• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam8
Toplam Ziyaret2927872

Birinci Dünya Harbinde Suriye – Filistin Cephesi ve Mustafa Kemal Paşa


Birinci Dünya Harbinde Suriye – Filistin Cephesi ve Mustafa Kemal Paşa


31 Ekim 2023

Mustafa Kemal, Osmanlı İmparatorluğunun Birinci Dünya Harbine katılmasını istemiyor. Mustafa Kemal, bu düşüncesini raporlarla Osmanlı Harbiye Nâzırlığına (Genelkurmay) iletiyor, bununla da yetinmiyor bizzat Başkomutan Vekili Enver Paşa ile görüşüyor. Ancak Mustafa Kemal ‘in Osmanlının Birinci Dünya Harbine girmesini engellemeye gücü yetmiyor.  

Birinci Dünya Harbinde Osmanlı cepheleri

Birinci Dünya Harbinde Osmanlı imparatorluğu harp prensiplerine aykırı olarak birçok cephede birden; Kafkasya, Kanal, Irak, Çanakkale, Suriye ve Filistin, Hicaz ve Yemen, İran, Makedonya ve Galiçya cephelerinde savaşıyor. Zaten Birinci Dünya Harbi öncesi Balkan Harbi ile gücü tükenmiş Osmanlı İmparatorluğun bu kadar geniş bir alanda ve bu kadar geniş bir cephede savaşması imkânsız hale geliyor. Ayrıca Osmanlı İmparatorluğuna Birinci Dünya Harbinden önce gelen Alman Yardım Heyeti, komuta heyetine dönüşerek Osmanlı Ordusuna komuta ediyor.

Osmanlı’nın, Alman komuta heyetinin Alman çıkarlarına dönük stratejiden yoksun harp planlaması ve bunun bir sonucu olarak dokuz cephede eşzamanlı olarak yürüttüğü harp ne kuvvet tasarrufu yapmaya ne de sıklet merkezi oluşturmaya izin veriyor. Bu irrasyonel cephelerde ve irrasyonel harp yönetimiyle başta insan kaynağı olmak üzere imparatorluğun bütün kaynakları insafsızca harcanıyor.  



Birinci Dünya Harbinde Mustafa Kemal

Mustafa Kemal, Birinci Dünya Harbinde önce 1915 yılında Çanakkale Cephesinde yer alıyor. Ardından 1916-1917 yılları arasında Doğu (Kafkas) Cephesinde 16. Kolordu Komutanı sıfatıyla Diyarbakır, Muş ve Bitlis savaş cephesinde Ruslara ve Ruslar ile birleşen Ermenilere karşı savaşıyor.

Mustafa Kemal, savaştığı bütün cephelerde harp prensiplerini uyguluyor ve bu doğrultuda da Osmanlı Harbiye Nâzırlığına sürekli uyarıcı raporlar gönderiyor. Bu raporların ağırlıklı konusu bu kadar geniş bir cephede savaşılamayacağı ve cephelerin daraltılarak kuvvet tasarrufu sağlanması ve komuta heyetinin Türklerden oluşması gerektiği yönünde oluyor.

28 Şubat 1917 tarihinde Şam’da yapılan toplantı

Mustafa Kemal, Diyarbakır’da 16. Kolordu Komutanı iken Başkomutan Vekili Enver Paşa’nın daveti ile Diyarbakır’dan Şam’a geliyor. İstanbul’dan gelen Başkomutan Vekili Enver Paşa, Diyarbakır’dan gelen Mustafa Kemal Paşa ve Filistin’de bulunan 4. Ordu Komutanı Cemal Paşa’nın katılımıyla 28 Şubat 1917 tarihinde, Şam’da iki gün süren bir toplantı yapılıyor.

