• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi18
Bugün Toplam1173
Toplam Ziyaret2919376

Kör kuyu, taş döküntü


Kör kuyu, taş döküntü

25 Nisan 2022


İnsanoğlu cimridir deniyor. Fakat buradaki cimrilikten kastedilen para değildir. İnsanoğlu ‘’sözcük’’ cimrisidir, sözcüklerini saklıyor, gizliyor, kıskanıyor. İnsanoğlu ‘’sevgi’’ cimrisidir, sevgisini göstermiyor, saklıyor, kıskanıyor… Sadece ‘’sözcük’’, ‘’sevgi’’ cimriliği değildir insanoğlunun özelliği.  İyiye, güzele, adalete, latifeye, hoşluğa ve pozitifliğe dair ne varsa hepsinde cimri oluyor insanoğlu. İyiye, güzele, adalete, latifeye, hoşluğa ve pozitifliğe dair ne varsa dile getirmiyor insanoğlu. Bu özellikler sadece bizim kültürümüze ait olarak da bulunmuyor.


Bu konuda edebiyatçılar ne demiş? Kısaca bir göz atmak istiyorum…

Elias Canetti’nin notları

Nobel ödüllü yazar Elias Canetti’nin güzel bir kitabı bulunuyor: ‘’İnsanın Taşrası’’ (Sel Yayıncılık, 2015) Elias Canetti’nin, bu yapıtı 1942-1972 yılları arasında yazdığı notlarından oluşuyor. Bu notlar dünyada var olan her şeye dairdir. Canetti, kitabında, yaşadığı dünyada herkesten ve her şeyden önce kendi kendisiyle en maskesiz tarzda hesaplaşmayı etik bir ilkeye dönüştürüyor.


İki cilt olarak yayımlanan yapıtta Elias Canetti, notlar için şöyle diyor:

“Notlar, insanın içinden geldiği gibi kaleme alınan, birbirleriyle çelişen yazılardır. Kimi zaman dayanılmaz bir gerilimden, ama çoğu kez de aşırı bir hafife almaktan kaynaklanan esintileri içerir… İnsan çok yönü, binlerce yönü bulunan bir varlıktır. En büyük şansı ve mutluluk kaynağı da budur ve insan ancak belli bir süre sanki böyle bir varlık değilmiş gibi yaşayabilir. Kendini amacının kölesi gibi hissettiği anlarda, insana yardımcı olabilecek tek çare vardır: Eğilim ve yeteneklerinin çok yönlülüğüne boyun eğip, kafasından geçenleri hiçbir ayıklama yapmaksızın kâğıda dökmek.’’

Ve kitabında Canetti, şöyle yazıyor:
 
"Bu notların güçlüğü, kişisel olmalarından kaynaklanıyor. İnsan, özellikle kişisel olandan uzaklaşmak istiyor; sanki daha sonra artık değişemeyeceğinden korkarcasına, kişisel olanı kâğıda dökmekten korkuyor. Gerçekte ise insan bir kez yazdıktan sonra rahat bıraktığı takdirde, her şey pek çok yoldan değişime uğramayı sürdürüyor. Ruhun yollarını gösteren şey, yeniden okumak."

Canetti'nin aslında bütün yazdıkları gibi, "Notlar"ı da giderek daha çok ‘’körleşen’’ bir dünyada bilinçli yaşamaya çalışan insanoğlunun bakışlarını yitirmemesi için verilmiş en soylu savaşımlardan birini belgeliyor. Ne de olsa -biraz sert de olsa Canetti'nin sözleri ile- "içinde yaşadığımız dünyanın durumunu göremeyenin o dünya üzerine yazacak hemen hiçbir şeyi yoktur…"

Kısaca Canetti, notlarında yazmanın gerekliliğini söylüyor... Ancak bizler yazmaktan hep imtina ediyoruz... Yazana da cevap vermekten bile… Bunun nedeninin en iyi Franz Kafka bir mektubunda açıklıyor…

Franz Kafka’nın mektubu

‘’Dava’’nın ve ‘’Değişim’’in yazarı Franz Kafka, Milena Jesenka isimli bir kadınla mektuplaşmaya başlıyor. Kafka’nın, Milena’ya yazdığı mektupları içeren ‘‘Sevgili Milena’’ (Say Yayınları, 2010) adlı kitabı ise pek bilinmiyor. Bu mektupların birinde Kafka, Milena’ya şu ifadeleri kullanıyor; ‘‘İçimizin korkunç sarsıntılarını kor ortaya mektup yazmak.’’ ‘‘Mektup yazmak, hortlakların önünde soyunmak, kendini ele vermek demektir.’’

