliyor. Bu sayede ülkemizde geleneksel siyasi tarihten “ekonomik ve sosyal tarih”e geçiş Ömer Lülfi Barkan’la başlıyor, Halil İnalcık’la devam ediyor. İşte tam da bu nedenle Halil İnalcık, Braudel gibi düşünerek “Osmanlı, Avrupa ekonomisinin merkantilizme geçişini anlayamadı” diye yazıyor. (Merkantilizm yani ticaret devrimi, sermaye birikimi.) Çünkü Braudel, daha 1700’lü yıllarda İngiltere’de “Artık hiç kimse kasalarda para tutmamakta, cimriler bile varlığını (piyasada) dolaştırmakta” diye yazıyor. (Brauddel, “Maddi Medeniyet ve Kapitalizm, 1400 - 1800’’, İz yayıncılık, 1996)
Merkantilizm, varlık, servet ve sermaye
Doğu Roma geleneğini devam ettirerek ekonomisini fetih - ganimet - vergi esasına dayandıran Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa ekonomisinin merkantilizme geçişini bir türlü anlayamıyor. Osmanlı İmparatorluğu bunu anlayamıyor da Atatürk’ten sonra Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenler ve vatandaşları anlayabiliyor mu? Ne yazık ki onlar da anlayamıyor.
Günümüzde üniversitelerin ekonomi bölümü birinci sınıfında anlatılan “servet’’ ve “sermaye’’ farkını hâlâ hem Türkiye Cumhuriyeti devletini yönetenler hem de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları anlayamıyor. Hâlâ Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları ikinci ev, araba, arsa, altın ve döviz almayı (servet sahibi olmayı) yatırım zannediyor. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları tarafından hâlâ “sermaye”nin ne demek olduğu anlaşılmıyor. Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenler de bu durumu anlayamıyorlar ve onlar da sadece ve sadece bu durumu seyrediyor.
Batı ülkelerinde, para ve vergi politikalarıyla halkın “servet’’ sahibi olması değil “sermaye’’ sahibi olması teşvik ediliyor. Batı’da eğer bir eviniz varsa sizden çok düşük emlak vergisi alınırken müteakip evlerden de artan bir şekilde çok yüksek oranda emlak vergisi ve kira gelirinden de çok yüksek oranda gelir vergisi alınıyor. Servete (ev, arsa vb.) konan veraset ve intikal vergisi ise o kadar yüksek ki neredeyse devlet servetin yarısına el koyuyor. Böyle olanca halk servetini hisse senedi olarak borsada (sermayede) değerlendiriyor. Çünkü sermayeden alınan vergi servetten alındığı gibi yüksek oranda olmuyor. Böyle olunca da Batılı şirketler çok güçlü bir sermaye yapısına sahip oluyor. Bizde ise milli servet, hala sermayeye dönüşemeden, ülkenin güney ve batı sahillerinde yazlık ev diye veya büyük şehirlerde ikinci, üçüncü ev diye beton olarak toprağa gömülüyor.
Keşke ülkede onlarca Koç, onlarca Sabancı ve onlarca Eczacıbaşı grupları olsaydı. Bu aileler 80-90 yıldır üretim yapıyor, istihdam yaratıyor, vergi veriyor, sosyal sorumluluk alanında, toplum, eğitim ve kültür alanlarında yatırım yapıyor, hizmet veriyorlar. Türkiye ekonomisinin lokomotifini bu aileler oluşturuyor. Eğer bu aileler zenginseler bu zenginliklerini 80-90 yıldır yaptıkları üretime ve bu üretimle oluşturdukları sermayeye borçlu oluyor.
Bir de günümüzün sonradan görme zenginlerine bakın. Bu zenginlerin, üretime dayanmayan zenginlikleri aslında hırsızlıklarından kaynaklanıyor. Çünkü üretime dayanmayan her zenginlik, halkın varlığından çalınan bir hırsızlık oluyor.
Uzuuun bir giriş oldu ama OYAK'ı anlamak için ihtiyaç vardı. Çünkü OYAK, “servet’’ değil, çalışarak, üreterek “sermaye’’ yaratıyor, üretim yapıyor, ihracat yapıyor, istihdam yaratıyor, vergi veriyor, ülke ekonomisine ciddi oranda katkı sağlıyor.
Şimdi gelelim OYAK’a…
OYAK
OYAK, 1 Mart 1961 tarih ve 205 sayılı Kanun ile kuruluyor. OYAK, bu kanun çerçevesinde özel hukuk hükümlerine bağlı, TSK mensuplarının bir “yardımlaşma ve emeklilik fonu’’ oluyor. OYAK’ın kaynağı, üyelerinden her ay düzenli olarak maaşlarından %10 oranında kesilen aidatlarla birlikte iştiraklerinden gelen kârlardan oluşuyor. Aslında OYAK, günümüzde ülkemizde yerleştirilmeye çalışılan Bireysel Emeklilik Sistemi (BES)’in, İLKSAN (İlkokul Öğretmenleri Sağlık ve Sosyal Yardım Sandığı) ve POLSAN (Polis Bakım ve Yardım Sandığı) ile beraber erken dönem bir örneği oluyor.
OYAK, üyelerinden yaptığı kesintileri (tasarruflarını) sermayeye ve üretime dönüştürerek Koç Grubu gibi, Sabancı Holding gibi, Eczacıbaşı gibi yatırımlar yaparak, fabrikalar kurarak, katma değer yaratarak, artı değer yaratarak günümüzde büyük bir ekonomik kuruluş haline geliyor. Bugün için OYAK, üretim yapan, istihdam sağlayan, vergi veren, fabrikaları, şirketleri, ortaklıkları ve sosyal sorumluluk projeleri olan bir emeklilik fonu olarak faaliyette bulunuyor.
OYAK'ın yönetiminde sivil yöneticiler ile birlikte muvazzaf askerler de bulunuyor.
Bu noktada bir yanlış inanışı ve bir yanlış bilgiyi de düzeltmem gerekiyor. OYAK’ın, 1 Mart 1961 tarih ve 205 sayılı Kanun ile kurulmuş olması sanki OYAK fikrinin 27 Mayıs 1960 İhtilalinden sonra ortaya çıktığı gibi yanlış bir inanış yaratıyor. Ancak OYAK Kanunu ile ilgili çalışma TBMM’nde 1957 yılında başlıyor. Çalışmalar tamamlanmak üzere olduğu sırada araya 1960 olayları giriyor ve kanunun yasallaşması 1961 yılında oluyor.
OYAK’ın stratejisi
OYAK, esas olarak muvazzaf askerlerin gelecekteki refah seviyesini ve yaşam kalitesini korumayı hedefliyor. OYAK, göreve yeni başlayan ve zor koşullarda görevlerini sürdüren genç subay, astsubay ve uzmanların birikimlerini değerlendirerek, emekli olduklarında hayat standartlarını koruyacakları, yaşam kalitelerini artıracakları bir fon yaratmayı ve böylece üyelerinin zor koşullarda görev yaparken gelecek kaygısı taşımamalarını sağlamayı hedefliyor. OYAK’ın asıl hedefi ve gayesi bu düşünce oluyor.
OYAK, 205 sayılı kanunun kendisine verdiği bu hedef doğrultusunda, bu yıl göreve başlayacak bir üyesinin otuz, kırk yıl sonraki birikimlerinin reel değerini koruyabilmek ve artırabilmek adına, yüksek enflasyon ortamında sürdürülebilir getiri sağlayabilecek stratejik alanlara yatırım yapma sorumluluğunu taşıyor. Serbest piyasa koşullarında rekabet etmek, çoğu zaman akıntıya karşı yüzmek gibidir; durağan kalan, yatırım yapmayan ya da stratejik alanlara zamanında giriş yapmayan şirketler, zamanla geriye düşmeye mahkûm kalıyor. Özellikle sermayenin reel olarak hızla eridiği bir ekonomik iklimde, büyük ölçekli ve uzun vadeli stratejik yatırımlar, sadece fonun büyümesi değil, aynı zamanda geleceğe duyulan güvenin de teminatı oluyor.
Bu nedenle, yatırım yapmamak bir seçenek değil, uzun vadeli değer yaratma iddiasından vazgeçmek anlamına geliyor.
