• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi5
Bugün Toplam301
Toplam Ziyaret3378621

Haziran 2025’inden sakının


Haziran 2025’inden sakının

20 Nisan 2025


Shakespeare’in ‘’Julius Caesar’’ (Jül Sezar) (İş Bankası Kültür Yayınları, 2007) adlı oyununda şu bilgi verilir: Roma İmparatoru Jül Sezar senatoya gelirken, yolunu kesen bir kâhin “Mart’ın 15’inden sakın!” diye bağırıyor. Karısı da o gün Sezar’a senatoya gitmemesi için yalvarıyor. Sezar iki uyarıyı da dinlemiyor.

Jül Sezar 15 Mart’ta senatoya gelirken, bazı senatörler bıçaklarla saldırıyor. Aralarında kimilerine göre “evlatlığı”, kimilerine göre “öz oğlu” ve Mersin’de Roma Valiliği yapmış olan Brutus de bulunuyor. Brutus, Sezar’ı arkadan bıçaklıyor. Sezar “ihaneti” yansıtan ünlü ‘’Sen de mi Brutus! Öyleyse yıkıl Sezar!’’ ("E tu brute! Then fall Caesar!") sözüyle can veriyor ve “ihanet” daha sonraları Roma sikkelerinde simgeleşiyor. Bu suikastta otuz beş bıçak darbesiyle can veren Sezar, ezeli düşmanı Pompeius’un büstü önünde yere düşüyor. Eserde Sezar can verirken son sözlerini söylüyor: "Erdem, sen bir kelimeden başka bir şey değilsin."

Sezar’ın yolunu kesip kendisine “Mart’ın 15’inden sakın!” diye kâhin günümüzde yaşasaydı sanırım şu kehanette bulunurdu: ‘’Haziran 2025’inden sakının!’’

Kâhin yaşasaydı eğer neden ‘’Haziran 2025’inden sakının!’’ diyecekti? Bu soruya cevap için çooook gerilere değil de yakın bir tarihe gitmemiz gerekiyor. 2003 yılına. Ancak olayları tam olarak anlaşılabilmesi için Shakespeare oyunlarında olduğu gibi bu konunun da üç perdelik bir oyunla anlatılması gerekiyor.

BİRİNCİ PERDE: 2003-2018 ABD – İRAN GERİLİMİ

ABD – İran nükleer tesis krizi

İran, nükleer yakıt geliştirme programı ile ilgili olarak 2003 yılından beri ABD ile anlaşmazlığa düşüyor. Sonunda İran ile BMGK’nin daimî üyeleri olan ABD, Rusya Çin, İngiltere ve Fransa ile Almanya (5+1) arasında uzun müzakerelerin ardından 2016 yılı Ocak ayında Tahran'ın nükleer faaliyetlerinin düzenlendiği ve denetim altına alındığı bir anlaşma imzalanıyor.

ABD, İran ile 2003 yılından beri devam eden bu müzakereleri esnasında eğer müzakereler tıkanırsa, müzakerelerin tıkandığı noktada İsrail ile İran’ın nükleer tesislerini vurma kararı alıyor.

ABD/ İsrail’in İran’ı vurma hazırlığı

Peki ABD, İran’ı Texas’dan atacağı füzeler veya Ohio’dan kaldıracağı uçaklarla mı vuracaktı? Tabii ki hayır. ABD bu maksatla İncirlik Üssünü, İsrail havalimanlarını ve Akdeniz'deki ve Hint okyanusundaki gemilerini kullanmayı planlıyor.

Ancak İran’ın elinde, öyle HAMAS’ın ev yapımı uyduruk roketleri gibi değil Scud-C varyantı Şahab balistik füzeleri bulunuyor. Ve İran’ın ABD’nin böylesi bir harekâtı karşısında Şahab füzeleriyle misillemede bulunması bekleniyor. İran’ın Şahab füzelerinin hedefinin de İncirlik ABD Üssü, Tel Aviv gibi İsrail şehirleri olması bekleniyor.

