• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi8
Bugün Toplam233
Toplam Ziyaret2928992

Osmanlı İmparatorluğunda iki devlet mirası: Vergi ve Kisrâ


Osmanlı İmparatorluğunda iki devlet mirası: Vergi ve Kisrâ

09 Temmuz 2023

Osmanlı İmparatorluğu fethettiği devletlerden iki devlet geleneğini devralıyor: Doğu Roma İmparatorluğundan ‘’vergi’’ geleneği ve Emevîlerden de ‘’kisrâ’’ geleneği…

Bu iki konuyu biraz açmam gerekiyor… Önce birinci konu.

Osmanlı İmparatorluğunda Doğu Roma mirası: Fetih, ganimet ve vergi

Osmanlı Beyi II. Mehmet, İstanbul’u fethedip Doğu Roma İmparatorluğunu ele geçirince Doğu Roma İmparatorluğunu yıkmıyor, Doğu Roma İmparatorluğunun bütün kurumlarını alıp adını da değiştirerek ‘’Osmanlı İmparatorluğu’’ yapıyor. (Bertrand Michael BUCHMANN, Österreich und das Osmanische Reich. Eine bilaterale Geschichte, WUV- Universitätsverlag, 1999) Kendisi de Fatih Sultan unvanını alıyor… Ayrıca Fatih Sultan Mehmet, resmi unvan olarak da “Kayser-i Rum” yani “Romalı Kayser (Sezar)'' yani ‘’Romalı İmparator’’ unvanını alıyor…


Fatih Sultan Mehmet, Anadolu birliğini öyle gönül birliği ile sağlamıyor. Fatih Sultan Mehmet, Anadolu birliğini çok gaddarca sağlıyor. Bu uğurda çok kan döküyor. Tarihçi Erdoğan Aydın ‘’Fetih ve Fatih’’ (Kırmızı Yayınları, 2012) isimli kitabında Fatih’in Anadolu’da döktüğü kanların Balkanlarda döktüğünden çok daha fazla olduğunu yazıyor. Anadolu'daki Germiyanoğulları, Menteşoğulları, Aydınoğulları ve Karamanoğulları devletleri Fatih tarafından zorla ve kan dökülerek Osmanlıya katılıyor. Hele hele Karamanoğlu Devletine diz çöktürmek için Osmanlının Anadolu'da döktüğü kanın haddi hesabı bulunmuyor… 

Fatih Sultan Mehmet, fetihten sonra Türk ve Müslüman Çandarlı’yı idam ettirip yerine bir Rum’u (bazı kaynaklarda Sırp olduğu yazar: Zağnos Paşa) getiriyor. Bize tarih diye okuttukları masallarda Çandarlı kuşatma esnasında güya Bizans’a yardım etti diye anlatmışlardı… Gerçekte ise arada İmparatorluğun geleceği hakkında fikir ayrılığı bulunuyor... Çandarlı yeni kurulacak imparatorluğun ‘’Türk İslam İmparatorluğu’’ olmasını istiyor… Fatih ise ‘’Cihanşümul bir imparatorluk’’ kurmak istiyor… Fatih'e göre böyle bir imparatorluk ise çok uluslu, çok dinli ve evrensel bir imparatorluk olmalıydı. Fikir ayrılığı Çandarlı’nın idamı ile sonuçlanıyor... 

İşte tam da bu nedenle Fatih savaşta öldürdüğü imparatorun (Konstantin Paleolog), İstanbul fethedilmeseydi belki de ileride imparator olabilecek iki yeğenini de vezir yapıyor. Hekim Yakup Paşa (Yahudi), Koca Davut Paşa (Arnavut) ve Zağnos Paşa (Rum veya Sırp asıllı) o dönem devletin önemli kadrolarında yer alan ve başarılı olan devşirmeler oluyor... Bunlardan Zağnos Paşa, II. Murat‘ın kızını alarak onun damadı oluyor, kendi kızını da Fatih Sultan Mehmet‘le evlendiriyor. Fatih’in şehzadeliği sırasında onun nedimliğini yapıyor, şehzadeye Rumca ve Lâtince öğretiyor. Zağnos Paşa, Çandarlı'nın idamından sonra sadrazamlığa getiriliyor...

