• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi14
Bugün Toplam1002
Toplam Ziyaret3389045

Goethe, ‘’Batı – Doğu Divânı’’ ve ''Faust''


Goethe, ‘’Batı – Doğu Divânı’’ ve ''Faust''

05 Ağustos 2018


Doğu edebiyatından en çok etkilenen Alman edebiyatçıları arasında büyük Alman şairi Johann Wolfgang von Goethe’nin (1749-1832) en başta geldiği değerlendirilir...


Goethe’nin Doğu’ya ilgisinin kaynağı

Johann Wolfgang von Goethe daha küçücükken annesinden ve büyükannesinden dinlediği ''Binbir Gece Masalları'' ile hayal dünyası şekillenir. Goethe, Doğu’yu şiirin asıl vatanı olarak görür. Üniversite eğitimi esnasında da Arap şiirine, Kuran’a, Fars ve Türk kültürü ve edebiyatına ilgi duyar. 

Goethe’nin İslam’a olan ilgisini en iyi anlatan ‘’Goethe und der Islam’’ (Insel Verlag, 2001) adlı kitabıyla Alman yazar Katharina Mommsen’dur. Katharina Mommsen’un bu kitabı ülkemizde, ‘’Goethe ve İslam’’ (Ötüken Neşriyat, 2012) olarak yayınlanır.

Goethe, sadece Doğu kültürüne değil İslam dinine de büyük ilgi duyar. Goethe, “Götz von Berlichen” (Reclam Verlag, 1972) oyununda, Kuran’dan bir sureyi alıntılar.

Goethe’yi Doğu kültürüne ve İslam’a yönelik etkileyen filozof,  edebiyatçı ve tarihçiler


Goethe üzerinde büyük etkisi olan dört filozof, edebiyatçı ve tarihçi vardır. Bunlar; Filozof Gottfried Wilhelm Leibniz, Filozof Johann Gottfried von Herder, Edebiyatçı Gotthold Ephraim Lessing ve Tarihçi Hammer Purgstall. Bu dört kişi, o dönem Almanya’sının ve Avrupa'sının dini toleransı en yüksek kişilerdir. Goethe bunlardan büyük ölçüde etkilenir.

Özellikle Lessing’in ‘’Nathan der Weise“ (Bilge Nathan) (Reclams Universal-Bibliothek Band 7, 2000) Goethe’yi çok etkiler. Lessing, Avrupa entelektüel tarihinin en önemli düşünürlerinden birisidir. Lessing, Hıristiyan dünyasındaki önyargı ve hoşgörüsüzlükle mücadele eder, Hıristiyanlık karşıtı yazılarından dolayı kendisine yazma yasağı getirilir. Bu yasaktan sonra o, görüşlerini tiyatroda sahneye koyar. Bu amaçla Lessing, 1779 yılında dini hoşgörü için hararetli bir savunmayı içeren ‘'Bilge Nathan’' adlı beş perdelik bir oyun yazar. Bilge Nathan, Lessing’in Hamburg’ta Aziz Katherine Kilisesi papazı Johann Melchior Goeze ile yaptığı dinî tartışmaları içerir. Lessing, ''Bilge Nathan’'da, kilise eleştirisi yaparak, kilisenin baskısıyla toplumda diğer milletlere, ırklara ve dinlere karşı yerleşik olumsuz ön yargıları yıkmayı amaçlar. İlk ideolojik düşünce piyesi olma özelliği de taşıyan bu yapıt, “dinî çokluk” temeli üzerine kurulur. 

Bilge Nathan ilk kez yazarın ölümünden sonra 1783'te sahnelenir. Oyun, Sultan Selahattin tarafından fethedildikten sonra Yahudi, Hristiyan ve Müslümanların bir arada yaşadığı Kudüs'te geçer. Bilge Yahudi Nathan, Sultan Selahattin'e anlattığı ünlü "üç yüzük meseli" (*) temelinde dinler arası hoşgörünün ustalıkla vurgular. Bilge Nathan, Lessing'in döneminin katı ahlakçılığına karşı insanların eşitliği ve özellikle de düşünce özgürlüğünün her insan için vazgeçilmezliğini savunduğu eserlerinin başında gelir. Lessing, bu oyununda üç büyük dinin tüm mensuplarına hoşgörü çağrısında bulunur. Lessing’e göre gerçek din, duygu ve davranışlarda ahlaklı olmaktır.