ABD de İran’ın Şahab balistik füzesi ile yapacağı böylesi bir misillemeye karşı orta ve kısa menzilde ABD'nin Bükreş'ten 180 km uzaklıkta, Romanya-Bulgaristan sınırına yakın bir yerde 170 hektarlık bir alanda konuşlandırdığı THAAD füzeleri bulunuyorsa da İran’dan İsrail’e atılacak balistik füzelerde mesafe bakımından bu THAAD füzeleri yetersiz kalıyor. Bu THAAD füzeleri esas olarak buraya Rusya’dan Avrupa’ya atılacak balistik füzeleri önlemek için konuyor.

İsrail’i İran balistik füzelerinden korumak için kala kala kısa menzilli füzesavar olarak Patriot füzelerini kullanmak kalıyor. Ancak İncirlik veya Tel Aviv’e atılacak Şahab füzelerinin ilk safha yörüngesini tespiti için mutlaka ve mutlaka İran’a yakın ve belli bir rakımın üstünde konuşlanması gereken bir kara radar sistemine ihtiyaç bulunuyor.

Malatya Kürecik’e ABD radar üssü kuruluyor

Buluna buluna da 1960'larda Sovyetler'e karşı radar üssü olarak da kullanılan Malatya Kürecik bulunuyor. Sinan Cemgil ve arkadaşları 31 Mayıs 1971 tarihinde işte bu Kürecik Radar Üssü'ne baskın yapmak isterken Nurhak Dağlarında hayatlarını kaybediyor.

Bu maksatla Kasım 2010'daki NATO Lizbon zirvesinde karar alınıyor. Bu maksatla Türkiye ile ABD arasında 2011 yılında anlaşma imzalanıyor. 2012 yılında da Malatya'nın Akçadağ ilçesine bağlı rakımı 1800 metre ve Türkiye – İran sınırına olan uzaklığı yaklaşık 700 km olan Kürecik nahiyesinde balistik füze saldırılarına karşı erken uyarı radarı olarak kullanılmak üzere ABD radarları kuruluyor. Radar sisteminin kurulumu ABD askerî personeli tarafından gerçekleştiriliyor. Radar üssünün kurulması Şubat 2012'de tamamlanıyor.

Malatya Kürecik’e, o zaman Türk kamuoyunu ikna için Suriye tehdidi gerekçeli (sanki Suriye'nin elinde balistik füze varmış gibi), Doğan görünümlü bir Şahin, pardon NATO görünümlü bir ABD radarı kuruluyor. Hava radarı için de İncirlik’e ABD’den ve Avrupa'dan AWACS’lar getiriliyor.

İran balistik füzesinin hedefi olacak olan İncirlik Üssü’nü ve artık hedef olacağı için de Kürecik radarını korumak için de Alman Patriotları Kürecik’e, Hollanda Patriotları da İncirlik’e konuşlandırılıyor. Sahi, ABD, İran’ı İncirlik’ten vursaydı, sadece İncirlik ve Kürecik mi İran Şahab füzelerinin tehdidi altında olurdu? Ankara, İstanbul, Türkiye’nin sanayi tesisleri İran’ın hedefi olmaz mıydı da sadece Kürecik ve İncirlik Patriotlarla koruma altına alınıyor? Kürecik ve İncirlik’de ABD askerleri bulunuyor değil mi? Neticede onların canları daha önemli!

Günümüzde Kürecik radarının durumu

Konuya devam etmeden önce günümüzde Kürecik radar Üssünün statüsüne de bir göz atmak gerekiyor.

Günümüzde Kürecik'deki ABD Radar istasyonunun kontrolü, Avrupa Aşamalı Adaptif Yaklaşımı (EPAA, European Phased Adaptive Approach) çerçevesinde NATO Komutanlığına devrediliyor ve radar, ''NATO Erken Uyarı ve Bilgi Sistemleri''ne bağlı olarak çalışıyor. Erken uyarı radarı ABD Ordusu'na ait oluyor ve ABD Avrupa Ordusu tarafından işletiliyor. Radar, NATO ülkelerine (!) İran'dan vaki olacak bir balistik füze saldırısı için erken uyarı görevini yerine getiriyor. (Bu resmî cümledeki ''NATO ülkelerine'' ifadesi ''İsrail'' olarak okunması gerekiyor.)