Bu toplantı sonunda ‘’Medine’nin boşaltılması ve Hicaz’daki kuvvetlerin Filistin’de kullanılmak üzere geri çekilmesi kararı’’ alınıyor. Başkomutan Vekili Enver Paşa, Suriye’den döndükten sonra 02 Mart 1917 tarihinde bu kararını kesinleştirerek emre döküyor. (Hikmet Özdemir, ‘’Savaşta ve Barışta Kemal Atatürk’’, Doğan Kitap, 2019, s. 136) Muhtemel ki bu karar Mustafa Kemal Atatürk’ün teklifi ile alınıyor. Fakat Fahrettin Paşa bu emri dinlemiyor, kutsal mekânlar diyerek Medine’yi savunmaya devam ediyor. (Bu savunma esnasında binlerce Anadolu evladı çekirge de yiyerek Arap çölünde kırılıyor, şehit oluyor. Sonunda hem Medine düşüyor hem de savunmasız kaldığı için müteakip muharebelerde Filistin düşüyor, Şam düşüyor, o zamanlar Antep kadar Türk olan Halep düşüyor.)

Ancak Enver Paşa da verdiği bu emrin arkasında durmuyor. Çünkü hem Saray’da hem de Enver Paşa’da Filistin’i ve Kudüs’ü savunma fikri ve bu fikre bağlı olarak bir planlama ve bu planlamaya bağlı doğru bir tertiplenme ve yığınaklanma düşüncesi bulunmuyor. Zira Enver Paşa’nın zihninde Filistin cephesinin fazla bir kıymeti ve ehemmiyeti bulunmuyor. Enver Paşa; Alman Başkomutanlığına çektiği telgrafta bu düşüncesini şöyle ifade ediyor: “…nihayet, düşmanın Filistin’i işgaline engel olunamazsa, bu ne genel durum üzerinde kat’i bir tesir husule getirir, ne de Türkiye için tehlikeli olur. Fakat buna mukabil, düşmanın mühim kuvvetleri Cihan Harbinin kati netice yeri olmayan bir noktada bağlanmış olur”. (Baron Kress Von Kressenstein, ‘’Türklerle Beraber Süveyş Kanalına’’, Gn. Kur. Askerî Matbaa, 1943) Bu telgraf bile Enver Paşa’nın ne kadar sığ stratejik bir düşüncede olduğunu gösteriyor.

Hatta Enver Paşa'nın zihninde Filistin o kadar önemsiz bir yer işgal ediyor ki 1918 Haziran ayı itibariyle (İngilizler genel bir taarruz hazırlığında iken bile) Filistin cephesinden asker çekerek, Kafkasya cephesine gönderilmesi fikri gündeme geliyor. Bu fikir, Yıldırım Ordular Grubu Komutanı Liman Paşa tarafından büyük bir tepki ve endişe ile karşılanıyor. Liman von Sanders, “Türkiye’de Beş Sene” (Yeditepe Yayınevi, 2018) adlı eserinde, Osmanlı Başkomutanlığını özellikle Enver Paşayı, en çok ihtiyaç duyulan bir dönemde Kafkasya’ya asker sevki ilgili tutumundan dolayı eleştiriyor.

Suriye – Filistin cephesinde Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa


1917 yılı

Enver Paşa’nın Alman hayranlığı sonucu Çanakkale Cephesini Liman von Sanders Paşa’ya, Irak Cephesini von der Goltz Paşa’ya emanet ettiği gibi Suriye Filistin Cephesini de Alman Mareşali Falkenhayn Paşa’ya emanet etmek istiyor. Bağdat’ı geri almak üzere Halep’te Yıldırım Orduları Grubu kuruluyor. Yıldırım Orduları Grubu’nun başına da Enver Paşa tarafından Alman Mareşali Falkenhayn getiriliyor. Yıldırım Orduları Grubu karargâhını da çoğunlukla Alman subayları oluşturuyor.