Ayrıca OYAK, odağını kısa vadede kâr getirip saman alevi gibi parlayıp sönen yatırımlara değil de uzun vadeli kâr sağlayan sürdürülebilir ve geleceği olan stratejik alanlarda yatırımlara yöneliyor.
Mesleki emeklik fonu olarak OYAK, gelecekteki üyelerinin hayat standardını koruyabilmek amacıyla yıllık kârından mutlaka yatırıma pay ayırmak zorunda bulunuyor. OYAK, kârından yatırım için ayrılan payı ayırdıktan sonra kalanını üyelerine nema olarak dağıtıyor. Bu nedenle “OYAK yatırım yapmasın, bütün kârını biz üyelere dağıtsın’’ isteğinde bulunan üyeler, kendi geleceklerinde elde edecekleri nemadan feragat ediyor ve gelecekteki OYAK üyelerinin refahından haksız olarak pay istiyorlar anlamına geliyor.
EMS: Emekli Maaş Sistemi
Başlangıçta OYAK, üyeleri emekli olduğunda, üyesinin değerlendirdiği birikiminin tamamını kendisine vererek OYAK üyeliğini de sonlandırıyordu. Çünkü OYAK, yukarıda bahsettiğim gibi OYAK kanununa göre de asıl kitle olarak görevdeki muvazzaf personeli alıyordu.
Ancak OYAK, 1996 yılında yapılan bir düzenleme ile “Emekli Maaş Sistemi’’ni getiriyor. Bu düzenleme ile OYAK üyesi emekli olduğunda, istediği takdirde, birikiminin tamamını veya bir kısmını (1/4, 2/4 veya 3/4) OYAK’ta bırakarak karşılığında bir nema alıyor. Bu şekilde de OYAK üyeliği de sona ermiyor ve emekliler de sistemde kalmaya devam ediyor.
OYAK’a OYAK kanununun yüklediği yükümlülükler
OYAK, sıradan bir şirket değil, bahsettiğim gibi mesleki bir emeklilik fonu. Bu nedenle de mesleki bir emeklilik fonu olarak OYAK, 205 sayılı yasa gereği üyelerine yasal yardımlarda da bulunuyor.
OYAK, 2024 yılı içerisinde; üyelerine yasal yardım olarak 38,7 milyar TL ödüyor, piyasa koşullarına göre düşük faizli olarak 328 üyesine 400 milyon TL konut kredisi, 36 bin üyesine 3,1 milyar TL borç veriyor. OYAK yine 2024 yılı içerisinde EMS çerçevesinde 75 bin emekli üyesine 16,1 milyar TL maaş ödüyor. Bir başka ifadeyle OYAK, 2024 yılı içerisinde EMS çerçevesinde emekli üyelerine verdiği toplam maaşın iki mislisinden daha fazlasını üyelerine yasal yardım olarak veriyor.
OYAK, üyelerinden kesilen aidatlarla sıcak para girişi
OYAK’a ilişkin doğru bilinen yanlışların en önemlisi OYAK’ın bir nakit bolluğu içerisinde yaşadığı düşüncesi oluyor. Halbuki üyelerden alınan aidatlar, üyelere yapılan ödemeleri bile karşılamıyor. 2000’li yıllarından başından bu yana geçerli olan bu durum yıllar itibarıyla artarak devam ediyor. Örneğin 2024 yılında OYAK, üyelerinden kesilen aidatlardan 12 milyar TL daha fazla yasal yardım yapıyor. Bu durumun (kesilen aidat – yasal kaynak farkı), artarak 2025 yılında da iki katına ulaşması bekleniyor.
Görüleceği üzere, OYAK üyelerin aidatlarından elde ettiği sermaye bolluğu içerisinde olan bir kurum olmadığı gibi kanun gereği üyelerine yapması gereken yardımları finanse etmek için ek olarak şirket yatırımları ile kâr elde etmeye ihtiyaç duyuyor.
OYAK’ın denetimi
OYAK, kurulduğu günden beri hem iç hem de dış denetim altında çalışıyor. Zaten böyle çalıştığı ve denetlendiği için de kurumsal bir yapıya bürünüyor. OYAK’ın hem kendisi hem de şirketleri; Ernst&Young, Deloitte, PWC, KPMG gibi uluslararası bağımsız denetim firmaları tarafından denetleniyor. Denetim sonuçlarına süratle tepki gösterilerek varsa hatalar düzeltici tedbirler alınıyor, öneriler varsa ve uygunsa derhal yerine getiriliyor.
Günümüzde OYAK
Girişte anlattığım gibi; tasarruflarınızı, varlıklarınızı, servetinizi sermayeye dönüştürmezseniz kaybedersiniz. Üretemezseniz kaybedersiniz. Katma değer yaratamazsanız kaybedersiniz. Tasarruflarınızla oluşan servetinizi ikinci ev, tarla, arazi, arsa, araba, döviz ve altın olarak tutarsanız hem kendiniz hem de ülke olarak kaybedersiniz. Ekonominin en basit kuralıdır: Sermayeye dönüşmeyen her servet kaybetmeye mahkum oluyor.
OYAK, ülkemizin yüzyıllardır karşı karşıya olduğu temel kalkınma sorunlarından biri olan sermaye birikimi ve üretim eksikliğine doğrudan çözüm sağlayan kritik katkılar sunuyor. Üyelerin tasarruflarını stratejik yatırımlar aracılığıyla üretken sermayeye dönüştürüyor; sadece finansal getiri değil, aynı zamanda ekonomik ve toplumsal değer üretiyor. Katma değerli yatırımları sayesinde OYAK, hem küresel ölçekte üretim yapan hem de rekabetçi hizmetler sunan bir aktör olarak uluslararası sahnede güçlü bir yer edinirken, aynı zamanda ülkemizde ve ilgili bölgelerde istihdam artırıyor, teknolojik gelişimi destekliyor ve sürdürülebilir büyümeye katkı sağlıyor. Türkiye’de bu anlayışla hareket eden onlarca OYAK gibi mesleki emeklilik fonu olsaydı, ülkemizin ekonomik yapısı bugünkünden çok daha dirençli ve kapsayıcı olurdu. İşte o zaman Türkiye’nin çehresi çok çok daha farklı olurdu.
OYAK; günümüzde maden metalürji, çimento beton kâğıt, otomotiv lojistik, finans, kimya, tarım, hayvancılık, gıda ve enerji gibi ana sektörlerinde Türkiye’nin yedi coğrafi bölgesinde, dünya genelinde altı farklı kıtada, 20 ayrı ülkede yedi gün yirmi dört saat faaliyet gösteriyor.
OYAK, 2015 yılında yurt dışında 19 ayrı ülkede 88 Şirket ile faaliyet gösterirken 2024 yılında ise yine yurtdışında 20 ayrı ülkede 134 şirket ile faaliyet gösteriyor. Daha önceki yazılarımda bu şirketlerin önemli olanların faaliyetlerini anlattığım için ayrıca bu yazımda bu şirketleri yeniden anlatma gereğini duymuyorum.
2024 yılı sonu itibarıyla OYAK’ın üye sayısı 482 bine ulaşıyor. Bunun yaklaşık 101 bini ise 1996 yılından sonra EMS ile devreye giren emekli üyeler oluşturuyor. EMS’ye katılım ise %96 katılım oranı ile tarihi rekor seviyeye ulaşıyor.
OYAK’ın ülke ekonomisine katkısı
OYAK, son yıllardaki atılımları neticesinde, 2015 yılı toplam varlıkları 51,6 milyar TL, toplam ihracatı 3,3 milyar dolar iken; 2024 konsolide sonuçlarına göre OYAK, özkaynaklarını son 8 yılda 20 katına çıkarıyor, 2024 yılı hasılatını bir önceki yıla göre %39 artış ile 637,1 milyar TL’na ve ihracatını 6,0 milyar dolara çıkarıyor. OYAK, bu 6,0 milyar dolarlık toplam ihracat ile Türkiye'nin 2024 Yılı ihracatının yaklaşık yüzde 2,31'ini karşılıyor.
OYAK, bu üretimi ve büyüklüğü ile 2024 yılında devlete toplamda 127,1 milyar TL vergi ödüyor.
İşte bu şekilde OYAK, üretim yaparak, katma değer yaratarak, ihracat yaparak, istihdam yaratarak ve vergi vererek ülke ekonomisine çok büyük bir katkıda bulunuyor.