Ayrıca ABD’nin Akdeniz’deki gemilerinde bulunan ‘’Füze Kalkanı’’ savunması için görevlendirilen füzeler ve orta menzilden itibaren SM-3 füzelerinin çeşitli versiyonları bu balistik füzeleri atmosferde iken imha için hazır bekliyor.

ABD – İran krizi aşılıyor

ABD ve İran arasındaki bu kriz 2016 yılı Ocak ayında, resmi adı ‘’Ortak Kapsamlı Eylem Planı’’ veya ‘’JCPOA’’ olan anlaşma ile aşılıyor. Aslında o dönem yaşanan kriz hiç de 1962 yılı Küba – Jupiter krizinden farklı bulunmuyor. Ancak bu kriz Türk kamuoyunca pek algılanmıyor. Allah’tan İran’ın başında Cevad Zarif gibi dahi ve zarif bir dışişleri bakanı bulunuyor da Obama ile 2016 yılında anlaşarak bu tehdit ortadan kalkıyor.

ABD, Trump’ın I. Başkanlık Döneminde anlaşmadan çekiliyor.

Ancak ABD’nin Barack Obama Başkanlığı döneminde imzaladığı bu anlaşmadan Donald Trump, anlaşmanın zayıf kaldığını ve İran’ın balistik füze programını kapsamadığı gerekçesiyle diğer 5+1 ülkelerinin itirazlarına rağmen 2018 yılı Mayıs ayında çekiliyor.

Trump aynı zamanda İran’a tekrar yaptırım uygulamaya başlıyor. Buna karşılık İran da anlaşmadan aşama aşama uzaklaşarak belirlenen sınırların üzerinden uranyum zenginleştirmeye başlıyor.

İKİNCİ PERDE: ABD’İN DÜŞMANI ÇİN İLE HESAPLAŞMASI İÇİN MINTIKA TEMİZLİĞİ

ABD, birisi Aralık 2017 yılında, diğeri de Ekim 2022 yılında iki ‘’Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’’ni açıklıyor. ABD, bu belgelerde Çin’i, ABD’nin güvenlik ve refahının tam karşısında konumlanmış asıl düşman kategorisinde değerlendiriyor.

Ancak ABD’nin tam olarak Çin’e karşı konsatre olabilmesi için Çin yolunda kendisine engel olabilecek bazı sorunlardan da kurtulması ve bir mıntıka temizliği yapması gerekiyor. Bu sorunlardan bir tanesi Rusya, diğeri ABD’nin Jandarması İsrail’e sorun olan Ortadoğu bölgesi ve üçüncüsü de İran olarak duruyor.

Rusya’nın dişleri sökülüyor, tırnakları çekiliyor

Bahsettiğim gibi ABD, 2017 ve 2022 yıllarına ait iki ‘’Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’’nde ABD’nin Rusya’ya karşı büyük ekonomik ve askerî kaynak harcamaya zorlayacak jeopolitik istikrarsızlıklara yol açacak bir politika izlemesi gerektiğini söylüyor.

Sonuçta özetle, Rusya, 24 Şubat 2022 tarihinde bütün Ukrayna’ya saldırıyor. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısıyla; ABD ve AB, Ukrayna’ya ekonomik ve askerî her türlü yardımı yapıyor, NATO canlanıyor, İsveç ve Finlandiya NATO’ya katılıyor, AB, özellikle Almanya tekrardan silahlanıyor, Rusya’ya ekonomik ve siyasi ambargo konuyor, AB ülkelerinin özellikle enerji alanındaki Rusya’ya olan bağımlılığı hemen hemen sona erdiriliyor, AB ülkelerinin Rusya ile olan ekonomik ilişkileri kesiliyor.

