• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam223
Toplam Ziyaret3181549

2024 Yerel Seçimlerine doğru giderken


2024 Yerel Seçimlerine doğru giderken


30 Eylül 2023

Cumhurbaşkanlığı ve Genel Seçimlerden önce 12 kez toplanan Altılı Masa ve Millet İttifakı 28 Mayıs 2023 günü yapılan ikinci tur seçimlerinden ve Millet İttifakı seçimi kaybettikten sonra bir kez bile olsun toplanmıyor… Bu durum Altılı Masa’nın ve Millet İttifakı’nın artık fiilen sona erdiğini, bittiğini ve dağıldığının göstergesi oluyor…

Ancak bu durumu teyit eden ilk somut açıklamayı seçimlerden hemen sonra 01 Haziran 2023 günü İYİ Parti Genel Sekreteri Uğur Poyraz yapıyor. Uğur Poyraz, yaptığı açıklamada; “Millet İttifakı bir seçim ittifakıydı, 28 Mayıs itibariyle sona ermiştir” diyerek konuyu netleştiriyor…

Ancak daha net ve somut açıklamaları Millet İttifakı partileri genel başkanları yapıyor…

19 Temmuz 2023 tarihinde, DEVA Partisi Genel Başkanı Babacan, Cüneyt Özdemir’le yaptığı görüşmede; ‘’Bizim şu anda Türkiye'de kendi listelerimizle ve kendi adaylarımızla seçime girmemiz esas yani 81 ilde 923 ilçede kendi adaylarımızla seçime girmemiz esas’’ diye açılmada bulunuyor…

13 Ağustos 2023 tarihinde, Gelecek Partisi Genel Başkanı Davutoğlu, Çayırova 1. Olağan İlçe Kongresi’ne yaptığı konuşmada ‘’Kendi logo ve ismimizle seçimlere gireceğiz’’ diye beyanda bulunuyor…

27 Ağustos 2023 tarihinde, TV5 yayına katılan Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, ‘’Tüm il ve ilçelerde kendi adayları ile seçime gireceklerini’’ söylüyor…

06 Eylül 2023 tarihinde, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Fatih Altaylı ile yaptığı söyleşide ‘’yerel seçimde İstanbul ve Ankara dahil 81 ilde kendi adaylarını çıkaracaklarını’’ açıklıyor... 

30 Eylül 2023 tarihinde (bugün), DEVA Partisi Genel Başkanı Babacan, partisinin Tüzük Kongresi'nde yaptığı açıklamada; "DEVA Partisi önümüzdeki yerel seçimlerde, tüm ülke sathında kendi ismiyle, kendi amblemiyle, kendi adaylarıyla seçime girme kararı almıştır’’ açıklamasında bulunuyor…

Bu açıklamalar ve Millet İttifakı’nın dağılması bana siyasi partilerdeki liderlik eksikliğini ve toplum olarak liderler seviyesinde düştüğümüz bir yanlışı, yanılgıyı ve hatayı anımsatıyor: ‘’Verimlilik’’ (efficiency) ve ‘’etkinlik’’ (effectiveness)…

Bu iki konuyu açmam gerekiyor: 

‘’Verimlilik’’ ve ‘’Etkinlik’’

Bu konuda otorite olan Avusturyalı Yönetim Bilimci Peter F. Drucker’in, ‘’Etkin Yöneticinin Seyir Defteri’’ (Optimist Yayınları, 2007) adlı kitabında bu iki kavramı basitçe şöyle açıklanıyor: ‘’Verimlilik; işleri doğru yapmak, etkinlik ise doğru işi yapmaktır.’’ (Efficiency is doing things right; effectiveness is doing the right things.) Peter F. Drucker, aynı kitabında şunu da söylüyor: ‘’Hiç yapılmaması gerekenin verimli bir şekilde yapılması kadar işe yaramaz bir şey yoktur."

Liderlik otoritesi olan ABD’li Yazar Stephen R. Covey de ‘’Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı’’ (Varlık Yayınları, 1999) adlı kitabında Peter F. Drucker’den de alıntı yaparak bu iki kavramı liderlik özelliklerine oturtuyor: “Yönetici işleri doğru yapar, lider ise doğru işleri yapar.” Bu sözü Covey kitabında şöyle örnekliyor: ‘’Yöneticilik, başarı merdivenini tırmanma becerisidir, liderlik ise merdivenin doğru duvara dayalı olup olmadığı ile ilgilidir.’’