07 Mart 1917 tarihinde Mustafa Kemal Paşa, 16. Kolordu komutanlığından 2. Ordu Komutanlığına atanıyor.

24 Haziran 1917 tarihinde Halep’te Başkomutan vekili Enver Paşa’nın Başkanlığında ordu komutanları toplantısı yapılıyor. Bu toplantıya 2. Ordu Komutanı olan Mustafa Kemal Paşa da katılıyor. Bu toplantı sonucunda Enver Paşa’nın direnmesine rağmen hiç de rasyonel olmayan Bağdat seferinden vazgeçiliyor. Almanya’dan Bağdat’ı almak üzere getirilen Mareşal Falkenhayn de ilk önce bu sefere taraftar olduğu halde, bu toplantıda ortaya konan gerçekler karşısında seferin yapılamayacağına inanıyor ve Sina cephesinde İngilizlere saldırarak onları yendikten sonra Bağdat’a yürümeyi kendince daha uygun buluyor.

Bu toplantıdan sonraki altı ay boyunca Yıldırım Orduları Grubu karargâhında Bağdat’a yapılacak bu harekât üzerine tartışmalarla geçiriliyor. Bu tartışmalar ve Mareşal Falkenhayn’ın Süveyş’e saldırı düşüncesi Filistin’in savunma düşüncesinin önüne geçerek Filistin’i savunma hazırlıklarını sekteye uğratıyor.

Mustafa Kemal de 5 Temmuz 1917 tarihinde Yıldırım Orduları Grubuna bağlı Yedinci Ordu Komutanlığına atanıyor.

Falkenhayn, Osmanlı hükümetinden büyük yetkiler alıyor. Falkenhayn, Toros’lardan başlayarak bütün Suriye, Filistin ve Arabistan’ın tek sorumlusu oluyor. Türkleri küçük gören ve Araplarla kendi adamları aracılığı ile ilişkiler kurmaya çalışan Falkenhayn’in elinde 5 milyon altın İngiliz lirası da bulunuyor. Bu para ile şeyhleri, aşiret reislerini ve nüfuzlu insanları satın alarak amacına ulaşacağı zannediyor. Bir sömürgeci gibi davranan bu komutanın tutumu Atatürk’ü sinirlendiriyor.

Mustafa Kemal, 20 Eylül 1917 tarihinde, Başkomutan Vekili Enver Paşa’ya yurdun ve ordunun acıklı durumunu pek canlı bir surette anlatan raporunu gönderiyor. Mustafa Kemal, bu raporun birer örneğini de Sadrazam Talât Paşa ile Bahriye Nazırı ve Dördüncü Ordu Komutanı Cemal Paşa’ya gönderiyor. Dört gün sonra bu rapora ek olarak 24 Eylül 1917 tarihinde yeni bir raporu Başkomutan Vekili’ne gönderiyor.

Bu raporları önemli gördüğüm için özetlemeden olduğu gibi aktarıyorum.

Mustafa Kemal’in, 20 Eylül 1917 tarihli raporu: (Günümüz Türkçesiyle)

‘’1. Halk ile idare arasındaki bütün ilişkiler sarsılmıştır. Evlerinde kalanlar, ya kadınlar ve âcizlerden veya asker kaçaklarından ibarettir. Bunların da yetiştirdikleri ürünler ancak kendilerine yetecek kadardır. Hükümetse onların aç kalmalarını bile düşünmeden ürünlerini ellerinden almak zorundadır. Öte yandan hükümetin güçsüzlüğü yüzünden memleket bir anarşi içindedir. Kimsenin hakkı korunamamaktadır. Bu da halkın hükümetten yüz çevirmesine sebep olmaktadır. Rüşvet ve vurgunculuk almış yürümüştür. Savaş sürüp giderse çürüyen devlet binası günün birinde birdenbire çökecektir.

2. Savaşın yakın bir gelecekte biteceğini sanmıyorum. Bizim tarafın karşı tarafı barışa zorlayacağı bahis konusu değildir. Almanların güttüğü yol “geliniz bizi yeniniz” ilkesine dayanıyor.