Türkiye’de ekonomi yönetiminin ve sanayi üretiminin durumu
Nutuk, Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıkışıyla başlıyor. Özgün hali: “1335 senesi Mayısının 19'uncu günü Samsun'a çıktım. Vaziyet ve Manzara-i Umumiye’’ diye başlıyor.
Ben de Türk ekonomisinin ve sanayisinin son yıllardaki ‘’Vaziyet ve Manzara-i Umumiye’’sini anlatmak istiyorum. Çünkü OYAK’ın hangi ekonomik şartlar altında görev ifa ettiğinin bilinmesi gerekiyor.
Siyasi iktidarın 20 yıldan beri izlediği ekonomik politikalar sonucu Türkiye ekonomisi üretim temelli büyümeden uzaklaşıyor. Türkiye’de sadece tarım ve hayvancılıkta değil, yüksek katma değerli sanayi üretiminde de ciddi bir çözülme yaşanıyor. Artan girdi maliyetleri ve kur belirsizlikleri nedeniyle üretici firmalar tarihî seviyelerde maliyet baskısı altında kalıyor. Vatandaş enflasyonun sıkıntısını nasıl ağır hissediyorsa daha ağırını üreten şirketler hissediyor. Yabancı reel yatırımcı bir bir ülkeyi terk ediyor. Üretimini yurt dışına kaydırabilen yerli şirketler üretimlerini yurt dışına kaydırıyor. Türkiye, katma değerli üretimden uzaklaşıyor ve ekonomik olarak daha düşük verimli alanlara sıkışıyor.
Türk ekonomisinin ve sanayisinin kronik sorunu
Türkiye'de 1980'den sonra zaten üretim tu kaka ediliyor, üretim üvey evlat muamelesi görüyor. Türkiye'de 1980'den sonra ''sanayileşme ve sanayileşerek kalkınma'' toplumsal hedef olmaktan çıkarılıyor. Türkiye, 1980'den sonra, yüksek teknoloji yoğunluklu, yüksek oranlarda katma değer yaratan ürünlerde dışa bağımlı hale getiriliyor. Buna karşın Türkiye, 1980'den sonra, düşük katma değerli sektörlerde üretici ve ihracatçı olmasına dayalı bir ekonomik sistemi uyguluyor. Ayrıca 1980'den sonra Türkiye'de üretimden değil de ''paradan para kazanma'' devri başlıyor. Üretim yapan bütün devlet işletmeleri aşama aşama satılarak kapatılıyor. Bu eğilim, AKP iktidarında doruk noktasına ulaşıyor. AKP iktidarı zamanında Türkiye'de tarım ve hayvancılık bitiriliyor. Faizler, Cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar en yüksek seviyeye çıkıyor. Bu faizlerle hiçbir sanayicinin artık kredi kullanıp üretime yönelmesinin imkân ve ihtimali kalmıyor. Bütün bunların bir sonucu olarak devlet, büyük ölçekli üretim ve yönetim yeteneğini kaybediyor.
Türkiye, 2010 yılından beridir ‘’yatırım yapılabilir ülke’’ olma statüsünü kaybediyor. Ancak daha vahimi günümüzde ise Türkiye, ‘’üretim yapılabilir ülke’’ olma niteliğini de hızla yitiriyor. İzlenen politikalarla sadece tarımda ve hayvancılıkta üretim bitirilmiyor, artık Türkiye’de sanayi üretimi de bitiriliyor. Hiçbir ülke betonla kalkınmamışken, Türkiye'de sanayi yerine müteahhitler destekleniyor, hiçbir sanayicinin vergi borcu silinmezken iktidara yakın yandaş müteahhitlerin borcu siline siline bitiriliyor. Örneğin; Borsa İstanbul’da işlem gören ve 2024 yılında 3.6 trilyon TL gelir elde eden bu tür 100 büyük şirketten 62.5 milyar TL tutarında vergi tahsil edilmiyor. Dahası, bu şirketlerin vergi yükümlülükleri çeşitli istisna ve muafiyetlerle nerdeyse sıfırlanıyor. Aynı dönemde diğer şirketlerden alınan vergi yüzde 13 artarken ücret ve maaşlılardan alınan vergi yüzde 120, KDV gelirleri yüzde 96, ÖTV gelirleri ise yüzde 56 artırılıyor. Türkiye’nin en zengin 10 ismine ait yalnızca 8 şirketin toplam 18 milyar TL’lik vergi borcu yine bu dönemde erteleniyor.
Uzun süredir yatırım malları ve ara mallar ithalatı düşüyor, ithalat artıyor, bunun sonucu imalat sanayiinde daralma, sanayi üretiminde düşüş yaşanıyor. Uzun süredir yapay biçimde baskılanan döviz kuru, yüksek faiz oranları ve artan maliyetler artık Türkiye'de üretimi imkânsız hale getiriyor. Özellikle döviz geliri olmayan veya yurt dışı yatırımı bulunmayan veya sermayesini ülke dışına taşıyamayan şirketler için ülke içinde üretim yapmak artık finansal olarak sürdürülemez hale geliyor. Ayrıca hukuk güvenliğinin zayıflaması da yatırımcı açısından öngörülebilirliği ortadan kaldırıyor. Bu durum yalnızca yabancı sermayeyi değil, yerli sermayeyi de Türkiye dışına yönlendiriyor.
Tüm bu gelişmeler, Türkiye'nin yalnızca bugünkü ekonomik refahını değil, gelecekte küresel değer zincirindeki yerini de tehdit ediyor. Katma değerli üretimden uzaklaşan bir ekonomi, düşük gelir tuzağına daha fazla sıkışma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor.
Türkiye’nin kaçırdığı tarihi fırsat
ABD – Çin rekabeti nedeniyle Çin’den, Rusya – Ukrayna savaşı nedeniyle Rusya’dan kaçan şirketler, fabrikalar, üretim tesisleri, yani Batı sermayesi; Türkiye’nin son 20 yılda hem ekonomide hem iç politikada hem de dış politikada izlediği hukuksuz, adaletsiz, antidemokratik, irrasyonel, mezhepçi, dışlayıcı politikalar ve bunların bir sonucu olan ‘’değerli yalnızlığı’’ nedeniyle Türkiye’ye gelmiyor. Çin’den ve Rusya’dan kaçan Batı sermayesi, başta Macaristan olmak üzere Polonya, Romanya, Slovakya ve Bulgaristan’a gidiyor. Bu ülkeler, yatırım çekmek için cazip teşvikler sunarken, Türkiye’nin son yıllarda uyguladığı iç ve dış politika stratejileri, bu fırsatları kaçırmasına neden oluyor.
Ayrıca bütün Çinli otomobil şirketleri de Avrupa’da fabrika kuruyor. Almanya, İtalya, İspanya ve Macaristan Çinli üreticilerin peşinden koşuyor. BYD (Build Your Dreams), Macaristan’da; Chery, İspanya’da; Dongfeng, İtalya’da; Leapmotor, Polonya’da; MG ise İngiltere’de fabrikalar kuruyor.
Çinli Leapmotor, Fransız-İtalyan ortağı Stellantis’in mevcut kapasitesini kullanarak bu ikili Polonya’daki Tychy fabrikasını üretim üssü olarak seçiyor. Polonya’nın şu anda 10 milyar dolardan fazla yatırımı destekleyen bir dizi programı bulunuyor.
Çin’den ve Rusya’dan kaçan Batılı sermayenin hiçbirisi Türkiye’ye gelmiyor.
Şu anda Macaristan Avrupa’nın otomobil üretim üssü haline geliyor. Macaristan, 2023’te yaklaşık 500.000 araç üretiyor. Elektrikli araç devi Çinli BYD, 2017'de Macaristan'ın Komarom şehrinde bir elektrikli kamyon fabrikası kuruyor.
BMW Otomotiv üretimi de Macaristan’ın Debrecen şehrinde 2025 yılında başlıyor.
Güney Koreli Samsung, Çinli CATL ve diğer uluslararası batarya üreticileri, Macaristan'da üretim tesisleri kuruyor. CATL'in Debrecen şehrindeki 100 gigavat saat kapasiteli batarya fabrikası, bunların en büyüğü konumunda bulunuyor.