Yine aynı nedenle Fatih, Ermenileri İstanbul’a yerleştiriyor. Fatih, İstanbul’da Rum Ortodoks Patrikhanesini koruyor, Ermeni Patrikhanesini kuruyor ve İstanbul’da Yahudi hahambaşı bulunduruyor. Fatih İstanbul’u alınca şehrin adını da değiştirmiyor. Şehrin adı 19. yüzyıla kadar hep Konstantiniyye olarak kalıyor. Şehir, ancak 19. yüzyılda ‘’İstanbul’’ ismini alıyor. Fatih, fetihten sonra Ayasofya’yı cami yapıyor ama adını yine değiştirmiyor!... Aya İrini de aynı şekilde kalıyor. Adı değişmiyor!

Osmanlı’da görev yapan toplam 218 sadrazamın sadece 101’i Türk kökenli oluyor, geri kalan 117’si farklı etnik kökenlerden geliyor. Bu 117 sadrazamın etnik kökenlerine bakıldığında ise, 32’sinin Arnavut, 12’sinin Boşnak, 11’inin Gürcü, 9’unun Abaza, 6’sının Rum, 4’ünün Çerkez, 4’ünün Hırvat, 2’sinin Arap, 2’sinin Ermeni, 2’sinin İtalyan, 2’sinin Slav, 1’inin Rus, 1’inin Bulgar, 1’inin Sırp, 1’inin de Çeçen olduğu biliniyor. Geri kalan 27 sadrazamın etnik kökeni ise tam olarak bilinmiyor…

Bunlar sadrazam… Daha sadrazama gelinceye kadar devlet kademesinde bütün üst düzey makam sahiplerinin neredeyse tamamına yakınının etnik kökeni sadrazamlarınki gibi Türk dışında farklı etnik kökenlerden geliyor. Özellikle Balkanlardan fethedilen bölgelerden Hristiyan ailelerden devşirilen çocukların zeki ve gösterişli olanlarının saraya alınarak adına Enderûn denilen okullarda özel bir eğitimle yetiştirilip Osmanlı devlet yönetimine getirilmesiyle Osmanlı yönetiminin artık Türklükle ilişkisi kalmıyor…

Araplar Anadolu’ya “El Turkiya’’, Haçlılar da ‘’Turchia’’ (Türkiya) diyor. El âlem Anadolu’ya ‘’Türk’’ ismini verirken Osmanlılar kendi memleketine “Roma memleketi” anlamına gelen “Diyar-ı Rum”, Padişaha da ‘’Sultan-ı Diyar-ı Rum” adını veriyor…

Fransa’da “Bourbon’’ ailesi devlet kuruyor adına ‘’Fransa’’, Almanya’da “Hohenzollern’’ ailesi devlet kuruyor adına ‘’Almanya’’, Avusturya’da ‘’Habsburg’’ ailesi devlet kuruyor adına ‘’Avusturya’’ adını veriyor. Hemen hemen tüm Avrupa devletler böyle kuruluyor… Ama nedense Oğuz Türklerinin Kayı boyundan gelen öz be öz Türk olan Osmanlı ailesi devlet kuruyor adı ‘’Osmanlı’’ oluyor…

Osmanlı İmparatorluğu kendisine ana yurt olarak da Anadolu’yu değil de Balkanları seçiyor. Bu nedenle Osmanlı’nın bütün yatırımları Balkanlara yapılıyor. Osmanlının Anadolu’da dikili bir tek ağacı bile bulunmuyor... Bursa’da, o da beylik zamanında ve başkenti olduğu, Amasya ve Manisa gibi şehzadelerin yetiştiği illerdeki küçük eserler ile Mimar Sinan’ın İstanbul’a gelmeden yaptığı birkaç cılız köprü, Zağnos Paşa'nın Balıkesir'deki camisi ve Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın yaptırdığı Kayseri İncesu’daki bir han hariç Anadolu’da Osmanlı’ya ait ne bir han ne bir hamam ne bir cami ne bir medrese ne bir yol ne bir köprü hiçbir şey bulunmuyor. 