3. Ordumuz savaşın ilk yıllarına oranla çok zayıftır. Orduların mevcudu beşte bire düşmüştür. Bana gönderilen 59 uncu tümenin yüzde ellisi ayakta durmaya yeteneği olmayan insanlardan ibarettir. İstanbul’dan bin kişi ile yola çıkan taburlar Haleb’e 500 kişi ile gelmektedirler. Batı cephelerimizde düşmanın saldırıya geçmesi ihtimali vardır. Doğu’dan Ruslar bir saldırıya geçerlerse, buna karşı koyamayız. Irak’ta İngilizler amaçlarını elde etmişlerdir. Sina cephesinde düşman saldırıya hazırlanmaktadır. Özetle söylemek gerekirse Batı’dan bir saldırıyı beklemek, Suriye cephesinde ise düşman saldırısını geri çevirecek tedbirleri almak lâzımdır. Irak’ın geri alınmasını düşünemeyiz. Elimizde bunun için kuvvet de yoktur.

4. Bu sözlerimle her şeyin bitmiş olduğunu söylemek istemiyorum. Kurtuluş çareleri vardır. Ancak isabetli tedbirleri bulmak gerektir. Durumu hayale kapılmadan olduğu gibi görmek lâzımdır. Bunun için: İçten hükümeti kuvvetlendirmeli, iktisadî hayatı yoluna koyarak açlığı giderecek tedbirler alınmalı, askerî politikamız savunma politikası olmalı ve elimizdeki bir tek eri dahi sonuna kadar saklamalıyız. Yurt dışındaki bütün kuvvetlerimizi geri getirmeliyiz.

5. Bütün Suriye ve Hicaz’ın sorumluluğu şimdiye kadar olduğu gibi kendi evlâtlarımızdan birinin elinde olmalıdır. Sina cephesinde de komuta bizden birisine verilmelidir. Almanları idare etmek gibi bir yol yurdumuzun çıkarlarına aykırıdır. Bu ölüm-kalım savaşında kendi kendimize karar veremeyecek kadar güçsüz değiliz. Eğer benim bilmediğim nedenlerden ötürü Falkenhayn’ın görevde kalması yurdumuzun çıkarları için zorunlu ise ve Sina cephesinin von Kress’in sekizinci ordusu ile benim 7 inci ordum tarafımdan savunulması gerekiyor ve bu orduların Falkenhayn’e bağlı bulunması uygun bulunuyorsa, yurdumuzun çıkarları için bu görevi üzerime almaktan kaçınmam. Ancak Falkenhayn yalnız bir askerî komutan olarak kalmalı, asıl idare ve geri hizmetler bir yurt çocuğuna bırakılmalıdır. Eğer bir harekete geçmeden önce düşman saldırıya geçer ve Yedinci Ordu’dan gönderilen kuvvetler parça parça Kress’in komutasına verilerek benim karargâhım işsiz kalırsa, bu hale seyirci kalamam ve derhal bütün kuvvetleri kendi emrime alırım. Sina cephesi bir komuta altında erimeğe mecbur olursa, bu komutan ancak ben olabilirim. Almanların bu durumdan faydalanarak yurdumuzun bütün kaynaklarını kendi ellerine almalarına karşıyım.’’

Mustafa Kemal’in 24 Eylül 1917 tarihinde Başkomutan Vekili’ne gönderdiği ek rapor:

Raporun birinci ve ikinci bölümünde Sina cephesindeki düşman kuvvetleriyle bizim kuvvetlerimizin rakamlara dayanan gerçek durumu çok açık olarak göz önüne konuyor ve şu sonuca varılıyor:

‘’Burada biz bir saldırı değil, ancak bir savunma savaşı yapabiliriz. Devletin içten ve dıştan toplanacak bütün kuvvetleri Sina cephesine yollanmalıdır. Şimdiki kuvvetlerle Mareşal Falkenhayn’ın bir saldırıya geçme düşüncesi tamamiyle yersizdir. Cepheye arka arkaya katılacak kuvvetleri ağır top ve çok miktarda cephane ve malzeme ile pekiştirmek ve sağlam korunma yerleri hazırlayarak saldıracak düşmana zayiat verdirmek yolunu tutmalıyız.’’