Bu savaşın kaybedeni Ukrayna ile beraber Rusya olarak gözüküyor. AB, her ne kadar enerji ve ekonomik kriz yaşasa da ABD’nin de baskısıyla askerî bir güç olarak da ortaya çıkıyor. İsveç ve Finlandiya’nın da katılmasıyla NATO, Avrupa’da daha güçlü bir hale geliyor.

Muhtemel ki ABD, uzayan Ukrayna savaşı ve ekonomik ambargolar nedeniyle zayıflayan, dişleri dökülen, artık ABD için bir tehdit olmaktan uzaklaşan Rusya’yı, Finlandiya ve İsveç'in de NATO'ya katılımıyla güçlendirdiği ve silahlandırdığı Avrupa'nın (AB) kontrolüne bırakıp kendisi Çin ile nihai bir hesaplaşmaya hazırlanmak istiyor.

Ancak ABD’nin sorunsuz ve engelsiz bir şekilde Çin’e yönelebilmesi için Ortadoğu’nun İsrail’in kontrolüne bırakılması gerekiyor.

Ortadoğu, ABD’nin jandarması İsrail’in kontrolüne bırakılıyor.

Tüm bir Ortadoğu Bölgesi’nin İsrail’in kontrolüne bırakılması için İsrail, Filistin destekçilerinden ve İsrail düşmanlarından kurtarılıyor. Ardından da İsrail, Filistin sorunundan kurtarılıyor.

Bu maksatla önce seküler FKÖ tasfiye ediliyor. 2007 yılından sonra seküler FKÖ yerine İsrail’in kurduğu ve desteklediği İslamcı ve İhvan’cı HAMAS devreye sokuluyor. HAMAS'ın; aşırı dinci dili, sert, şiddet yanlısı söylemi ve Filistin’in kurtulmasından önce İslamlaştırılmasına öncelik veren tutumu dünyanın Filistin’e olan desteğini çekmesine yol açıyor. Bu ise Filistin mücadelesinin dünyada yalnız kalmasına yol açıyor.

Filistin dünyada yalnızlaştırıldıktan sonra İsrail’in baş düşmanı ve dünyadaki Filistin’in en büyük destekçisi olan Saddamlı Irak, Kaddafi’li Libya ve Esad’lı Suriye; ABD ve onun eşbaşkanları tarafından ortadan kaldırılıyor.

Ayrıca İsrail’in baş düşmanı ve dünyadaki Filistin’in en büyük destekçisi olan Saddamlı Irak parçalanırken bölgede ABD tarafından, Türkiye’nin de büyük desteği ile İsrail dostu bir yapı oluşturuluyor: ‘’Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’’

Bir taraftan İsrail’in baş düşmanı, Filistin’in can yoldaşı ülkeler böylesine ABD ve ABD eşbaşkanları tarafından bertaraf edilirken, ABD güdümünde ve desteğinde İsrail’in Kudüs’te ve bölgesinde işgalinin tanınması için Arap ülkeleri sıraya giriyor. Bu kapsamda; Eylül 1978 tarihinde Mısır, "Camp David'’ anlaşmasıyla İsrail'i tanıyarak, İsrail’i, işgal ettiği topraklardaki varlığını meşru sayan ilk Arap devleti oluyor. Ekim 1994 tarihinde Ürdün ile İsrail arasında yapılan ‘’Vadi Arabe’’ anlaşmasıyla iki ülke arasında diplomatik ilişki kuruluyor. Suudi Arabistan baştan beri ABD’nin Ortadoğu projelerinin merkezinde, İsrail’in yanında ve Filistin’in karşısında yer alıyor. Bu anlaşmaları bölgedeki diğer Arap ülkeleri takip ediyor.