Ve Osmanlı Anadolu Türkmenlerine hep ‘’öteki’’ gözüyle bakıyor… Osmanlı, Anadolu Türkmenlerini ''Etrak-ı bi idrak'' (Düşüncesiz, akılsız Türkler) olarak tanımlıyor.  Naima Mustafa Efendi, ‘’Naima Tarihi’’nde (Zuhuri Danışman Yay., 1967) Osmanlının Anadolu Türklerini bundan başka şu sıfatlarla nitelendirdiğini yazıyor: “Nadan Türk” (Cahil, kaba Türk), “Türk-ü bed-lika” (Çirkin suratlı Türk), “Etrak-ı nâ-pak” (pis Türkler), “Çoban köpeği şeklinde bir Türk”, “Hilekâr Türk”. Hırvat kökenli olan Kuyucu Murat Paşa Anadolu’da 155 bin Anadolu insanını kıyımdan geçirirken “aman” dileyenlere karşı “Vurun şu pis Türkün başını” dediği söyleniyor… Bu konuları Çetin Yetkin üç ciltlik kitabında (“Türk Direniş ve Devrimleri”, Otopsi Yayınları, 2003) çok güzel anlatıyor…

Bütün bunların sebebi çok basit oluyor: Girişte de anlattığım gibi Osmanlı kendisini Doğu Roma İmparatorluğunun bir varisi olarak görüyor ve Osmanlı hiçbir zaman kendisini bir Türk İmparatorluğu olarak görmüyor. Bu anlamda aslında Osmanlı, Müslüman ve Ortodoks, Türk, Arap, Slav ve Rum bir ortak devleti oluyor… Ancak bu konu pek konuşulmuyor…

Bu konularda daha fazla bilgi almak için Mustafa Akdağ'ın, ‘’Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası – Celali İsyanları’’  (Yapı Kredi Yayınları, 2013) ve “Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi’’  (Yapı Kredi Yayınları, 2014) ile Halil İnalcık'ın, ‘’Devlet-i Aliyye’’ (Dört cilt) (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2017) kitaplarına bir göz atmak gerekiyor.


Tabii Osmanlı bu şekilde Doğu Roma İmparatorluğunun devlet geleneğini de devralıyor. Doğu Roma İmparatorluğunda vergi sistemi; mülk gelirleri, tekeller, savaş ganimetleri ve kendilerine bağlı milletlerden aldıkları haraçlardan oluşuyor. Dolayısıyla Doğu Roma İmparatorluğu devlet geleneğinde devlet maliyesi ‘’fetih, ganimet ve vergi’’ üçlüsü üzerine inşa ediliyor. Osmanlı İmparatorluğu da devlet maliyesini bu üç kalem üzerine oturtuyor: ‘’fetih, ganimet ve vergi’’. Prof. Dr. Ziya Kazıcı’nın ‘’Osmanlı'da Vergi Sistemi’’ (Bilge Yayınları, 2005) adlı kitabı da Osmanlı’nın vergi sistemini çok güzel anlatıyor…

Devlet maliyesi bu üç kalem (fetih, ganimet ve vergi) üzerine oturunca Osmanlı üretimden kopuyor. İstanbul’un dibindeki Trakya, Adapazarı ve Bursa ovaları bomboş iken İstanbul, Mısır’dan gelen ganimet buğdaylarla besleniyor… Ege ve Marmara’da buğday gemileri fırtınaya yakalanınca İstanbul halkı aç kalıyor…

Osmanlının devlet maliyesinin üzerine oturduğu bu geleneği (fetih, ganimet ve vergi) Cumhuriyetin kurulmasıyla beraber Mustafa Kemal Atatürk tarafından değiştiriliyor, bütçe gelirinin %25’ini teşkil eden Anadolu'nun sırtındaki aşar, ağnam ve temettü vergileri kaldırılıyor ve Türkler üretime yöneliyor... Şu an saymaya kalksam sayfalar tutacak olan fabrikalar Anadolu’da Mustafa Kemal Atatürk tarafından kuruluyor. Öyle ki Cumhuriyet kurulduğunda, Osmanlıdan miras üretim yeteneği olmadığı için yokluktan İsveç’ten mıh (nal çivisi) ithal ederken, Cumhuriyetin kuruluşundan on dört yıl sonra 1937 yılında genç Türkiye Cumhuriyeti Hollanda, Danimarka, Belçika ve Polonya’ya yerli ve milli savaş uçağı satıyor.

