• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi12
Bugün Toplam1110
Toplam Ziyaret3103619

Ahmak davası…


Ahmak davası…

15 Aralık 20022

Bazı davalar konularıyla, bazı davalar kişileriyle bazı davalar da yerleriyle anılıyor. Beyaz Enerji davası, MİT Tırları davası gibi, 28 Şubat davası (konu) gibi… Dreyfus davası (kişi) gibi… Mykonos davası (yer, Mykonos lokanta adı) gibi... İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında açılan bu dava da muhtemel ki konusuyla anılacak gibi gözüküyor: ‘’Ahmak davası’’

Dün akşam saatlerinde Anadolu 7. Asliye Ceza Mahkemesi yargılama sonucu İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na 2 yıl 7 ay 15 gün hapis cezası verilmesine karar veriyor.  Tabii ardından da kendisine siyaset yasağı konuyor.

Türkiye’de artık mahkemelerin bağımsız olmadığı kanısı yerleştiği için bu kararın hukuki değil de siyasi olduğu yorumları yapılıyor... Bu karardan önce dava devam ederken mahkeme hâkimi değiştiriliyor, değiştirilen hâkime ceza vermesi için telkin edildiği, kabul etmeyince de görevden alındığı, sürgüne gönderildiği iddiaları basında yer alıyor...

Ardından da bu siyasi kararın maksatları aranmaya başlanılıyor…  

İkinci Dünya savaşından sonra Fransız ve İngiliz dışişleri bakanları arasında büyük bir rekabet yaşanıyor. Birisi bir demeç verse diğeri hemen düşünüyor: ‘’Neden bu demeci verdi, maksadı neydi?’’ Diğeri bir ülkeye ziyarete gitse, öbürü hemen düşünüyor: ‘’Neden bu ziyareti yaptı, maksadı neydi?’’ Derken bir gün bu bakanlardan birisi vefat ediyor. Öbürünü derin bir düşünce alıyor: ‘’Neden öldü, maksadı neydi?’’

Karar hukuki olmayınca da haklı olarak insanlar fıkradaki Fransız ve İngiliz bakanlar gibi düşünüyor; bu kararın maksadı neydi, neden bu karar alındı diye… Ve muhtemel maksadı bulmak için de insanlar bir yığın, derin derin komplo teorileri üretiyor… Hatta işin içine ABD, NATO, Rusya, AB bile dâhil ediliyor... 

Alman dilinde ‘’Die orientalische Verschwörungstheorie’’ diye bir kavram bulunuyor. Tam Türkçe karşılığı ‘’Doğulu komplo teorisi’’. Komplo teorisi her yerde kullanılıyor da bu kavram özellikle Doğu’ya ait bulunuyor. Çünkü Doğu’da bilgi pek bulunmuyor…  Bilgi olmayınca bol miktarda komplo teorileri üretiliyor... Bu karar hakkındaki komplo teorileri, TV’lerde endam eden yorumcularda, gazete köşelerinde ve sosyal medyada bolca gözüküyor…

Aslında bu siyasi kararın maksadını bulmak için öyle derin derin düşünmeye, komplo teorileri üretmeye gerek bulunmuyor. Maksat gayet açık ve net.

Bu basit maksadı vermeden önce bir fıkra anlatmam gerekiyor…

Yüzyıllar önce Papa bütün Yahudilerin Roma’yı terk etmeleri gerektiğine karar veriyor. Doğal olarak Yahudi toplumundan da büyük bir tepki geliyor. Bunun üzerine Papa, Yahudi toplumundan önde gelen birisiyle karşılıklı dini bir müzakere yapmalarını öneriyor. Müzakereyi Yahudiler kazanırsa kalmaları, Papa kazanırsa gitmeleri gerekiyor… Yahudiler çaresiz kabul ediyor ve temsilci olarak Moiz’i seçiyorlar…

Ancak Moiz’in Papa ile aynı dili konuşamaması nedeniyle müzakerede konuşmak yerine sadece işaret dilinin kullanılmasını teklif ediliyor. Papa da kabul ediyor…

Müzakere günü geldiğinde, iki taraf karşılıklı yerlerini alıyor…

Papa ve Moiz bir süre karşılıklı olarak bakıştıktan sonra Papa elini kaldırarak üç parmağını gösteriyor. Buna karşılık Moiz tek parmağını kaldırıyor.