BYD, 2025 ’te elektrikli araç ve batarya üretimi için Avrupa’daki Macaristan'dan sonra ikinci bir fabrikasını kurmayı planlıyor. Bu fabrika için Türkiye'nin de adı geçiyor. Ancak tesis Türkiye'de kurulursa kurulacak bu tesisin fabrika mı yoksa montaj tesisi mi olacağı henüz bilinmiyor. Kaldı ki Çin Ticaret Bakanlığı, Çinli otomobil üreticilerini, Türkiye dahil bazı ülkelerde fabrika kurmanın riskleri konusunda uyarıyor. (Gazeteler, 12 Eylül 2024)
Türkiye’ye gelmeyen yabancı sermaye
Türkiye’ye son on yıldır neredeyse yatırım için beş sentlik bir yabancı sermaye girişimi olmuyor.
Türkiye’ye gelmeyen yabancı sermayeye örnek verecek olursam: Örneğin Alman otomobil devi Volkswagen, Türkiye’de 1,3 milyar Euro tutarında yatırım kararı almışken, bu maksatla Manisa’da OSB’den fabrika arazisi alıp, Ekim 2019 tarihinde şirket kurmuşken son anda yatırımdan vazgeçip yatırımını Slovakya’ya kaydırıyor. Bu yatırım Türkiye’de gerçekleşseydi eğer; Manisa Volkswagen, 2022'de faaliyete geçecek, beş bin kişiye istihdam sağlayacak, fabrikada ilk etapta Skoda'nın Karok ve Seat'ın Ateca olarak bilinen SUV modellerinin üretimini yapılacak ve otomotiv yan sanayine yüklüce bir katkı sağlayacaktı.
Daha önce yatırımını Türkiye'de de yapılabileceğini açıklayan Çin otomobil devleri Türkiye’den vazgeçiyor; Chery, İspanya'da, BYD ise Macaristan’da karar kılarak fabrikalarını oralarda kuruyor. Uzakdoğu'nun elektrik devi LG, Türkiye'de yatırım yapacaktı, vazgeçiyor.
Yabancı sermaye bir bir Türkiye’yi terk ediyor
Son on yıldır yabancı sermaye Türkiye’ye gelmediği gibi son on yılda çok büyük bir miktarda yabancı sermaye Türkiye’yi terk ediyor.
TOFAŞ, Bursa fabrikasında ürettiği Fiat Doblo'nun üretimini İspanya'ya kaydırıyor. Bu üretim kaybının sonucu olarak TOFAŞ, personel sayısını yüzde 13 azaltarak 700 işçiyi işten çıkarıyor. Koç grubuyla yatırımı olan Ford, Türkiye’ye yatırımdan vazgeçiyor. Türkiye'nin en büyük otomotiv şirketi Ford Otosan, Romanya Ford’u satın alıyor. Ford Otosan, Romanya’daki fabrikasının bünyesine katılmasıyla bazı modellerinin üretimini ve elektrifikasyon konusundaki deneyimini Romanya’ya taşıyor. Avrupa’nın ticari araç üretim lideri Ford Otosan, kısa süre önce hattan indirdiği E-Transit üretimini Romanya Craiova’ya taşıyor. Honda, Gebze'deki fabrikasını kapatıp Türkiye’den ayrılıyor. 2020 yılında Tuzla’da 12 bin metrekarelik bir alanda dünyadaki 10’uncu fabrikasını kuran dünyanın en büyük cep telefonu üreticisi Çinli OPPO, 2023 yılında fabrikasını kapatıp Mısır’a taşıyor. Tam 111 yıldır Türkiye'de faaliyet gösteren 770 akaryakıt istasyonu bulunan İngiliz petrol devi BP, 770 lisans hakkını Petrol Ofisi'ne devredip Türkiye pazarından çıkıyor. İngilizlerin dev bankası HSBC, 2015'te Türkiye'de bankacılık faaliyetlerine son verme kararı almış, Şubat 2016'da ise bu karardan vazgeçmişti. HSBC, şimdi Türkiye'de şube azaltacağını açıklıyor.
Türkiye’den ayrılan yabancı markalar
Son üç yılda Türkiye'yi terk eden yabancı marka sayısı 100’ü geçiyor. Çıkabilen yabancı marka Türkiye’den çıkıp gidiyor. Ben çoğunlukla Alman, Avusturyalı şirketlerini takip ediyorum ancak dünyanın bütün büyük markaları Türkiye’den çıkıp çıkıp gidiyor; Real, Elektro World, Bau Max, C&A, Praktiker, Douglas, OVM, Tesco, Top Shop, Turkven, River Island, Motivi, Promod, Uterque, Kenneth Cole, Virgin, Megastore, Printemps, Habitat, La Senza, Industrie Denim, Rifle, Jatomi, HSBC ticari bölümü, Pay pal, Limango, Citigroup, Darty, Toys'r'us, Best Buy, Camel Active, Wend's, Park Bravo, Chevrolet, Daihatsu, Lancia, Conforoma, Lorey Merlin, Printems, Jordache, Chevignon, Quiksilver, Motorola, Esprit, Nintendo, Sunny, Saturn, Dia, Spar, Sony, Crate&Barrel, Muji, Debenhams, Iglo, Banana Republic, Harvey Nichols, Lush, Booking.com, Mazda, Saudi Cable. Bunlar ülkemizden çıkıp çıkıp gidiyor. IKEA, Zara ve İtalyan sigorta devi Generali’nin de ülkeden çıkacağına dair dedikodular bulunuyor. Bu liste uzayabilir. Bunların bir kısmı lüks tüketim markaları idi, bunların bir kısmı da tutunamadıkları için çıkıp gidiyor. Normalde ne işleri vardı ülkemizde, defolup gitsinler diyeceğim de konu bu değil. Konu; ülkenin yatırım yapılabilir, üretim yapılabilir ve ticaret yapılabilir bir ülke olmaktan çıkmış olması oluyor. Sonuçta AVM’ler de koca koca birer bakkal dükkanına dönüşüyor. Artık AVM’lerdeki kalan o dükkânlar bir bir kapanıyor, zincir restoranlar şube kapatıyor.
Yerli sermaye de Türkiye’yi terk ediyor
Yabancı sermaye ile beraber artık yerli sermaye de ülkeyi birer birer terk ediyor. Her sektör, ancak en çok tekstil sektörü üretimini Mısır ve Kuzey Afrika’ya taşıyor. Maliyet baskısı nedeniyle geçen yıllarda sadece ihracat yapmak için Mısır’a giden başta hazır giyim üreticileri, artık iç piyasa ihtiyacını da Mısır’dan karşılamaya başlıyor. Pek çok sektörden Türk markaları üretim üslerini Mısır'a taşırken ülkedeki Türk yatırımlarının tutarı 2024 yılı başında 3 milyar doları aşıyor. Birkaç yıl içinde bu rakamın 4 milyar dolar olması bekleniyor. Mısır’daki yaklaşık 35 büyük Türk yatırımı Mısır’daki toplam yatırımın yüzde 86’sını oluşturuyor. 2023 itibarıyla yaklaşık 35 Türk sanayi şirketi, Mısır’da yıllık 1,5 milyar dolarlık ciro elde ediyor.
Şu anda Arçelik’ten Şişecam’a, Temsa’dan Yıldız Holding’e kadar pek çok sektörden dev Türk firmaları, Mısır’da üretim yapıyor. Örneğin Mısır’ı üretim ve ihracat üssü seçen Temsa, 1000 adet kapasiteli fabrikasında otobüs ve midibüs üretip ihraç ediyor. Koç Holdinge bağlı Arçelik, Mısır’da 100 milyon dolarlık yatırımla yeni bir fabrika kuruyor. Yıldız Holding’in MENA Bölgesi’nin en büyük ikinci bisküvi pazarı olan Mısır’da Pladis markasıyla bisküvi fabrikası bulunuyor. İskenderiye, Kahire ve İsmailiye olmak üzere Mısır’daki üç kentte fabrikası bulunan Yeşim Tekstil, dünyanın önde gelen spor kıyafeti markalarına yönelik üretim yapıyor. Kastamonulu iş adamı Remzi Gür'ün sahibi olduğu Gürmen Grup'a ait Ramsey, -ki iktidarın en yakın adamının şirketidir- yaklaşık 14 yıldır faaliyet gösterdiği Kastamonu'daki fabrikasını kapatarak fabrikasını ve üretimini Mısır'a taşıma kararı alıyor. Paslanmaz çelik mutfak ürünlerinde eskiden ithalatın yüzde 80’ini Türkiye’den yapan Mısır, şimdi Türkiye’deki ustaları kendi ülkesine götürüp bu alanda da üretime başlıyor. Paslanmaz çelik mutfak ürünlerinin Mısır’da üretimiyle Mısır’ın Türkiye’deki ithalatı neredeyse yarı yarıya azalıyor.