Osmanlı İmparatorluğunda Emevi mirası: Kisrâ

Kisrâ, Arapların İran-Sâsânî krallarına atfen işlerliğe soktukları bir tabir oluyor. Kisrâ; Sâsânî krallarından Hüsrev'in Süryânîce aldığı ''Kesrâ'' (Kâsrâ) şeklinden Arapçalaşarak '’Sâsânî hükümdarı'’ anlamına geliyor. Kisrâ; Bizans imparatorları için kullanılan ‘Kayzer’in (Sezar) Arapça karşılığı oluyor…


İslam, Emeviler döneminde saltanat, saray, taht, gösteriş, şaşaa, israf, iktidar ve zenginlikle sarmaş dolaş oluyor… O yüzden Muaviye, ‘’Arap Kisrâsı’’ olarak addediliyor. Ve “Saray İslamı” da İslam dünyasında ha bire Müslüman kisrâlar üretiyor.

Osmanlı Yavuz Sultan Selim’den sonra da bu Arap Emevi alışkanlığı olan “kisrâ” (şaşa, lüks, saray, itibar, ihtişam) geleneğini de devlet geleneği haline getiriyor…

1683 yılındaki Viyana kuşatmasına giderken Padişah IV. Mehmet (Avcı Mehmet) orduya Belgrat’a kadar eşlik ediyor. Ondan sonrasını komutayı Kara Mustafa Paşa’ya bırakıyor. Yeterli araba olmadığı için Viyana önlerine gerekli toplar götürülemiyor ancak Padişah IV. Mehmet’e Belgrat’a kadar 300 arabalık haremi eşlik ediyor!...

Osmanlı padişahlarına Topkapı sarayı yetmiyor. Bu kisrâ düşkünlüğü imparatorluk batarken bile padişahlara dışarıdan borç para alarak kendilerine habire saraylar yaptırıyor. Dolmabahçe Sarayı, Beylerbeyi Sarayı bu şekilde yapılıyor…

Anadolu Türklerinin hali ve tepkisi

Osmanlı İmparatorluğu zayıflayıp da ‘’fetih ve ganimet’’ kalemi kalmayınca, Balkanları da kaybedince Osmanlı bütün gücüyle Anadolu’ya ‘’vergi’’ olarak abanıyor… Anadolu’daki isyanların da temel nedeni bu vergiler oluyor…

Anadolu’da Osmanlıya karşı söylenen şöyle bir anonim bir deyiş bulunuyor:

“Şalvarı şaltak Osmanlı
Eğeri kaltak Osmanlı
Ekende yok, biçende yok
Yemede ortak Osmanlı”

Yüzyılların kahrı dolu bu deyişi Çağatay / Azerî ağzıyla söyleniyor. ‘’Ekende yok, biçende yok’’ kısmında geçen ‘’de’’ ek / bağlaç olarak değil, bir ağız yazımı şeklinde yazılıyor. Yani ‘’ekende yok’’ derken ‘’ekerken yok’’ (yani üretimde yok) anlamında kullanılıyor… Bu deyiş Taner Timur’un, “Osmanlı Toplumsal Düzeni” (Turhan Kitabevi, 1979) kitabında ve Erol Toy'un iki ciltlik "Kuzgunlar ve Leşler" (Ulak Yayıncılık, 2017) romanının giriş kısmında geçiyor…

Yeni Osmanlıcılık

Günümüzde iktidarda bulunan Siyasal İslam kendisine slogan olarak ‘’Yeni Osmanlı’’, ‘’Osmanlı evladı’’ veya ‘’Osmanlı ardılı’’ kavramlarını kullanıyor.