Bütün bunlardan sonra 06 Aralık 2017 tarihinde ABD, Kudüs’ü, İsrail'in başkenti olarak ilan ediyor, 14 Mayıs 2018 tarihinde ABD, Büyükelçiliğini Kudüs'e taşıyor, 25 Mart 2019 tarihinde ABD, İsrail’in 1967 yılında işgal, 1981 yılında ilhak ettiği Golan tepeleri üzerindeki egemenliğini tanıyor ve son olarak da 28 Ocak 2020 tarihinde ABD, tek taraflı olarak açıkladığı '’Yüzyılın Anlaşması'’ ile Kudüs’ü bölünmeden İsrail’in başkenti olarak ilan ediyor.

İsrail, Filistin sorunundan kurtuluyor

CIA ve MOSSAD destekli HAMAS'ın 07 Ekim 2023 Cumartesi sabahı İsrail'e karşı ev yapımı uyduruk roketlerle başlattığı savaş, İsrail’in dev savaş makinesi ile Gazze’ye saldırmasına vesile oluyor. HAMAS saldırıları sonucu 1400 İsrailli ölüyor. İsrail ise Gazze'ye saldırısıyla Gazze’de taş üstünde taş bırakmıyor, İsrail yaptığı katliamlarla da şimdiye kadar kadın çocuk demeden 50.000 üzerinde Filistinliyi öldürüyor. İsrail’in artık Filistin diye bir sorunu kalmıyor.

İsrail, Gazze’yi yerle bir ettikten sonra kuzeye yönelip Lübnan’a saldırıyor. Lübnan güneyindeki Hizbullah’ı yok ediyor. İsrail, Lübnan ile 27 Kasım 2024 günü sabah saatlerinde iki ay süreyle ateşkes anlaşmasına varıyor. İsrail, Yemen’e hava saldırısıyla Yemen’deki Husileri etkisiz hale getiriyor.

İsrail, İran tehdidinden kurtuluyor

Suriye’de Esad’ın devrilmesi, Güney Lübnan’da Hizbullah’ın yok edilmesiyle İran’ın Ortadoğu’ya ve İsrail’e uzanan eli kolu kesiliyor. Ayrıca İran için devlet başkanının uçağını düşürülmesi ve kendi iç sorunları nedeniyle Suriye ve Lübnan Hizbullah’ının kaybıyla beraber artık İran’ın İsrail’e doğrudan tehdit olabilme kapasitesi kalmıyor.

Bu şekilde tüm bir Ortadoğu İsrail’in kontrolüne bırakılıyor. ABD’nin sorunsuz bir şekilde Çin’e yönelebilmesi ve konsantre olabilmesi için sadece ve sadece geriye İran kalıyor.

ÜÇÜNCÜ PERDE: ABD’NİN İRAN İLE HESAPLAŞMASI

ABD’nin Çin le hesaplaşmaya giden yolda yalnız kalan İran’ı bertaraf etmek için bazı bahaneler bulması gerekiyor. Aslında o bahane de çoktaaaan hazır bekliyor. O da; İran’ın nükleer yakıt geliştirme programı.

İran’ın nükleer yakıt geliştirme programı

Girişte bahsettiğim gibi 2003 yılından itibaren ABD ile İran arasındaki nükleer yakıt geliştirme programı krizi 2016 yılında resmi adı ‘’Ortak Kapsamlı Eylem Planı’’ veya ‘’JCPOA’’ olan anlaşma ile aşılıyor. Ancak ABD Başkanı Trump, bu anlaşmadan "kötü bir anlaşma" olduğu gerekçesiyle 2018 yılında çekilme kararı alıyor ve İran’a karşı ekonomik yaptırımları yeniden yürürlüğe koyuyor. İran da ABD’nin yaptırımları yeniden uygulama kararına misilleme olarak temel taahhütlerini ihlal ederek JCPOA tarafından yasaklanan uranyumu zenginleştirmek için binlerce gelişmiş santrifüj (arındırma makinesi) kuruyor.