Türk şirketler, Mısır’da doğrudan 70 bin kişiye istihdam sağlarken sektörler içinde tekstil ve konfeksiyon sektörü büyük yer kaplıyor. Şu anda Mısır’ın toplam tekstil ve konfeksiyon ihracatının üçte birini Türk firmaları yapıyor. Hazır giyim sektörü 2023 yılında ilk defa yurtdışına, yurtiçinden daha fazla yatırım yapıyor. Hazır giyim sektörü, 2023 yılında yurt içine 35 milyon dolar yatırım yaparken yurtdışına 135 milyon dolar yatırım yapıyor. Hazır giyim sektöründe 2023 yılında 250 bin kişi işini kaybediyor. Bu rakamın 2024 sonunda 300 bini buluyor.
Mısır'a sadece Türk firmaları yatırım yapmıyor. Mısır’ın; ABD, AB, Güney Amerika ve Afrika ülkeleri ile gümrüksüz ticaret anlaşmalarının bulunması nedeniyle bu pazarlara daha yakın olmak maksadıyla Çinli firmalar da Mısır’a yatırım yapıyor. Bu durum ise Türk tekstil sanayi ve hazır giyim sektörünün, Avrupa'ya ihracatı için çok büyük bir tehdit oluşturuyor. Zaten 2024 yılı ilk altı ayında Avrupa'ya yapılan hazır giyim ihracatında yüzde 10-15 kadar düşüş yaşanıyor.
Borusan, Gemlik’teki üretim tesisini AB’nin ‘’karbon vergisi’’ düzenlemesini gerekçe göstererek ABD’ye taşıma kararı alıyor. DESA, rekabet sorunlarını yurtdışında aşmak için İtalya'da fabrika kuruyor. Ülker Grubu, merkezini Londra’ya, Godiva’yı da satın alarak sermayesini Belçika’ya taşıyor. 2017 yılında kurulan inşaat sektörü ile ilgili teknoloji şirketi Bimcrone, İngiltere’ye taşınıyor.
Nurol Makina, özellikle Türkiye’nin doğu bölgelerinde kolluk kuvvetleri ve TSK’nin kullanımı esas alınarak üretilen 4×4 ve zırhlı Ejder Yalçın’ın üretimi de Macaristan’a taşıyor.
Tosyalı Holding’in Cezayir Oran’da 2013 yılında faaliyete aldığı tesisine, 6 milyar dolarlık bir yatırımla kapasitesini 6 milyon ton yassı ve uzun mamule çıkarıyor. Dile kolay 6 milyar dolar ülkeye değil de yurt dışına yatırıma gidiyor. Hem de iktidara en yakın holding tarafından.
Türkiye’den çıkan yerli sermayenin büyüklüğü
Türkiye’ye artık yabancı sermaye gelmediği gibi yerli sermaye de ülkeden kaçıyor. Bu tabloya bağlı olarak da 2023 yılına gelene kadar hiç görülmeyen bir durum ortaya çıkıyor.
İlk kez 2023’te Türklerin doğrudan yatırım için yurt dışına götürdükleri sermaye tutarı, yabancıların yıl boyu doğrudan sermaye yatırımı için Türkiye’ye getirdiği net döviz tutarını aşıyor. 2023’te doğrudan sermaye yatırımı için yurt dışına aktarılan net tutar 5 milyar 393 milyon dolar oluyor. Yurt dışına net doğrudan yatırım tutarı geçen yıl yüzde 18,1 artıyor.
Merkez Bankası’nın 2006 başından bu yana 18 yıllık dönemi kapsayan verileri, karşılıklı doğrudan sermaye yatırımlarındaki dramatik değişimi ortaya koyuyor. 2006’dan beri her yıl ülkeye giren yabancı sermaye azalırken, ülkeden çıkan yerli sermayenin arttığı gözüküyor. Yerli sermaye göçü 2021’de 4 milyar 274 milyon dolar, 2022’de 4 milyar 591 milyon dolar oluyor. 2023’te ise 5 milyar 393 milyon dolarla bu tarihe kadarki en yüksek yıllık düzeyi görüyor. Doğrudan yatırım için dışarı giden yerli sermayenin bu amaçla gelen yabancı sermayeye oranı 2009’da yüzde 25’i, 2012’de yüzde 40’ı, 2020’de yüzde 60’ı, 2022’de yüzde 70’i aşıyor, 2023’te ise ilk kez giden sermaye geleni geçiyor. (Naki Bakır, ‘’Giden sermaye geleni geçti’’, Dünya, 15 Şubat 2024)
Bahsettiğim gibi sadece Tosyalı Holding Cezayir'e 6 milyar dolarlık yatırım yapıyor.
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın verilerine göre 2020 yılında 1050'si Batılı, 140'ı Doğulu olmak üzere toplamda 1190 yabancı şirket Türkiye’den çıkış yapıyor. Bu düşüşe paralel olarak yabancı sermaye paylı kuruluşların ihracatta aldıkları payda da gerilemeler göze çarpıyor. Yabancı sermayeli şirketlerin genel Türkiye ihracatına katkısı 2020 yılında yüzde 18,6 düşerek 33,9 milyar dolardan 27,6 milyar dolara iniyor. İlgili şirketlerin genel ihracattaki payları ise 2019’da yüzde 18,7 iken, 2020’de yüzde 16,2’ye geriliyor.
Son on yılda Türkiye'ye gelen yabancı sermayenin neredeyse tamamı sadece ve sadece gayrimenkul yatırımı için geliyor.
Cari açık
Cari açık; ülkenin dışsatımıyla dışalımı arasında oluşan açığa verilen ad oluyor. Cari açığa, dış ticaret açığı da deniyor. Türkiye’nin, yıllardan beri süren bir cari açık sorunu bulunuyor. Ancak anlattığım tüm bu gelişmelerin sonucunda cari açık son yıllarda rekor seviyesinde artıyor. Ancak bir ekonomide yatırım ve artan bir üretim gücü olmadan ekonomik büyüme olmuyor.
Yukarıda anlattığım sanayideki bütün bu olumsuz gelişmelerin bir sonucu olarak da cari açık hızlanan bir şekilde artarak gidiyor.
Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın ekonomik göstergeler raporunda dış ticaretle ilgili bazı verileri şu şekilde yer alıyor:
2024 yılı ve 2025 yılı ilk çeyrek (ilk dört ay) dış ticaret verileri
2025 yılı Şubat ayında bir önceki yılın şubat ayına göre ihracat yüzde 1.6 oranında azalırken, ithalat yüzde 2.4 oranında artıyor. İhracat bir önceki yılın şubat ayında 21 milyar 92 milyon dolar iken 2025 yılı Şubat ayında 20 milyar 761 milyon dolara geriliyor. İthalat ise bir önceki şubat ayında 27 milyar 859 milyon dolar iken, 2025 yılı Şubat ayında 28 milyar 533 milyon dolara yükseliyor.
İhracatın ithalatı karşılama oranı 2024 yılı Şubat ayında yüzde 75.7 iken 2025 yılı Şubat ayında yüzde 72.8’e düşüyor.
Dış ticaret açığı 2024 yılı Ocak-Şubat döneminde 12 milyar 952 milyon dolar iken, 2025 yılı Ocak-Şubat döneminde 15 milyar 314 milyon dolara yükseliyor. Oransal olarak baktığımızda ise dış ticaret açığı 2025 yılı Ocak-Şubat döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre %18.23 oranında artıyor.
2025 Ocak-Şubat döneminde bir önceki yıl aynı döneme göre ihracat %2.01 artarak 41 milyar 921 milyon dolar, ithalat ise %5.90 artarak 57 milyar 235 milyon dolar olarak gerçekleşiyor.
Dış ticaret açığı 2025 yılı Şubat ayında bir önceki yılın şubat ayına göre %14,85 artarak 7 milyar 772 milyon dolara, 2025 yılı Ocak-Şubat döneminde ise bir önceki yılın Ocak-Şubat dönemine göre %18.23 oranında artarak 15 milyar 314 milyon dolara yükseliyor. İhracatın ithalatı karşılama oranı 2024 Ocak-Şubat döneminde %76.03 iken 2025 Ocak-Şubat döneminde %73.20’e düşüyor.
Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM)’nin ve Ticaret Bakanlığının açıkladığı 2025 yılı Nisan ayı verileri de bu eğilimin (dış ticaret açığının arttığı) devam ettiğini gösteriyor. TİM’in açıkladığı 2025 yılı Nisan ayı verilerine göre Nisan 2024 ayına göre ihracat %8.5 artışla 20 milyar 924 milyon dolar, ithalat %12.9 artışla 32 milyar 961 milyon dolar ve dış ticaret açığı ise %21.7 artışla 12 milyar dolara ulaşıyor.
Türkiye’de kapanan işletme sayısı artıyor
Tüm bu olumsuz gelişmelerin sonucu olarak da Türkiye’de çok büyük miktarlarda fabrikalar, şirketler, işletmeler kapanıyor.
2023 ve 2024 yılı kapanan şirket verileri
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB) yayınladığı açılan ve kapanan şirket verileri incelendiğinde; 2009 yılından 2023 yılına kadar son 15 yılın verilerine göre 2023 yılında ilk kez gerçek kişi ticari işletmelerinde kapanan şirket sayısı, açılan şirket sayısını aşıyor.
TOBB’nin verilerine göre 2023 yılında 19 bin 880 gerçek kişi ticari işletmesi kurulurken, kapanan gerçek kişi ticari işletmelerinin sayısı 32 bin 933’ü buluyor. Yani yeni kurulan her 100 işletmeye karşılık 166 gerçek kişi ticari işletmesi kapanıyor. Kurulan gerçek kişi ticari işletmesi sayısı, 2022 yılına göre yüzde 26.63 düşerken, kapananların sayısı yüzde 42.27 artıyor.
Bu durum, aynı oranda olmasa da diğer şirketler için de geçerli oluyor. 2023 yılında kurulan şirket sayısı yüzde 8.34 düşerken, kapanan şirket sayısı yüzde 11.71 artıyor. 2024 yılının ilk altı ayında 600 firma konkordato ilan etmek için başvuruda bulunuyor.
TOBB tarafından açıklanan verilere göre, 2024 yılının Ocak-Nisan döneminde konaklama sektöründe Anonim Şirketi olarak faaliyet gösteren 26 şirket kapanıyor. Turizm DataBank’ta yer alan habere göre, 2023’ün aynı döneminde bu sayı 15 olarak kayıtlara geçiyor.
Ekonomik büyümenin öncü göstergesi olan imalat sanayi performansında en hızlı ve güvenilir referans kabul edilen İstanbul Sanayi Odası (İSO)’nın 2024 yılı Türkiye İmalat Satın Alma Yöneticileri Endeksi (PMI) verilerini incelendiğinde 2024 yılında Türkiye bütününde, üretim ve yeni siparişlerde önemli bir azalma görülüyor, girdi maliyetlerindeki artış devam ediyor, istihdamda ise 10 sektörden yedisinde daralma, sadece üçünde büyüme yaşanıyor.
2025 yılı kapanan şirket verileri
Konkordato, iflas ve kapanan şirket sayılarında 2025 yılı verileri korkunç denilecek bir hali gösteriyor.
Yurttaşların alım gücündeki düşüş, şirketlerdeki mali sorunları derinleştirirken, 2025 yılının ilk iki ayında konkordato başvurularında ve iflas kararlarında büyük bir artış yaşanıyor.
Konkordato Takip Platformunun verilerine göre; 2025 yılının ilk iki ayında konkordato başvuruları %172, geçici mühlet alan şirket sayısı %152,5, iflas kararları ise %92 oranında artıyor. Yılın ilk iki ayında 21 bin 768 esnaf iş yerini kapatıyor. Uzmanlar bu hızla devam edilmesi halinde 2025 yılında bu alanda rekorlar kırılabileceğini belirtiyor.
Ki müteakip ayların verileri de bu endişeyi doğruluyor. Sadece 2025 yılı Nisan ayında 444 şirket konkordato için mahkemeye başvuruyor. Bunların 10’u iflas ediyor, 199’una geçici, 136’sına ise kesin mühlet veriliyor. Oysa geçen yılın aynı ayında konkordato başvurusunda bulunan şirket sayısı sadece 214’tü. Artış yüzde 100’ü aşıyor.
Bu konuda 2025 yılının ilk dört ayında ortaya çıkan veriler daha vahim bir tabloyu gösteriyor: 2025 yılı Ocak-Nisan döneminde konkordato başvurusu yapan şirket sayısı 1727’ye ulaşıyor. Halbuki 2024’ün ilk dört ayında başvuru sayısı 706 idi. 2025 yılı ilk dört ayında 1308 dosyada mahkemelerce ya geçici ya da kesin mühlet kararı veriliyor. Bu ilk dört ayda iflas kararı çıkan dosya sayısı ise 53’ü buluyor. Sadece bir yılda konkordato taleplerinde yüzde 145’lik bir artış yaşanıyor.
2025 yılı Mayıs ayının ilk 10 gününde de tam 24 fabrika satışa çıkarılıyor. Sahibinden.com sitesinde sadece İstanbul’da satışta olan ikinci el fabrika sayısı 257’ü buluyor. Ancak satışa çıkarmak da yetmiyor. Çünkü alıcı da bulunmuyor.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) verilerine göre de ekonomik zorluklar girişimleri de etkiliyor. 2025 yılı Ocak ayında kurulan şirket sayısı, bir önceki aya göre %12,8 azalarak 11 bin 35'e gerilerken, kapanan şirket sayısı ise 1.955 oluyor. Gerçek kişi şirketlerinde ise 2.254 işletme kapanıyor.
Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu (TESK) verilerine göre, 2024 yılında sicil kaydını sildiren esnaf sayısı 94 bin 609 olurken, mesleği bırakan esnaf sayısı ise 25 bin 396'ya ulaşıyor. 2024 yılında toplamda 120 bin 5 esnaf kepenk kapatıyor.
2025 yılının ilk iki ayında da bu eğilim devam ediyor. 2025 yılının ilk iki ayında 17 bin 208 esnaf sicilini sildiriyor, 4.560 esnaf mesleğini bırakıyor. Yalnızca 2025 yılının ilk iki ayında toplam 21 bin 768 esnaf iş yerini kapatıyor.
2024 yılı bazı şirket verileri
Yukarıda anlatılan ülkenin ekonomik durumu nedeniyle 2024 yılını hemen hemen bütün şirketler beklentilerinin altında çoğu da zarar ederek kapatıyor. Daha önce de vurguladığım gibi yatırımın olmadığı, büyümenin olmadığı ve yüksek enflasyon altında şirketler kâr elde edemiyor, elde ettikleri kârı da yüksek enflasyon nedeniyle sermayelerine eklemek zorunda kalıyor.
Koç Holding
Türkiye’de şirketlerin 2024 yılını nasıl geçirdiklerini anlayabilmek için Türkiye’nin en büyük holdinglerinden birisi olan Koç Holding’in 2024 yılı bilançosunu aktarmak istiyorum:
Tüm bu ekonomik olumsuzluklar karşısında Türkiye'nin en büyük sermaye grubu olan Koç Holding, 2024 yılının üçüncü çeyreğinde 3,68 milyar TL net zarar açıklıyor. Yılın ilk dokuz ayında Koç Holding’in toplam zararı ise 1,9 milyar TL'ye ulaşıyor. Koç Holding 2024 yılı dördüncü ve son çeyrek için de 821 milyon TL zarar beklerken dördüncü çeyrekte 3,2 milyar TL net kâr elde ediyor. Sonuçta 2024 yılı konsolide kâr ise 1,3 milyar TL olarak gerçekleşiyor.
2024 yılı Koç Holding (KCHOL) şirketleri verileri
Koç Holding (KCHOL) şirketlerinin 2024 4. Çeyreğe ilişkin açıklanan bilançolarına göre 2024 yılında büyüme sağlayamayan Koç Holding ve şirketlerinin 2024 yılındaki satış ve net kârlarında düşüşler görülüyor.