Raporun üçüncü bölümünde şu hususlar yer alıyor:

‘’Bir savunma görevi alacak olan Sina cephesine iki ordu karargâhı sığmaz. Bunu Falkenhayn’a da söyledim. Böyle bir kuruluşun Sina cephesine sığabileceği gerekçesini savunduğu zaman gösterdiği plân bir saldın plânı idi. Bu cepheye bir tek kişi komuta etmelidir. Sina cephesine benim komuta edebilmem için noksan tecrübe ve kifayet gibi bir düşünce ileri sürülemez. Çünkü Arıburnu ve Anafartalar’da 11 tümeni ve bir süvari tugayını başarı ile kullanmış ve 10 tümenlik İkinci Ordu’yu idare etmiş bir komutan, istenilen tecrübeyi kazanmıştır.’’

Raporun dördüncü bölümünde ise Mustafa Kemal kesin kanaatini söylüyor:

‘’Falkenhayn 5 ayda hiçbir iş görmemiştir. Falkenhayn’a ne askerî ne de siyasî asla güvenim yoktur. Falkenhayn Sina cephesinde görev alamaz. Arabistan Başkomutanlığına bağlı olarak Sina cephesine ben komuta etmeliyim. Bu olmazsa beni Yedinci Ordu komutanlığından affetmelisiniz. Bu raporlarıma cevap alamazsam Mareşal Falkenhayn’a emrinde çalışamayacağımı bildireceğim.’’

Her ne kadar Başkomutan Vekili Enver Paşa kendisine bir kaç defa Mustafa Kemal’e görevine devam etmesini istemişse de, Mustafa Kemal daha fazla tahammül edemeyerek Ekim 1917 ortalarında Yedinci Ordu Komutanlığını bırakarak İstanbul’a dönüyor.’’

(Bu raporlar, Türk Tarih Kurumu eski Genel Müdürü M. Uluğ İğdemir’in Türk tarih Kurumu yayını olan Belleten Dergisi’nin Ekim 1969 tarih ve 132. Sayısının 505-515 sayfaları arasında ‘’Birinci Dünya Savaşında Atatürk'le Mareşal Falkenhayn arasında çıkan anlaşmazlığa dair yeni belgeler’’ başlığı ile yayınlanan makalesinde yer alıyor.  M. Uluğ İğdemir, bahsi geçen Belleten dergisinde makalesinde belgelere de yer veriyor.)

1918 yılı

Mustafa Kemal, 28 Ağustos 1918 tarihinde Halep'e geri dönüyor ve Karargâhı Filistin’in Nablus kentinde olan Yedinci Ordu Komutanlığı görevine devam ediyor.  Çanakkale'de olduğu gibi, yine Nasıra'da bulunan General Liman von Sanders'in komutasında bulunuyor.

Mustafa Kemal Suriye'yi bir kez daha iyice inceliyor ve cephe hattını ziyaret ediyor. Suriye'nin zavallı bir durumda olduğunu görüyor. Bölgede herhangi bir Osmanlı valisi veya komutanı bulunmuyor. Bol miktarda İngiliz propagandası ve İngiliz gizli ajanları bulunuyor. Yerel halk Osmanlı hükûmetinden nefret ediyor ve İngiliz birliklerinin bir an önce gelmesini dört gözle bekliyor. Düşman, asker ve teçhizat bakımından kendi kuvvetlerinden daha güçlü durumda bulunuyor. Çaresiz durumu anlatmak için "Onların karşısında biz pamuk ipliği gibiyiz" (Andrew Mango, ‘’Atatürk’’, Remzi Kitabevi, 2019, s. 179) ifadesini kullanıyor.  

Mustafa Kemal, bir taraftan İngilizlere karşı savaşırken diğer taraftan da İngilizler tarafından organize edilen ve yerel Arapları Türk yönetimine karşı ayaklanmaya teşvik eden Arap İsyanı ile de uğraşmak zorunda kalıyor.