Goethe, etkilendiği Herder’e 23 yaşında iken 10 Temmuz 1772 yılında yazdığı bir mektupta şu ifadeyi kullanır: “Ich mögte beten wie Moses im Koran: Herr mache mir Raum in meiner engen Brust.” (Musa’nın Kuran’da dua ettiği gibi dua etmek istiyorum; Tanrım, dar göğsümde bana yer aç! -ferahlık ver!) (Max Morris, ''Der junge Goethe'', Insel-Verlag, 1910, s. 293-296).


Goethe'nin Doğu kültürüne yönelmesinde kendisini etkileyen dördüncü kişi ise Avusturyalı Tarihçi Hammer Purgstall’dır. Goethe, 1814 yılında -altmış beş yaşındayken- Avusturyalı Tarihçi Hammer Purgstall’ın 1812 yılında yaptığı ‘’Hafız Divânı’’ çevirisini okuduktan sonra bu divandan etkilenerek ''West–östlicher Divan'' (Deutscher Klassiker Verlag, 2010) (Batı - Doğu Divânı)'ı kaleme alır.

West–östlicher Divan

‘’West–östlicher Divan’’, ilk olarak Almanya’da 1819 yılında yayınlanır. ‘’West–östlicher Divan’’ın o günden bugüne neredeyse her yıl yeni baskısı yapılır. ‘’West–östlicher Divan’’, yayımlandığı andan itibaren Batı entelektüellerinin büyük ilgisini çeker.

‘’West–östlicher Divan’’; Almancanın söyleniş olarak alabileceği gelmiş geçmiş en melodik ve yumuşak eserlerden birisi olarak kabul edilir. ‘’West–östlicher Divan’’ (Batı - Doğu Divânı)nın Türkçe basımı yapılırken ne hikmetse eser Türkçe’ye ‘’Doğu-Batı Divânı’’ olarak çevrilir: ‘’Doğu-Batı Divanı’’ (Ötüken Neşriyat, 2009)

‘’West–östlicher Divan’’, on iki kitaptan oluşur ve 250 şiir yer alır. Divân’da şarkılar, Hâfız, aşk, murakabe, sıkıntı, hikmetler, Timur, Züleyha, Sâki, mecazlar, Persler ve cennet adlı bölümler yer alır.

Batı – Doğu Divânı ve Kur’an

Goethe, Divân’da yer alan şiirlerinin bir kısmını Kur’an’dan ilham alır ve Goethe, Divân’ında Kur’an’dan çok miktarda alıntı yapar.

Divân, Arapça bir kelime olan “Hicret'' (Hegire) adlı şiir ile başlar. Divân’daki şiirlerin bir kısmı Kur’an’daki surelerle birebir aynıdır. Mesela Bakara Suresi 115. Ayet: ''Doğu da Allah’ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah’ın yüzü (kıblesi) orasıdır. Şüphesiz ki Allah, kuşatandır, bilendir.'' Bu ayet Divân’da şu şekilde yer alır:

''Gottes ist der Orient!
Gottes ist der Occident!
Nord- und südliches Gelände
Ruht im Frieden seiner Hände!

Er, der einzige Gerechte,
Will für jedermann das Rechte.
Sei von seinen hundert Namen
Dieser hochgelobet! Amen.''

(Doğu da Allah'ındır!
Batı da Allah'ın!
Kuzeyi ve Güney sahası
Sulh içindedir O'nun kudretiyle

O, tek "Âdil" olan,
Hak olanı istiyor herkes için
O'nun yüz isminden biri de "el-Adl"
Bu yüce isim çok yüceltilsin! Amin.)