Koç Holding ve şirketlerinin 2024 yılındaki satış ve net kâr rakamları ile bu rakamların önceki seneye göre kıyaslamaları:
Net Satışlar
Koç Holding ve şirketlerinin 2024 yılında elde ettikleri net satış rakamları ve önceki yıla göre değişim oranları şöyle yer alıyor:
Koç Holding (KCHOL): 1,6 Trilyon TL (8% Düşüş)
Arçelik (ARCLK) : 428,5 milyar TL (15% Büyüme)
Tüpraş (TUPRS) : 810,3 milyar TL (18% Düşüş)
Tofaş (TOASO) : 120,2 milyar TL (35% Düşüş)
Ford (FROTO) : 595 milyar TL (0%)
Otokar (OTKAR) : 33,8 milyar TL (14% Düşüş)
Türk Traktör (TTRAK) : 67 milyar TL (21% Düşüş)
Aygaz (AYGAZ) : 81,7 milyar TL (13% Düşüş)
Yapı Kredi (YKBNK) : 32,1 milyar TL net faaliyet kârı açıklarken, bu rakam önceki seneye göre 61% düşüş gösteriyor.
Net Kârlar
Koç Holding ve şirketlerinin 2024 yılında elde ettikleri net kâr/zararlar ve önceki yıla göre değişim oranları ise şöyle yer alıyor:
KCHOL : 1,3 milyar TL (99% Düşüş)
ARCLK : 1,6 milyar TL (91% Düşüş)
TUPRS : 18,3 milyar TL (76% Düşüş)
TOASO : 5,2 milyar TL (76% Düşüş)
FROTO : 38,8 milyar TL (45% Düşüş)
OTOKAR: -3,1 milyar TL (Zarar)
TTRAK : 5,7 milyar TL (57% Düşüş)
AYGAZ : 2,1 milyar TL (75% Düşüş)
YKBNK : 29,01 milyar TL (57% Düşüş)
Not: Otokar söz konusu dönemde zarar açıkladığı için önceki yıla göre büyüme oranı verilemiyor.
Koç Holding, 2024 yılında finansal sonuçlarında önemli dalgalanmalar yaşıyor. Koç Holding, 2024 yılında toplam gelirleri 2,31 trilyon TL’ye ulaşarak geçen yıla göre yüzde 0,05 oranında küçük bir artış gösteriyor. Ancak, brüt kârı 327,8 milyar TL seviyesinde gerçekleşerek yüzde 40 oranında düşüyor. Faaliyet kârı 87,3 milyar TL’ye gerileyerek yüzde 73 oranında azalıyor. Vergi öncesi kârı 26,7 milyar TL olarak kaydedilirken, net dönem kârı 1,3 milyar TL’ye iniyor ve bu rakam, 2023 yılına kıyasla yüzde 99’luk büyük bir düşüş gösteriyor. Şirketin toplam varlıkları yüzde 5 azalarak 3,9 trilyon TL olurken, özkaynakları yüzde 12 azalarak 858,6 milyar TL’ye geriliyor. (Bloomberg HT, 19 Şubat 2025)
2025 yılı ilk dört ayı (ilk çeyrek) şirket zararları
Aşağıdaki tabloda 2025 yılının ilk çeğreğinde en yüksek zarar açıklayan şirketler bulunuyor. Görüldüğü gibi 2025 yılının ilk çeğreğinde en yüksek zararın çoğunluğunu sanayi şirketleri veriyor:
Otomotiv sektöründeki durum
Otomotiv Sanayi Derneğinin açıkladığı 2024 üretim ve ihracat sonuçlarına göre otomobil üretimin %7 düşüş yaşanıyor.
Otomotiv Distribütörleri ve Mobilite Derneği (ODMD) verilerine göre de 2025 yılı Şubat ayında otomobil ve hafif ticari araç pazarı, 2024 yılı şubat ayına kıyasla %14,4 geriliyor. ODMD verilerine göre 2025 yılı Şubat ayında otomobil satışları geçen yılın aynı dönemine göre %7,6 azalarak 76 bin 21 adet olurken, hafif ticari araç satışları %38,0 düşüşle 14 bin 709 adet olarak kaydediliyor. Toplam satışlar ise %14,4 azalarak 90 bin 730 adet seviyesine geriliyor.
Beyaz eşya sektöründeki durum
Arçelik, BSH, Dyson, Electrolux, Haier Europe, LG, Miele, Samsung, Versuni (Philips) ve Vestel gibi yerli ve uluslararası üretici, ithalatçı firmaları bünyesinde barındıran Türkiye Beyaz Eşya Sanayicileri Derneği (TÜRKBESD)’in, sektörün 2025 Ocak-Mart dönemine ilişkin açıkladığı verilerine göre, yılın ilk çeyreğinde sektörün iç satışları geçen yılın aynı dönemine göre %15 geriliyor. İhracattaki daralma eğilimi devam ederken adet bazında ihracat %3 azalıyor. Toplam üretimde ise %4'lük bir düşüş kaydediliyor.
TÜRKBESD’in açıkladığı verilerine göre ihracatta üst üste üç yıldır devam eden düşüş, Türkiye'nin beyaz eşya sektöründeki güçlü konumu üzerindeki olumsuz etkisini sürdürürken 2025'in, hem ihracatta hem de iç pazarda zorlukların derinleştiği bir yıl olması öngörülüyor.
Sektörün son yıllarda yaşadığı ihracat kayıplarına karşılık dengeyi sağlayan iç satış canlılığı da zayıflamaya devam ediyor. ABD ve Çin başta olmak üzere büyük pazarlardaki gerilimler de sektördeki belirsizlikleri artırıyor.
TÜRKBESD Başkanı Gökhan Sığın, Türkiye'nin beyaz eşya ihracatının yüzde 75'inin Avrupa pazarına gerçekleştiğine dikkati çekerek, Çin'den Avrupa Birliği'ne yönlenebilecek ihracatın, sektörün temel ihracat noktası olan Avrupa'da daha fazla pazar kaybetmesine yol açabileceğini belirtiyor.
Dış faktörler
Türk ekonomisinin bu olumsuz durumunu anlatırken dış faktörlerin negatif etkilerini de dikkate almamız gerekiyor. Dünyadaki Rusya – Ukrayna savaşı, dünya genelinde yaşanılan enflasyon ve resesyon sarmalı ve Çin’in ve ABD’nin (Trump) dünya ve ülkemiz ticareti üzerindeki baskılayıcı ekonomi politikaları ve ayrıca 6 Şubat 2023 tarihinde yaşadığımız deprem felaketinin devam eden olumsuz etkilerini de dikkate almamız gerekiyor.
Stagflasyon
Bütün bu olumsuz faktörler ülke ekonomisine stagflasyon olarak yansıyor.
Yüksek enflasyonun hâkim olduğu bir ekonomide şirket kârları düşüyor. Şirket sermayeleri yüksek enflasyon karşısında değer kaybettiği için şirketler sermayelerini korumak için kârlarının büyük kısmını sermayeye aktarmak zorunda kalıyor. Yüksek enflasyonun devamında bu usulün devamı sürdürülemez hale geliyor. Zira yüksek enflasyon, şirketlerin operasyonel verimliliğini ve kârlılığını olumsuz olarak etkiliyor.
Yüksek enflasyon ortamında aynı zamanda halkın alım gücü düşüyor. Yüksek kredi faizleri nedeniyle krediye ulaşmak ve kredili mal almak artık imkânsız hale geliyor. Bu durum da şirketlerin mal ve hizmet satışlarını düşürüyor. Yüksek enflasyonun devamında yeni şirket kurulmadığı gibi şirket kapanmaları da artıyor. Şirketler kapandıkça işsizlik artıyor. İşte bu sarmal durumuna da ‘’stagflasyon’’ deniyor.
Stagflasyon, stagnasyon (durgunluk) ile enflasyonun aynı anda görüldüğü durum oluyor. Stagflasyon; ekonomideki durgunluk ve işsizlik oranı artarken fiyatların da hızla yükseldiği bir durumu gösteriyor. İşte böylesi bir ülkeye hiçbir yabancı sermaye gelmiyor. Yabancı sermaye ülkeye gelmediği gibi yerli sermaye de yurt dışına kaçıyor.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, 03 Temmuz 2024 tarihinde Haziran ayı enflasyon rakamlarına ilişkin, "Dezenflasyon süreci başladı’’ diye beyanat veriyor. Sayın Bakan, Birleşik Krallık (İngiltere) vatandaşı olduğu için Türkiye’den bi haber, Türkiye’de başlayan sürecin dezenflasyon değil, stagflasyon süreci olduğunu görmüyor.