Papa parmaklarını sallayarak başının etrafında çeviriyor. Moiz ise parmağıyla yeri işaret ederek oturduğu yeri gösteriyor.

Papa yanındaki çantadan bir parça ekmek ve şarap çıkarıyor. Moiz de çantasından bir elma çıkarıyor…

Bunun üzerine Papa ayağa kalkarak: “Ben pes ediyorum, Yahudiler kalabilirler” diyor…

Müzakere sonrasında Papa’nın etrafına toplanan kardinaller Papa’ya ne olduğunu sorduklarında Papa şöyle cevap veriyor:

‘’Ben önce üç parmağımı gösterip Kutsal Üçlüyü işaret ettim. Buna karşılık o bana tek parmağını gösterip her iki dinin de tek Tanrı’yı tanıdığını söyledi. Ben parmaklarımı sallayıp başımın etrafında çevirerek Tanrı’nın bizim etrafımızda olduğunu gösterdiğimde o da oturduğu yeri işaret ederek Tanrı’nın onların durduğu her yerde olduğunu işaret etti. Ben kutsal ekmek ve şarap çıkartıp Tanrı’nın bizim günahlarımızı bağışladığını göstermek istediğim zaman da hemen bir elma çıkartıp bana ilk günahı hatırlattı. Adamın her şeye bir cevabı vardı. Ne yapabilirdim ki?’’

Tabi aynı sıralarda, Yahudi cemaati de Moiz’in etrafını sarmış ona nasıl başardığını soruyor. Moiz de şöyle cevap veriyor:

‘’Önce bana üç parmağını gösterip üç gün içinde burayı terk etmemizi istedi. Ben de ona bir tekimizin bile ayrılmayacağımızı söyledim. Sonra bütün şehrin Yahudilerden temizleneceğini söyledi. Ben de hiç bir yere gitmeyip olduğumuz yerde kalacağımızı söyledim.’’

‘’Sonra ne oldu?’’ diye kalabalık heyecanla soruyor. Moiz konuşmasını şöyle tamamlıyor:

‘’Valla, sonrasını ben de pek anlamadım. Adam biraz hiddetlendi ve öğle yemeğini çıkarttı. Bunun üzerine ben de benimkini çıkarttım. Hepsi bu!…’’

Fıkra bu kadar…

Ben de mahkemenin bu kararını Papa gibi değil de Moiz’in anladığı gibi anlatayım…

İstanbul’un kaynakları ve rantı çok çok büyük oluyor. Siyasi iktidar İstanbul’u kendi ambarı olarak görüyor. Hani tecrübeyle sabitti ya, siyasiler sık sık söylüyor ya ‘’İstanbul’u alan Türkiye’yi alıyor. İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybediyor.’’ Seçime altı ay kalmışken hak, hukuk, adalet ve milli irade çiğnenerek İstanbul alınmak isteniyor... Seçime doğru İstanbul'un tüm imkânları siyasi iktidar lehine seferber edilmek isteniyor.... Bu kararın maksadı işte bu kadar basit. Papa gibi yorumlar yapmaya gerek kalmıyor… İstinaf ve Yargıtay aşaması için zaman harcanacağı tahmin dahi edilmiyor… En kısa sürede bu maksadın gerçekleşmesi bekleniyor…

Doğuda seçilmiş belediye başkanları haksızca, hukuksuzca görevden alınıp yerlerine kayyumlar atanırken, 28 Şubat düzmece FETÖ davası ile generaller haksız hukuksuz yere zindanlarda çürütülürken, Montrö uyarısı yapan amirallere davalar açılırken onlara sessiz, sedasız, tepkisiz kalan, üç maymunu oynayan siyasiler ve toplum bu kararın alınmasına fazlasıyla katkı sağlıyor, siyasi iktidara fazlasıyla cüret veriyor…

Bu, bu kadar basit… Geçmiş olsun!...

Osman AYDOĞAN