Goethe'nin, ‘’West–östlicher Divan’’ında ‘’Muhammed Kasidesi’’ (Mahomets Gesang) yer alır. Goethe, bu kasideyi İslam, Kuran ve Hz. Muhammed üzerine ayrıntılı çalışmasını tamamlayıp 1772 yılında henüz 23 yaşındayken yazar.

‘’Mahomets Gesang’’ uzun bir şiirdir. Şu dizeyle başlar:

‘’Seht den felsenquell,
freudehell,
wie ein sternenblick!
Über wolken
nährten seine jugend
gute geister
zwischen Klippen im Gebüsch.

(Kayalıklardan fışkıran
Şu neşe pınarına bakın
Bir yıldız çakışı sanki
Bulutlar üzerinde
Yüce ruhlar beslemiş gençliğini
Koruluktaki uçurumların arasında.)


Hafız

Goethe, duyduğu hayranlıktan dolayı kendisine ''ruh ikizim'' dediği Fars Şair Hafız’ın, biyografisinden, dilinden, estetiğinden ve şiirinden etkilenerek onu ‘’Batı-Doğu Divânı'’nda bir figür yapar ve bir bölümüne de ‘’Hafız Kitabı’’ adını verir.  Bu bölüm içinde Goethe, diğer şeylerin yanı sıra şunları yazar:

‘’Närrisch, daß jeder in seinem Falle
Seine besondere Meinung preist!
Wenn Islam »Gott ergeben« heißt,
In Islam leben und sterben wir alle.’’

(Herkesin kendi durumunda olması aptalca

Özel görüşünü övün!
İslam "Tanrı'ya adanmış" anlamına geliyorsa,
İslam'da hepimiz yaşar ve ölürüz.)

Ebussud Efendi ve Niyazi Mısrî

Goethe, Divân’ında Kanuni Sultan Süleyman’ın şeyhülislamı ve fetvacısı Ebussud Efendi’nin Hâfız Divânı hakkında verdiği fetvaya ve 1693 yılında devrin Şeyhülislamının Niyazi Mısrî’nin şiirine verdiği fetvaya da yer verir.

Üç yüzük hikayesi

Goethe, Lessing'in, ‘'Bilge Nathan’' adlı oyunda naklettiği ve üç büyük dinin tüm mensuplarına hoşgörü çağrısında bulunduğu "üç yüzük" öyküsüne  Divân’ında da yer verir ve sonucunu şöyle bağlar; "O halde dramın esas fikri her üç dinin de kıymetli ve hak dini olduğu ve asıl meselenin ahlaki irade ve iyilik hislerinde mündemiç bulunduğudur."

‘’Wer sich selbst und andere kennt,
wird auch hier erkennen:
Orient und Okzident
sind nicht mehr zu trennen.’’

(Kendini ve başkalarını tanıyan
gayrı inkâr edemez ki
Doğu ve Batı
artık ayrılmazlar.)

Goethe bu Divân'ı ile Doğu ile Batı arasında bir köprü kurmak ister...

Buch Süleika

Bahsettiğim gibi ‘’Batı - Doğu Dîvânı’’nde ‘’Buch Süleika’’ adında Divân'ın temel taşı olan bir bölüm de bulunur. Almanya’da bu bölüm ayrı bir kitap olarak da yayımlanır. (‘’Buch Suleika’’, Stichting De Roos, Utrecht, 2007) Bu bölümünde ''Süleika'' diye anlatılan hikâye bizim bildiğimiz ‘’Züleyhâ’’ hikâyesidir. Goethe, ''Batı - Doğu Divânı'' üzerinde çalışırken âşık olduğu Marianne von Willemer’i ‘’Züleyhâ’’ya  benzeterek en güzel şiirlerini ''Süleika'' (Züleyhâ) ismiyle Marianna için yazar.

Goethe’nin 1814 yılında yazdığı ve Batı – Doğu Dîvânı’nın temel taşı olan ‘’Buch Süleika’’ (Züleyhâ Kitabı) Yavuz Sultan Selim’in şu dörtlüğü ile başlar:

‘’Ich gedachte in der Nacht                   
Dass ich den Mond sähe im Schlaf:     
Als ich aber erwachte;                          
Ging unvermutet die Sonne auf.’’          