İktidarda bulunan ‘’Yeni Osmanlı’’, ‘’Osmanlı evladı’’ veya ‘’Osmanlı ardılı’’ olduklarını söyleyenler Osmanlının Doğu Roma’dan ve Emevîlerden aldıkları mirası gelenek olarak devam ettiriyor…

‘’Yeni Osmanlı’’, ‘’Osmanlı evladı’’ veya ‘’Osmanlı ardılı’’ olduğunu söyleyenler tarafından yine Anadolu üretimden koparılıyor. Artık Anadolu’da nohut, fasulye, hububat, tahıl, ot bile yetiştirilmiyor. Et üretilmiyor. Bunların tamamı Ukrayna’dan Brezilya’ya, Hindistan’dan Şili’ye değişik ülkelerden ithal ediliyor. Osmanlı Buğday üretmeyip Mısır’dan buğday getirirken Osmanlının ardılı olduğunu söyleyenler de buğdayı Ukrayna ve Rusya’dan ithal ediyor…  

Kisrâ düşkünü Osmanlı Viyana seferine top için araba bulamazken ancak 300 arabalı haremi ile Belgrat’a giderken Osmanlının ardılı olanlar ise ülke krizde iken hükumet erkânı sekiz uçakla KKTC’ne pikniğe gidiyor… Kisrâ düşkünü Osmanlı Viyana seferine top için araba bulamazken ancak 300 arabalı haremi ile Belgrat’a giderken Osmanlının ardılı olanlar ise orduyu 60 yıllık tanklara 40 yıllık uçaklara mahkûm ediyor, kendilerinin ise makam uçaklarının, zırhlı makam araçlarının haddi hesabı bilinmiyor…

Kisrâ düşkünü Osmanlı batarken bile kendisine borç para ile saraylar yaptırırken Osmanlının ardılı olduklarını, Osmanlı evladı olduklarını söyleyenler de ‘’itibardan tasarruf olmaz’’ diyerek kendilerine bin odalı saraylar, kışlık saraylar, yazlık saraylar yaptırıyor… Saray da yetmiyor, sarayın harcamaları da dudak uçuklatıyor: Cumhurbaşkanlığı’nın 2023 yılı bütçesi 6.3 milyar TL olarak öngörülüyor, bu rakam günlük olarak 18 milyon TL’ye denk geliyor. Bu bütçenin dışında ayrıca sarayın koruma gideri bulunuyor. Sarayın 2023 yılı ilk 5 ay koruma gideri toplam 1.2 milyar TL oluyor. Bu iki kalem beş aylık sarayın masrafı 4 milyar TL’ye yaklaşıyor…

Kisrâ düşkünü Osmanlı batarken bile İngiliz tefecilerden borç para alırken Osmanlının ardılı olduklarını, Osmanlı evladı olduklarını söyleyenler de Arap tefecilerden borç para alıyor…


Osmanlı Anadolu Türküne ''Etrak-ı bi idrak'' (Düşüncesiz, akılsız Türkler), “Nadan Türk” (Cahil, kaba Türk), “Türk-ü bed-lika” (Çirkin suratlı Türk), “Etrak-ı nâ-pak” (pis Türkler), “Çoban köpeği şeklinde bir Türk”, “Hilekâr Türk” ve  “Pis Türk’’ diye hakaret ederken Osmanlının ardılı olduklarını, Osmanlı evladı olduklarını söyleyenler de yine Anadolu Türküne “geri zekalı, sefil, zavallı, gafil, eşkıya, çürük, sürtük, haysiyetsiz, be ahlaksız, be namussuz, be adi’’ diye hakaret ediyor.

Osmanlı fethettikleri ülkelerden ganimet alıp vergi ile yüklenirken Osmanlı evladı, Osmanlı ardılı olduklarını söyleyenler de artık fethedilecek bir ülke bulamayınca ve kisrâ (saray, lüks, itibar, ihtişam) geleneğini de sürdürebilmek için Cumhuriyetin bütün kazanımlarını, fabrikalarını ve Anadolu’nun toprağını bir ‘’ganimet’’ olarak görüp satıyor ve satacak bir şey kalmayınca da yine Osmanlı geleneği olarak Anadolu Türküne ‘’vergi’’ olarak abanıyor.

Osmanlı zihniyetinin Anadolu Türküne vereceği vergi, aşağılama ve zulümden başka hiçbir şeyi bulunmuyor...

Arz ederim…

Osman AYDOĞAN


Yorumlar - Yorum Yaz