Nükleer silahlarda %90 saflıkta zenginleştirilmiş uranyum kullanılıyor. Ancak 2016 anlaşması gereği İran'a yalnızca %3,67 oranında zenginleştirilmiş, 300 kg'a kadar uranyuma sahip olmasına izin veriliyor. Bu miktar nükleer santral ve araştırma amaçları için yeterli oluyor ancak nükleer bombalar için daha fazlası gerekiyor.

Ancak Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Mart 2025'te İran'ın %60 saflıkta zenginleştirdiği yaklaşık 275 kg uranyuma sahip olduğunu açıklıyor. Bu yetenek ise İran’ın kısa bir sürede nükleer silah üretebileceği anlamına geliyor. Ancak UAEA’nın bu açıklaması Irak’ın işgali öncesi işgale gerekçe olarak kullanılan, Irak’ın kimyasal silah geliştirdiği yalanına benziyor.

Trump’ın İran’a uyarıları

2025 Ocak ayında yeniden ABD Başkanı seçilen Trump, JCPOA'dan "daha iyi" bir anlaşma amacıyla İran'ı yeni ve genişletilmiş bir anlaşma müzakere etmek için İran ile görüşmelere başlayacağı duyuruyor. Başlangıçta İran müzakere çağrılarını reddediyor. Ancak Trump, İran yeni bir anlaşma yapmazsa İran’ı "bombalayacağı’’ uyarısını yapıyor.

Trump'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz, Trump'ın İran'ın sadece ‘’uranyum zenginleştirme programı"nı değil, İran’ın tüm nükleer programının tamamen ortadan kaldırılmasını istediğini söylüyor.

Fox Business Network'e 7 Mart 2025 tarihinde bir röportaj veren Trump, İran lideri Ali Hamaney'e bir mektup gönderdiğini açıklayarak şunları söylüyor: "Onlara, 'Umarım müzakere edersiniz çünkü askerî olarak girmemiz gerekirse bu korkunç bir şey olacak' diyen bir mektup yazdım." ABD basını tarafından; söz konusu mektubun "sert" olduğu, Trump'ın İran'ın anlaşma için müzakereye yanaşmaması durumunda "sonuçlar" konusunda uyarılarda bulunduğu, Trump’ın İran’a yeni bir nükleer anlaşma için iki ay süre verdiği ve Beyaz Saray'ın mektup iletilmeden önce, İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelere mektubun içeriği konusunda brifing verdiğini bildiriliyor.

Hamaney ise 8 Mart 2025 tarihinde yaptığı bir konuşmada, ABD'nin müzakere talebiyle sorunları çözmek değil, kendi taleplerini dayatmak ve tahakküm kurmak istediğini ifade ederek İran'ın bunu kabul etmeyeceğini söylüyor.

Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) Devlet Başkanı Muhammed bin Zayid Al Nahyan'ın Diplomasi Danışmanı Enver Gargaş, 12 Mart 2025 tarihinde İran'ın başkenti Tahran'da İran Dışişleri Bakanı Abbas Erakçi ile bir araya gelerek Trump'ın, Hamaney'e hitaben yazdığı mektubu teslim ediyor.

ABD – İran arasındaki Umman ve Roma görüşmeleri

İran tarafının 28 Mart 2025 tarihinde müzakerelere açık olduklarını açıklamasının ardından ABD ile İran arasındaki ilk görüşmeler 12 Nisan 2025 tarihinde Umman’da yapılıyor. Görüşmelerin sonucunda hem İran hem de ABD tarafı müzakerelerin "olumlu ve yapıcı" olduğunu açıklıyor.

ABD ve İran arasındaki bu görüşmelerin ikincisi 19 Nisan 2025 tarihinde Roma’da başlıyor. Ancak bu görüşmeler öncesi ABD Başkanı Donald Trump'ın Orta Doğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff, yaptığı açıklamada, İran'ın önceki nükleer anlaşmadaki 3,67 oranında uranyum zenginleştirmesini kabul ettiklerini söylüyor. Witkoff, daha sonraki açıklamasında ise İran'ın uranyum zenginleştirmesini durdurması gerektiğini söylüyor. Bu açıklamalar ABD'nin İran'dan zenginleştirmeyi azaltmasını mı yoksa nükleer programını tamamen durdurmasını mı istediği konusunun henüz net olmadığını gösteriyor. Tabii ki İsrail’i de unutmamak gerekiyor. İsrail, yalnızca diplomatik bir çözümün yeterli olmadığını, İran’ın nükleer programının tamamen ortadan kaldırılmasını ve askeri faaliyetlerinin kısıtlanmasını istiyor.