Kafka’nın Milena’ya yazdığı bir mektubundaki şu ifade var ki, sanki kendilerine yazılan mektuplara, iletilere, yazılara, selamlara uzun süredir cevap vermeyen herkese yazılmış gibi duruyor:

‘‘Size Prag’dan, sonra da Meran’dan yazmıştım. Karşılık vermediniz. Gönderdiğim o pusulacıklara karşılık beklemem yersiz, biliyorum. Yazmadığınıza bakılırsa iyi olmalısınız; bizler çoğunlukla iyi olduğumuz zaman susarız, böyle ise sevinmem gerekir. Bir şeyden kuşkulanıyorum yalnız – onun için yazıyorum bugün – sakın kırmış olmayayım sizi? İki şey bekliyorum sizden: Ya sürecek sessizliğiniz, bu demektir ki: ‘Üzülme, iyiyim’, ya da yazacaksınız bana.’’

Yazılan mektuplara, iletilere, yazılara, selamlara cevap verilmiyorsa, herhangi bir tepki gelmiyorsa karşı tarafın sessizliği sürüyorsa, Kafka’nın deyimi ile karşı taraf şu mesajı veriyor: ‘‘Bizler çoğunlukla iyi olduğumuz zaman susarız, üzülmeyin iyiyim’’.

Yazmamanın ve tepkisizliğin bir nedenini de José Saramago bir röportajında açıklıyor:

José Saramago’nun sözcükleri

18 Haziran 2010 tarihinde vefat eden Portekizli yazar José Saramago bir röportajında şunları söylüyor:  

‘‘Bazıları yaşamları boyunca okurlar, ama hiçbir zaman sayfadaki sözcükleri okumaktan öte gitmezler; sözcüklerin hızlı akan bir ırmağın üstündeki atlama taşları olduğunu, karşı kıyıya erişebilmemiz için oraya yerleştirildiklerini ve önemli olanın karşı kıyı olduğunu anlamazlar. Sözcükleri birbirimizi anlamak, hatta bazen birbirimizi bulmak için kullanırız. Sözcükler insanoğluna düşüncelerini gizlesinler diye verilmedi.’’

Saramago’nun söylediği gibi; ‘’sözcükler insanoğluna düşüncelerini gizlesinler diye verilmiyor.’’ Ancak insanoğlu işte!. Hep sözcüklerini gizliyor…

Ancak yazmanın da bir yığın mahzuru da bulunuyor… Bu mahzurlardan birisini de Yakup Kadri Karaosmanoğlu 1926 yılında Ahmet Haşim’e yazdığı bir mektupta şöyle anlatıyor:

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun mektubu

Yakup Kadri Karaosmanoğlu Ahmet Haşim’e yazdığı bir mektupta şöyle yazıyor:

"Muassır Frenk şairlerinden biri de kendisi için: 'Ben suya taş atan adamım' diyor; buradaki sudan maksat ammenin ruhu değil midir? Şair bir havuz kenarında eğlenen bir çocuk gibi, bu suya taşlar atıyor ve her taş, kendi sıklet ve cesametine göre birtakım halkalar açarak ve sesler çıkararak suyun dibine dalıyor. Ey Türk şairi! Senin taş attığın yer ise, hiç dalgalanmayan ve hiç ses vermeyen karanlık ve ıssız bir boşluktur."

Yakup Kadri'nin sözünü ettiği "muassır frenk şairi" de 20. yy.’ın başlarında Fransa’nın en önemli şairlerinden birisi olarak kabul edilen Sembolist Şair Henri de Regnier oluyor...

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, sonra da Haşim’e hitap ederek mektubunu, Henri de Regnier'nin şair ve şiir tanımlamasından esinlenerek, karamsar bir iç çekişiyle şöyle bitiriyor. "Senin taş attığın yer ise öyle bir kör kuyudur ki ne sana daireler çizer, ne de sana ses verir. Senin taş attığın yer ise, hiç dalgalanmayan ve hiç ses vermeyen karanlık ve ıssız bir boşluktur." 

T.S. Eliot’un şiiri

T.S. Eliot diye tanınan, ABD doğumlu İngiliz şair, oyun yazarı ve edebiyat eleştirmeni Thomas Stearns Eliot’un (1888 – 1965) ‘’The Waste Land’’ (Çorak Ülke) adında uzun bir şiiri bulunuyor. Şiirde şöyle bir dize yer alıyor: ‘’What are the roots that clutch, what branches grow / Out of this stony rubbish?’’ (Hangi kökler kavrar, hangi dallar büyür / Bu taş döküntüde?)


Yakup Kadri, aslında günümüzü anlatıyor günümüzü:

"Senin taş attığın yer ise öyle bir kör kuyudur ki ne sana daireler çizer, ne de sana ses verir. Senin taş attığın yer ise, hiç dalgalanmayan ve hiç ses vermeyen karanlık ve ıssız bir boşluktur."

Aynen öyleydi… İçinde yaşadığımız, ekonomik, toplumsal, sosyal, siyasal, kültürel ve psikolojik ortam faklı nedenlerden kaynaklanmıyor: Hangi kökler kavrar, hangi dallar büyürdü bu taş döküntüde ki göle atılan taşlar hâle yapsındı?


Arz ederim…

Osman AYDOĞAN



Yorumlar - Yorum Yaz