İşte bu nedenle de ‘’stagflasyon’’un olduğu bu tür ülkelere yabancı sermaye gelmiyor, daha önce gelmiş olanlar varsa da fırsatını bulan ülkeden çıkıp çıkıp gidiyor, yerli sermaye de yatırım yapmıyor, onlardan da fırsatını bulan varsa yurt dışına gidiyor. Çünkü stagflasyon ortamında şirketler değil kâr etmek varlılarını dahi koruyamıyor.
Yazının sonuç bölümünü iki kısım halinde vermek gerekiyor.
Sonuç -I
Bütün bu anlattıklarım şu sonucu gösteriyor; Alım gücünü kaybeden, yoksullaşan çaresiz vatandaştan sonra artık sanayici de gücünü kaybediyor. Çünkü sanayiciyi; yüksek kredi faizleri bir yanda, azalan tüketici alım gücü diğer yandan baskılıyor. Talep daralması, sert ve sürekli bir durumda yaşanıyor. Kredi yok, maliyet yüksek, talep daralıyor. Böylece sanayici sadece gücünü kaybetmekle kalmıyor; artık sanayici bir bir yere düşüyor.
Şu husus ülkede ne anlaşılıyor ne de görülmek isteniyor: Üretim olmadan enflasyonla mücadele mümkün olmuyor. Reel sektörde artık çarklar dönmüyor. Reel sektörde çarklarının durması; reel sektörün çökmesi, işsizliğin artması, vergi gelirlerinin düşmesi anlamına geliyor. Zora düşen şirketler, zincirleme birbirini aynı sürece sürüklüyor. Kapanan her işletme, işini kaybeden her emekçi, hayalini yitiren her girişimci artık doğrudan bir toplumsal çöküşü işaret ediyor.
Bütün bunların bir sonucu olarak; Türkiye’nin milli geliri düşüyor, ülke ve halk fakirleşiyor. Milli geliri düşen, halkı fakirleşen, halkın alım gücü zayıflayan ülkelerde ise bakkal dükkanının dahi ayakta kalma imkân ve ihtimali kalmıyor. Ki yazım içinde kapanan binlerce bakkal dükkanının sayısını verdim, zaten kalmıyor. 2024 yılında toplamda 120 bin esnaf kepenk kapatıyor. Yalnızca 2025 yılının ilk iki ayında toplam 21 bin 768 esnaf iş yerini kapatıyor.
Böylesi bir ortamda bir şirketin değil kâr elde etmesi ayakta kalmasını bile büyük bir başarı olarak görmek gerekiyor.
Ekonomik durgunluk ve yüksek enflasyon, sadece büyük şirketleri değil, küçük esnafı da vuruyor ve Türkiye’yi büyüyen bir işsizlik ve yoksulluk döngüsüne sürüklüyor. Bu kısır döngü, çözülmediği takdirde, bu sorunun toplumun tüm kesimlerini derinden etkileyerek Türkiye’yi daha büyük ekonomik ve sosyal krizlere yol açma ve Türkiye’yi sosyal, siyasi ve ekonomik sonuçlarıyla beraber Weimar Almanyası’na dönüştürme ihtimali ve tehlikesi bulunuyor.
Sonuç - II
Bu uzun yazımı Kazım Karabekir’in bir sözü ile bitirmek istiyorum:
Kazım Karabekir’in kızı Hayat Karabekir Feyzioğlu, Genelkurmay Karargâhında yapılan bir anma töreninde de şöyle konuşuyor: “Babamın bir sözü vardır, sık sık tekrarlamak ihtiyacı duyarım; ‘Vatandaş! Yanlış bilgi felaket kaynağıdır. Her işin evvela hakikatini ara ve öğren! Sonra münakaşasını istediğin gibi yap! Birincisi vicdanına, ikincisi seciye ve irfanına dayanır.’”
Kazım Karabekir’in bu sözü, sadece OYAK hakkında değil, herhangi bir konuda bir yargıya varacak olanların kulaklarında küpe olması gerekiyor.
2023 yılına göre 2024 yılında; Dolar %19,8, Euro %12,8, Altın %48,7, Bist 100 %31,6 ve TÜFE’ye göre enflasyon ise % 44,4 oranında artıyor.
Bütün bu bilgiler, bütün bu ortamlar, bütün bu şartlar ve bütün bu rakamlar altında OYAK’ın 17 Mayıs 2025 tarihinde açıkladığı 2024 yılı %55,2 nema oranının ne anlama geldiğini değerlendirmek de okuyucunun izanına, insafına ve vicdanına kalıyor. Kaldı ki %55,2 nema oranı, kâr olmayıp, kârdan yatırım için ayrılan paydan sonra üyelere aktarılacak geri kalan oran oluyor.
OYAK’ı kuranlara, OYAK’ı bugünkü kurumsal yapısına taşıyanlara ve halihazırdaki OYAK’ın bütün yöneticilerine, emeği geçenlere, bütün çalışanlarına, işçilerine; Hakk’ın rahmetine kavuşanlara Allah’tan rahmet, yaşayanlarına şükranlarımı sunuyorum.
Arz ederim.
Osman AYDOĞAN
Bir not: Yazımda anlattığım OYAK’a ait bilgiler OYAK’ın web sitesinde üçer aylık fasılalarla yayınlanan üye bültenlerinde yer alıyor.
İkinci bir not: Yazım tabii ki eleştirilebilir. Saygı duyarım. Ancak ben yazımda hem OYAK’ı hem de OYAK’ın faaliyet gösterdiği ekonomik ortamı bilgiye ve rakamlara dayalı olarak anlatıyorum. Rakamlara ve bilgiye dayanmayan eleştiriyi kabul etmem mümkün gözükmüyor. Anlattığım gibi enflasyon oranında bir kâr veya nema beklemek ekonominin kurallarına göre mümkün olmuyor.
Üçüncü bir not: Buraya bir not daha düşmek, bir açıklama yapmak ihtiyacını hissediyorum.
Ben ‘’İşletme Lisans’’ mezunuyum, yani işletme lisans diplomam var. Yüksek lisansımı da Almanya’da yaptım. İşletmenin tamamlayıcısı olduğu için ‘’Wirtschaftsdeutsch’’ (ekonomi Almancası) kursuna katıldım. Daha sonra Viyana’da iki yıl boyunca ataşelik yaptım. Bu süre zarfında bakanlığın Avusturya’da iş yaptığı şirketler hakkında, Avusturya Ticaret Bakanlığından ilgili Avusturyalı şirketlerin dokümanlarını alıp bu şirketler hakkında rapor hazırlayıp bakanlığa gönderdim.
2010 yılında emekli olduktan sonra dört ticari şirketi olan Türkiye çapında saygın bir kuruluşta beş yıl genel müdür yardımcılığı görevinde bulundum. Bu dört şirketin beş yıl boyunca her ay yapılan yönetim kurulu toplantılarına katıldım. Türkiye çapında kendi alanında ilk beşte yer alan bir şirketin beş yıl yönetim kurulu üyeliği, iki yıl da yönetim kurulu başkan vekilliği görevini yürüttüm. Kendime ait yurt dışına iş yapan bir limited şirket kurdum. Ancak hükümetin politikaları nedeniyle götüremedim, bir süre faaliyet gösterdikten sonra kapatmak zorunda kaldım.
Son olarak da İstanbul’da 2018-2023 yılları arasında bir sanayi kuruluşunun danışmanlığını yaptım.
Bunu şunun için yazıyorum: Sanayinin içindeydim, iş dünyasının içindeydim. Ve bu tecrübeme binaen de aynı zamanda iyi bir finansal tablo okuyucusuyum. Bu tecrübem nedeniyle; üretim nedir, ticaret nedir, maliyet nedir, enflasyon nedir, maliyet enflasyonu nedir, enflasyon muhasebesi nedir, amortisman nedir, gelir gider tablosu nedir, bilanço nedir, bütçe nedir bunları bilecek ve bunlara yorum yapacak kadar, finansal bir tabloyu okuyacak kadar da bilgi ve birikim sahibi oldum. Bu yazımı da bu birikimim çerçevesinde yazdım.