Merdiven, yanlış duvara dayandığında

Covey, kitabında ‘’merdiven’’ konusunu hapishane ile ilişkilendirerek şöyle açıklıyor: Bir hapishanenin avlusundan kaçmak istiyorsunuz. Avlu duvarı yüksek ve sürekli gözetleniyor… Gözetlenmeyen çok kısa bir an var. Ve bu andan istifa ederek; avlu duvarına hızla merdiven dayayıp ve merdivenden de hızla tırmanmanız gerekiyor. Bu maksatla güzel bir plan yapıp, duvara hızla merdiven dayama ve merdiveni hızla çıkma konusunda aylarca çalışıyorsunuz, kol kaslarınızı, bacak kaslarınız geliştiriyorsunuz. Yaptığınız provalarla da bu iş size gerekli o kısa anın da altında yapıyorsunuz. Yani çok verimli bir iş çıkarıyorsunuz, yani ‘’işi doğru yapıyorsunuz’’. Ancak hapishaneden kaçma günü merdiveni yanlış bir duvara dayayıp da hapishanenin dışına değil de hapishanenin bir başka avlusuna atlıyorsanız eğer o zaman ''işi doğru yapıyor'' ancak ‘’doğru iş yapmamış’’ oluyorsunuz...

Bataklığa çıkış!

Covey’in kitabında benzer şekilde bir de çangıl ormanından çıkış konusunu örnekliyor: Ormanda kaybolan ekip ormandan çıkabilmek için çok iyi organize edilerek, ormandan hızlı bir şekilde ağaç kesilip çıkış yolu açılıyor (iş, doğru yapılıyor)… Ancak bu yol bir bataklığa çıkıyor (yani doğru iş, yapılmıyor)…

Aslında Peter F. Drucker’in ‘’Verimlilik; işleri doğru yapmak, etkinlik ise doğru işi yapmaktır’’ sözü benim anlattığım gibi hiç de hapishaneden ve ormandan çıkış örnekleri gibi basit örneklendirilecek gibi durmuyor…

Türk tarihinde bu ilkenin çok ama çok acı örnekleri yaşanıyor…

Galiçya örneği

Bu sayfalarda Galiçya muharebelerini anlatmıştım. Galiçya; Orta Avrupa’da bulunan 80.000 km2’lik bir coğrafya parçası; kuzeyinde Polonya, doğusunda Ukrayna, güneyinde Romanya ve batısında Macaristan ve Slovakya bulunuyor, Podolya Yaylası ve Karpat Dağlarının kuzey yamaçlarını içinde barındırıyor. Birinci Dünya Harbinde Enver Paşa, Almanlara yaranmak için Çanakkale muharebelerinden muzafferle çıkmış orduyu yeniden teçhiz ve teşkilatlandırarak Ruslara karşı Almanlar safında savaşmak üzere Galiçya’ya gönderiyor… Türk ordusu Galiçya’da destan yazıyor. Yani Türk ordusu orada ‘’işini doğru yapıyor’’. Ancak o tarihlerde Ruslar Sivas’a merdiven dayamışken, Irak cephesinde, Filistin cephesinde İngilizlere karşı askere ihtiyaç varken Galiçya’ya asker göndermek (doğru iş yapmamak) felaketlere yol açıyor…

Medine Kaplanı Fahrettin Paşa!

Ömer Fahreddin Türkkan… Ancak kendisi bu şekilde değil de I. Dünya Harbi sırasında çıkan Şerif Hüseyin İsyanı'nda zor şartlar altında Medine'de yönettiği iki yıl yedi ay süren Medine müdafaası ile ''Fahrettein Paşa'' olarak tanınıyor… Bu nedenle Fahrettin Paşa; "Medine Müdâfii", "Türk Kaplanı", "Çöl Kaplanı", "Medine Kahramanı" lakaplarıyla da anılıyor. Gerçekten de Fahrettin Paşa zor şartlarda, ikmal yolları Arap aşiretler tarafından kesildiği için askerlerine çekirge yedirerek Medine’yi savunuyor… Hasılı Fahrettin Paşa İslam’ın kutsal şehri Medine’yi çok iyi savunuyor. Yani Fahrettin Paşa ‘’işini doğru yapıyor’’…