Nablus Muharebesi



Alman generali Liman von Sanders'in emrindeki Türk kuvvetleri, (Yıldırım Ordular Grubu'nu oluşturan 4. Ordu 7. Ordu ve 8. Ordu) Fransızlar ile Şerif Hüseyin'in desteklediği İngiliz birlikleri karşısında 19 Eylül 1918'deki Nablus Muharebesi’ni (bu muharebe Nablus Yarması veya Megiddo Muharebesi olarak da adlandırılıyor) kaybettikten sonra geri çekiliyor.

Artık İngiliz General Allenby'nin kuvvetleri ile Mustafa Kemal'in Yedinci Ordusu arasında hiçbir şey durmuyor. İngiliz kuvvetleriyle karşılaşacak kadar askerî gücü olmadığı sonucuna varan Mustafa Kemal, daha güçlü bir savunma hattı kurmak için Ürdün'e doğru çekiliyor. Birkaç gün içinde, kaçakların toplam sayısı 300.000'e ulaşıyor. (Mango, Atatürk, s. 180)


Mustafa Kemal, askerlerini Halep'in güneyine konuşlandırarak yeni bir savunma hattı oluşturuyor ve burada ilerleyen İngiliz kuvvetlerini durduruyor. Lord Kinross, kitabında bu durumu şöyle anlatıyor: ‘’Seferin Türk kahramanı bir kez daha, Halep'in tepelerine ustaca stratejik şekilde geri çekilen Mustafa Kemal idi. İngiltere ile Türkiye arasında bir ateşkes imzalandığı haberi alındığında hala yenilmemişlerdi ve mücadelenin sonunda yenilgisiz tek Türk komutan idi. Arkasında, kendi kaderinin ve halkının kaderinin yattığı Türk ırkının anavatanı Anadolu vardı.’’ (Lord Kinross, ‘’Osmanlı İmparatorluğun Yükselişi ve Çöküşü’’, Altın Kitaplar, 2017)





Şam, 01 Ekim 1918 tarihinde Şam İngilizlerin eline geçiyor.

Mustafa Kemal'in 07 Ekim 1918 tarihinde İstanbul'a gönderdiği telgrafı:

Mustafa Kemal, 07 Ekim 1918 tarihinde İstanbul'a bir telgraf gönderiyor. Mustafa Kemal, bu telgrafta, 19 Eylül 1918 tarihinde Nablus'ta yaşanan bozgunun sebeplerini ayrıntıları ile anlatıyor. Mustafa Kemal, birliklerin, İngiliz hücumu karşısındaki savunmasını ve ric'atini anlattıktan sonra telgrafı "Artık, barıştan başka bir çare kalmamıştır" sözleri ile bitiriyor.

Mustafa Kemal, 07 Ekim 1918 günü Halep'ten saraya (İstanbul) gönderdiği telgrafını şu şekilde bitiriyor:

".... Enver Paşa gibi bir ahmak müdir-i harekât-ı umumiye (genel harekât müdürü) olmasa idi ve burada beş-on bin kişilik bir hey'et-i askeriyenin başında ilk top sadâsında ordusunu bırakıp kaçan ve şahsını kurtarmak için şaşkın tavuk gibi öteye-beriye iltica eden kumandan -Cevad Paşa- bulunmasa idi, hiçbir vaziyet-i askeriyeyi (askerî durumu) takdir edemeyen bir Dördüncü Ordu Kumandanı -Cemal Paşa- bulunmasa idi ve bunların başında muharebenin ilk gününden itibaren hiçbir tesir ve nüfuzu kalmayan bir grup karargâhı olmasa idi...

Bu andan sonra, artık sulhten (barıştan) başka yapılacak birşey kalmamıştır. 7 Teşrinevvel 334 (7 Ekim 1918), Halep.

Mustafa Kemal"

(Bu telgrafın orijinali, Sultan Vahideddin'in ailesi tarafından muhafaza edilen özel evrakı arasında bulunuyor.)