İran Dışişleri Bakanı Abbas Erakçi ise nükleer programındaki endişeleri gidermeye hazır olduklarını ancak ülkesinin uranyum zenginleştirme hakkını müzakere etmeyeceklerini ifade ediyor. Ayrıca İran, bu görüşmelerde nükleer enerji geliştirme ve uranyum zenginleştirme hakkının tanınmasını isterken 2018'de Trump'ın ülkesini tek taraflı nükleer anlaşmadan çektiği gibi bir durumla karşılaşmamak için ABD’nin muhtemel bir anlaşmadan çekilmesine karşı garantiler talep ediyor.

ABD ve İran arasındaki 19 Nisan 2025 tarihindeki Roma görüşmeleri aynı gün sona eriyor. Taraflar henüz görüşmelerin sonucu hakkında bir açıklama yapmıyor. Ancak İran resmi haber ajansı IRNA, heyetlerin gelecek hafta yeniden bir araya geleceğini duyuruyor.

ABD’nin niyetleri

The New York Times'ın (NYT) haberine göre İsrail, Suriye ve Lübnan'daki gelişmelerin ardından siyasi ve askerî açıdan zayıfladığı düşünülen dönemde İran'ın nükleer tesislerini vurmak dahil mayısta Tahran'a karşı büyük bir saldırı gerçekleştirilmesi planını Beyaz Saray'a iletiyor.

ABD, bu saldırıyı desteklemeyi düşünürken İran tarafının 28 Mart'ta müzakerelere açık olduklarını açıklamasıyla ABD Başkan Yardımcısı JD Vance, bu gelişmenin ardından İran ile görüşmelerin başarısız olması halinde Trump'ın İsrail'in saldırısını destekleyebileceğine işaret ediyor. Trump, 8 Nisan 2025 tarihinde ise İsrail'in İran'a karşı askeri saldırısının bir seçenek olarak kaldığını belirterek, "Eğer askeri müdahale gerekiyorsa askeri müdahalede bulunacağız. İsrail, tabii ki bunun lideri olacaktır." ifadelerini kullanıyor.

ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü Brian Hughes ise Trump'ın İran politikası için şu uyarıda bulunuyor: "Başkan Trump netti: İran, nükleer silaha sahip olamaz ve tüm seçenekler masada duruyor. Başkan, bu noktayı açıklığa kavuşturmak için İran ile doğrudan ve dolaylı görüşmelere izin verdi ancak bunun sonsuza kadar devam edemeyeceğini de açıkça belirtti."

SONUÇ

Madem konuyu Shakespeare’in trajedileri gibi sahneledik, o zaman Çehov ve Shakespeare’in trajedileri arasında bir farkında anlatmam gerekiyor. Çehov trajedilerinde herkes hayatta kalıyor. Ama hayatta kalmak için büyük tavizler veren herkes için hayatta kalmanın faturası ağır oluyor. Oyunun sonunda herkes bu tavizler karşılığında hayal kırıklığına uğruyor ve mutsuz oluyor. Shakespeare’in trajedilerinde ise bu böyle olmuyor. Shakespeare’i bütün trajedilerinin bir özelliği bulunuyor: Shakespeare’in trajedilerinde, perde kapanırken sahnede kan gölü oluşuyor.

Shakespeare’in bu oyunu, pardon Trump’ın İran ile olan bu müzakereleri de sanki dünya kamuoyuna yapacağı İran saldırısı için bir meşruiyet aracı olarak sunuyor. ‘’İran ile görüştük, müzakere ettik, ancak İran anlaşmadı’’ gerekçesi ile Trump’ın İran’a verdiği mühlet olan iki ayın dolmasının ardından Haziran 2025 tarihinde ABD ve İsrail’in müştereken İran’a saldırması bekleniyor.