Ancak Fahrettin Paşa ‘’doğru iş mi yapıyor?’’ Ne yazık ki bu sorunun cevabı koskocaman bir ‘’hayır’’dır. Fahrettin Paşa ‘’işi doğru yapıyor’’ (Medine’nin müdafaası) ancak ‘’doğru iş yapmıyor’’…

Başkomutan Vekili Enver Paşa, Diyarbakır’dan gelen Mustafa Kemal Paşa ve Cemal Paşa’nın katılımıyla 28 Şubat 1917 tarihinde, Şam’da iki gün süren bir toplantı yapıyor. Bu toplantı sonunda ‘’Medine’nin boşaltılması ve Hicaz’daki kuvvetlerin Filistin’de kullanılmak üzere geri çekilmesi kararı’’ alınıyor. Başkomutan Vekili Enver Paşa, Suriye’den döndükten sonra 02 Mart 1917 tarihinde bu kararını kesinleştirerek emre döküyor. (Hikmet Özdemir, ‘’Savaşta ve Barışta Kemal Atatürk’’, Doğan Kitap, 2019, s. 136) Fakat Fahrettin Paşa bu emri dinlemiyor, Medine’yi savunmaya devam ediyor. Bu savunma esnasında binlerce Anadolu evladı çekirge de yiyerek Arap çölünde kırılıyor, şehit oluyor. Sonunda hem Medine düşüyor hem de  savunmasız kaldığı için Filistin düşüyor, Şam düşüyor, o zamanlar Antep kadar Türk olan Halep düşüyor… Yani Fahrettin Paşa, savunma ‘’işini doğru yapıyor’’ ancak ‘’doğru iş yapmıyor’’...

Yine tarihten bir başka örnek vermek istiyorum…

Kût-ül Ammâre Muharebesi

Osmanlı Ordusu Kût-ül Ammâre Muharebesinde İngilizlere tarihi bir yenilgiyi yaşatıyor… Ancak zafer sonrasında sonra, temel harp prensiplerinden olan ‘’başarıdan faydalanma’’ kuralını uygulayacağına, güneye Basra’ya kadar inip İngilizleri denize dökeceğine, Enver Paşa, Kût Zaferi’ni kazanan bu Ordu’yu Almanların da telkiniyle “İran Seferi”ni hedef gösteriyor… “Turan Seferi” de denilen bu sefer “hayalperest” bir sefer olmasına rağmen bu muzaffer Ordu, İran’a da giriyor… Ordu, burada İngiliz kuvvetlerini tutmaktan başka (Almanlar lehine) bir sonuç alamıyor… Ancak bu muzaffer Ordu, İran’a gönderilerek Basra’daki İngiliz kuvvetleri ihmal ediliyor… İngilizler takviye kuvveti getirdikten sonra Bağdat istikametinde ilerlemeye başlıyor…

Bu sefer muzaffer Ordu ‘’Turan seferi’’ denilen hayalperest seferini bırakarak tekrar Irak’a döndü ise de İngilizler çoktan önemli mevzileri ele geçiriyor… Sonuçta Kût-ül Ammâre kaybedildiği gibi Bağdat da kaybediliyor… Mütarekeden sonra da Musul ve Kerkük kaybediliyor… Dolayısıyla müthiş bir zafer ziyan ediliyor…

Bu muhteşem zafer ziyan edilmeyip de bu muzaffer ordu Alman telkiniyle İran’a değil de Basra’ya yönlendirilseydi tarihin akışı daha farklı olurdu. Başkalarının telkinleriyle dış politika belirleyenlerin sonunu ‘’Tarih Baba’’ hep ‘’hüsran’’ olarak kaydediyor…   

Türk tarihinde buna benzer daha çooook örnek var. Şimdi ben tarihteki bu örnekleri yazmaya kalksam ‘’burdan köye yol olur’’…