Şiirin özgün Farsça hali şu şekildedir:

‘’Fikr mî-kerdem şebî k’ân-mâ-râ bînem be-h’âb
Men der’în bûdem ki nâgeh şod tulû’-ı âftâb.’’

Şiirin Osmanlıca hali de şu şekldedir:

''Bir gece o mâhı rüyâda göreyim diye tefekkür ediyordum. Ben bu fikirde iken ansızın âftâb tulû’ etdi.''


Günümüz Türkçesiyle:

''Gece düşünüyordum

Uykuda ayı görebilsem diye
Uyandığımda;
Aniden güneş doğmuştu.''

Goethe'nin yakın arkadaşı olan Johan Jakop Willemer, Goethe’nin büyük aşkı Marianne’yi 1800 yılında evine alır ancak Willemer, Marianne ile 1814 yılında aniden evlenir. Goethe ve Marianne birbirilerine âşıktırlar ve birbirleriyle ilgilenmeye başlarlar. Willemer’in, Marianne ile bu ani evliliğinin sebebi olarak Willemer’in bu ilişkiyi sezmesi üzerine olduğu rivayet edilir. Willemer dürüst, çalışkan ve zengin birisidir tıpkı Züleyhâ’nın kocası Potifar (Kitfir) gibi.

Goethe, ''Batı – Doğu Dîvânı'’nın ‘’Süleika Buch’’ bölümünde şiirlerinde Yusuf yerine ‘’Hatem’’ ismini kullanır ve Hatem ile Süleika karşılıklı olarak şiirleşirler. 

Goethe, Dîvân’ında Süleika (Züleyhâ) şiirinin bir yerinde şöyle der:

‘’Süsses Dichten, lautre Wahrheit
Fesselt mich in Sympathie!
Rein verkörpert Liebesklarheit                
In Gewand der Poesie.’’                         

(Nefis şiirlerden, gürültülü hakikatle
Zincirlerle bağlar beni gönlüme!
Aşk bu, ete kemiğe bürünüp de
Çıkar şiir kılığında önüme.)

Ve bu uzun destanımsı şiir ilahi aşka vurgu yapılarak şöyle biter:

‘’Und wenn ich Allahs Namenhundert nenne,
Mit jedem klingt ein Name nach für dich.’’

(Ve ben Allah’ın adını yüz kez ansam
Her çınlayan bir isimle sana yaklaştırır.)

Üç bin yıllık geçmişini bilmeyen kimse günübirlik yaşar.

Benim yazılarımda sürekli olarak kullandığım ve Goethe’ye ait olan ‘’Üç bin yıllık geçmişini bilmeyen kimse günübirlik yaşar’’ sözü de Goethe’nin işte bu  Divân’ında geçer:

‘’Wer nicht von dreitausend Jahren
Sich weiß Rechenschaft zu geben,
Bleibt im Dunkeln unerfahren! 
Mag von Tag zu Tage leben.“

(Üç bin yılın hesabını kendine
Vermeyi bilmeyen her kimse
Cahil kalır karanlıklar içinde
Günden güne yaşayıp gitse de.)

Girişte de yazdığım gibi Batı entelektüelleri ‘’West–östlicher Divan’’a büyük ilgi gösterirler ancak Doğu entelektüelleri Batı entelektüelleri kadar ‘’Batı – Doğu Divânı’’na ilgi göstermezler!