ABD’inin bu saldırısını, Akdeniz ve Hint Okyanusunda bulunan uçak gemileri ve denizaltılarından atacağı füzeleri, buralardaki uçak gemilerinden ve bölgedeki üslerinden kaldıracağı uçakları ile gerçekleştireceği değerlendiriliyor.

ABD, İran’ı hava saldırı ile tahrip ettikten sonra İran’a sınırlı bir kara harekâtı yapacağı ve bu kara harekâtında ise yıllardır silahlandırdıkları ve eğittikleri PYD ve ÖSO’nu da kullanacakları bekleniyor.

Geriye sadece, eğer ABD, AKP hükumetini ikna edebilirse, AKP hükumetinin, ABD Irak’ı işgalinde çıkardığı 1 Mart 2003 Tezkeresi veya 19 Mart 2003 Tezkeresi gibi bir tezkere ile Türkiye hava sahasının ABD ve İsrail uçaklarına açılması kalıyor.

Zaten bu maksada matuf olarak Kürecik Radar Üssü her daim hazır bekletiliyor.

İran’ın da bu saldırılara karşılık olarak elindeki balistik füzelerle Öncelikle İsrail’e ve bölgedeki ABD müttefiki olan Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar ve BAE gibi petrol ülkelerini petrol sahalarına saldırması bekleniyor.

Petrol sahalarına yapılacak bu saldırı ile petrol fiyatlarının tavan yapacağı, petrolü olmayan ve petrole bağımlı başta Çin olmak üzere Japonya ve AB ülkelerinin ekonomilerini krize sokacağı ve bu durumun ise ekonomik rekabette kendi petrolünü çıkaran ABD’ne Trump’ın gümrük vergilerinden çok çok daha fazla rekabet şansı doğuracağı değerlendiriliyor. Böylece ABD, bir taşla beş kuş birden vurma şansı yakalamayı umuyor.

ABD ve İsrail’in İran’a böylesi bir saldırısı başta Trump, Netanyahu, Putin ve Prens Muhammed Bin Salman başta olmak üzere ve adlarını saymak istemediğim çooook diktatör kişinin işine geliyor. Çünkü bu adamların ülkeleriyle ilgili bütüüün sorunlarının, ABD'nin İran saldırısıyla gölgede kalması bekleniyor.

Kapitalizm, 2006 yılından beri yaşadığı krizini böylesi bir savaş ile bir soluk alması bekleniyor. Ancak Shakespeare’in trajedilerinde, perde kapanırken sahnede kan gölü oluşuyor.

Montaigne bir denemesinde; ‘’Adamın biri, zaten karanlıktan korkarmış. Bir gün büyük bir hangarda elindeki mumla tek başına kalmış. O an o kadar korkmuş ki elindeki mumu üfleyivermiş’’ diye yazıyor. Elde kalan son mumu da üfleyerek tüm Ortadoğu’nun kopkoyu bir karanlığa gömülmesini sağlayacak iki deli (Trump & Netenyahu) nihayet zuhur ediyor.


İşte bu nedenle Sezar’ın yolunu kesip kendisine “Mart’ın 15’inden sakın!” diyen kâhin günümüzde yaşasaydı eğer sanırım şu kehanette bulunurdu: ‘’Haziran 2025’inden sakının!’’ Sizlere de ‘’Haziran 2025’’ ayına denk gelen ve bu saldırı nedeniyle gölgede kalacak olan bütün haberleri bu saldırı ile ilişkilendirmek kalıyor! (Bakın burası önemli!)

Sizlere güzel mi güzel bir hafta sonu diliyorum. Gününüz güzel geçsin, her şey gönlünüzce olsun. 


Osman AYDOĞAN




Yorumlar - Yorum Yaz