2023 Cumhurbaşkanlığı ve Genel Seçimlerde yapılan gereksiz ittifak!

2017 Anayasa değişikliği Cumhurbaşkanlığı seçimi için iki turlu bir seçim sistemi ve %51’lik salt çoğunluk şartı getirmesi ile zaten seçmenleri doğal bir ittifaka itiyor. Bu seçmen bazında doğal ittifak dışında partilerin ayrıca bir ittifakına gerek bulunmuyor… ‘’TBMM’inde çoğunluk sağlanması için ittifak yapılması gerekiyor’’ iddiası ise zaten 2017 Anayasa değişikliği ile TBMM işlevsizleştirildiği için bir anlam taşımıyor…


Ana Muhalefet Partisi olarak CHP’nin adayı zaten her halükârda ikinci tura kalması bekleniyor… İkinci turda ise ‘’doğru bir söylemle’’ ipi önde göğüslemek hiç de zor gözükmüyor.  

2023 Cumhurbaşkanlığı ve Genel Seçimlerde hiç yapılmaması gereken ittifak canhıraş bir şekilde yapılmaya çalışılıyor… Ancak Millet İttifakı partileri, bunu da beceremiyor, ittifakta sinerji yaratılamıyor, ittifak üyesi her kafadan ayrı bir ses çıkıyor, ittifak üyeleri ittifaka ayrı ayrı katkı yapacaklarına her üye ittifaka söz ve eylemleriyle ayrı ayrı zarar veriyor...

‘’İttifak üyesi her kafadan ayrı bir ses çıkıyor’’ iddiasına örnekler verecek olursam: Davutoğlu; “Cumhurbaşkanı tek başına hareket etmek isterse de o Meclis çoğunluğunu kaybedeceğini bilecek ve tek başına davranmayacak.” Akşener; "Biz Ege Ordusu gibi Güney Ordusu kuracağız. Güney Ordusu o sınırları koruyacak.’’ Babacan: ‘’Cemaatler ve tarikatlar, bu toprakların yüzlerce yıllık bir geleneği. Yasaklamakla hiçbir şeyi çözemiyorsunuz. Yasakladığınızda kayıt dışına çıkıyorlar, daha gizli saklı oluyor her şey. Biz her zaman özgürlüklerden ve şeffaflıktan yanayız.’’ Babacan: "Devletin hemen hemen bütün imkanları, bütün o yardımlar, devletin bütçesinden doğrudan aktarılan kaynaklar, Baykar'a veriliyor. Bu proje 'Kutsal, dokunulmaz' hale getirildi. Kusura bakmayın, dokunacağız tabi ki"..

Seçim sürecinde de seçime sayılı günler kalmışken Akşener’in ‘’Kazanamayacak aday’’ vurgusuyla masayı devirip sonra da hiçbir şey olmamış gibi geri dönmesi ve CHP’li iki belediye başkanını da cumhurbaşkanı yardımcısı olarak dayatması ve bu iki belediye başkanının da pişkince bu öneriyi kabul etmesi de (ki o zaman cumhurbaşkanlığı yardımcısı sayısı yediye çıkıyor) CHP’ye, Millet İttifakı’na ve CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu’na vurulmuş en büyük darbe haline geliyor…

İttifak üyesi, hiçbir parti seçimi kazanmak için çaba da göstermiyor. Örneğin ‘’Terörle mücadele defterleri açılırsa birçok insan, insan yüzüne çıkamaz’’ diyen Davutoğlu bu konuda zerre gıgını çıkarmayarak bütün bir seçim sürecinde AKP lehinde suskun kalıyor.

Sonuçta ittifak üyeleri ittifaka ayrı ayrı katkı yapacaklarına her üye ittifaka söz ve eylemleriyle ayrı ayrı zarar veriyor...

Ayrıca bu süreçte; ülkenin kaostan, yok oluş sürecinden kurtulması için birbirleriyle protokol imzalayan, birbirlerine şart şurt koşan, İttifaka destek karşılığı bakanlık, makam, mevki, koltuk bekleyen partiler hiç de etik, ahlaki, ilkeli ve dürüst davranmıyor…  

İttifakın asıl yapılması gereken yer: 2024 Yerel Seçimleri

Asıl ittifak yapılması gereken yer ‘’2024 Yerel Seçimleri’’ oluyor. Çünkü yerel seçimlerde yasa gereği tek turlu ve en çok oyu alan aday seçiliyor…