Katma Muharebesi

26 Ekim 1918 tarihinde Katma Muharebesi'nde Halep Arap - İngiliz müttefik kuvvetlerinin eline geçiyor. Bu kuvvetler Kilis güneyinde durduruluyor. Burada bir savunma hattı kuruluyor. Bu şekilde İngilizlerin ve Şerif Hüseyin'e bağlı birliklerin Toros geçitlerine ulaşarak buradan Anadolu içlerine girmesi önleniyor. Mustafa Kemal, anılarında güney sınırımızı çizen ve Misak-ı Milli'nin güney kanadını belirleyecek olan bu savunma hattını "Türk süngüsünün çizdiği sınır" olarak tanımlıyor.

Sabahattin Selek, ‘’Anadolu İhtilali’’ adlı eserinde Nablus Muharebesi ve sonrasında verilen kayıpları şöyle yazıyor: (c.I, s.31):  ''19 Eylül 1918’de başlayan Nablus Meydan Muharebesi’nden itibaren, 26 Ekim 1918’de Halep kuzeyinde Katma’da yapılan son muharebeye kadar geçen ve 39 gün devam eden geri çekilme süresince, Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığının 75.000 esir, 360 top, 800’den fazla makineli tüfek, 200 kamyon, 44 otomobil, 89 lokomotif, 468 yük ve yolcu vagonu zayiatı oluyor. ''


30 Ekim 1918 tarihinde de Mondoros'ta malûm mütareke imzalanıyor.

Mustafa Kemal Paşa Adana’da

Mustafa Kemal, 30 Ekim 1918 tarihinde Liman von Sanders'in yerine Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına atanıyor. Mustafa Kemal, bir gün sonra 31 Ekim 1918 tarihinde Adana'ya gelerek komutanlığı devralıyor.

Mustafa Kemal Paşa, Adana’da 31 Ekim 1918 gününden 10 Kasım 1918 gecesine kadar 11 gün Adana’da kalıyor. Mustafa Kemal Paşa, Millî Mücadele’nin ilk direniş hazırlıklarını 1-10 Kasım 1918 tarihleri arasında Adana’da yapıyor.

Mustafa Kemal Paşa, 4 Kasım 1918 tarihinde Ali Fuat Paşa ile ‘’Adana Mülakatı’’nı yapıyor. Ali Fuat Paşa, ‘’Millî Mücadele Hatıraları’’ (Temel Yayınları, 2007) adlı eserinde bu toplantıda eldeki silah ve cephanenin güvenli yerlere saklanması, eldeki kuvvetlerin jandarmaya kaydırılması ve Adana ve civarında ilk direniş yuvalarının kurulmasına karar verildiğini yazıyor.

Böylece Mustafa Kemal Paşa, daha Anadolu işgal edilmeden ilk direniş çalışmalarına Adana’da başlıyor.

Mustafa Kemal Atatürk, 15 Mart 1923 tarihinde yaptığı Adana ziyaretinde Türk Ocağı'nda yaptığı konuşmada o tarihlerde yaptığı hazırlıkları şöyle ifade ediyor: ’'Bende bu vakayin ilk his-i teşebbüsü, bu memlekette, bu güzel Adana'da vücut bulmuştur.'’

Sonuç

Görüldüğü gibi Mustafa Kemal Paşa, Birinci Dünya savaşının daha başından beri Enver Paşa’nın aksine Filistin’in savunulması gerektiğini, bunun için Yemen, Hicaz gibi yerlerde dağınık bir şekilde bulunan Türk birliklerinin Filistin’in savunması için Filistin Cephesine getirilmesini ve Filistin Cephesindeki kuvvetlerin da Alman değil Türk komutanlarca idare edilmesi gerektiğini her fırsatta ifade ediyor.

Ancak Mustafa Kemal Paşa anlattığım gibi sözünü dinletemiyor. Sonuçta Osmanlı Harbiye Nezâretindeki Alman etkisi, Enver Paşa'nın stratejiden ve aklıselimden yoksun ve kapasitesini aşan hırsı hem Filistin'i kaybediyor hem Osmanlı İmparatorluğunu batırıyor hem de bugünlere süregelen problemlerin doğmasına yol açıyor... 


Bunları da uzun uzuuuun anlatmak ta bana kalıyor...

Arz ederim…


Osman AYDOĞAN


Yorumlar - Yorum Yaz