Faust

Doğu kültürüne büyük ilgi duyan Goethe ‘’Batı - Doğu Dîvânı’’’ni yazdıktan sonra yıllarca üzerinde çalıştığı ikinci büyük eseri ‘’Faust’’ (Deutschen Klassiker Verlag, 2005)'a yönelir. Faust’ta da doğunun en meşhur masalı ‘’1001 Gece Masalları’’nın izleri ve etkisi bulunur. Sadece Faust’ta değil Goethe’nin bütün eserlerinde yer alan insanlar, figürler ve mekânlar hep Doğu’dandır. Goethe’nin ‘’Die Leiden des jungen Werther’’ (Suhrkamp Verlag, 1998) (‘’Genç Werther’in Acıları’’, bu eseri sayfamda daha önce anlatmıştım) ve ''Die Wahlverwandschaften'' (Insel Verlag, 2008) (Ruh Akrabalıkları) adlı eserlerinde de ‘’Binbir Gece Masalları’’’nın izleri görünür. Ayrıca Goethe’nin ‘’Faust’’ kitabındaki Faust karakteriyle ‘’Hafız Divanı’’ arasında büyük benzerlikler vardır.

Goethe, Faust’un birinci bölümünde (der Tragödie Erster Teil) sanki Batı'nın ve Doğu’nun günümüzdeki halini anlatır: 


‘’Nichts Besseres weiß ich mir
an Sonn- und Feiertagen, 
als ein Gespräch von Krieg
von Kriegsgeschrei, 
wenn hinten, weit, in der Türkei,
die Völker aufeinander schlagen.
Man steht am Fenster,
trinkt sein Gläschen aus
und sieht den Fluss hinab
die bunten Schiffe gleiten;
dann kehrt man abends froh nach Haus,
und segnet Fried´ und Friedenszeiten.
Herr Nachbarn, Ja!
So lass ich’s auch geschehen:
Sie mögen sich die Köpfe spalten,
mag alles durcheinandergehn;
doch nur zu Hause bleib’s beim alten.’’

(Uzakta, ötede bir yerlerde, Türkiye’de halklar birbirini boğazlıyorken, pazarları ve tatil günleri savaş ve savaş çığırtkanlığı hakkında konuşmaktan daha iyi bir iş yoktur. Camın önünde durur, akan nehre ve nehirde süzülen rengârenk gemilere bakar, içkisini içer. Sonra akşam mutlu bir şekilde eve döner, barışa ve barış dolu zamanlara -kayıtsızca- şükreder. Evet komşu! Öyle olmasına izin verdin, kafaların kesilmesini, her şeyin paramparça olmasını istedin.)

Goethe sanki bu şiiri ile; Şarkın halklarının etnik, dini ve mezhebî olarak ayrışarak aralarında çatışma olmasını, birbirlerinin kafalarını kesmelerini ve bu şekilde her şeylerinin paramparça olmasını isteyen günümüzdeki ikiyüzlü Avrupa politikacısını anlatır. Günümüzde de Şarkta insanlar birbirini boğazlarken, Avrupalı politikacı, camın önünde durup akan nehre ve nehirde süzülen rengârenk gemilere bakıp içkisini yudumlarken savaşlardan bahsederek savaş çığırtkanlığı yapar. Sonra da akşam mutlu bir şekilde evine döner ve barışa ve barış dolu zamanlara şükreder. Aradan iki yüzyıl geçmiş, değişen ne?

Sonuç

Görüldüğü gibi zamanın ünlü Alman dahi edebiyatçısı Şark'a öykünüyor. Şimdi ise Şark ‘’Despotizmin, bağnazlığın, sefaletin ve savaşların ülkesi’’ olarak anılıyor. Ne olmuştu da Şark bu hallere düşmüştür? Düşünenlerin, sosyologların, psikologların, tarihçilerin ve siyasilerin üzerinde düşünmesi gereken bir konudur bu!

Arz ederim.


Osman AYDOĞAN

(*) Konunun dağılmaması için bu noktada ‘’Üç Yüzük’’ metaforuna yer vermem gerekir:


Aydınlanma çağı düşünürlerinden olan Lessing, kilisenin diğer dinlere karşı dışlamacı ve aşırı dogmatik tutumları karşısında, ‘çoğulcu’ bir yaklaşım ortaya koymuştur. Bu döneme kadar teoloji alanında vurgu doğru inanç (orthodoxy) üzereyken, bu dönemden itibaren yerini doğru eyleme (orthopraxy) bırakmıştır. Çağdaşı Kant’ta olduğu gibi onun için de ahlakî idealizm ön plandadır. Bu düşüncede, hiçbir dinî gelenek salt dogmatik ifadelerle diğer dinsel geleneklere karşı üstünlük iddiasında bulunamaz. Çünkü bir dinî geleneğin diğerlerine karşı üstünlüğü, ancak onun kendi inananlarına sağladığı faydalarla ölçülebilir. Bu düşüncede temel değerler olarak zevk/mutluluk ve fayda vurgulanır. Faydacılığa (utilitarianizm) bir geçişin olduğu bu dönemde fayda, bir eylemin iyi veya kötü olduğunu belirleyen ahlakî bir değerdir. Bir eylemin doğru veya yanlış olduğunun tespitine yönelik nesnel ilke de geliştirilmiştir: “Bir eylem ne kadar çok insan için mutluluk sağlarsa, o kadar iyidir.”

Lessing’in adını koymadan Bilge Nathan’da ortaya koymaya çalıştığı dinî çokluk, “her dinsel geleneğin veya inancın kendi başına diğerlerinden bağımsız olarak taraftarlarını kurtuluşa götüreceği” anlamında kullanılan dinî çoğulculuktan farklıdır. Onun savunduğu, bir arada yaşamak durumunda kalan farklı din mensuplarının, önyargılardan uzak barış ve hoşgörü içinde yaşamalarıdır. Herhangi bir dinin diğerinden üstün olduğunu iddia etmemesidir.

Lessing’in Bilge Nathan’da anlattığı ‘’üç yüzük’’ öyküsü, onun açık bir şekilde dinî düşüncesini ortaya koyar. Öyküde anlatılan olay, Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanların birlikte yaşadıkları Sultan Selahattin dönemi Kudüs’ünde geçmektedir. Bu öykü, Lessing tarafından, İtalyan şair ve yazar Giovanni Boccaccio’nun (1313-1375) ‘’Decamerone’’ kitabından, kendi düşüncesine uyarlanarak alınmıştır. Oyunun tamamında verilmek istenen asıl mesaj, bu öyküde gizlenmiştir. Boccaccio’nun öyküsünün kahramanı Yahudi Melkisedek,Lessing’in Bilge Nathan’ıdır.

Öyküye göre, Sultan Selahattin, Yahudi bilgesi Nathan’dan Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam dinlerinden hangisinin ‘’en doğru din’’ olduğunu öğrenmek istemesiyle başlar. İkisi arasında şöyle bir konuşma geçer:

-Selahattin: ‘’O kadar bilge olduğuna göre, şunu söyleyiver bana; hangi inanç, hangi şeriat senin aklına en uygun geldi?’’

-Nathan: ‘’Sultanım, ben bir Yahudiyim.’’

-Selahattin: ‘’Ben de bir Müslümanım. Hıristiyan da ikimizin ortasında. Ama üç dinden yalnız biri gerçek olabilir...’’

Cevabını almak için ısrarlı olduğunu anladığı Sultan’ın sorusuna Nathan, ‘’üç yüzük’’ öyküsüyle cevap verir:

“Eski zamanlarda zengin bir ailede babadan oğula geçen paha biçilmez bir yüzük varmış. Oğullardan hangisine verileceğini babanın kararlaştıracağı bu yüzük, kimin eline geçerse o diğer kardeşlerinden üstün olurmuş. Böylece yüzük oğuldan oğula kalarak sonunda, üç oğlu olan bir babaya geçmiş. Bunların üçü de onun sözünden hiç çıkmazlarmış. Baba da üç oğlunu aynı derecede sevdiği için, aralarında bir ayrım yapmak istememiş. Mevcut yüzüğün aynısından iki tane daha yaptırıp üçüne de birer yüzük bırakmış. Sahte olanları gerçek olandan ayırmak imkansızmış.”

Nathan’ın, özetle verdiğimiz bu cevabı karşısında Selahattin:

“Nasıl? Benim sorumun karşılığı bu mu olacak? Yüzükler! Şaka etme benimle! Düşünüyordum ki, sana saydığım dinler, kılığa varıncaya; yemeğe ve içmeye varıncaya kadar birbirinden ayırt edilebilirler.”