Türk Solu’nun stratejik düşünememesinin ötesinde salaklığı, dangalaklığı ve ilkesizliği nedeniyle 1994 ve 1999 yerel seçimlerinde sadece Sol kendi içinde ittifak yapamadığı, kendi aralarında uzlaşamadıkları için o zamana kadar sosyal demokrasinin kalesi olan Ankara ve İstanbul belediyeleri altın tepside Siyasal İslam’a teslim ediliyor. Her iki seçim de de her iki ilde de SHP, DSP ve CHP ayrı ayrı adaylarla seçime gidiyor... 1994 yerel seçimlerinde yapılan bu hata sonuçları biline biline cehaletin bu kadarı tahsilsiz olmaz dedirtircesine 1999 yerel seçimlerinde de tekrarlanıyor… Ancak ne yazık ki bu salaklığın, dangalaklığın ve ilkesizliğin müsebbipleri halen Sol cenahta akil kişiler olarak kabul görüyor... Ne de olsa Türk milletinin ama özellikle Türk Solu’nun hafızası balık hafızası oluyor…

Siyasette liderler seviyesinde tarihten hiç ders alınmadığı için 2024 yerel seçimlerinde ise eski Millet İttifakı partileri, yapılması zorunlu olan ittifak yerine, görüldüğü gibi seçimlere ayrı ayrı gireceklerini açıklıyor…

Sonuç

Sonuç olarak demek istediğim şu oluyor: Türkler, liderler seviyesinde hep ‘’işi doğru yapmaya’’ odaklanıyor. Liderler hem kendilerini hem de parti üyelerini buna zorluyor. Ancak liderler, ‘’doğru iş'' yapmak konusunda fikir yürütmüyor ve genellikle de ‘’yanlış iş’’ yapıyorlar…

Ülkede, siyasi partilerde, belediyelerde veya siyasi partilerin il veya ilçe teşkilatlarında yapılan işlerin bir gözden geçirilmesi gerekiyor; hangi ‘’doğru iş’’ yapılıyor, hangi ‘’yanlış iş’’ yapılıyor, hangi doğru olmayan işler canhıraş bir şekilde verimli bir şekilde yapılmaya çalışılıyor? Ne demişti Peter F. Drucker, bahsettiğim kitabında: ‘’Hiç yapılmaması gerekenin verimli bir şekilde yapılması kadar işe yaramaz bir şey yoktur."

Yönetici ''işleri doğru yapan'' kişi oluyor, lider kişi ise ''doğru işleri'' yapıyor... Bu nedenle günümüzde, ülkemizde, her seviyede eksikliği hissedilen, ''lider'' kişi oluyor...

Ne yazık ki bu güzel ve yalnız ülkeye Mustafa Kemal Atatürk'ten sonra lider gelmiyor... Talihsizliğimiz işte burada yatıyor...

Türk siyaseti ne yazık ki son elli yılda ne Gramsci gibi bir teorisyen, ne Matteotti gibi bir hatip ve ne de Nenni gibi bir aktivist siyasetçi çıkaramıyor… Kaldı ki bu da yeterli olmuyor. Muhalif partilerin sağlıklı, ilkeli ve akıllı bir şekilde uzlaşması ve ayrıca da faşizmin, gericiliğin ve karanlığın saldırılarına direnecek örgütlü bir halk desteğinin de kazanılması gerekiyor. Böylesi bir halk desteği olmaksızın da hiçbir siyasi mücadelenin kazanılmasının imkân ve ihtimali bulunmuyor… Böylesi bir halk desteği için Türk siyasetçisinden Mustafa Kemal Atatürk gibi, Attila gibi bir lider beklenmiyor ancak böylesi bir halkı ateşleyecek, kitleleri peşinden sürükleyecek Asena gibi, Jan Dark (Jeanne d'Arc) gibi bir lidere ihtiyaç bulunuyor…

2024 yerel seçimlerinde ittifak olmaksızın her partinin ayrı ayrı aday çıkarması, büyükşehir belediyeleri başta olmak üzere Türkiye’nin hemen hemen bütün şehirlerinin anahtarını AKP’ye altın tepside sunmak anlamına geliyor… Bu bilindiği halde bu yanlışta ısrar edenleri tanımlamaya hiçbir sağlıklı sözcük bulunmuyor…

Arz ederim…

Osman AYDOĞAN


Yorumlar - Yorum Yaz