Nathan: “Bu doğru, ancak temelleri bakımından böyle değil. Hepsi de yazılı veya geleneksel olarak benzer tarihe dayanmıyor mu? Tarih de inançla kabul edilmesi gerekmez mi? Öyle değil mi? Kimin inancına daha çok güvenebiliriz? Kendi insanlarımızınkine değil mi? Kanından olduklarımıza değil mi? Çocukluğumuzdan beri bize karşı sevgilerini ispat etmiş olanlarınkine değil mi? Aldatılmanın bizim için faydalı olacağı yerlerde bile, bizi asla aldatmamış olanlara değil mi? Nasıl olur da ben, babama, senin babana inandığından daha az inanabilirim? Ya da benim dedelerimi yalancı çıkarmamak için, kendi dedelerini yalancılıkla suçlamanı senden isteyebilirim? Aynı şey Hıristiyanlar için de böyledir.”

Nathan, Sultan’ın anlattıklarından ikna olduğunu görünce, yarım bıraktığı yüzük öyküsüne yeniden döner. Öyküyü –özetle- şu şekilde tamamlar:

‘’Yüzüklerden hangisinin sahici olduğunu kimse anlayamadığı için, hangi oğlun üstün olacağını da bilememişler. Çocuklar kendi aralarında anlaşmazlığa düşmüş, üçü de kendisindeki yüzüğün gerçek olduğunu iddia etmiş. Sonunda mahkemeye gitmişler. Davaya bakan bilge hâkim bu konunun çözümsüz olduğunu söyleyerek onları paylamış ve üçüne de şu öğüdü vermiş: ‘Babanız bu yüzüğü üçünüze de vermişse, herkes kendi yüzüğünün gerçek olduğuna inanabilir. Demek ki babanız hepinizi aynı seviyede seviyordu ve en büyük arzusu da birbirinizi sevmenizdi. Her biriniz çıkarsız, ön yargılardan uzak sevginin peşinden koşun. Birbirinize tatlılıkla, candan geçinmekle, iyilik etmekle ve Tanrı’ya içten bağlılıkla yardım etsin.’ ”

Lessing’e göre Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar da, tıpkı bu üç kardeş gibi, kendi aralarında anlamsız çatışma içindedirler. O, üç büyük dinin doğruluğunu aynı düzeyde görmekte ve çoğunlukçu bir yaklaşım sergilemektedir. Tek tanrılı üç dinden her biri için insanın bu dinleri etik ve ahlaki kıstaslara göre yaşayabileceğini kabul etmektedir. Her dinin mensupları, kendi dininin gerçek olduğunu, ancak ve ancak eylemleri ve Tanrı’ya bağlılıklarıyla kanıtlayabileceklerdir. Lessing bu öyküyle, tarihî (semavî) dinler arasındaki çekişmeler için hoşgörüyü tavsiye etmektedir.

Nathan’ın cesareti ve Sultan’a verdiği cevap, özgür düşünme eyleminin cesaret ve doğrulukla yakından ilişkili olduğunu açıkça göstermektedir. Bireyin özgür düşünmesini engelleyen sosyal faktörlerin etkisinden sıyrılan Nathan, aklı sayesinde sultanın takdirini ve dostluğunu kazanmıştır. Oyun gerçek hümanizmin, belirli bir gayeye yönelerek kurulan birlikteliklerden ziyade, tüm sınıflamalardan ve belirleyiciliklerden sıyrılarak, ‘insan olma’ temelinde kurulan arkadaşlıklarda ortaya çıktığını gösterir niteliktedir. (Bu ek  bölüm için kaynak: Ali Osman KURT, ‘’Lessing’in Bilge Nathan’ında ‘Üç Yüzük’ Metaforu Bağlamında ‘Dinî Çokluk’ ‘’, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi Cilt 10, Sayı 3, 2010, s.127‐130.)



Yorumlar - Yorum Yaz