• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi3
Bugün Toplam521
Toplam Ziyaret2891395

Heinrich Heine


Heinrich Heine

03 Ocak 2018

Epeydir Alman edebiyatından örnekler verince burada bırakmayayım, Alman edebiyatından örnekler vermeye devam edeyim istedim. Bugün de, Goethe ve Nietzsche'den sonra Alman dilini en iyi kullanan lirik Alman şairi Christian Johann Heinrich Heine’yi (1797 - 1856) anlatacağım.

Heine, 19. yüzyılın romantizm ve realizm akımları arasındaki geçiş döneminde siyasal şiirin öncüsü olan en ünlü Alman şairidir. Genelde lirik şiirler yazar.. Hegel'in öğrencisi, Karl Marx’ın arkadaşıdır. Göttingen, Bonn ve Berlin Humboldt üniversitelerinde hukuk okur ancak edebiyata hukuktan daha fazla ilgilidir. Doğduğu Duesseldorf kentindeki üniversiteye adı verilmiştir: Heinrich-Heine-Universität Düsseldorf.

Yahudi kökenlidir. Ancak1825'de, 28 yaşındayken dinini değiştirerek, Protestanlığı seçer. Bu, Alman devletinde hür bir birey olabilmek için gereklidir. Aksi takdirde birçok Yahudi gibi hakları kısıtlanacaktır. O zaman Almanya’da Yahudilerin üniversitede profesör de olması yasaktır. Heine'ın ise en büyük tutkularından birisidir üniversitede profesör olmaktır...

Heine sanat yaşamına "Gedichte" (Şiirler) adlı eseriyle 1821'de başlar. Heine'nin kuzenleri olan Amelie ve Therese'e olan tek taraflı aşkı daha sonra onu aşk temalı şiirler yazmaya sevk eder. "Buch der Lieder" (Şarkıların Kitabı) adlı eseri onun en kapsamlı şiir derlemesidir. Bu eseri Türkçeye ''Şarkılar Kitabı'' (Yapı Kredi Yayınları, 2016) olarak yayınlanır. Heine'nın birçok şiiri besteciler tarafından şarkı hâline getirilir.

Kendine has dillere destan bir içe dönüklüğü vardır. Düşünceleri Fransız devriminden etkilenmiştir. Nietzsche, Heine'den bahsederken ''en yüce lirik şair'' ifadesini kullanır.

Değerinin farkındadır. Bir şiirinde söyle tanımlar kendisini:

''Ich bin ein deutscher Dichter,
Bekannt im deutschen Land.
Nennt man die besten Namen,
So wird auch der meine genannt.''

''Ben bir Alman şairi
Bütün Almanya’da bilinir
En iyi isimler söylenince
Benimki de öyle söylenir.''

Heine, 1831 yılında Almanya'dan ayrılır ve Paris'e gider. Orada ütopist sosyalistler ile arkadaşlıklar kurar. Ve Heine yaşamının geri kalan kısmını Paris'te geçirir.

Heine din değiştirmiştir. Her iki dini de çok iyi tanır. Paris’te Fransız arkadaşlarına dinler konusunda şu kanaatini söyler: "Bütün dinler aynıdır. Bazıları müşterilerinin derilerini kafalarından, bazıları ise ayaklarından başlayarak yüzerler."

Pariste okuma yazması olmayan Crescentia adli bir Fransız kadınla evlenir. Heine kadının adını fazla egzotik bulduğu için bu ismi Mathilde olarak değiştirir. Okuma yazması olmayan karısı, Heine'nin ne kadar önemli bir şair olduğundan bihaberdir ve şairin değerini arkadaşlarına sorar. Mathilde, Dumas'ın eserlerini okumak istediğinden, yine Heine tarafından kendisine okuma-yazma öğretilir. Mathilde kocasının şiirleri için değil de Dumas eserleri için okuma-yazma öğrenmek ister!... Belki de bu nedenle Heine ölmeden önce mirasını karısına bırakır ve karısının tekrar evlenmesine şart koşar. Neden olarak da kendisi için en azından bir adamın üzüleceğini söyler!...

Heinrich Heine’nin bu evliliği biraz da Rus yazar Puşkin’in evliliğine benzer. Puşkin, bir baloda Natalya Gonçarova ile karşılaşır ve büyüleyici güzellikteki bu genç kıza âşık olur. Puşkin’in mutsuzluğuna, talihsizliğine ve çok genç yaşta ölümüne giden yolun başlangıcı olur bu karşılaşma. Natalya edebiyatla hiçbir ilgisi olmayan, Puşkin’i bir şair olarak umursamayan, aklı fikri kendine rahat bir yaşam sağlayacak bir koca bulmakta olan sıradan biridir ve ailesinin de ondan pek bir farkı yoktur. Uzun çekişmelerden sonra Natalya ile evlenir Puşkin. Natalya evliliği süresince de kayıtsız kalır Puşkin’e. Yaşamını çekilmez kılan bir kayınvalidesi ve kusursuz ama yapay bir çiçek olan eşi vardır artık Puşkin’in tıpkı Heinrich Heine’nin karısı Mathilde gibi…

Heine’nin Alman politikası ve toplumunu eleştirdiği "Deutschland. Ein Wintermärchen" (Almanya. Bir Kış Masalı) (Wilhelm Goldmann Verlag, 1976)
adlı eserini 1844'te yazar ve arkadaşı Karl Marx bu eserini sahibi olduğu gazetede makaleler hâlinde yayımlar…

Heine’nin Loreley (Lorelei) adlı şiiri şarkılar, çeviriler sayesinde dilden dile aktarılır ve bu sayede büyük bir ün kazanır.

Heine ‘’Laß die heilgen Parabolen’’ isimli şiirinin son kıtasını şöyle bitirir:

''Also fragen wir beständig,
Bis man uns mit einer Handvoll
Erde endlich stopft die Mäuler -
Aber ist das eine Antwort?''

"Durmaksızın soruyoruz
Ta ki bir avuç toprak
ağzımızı kapatana kadar.
Peki ama bu mudur cevap?"

Almansor: Ein Tragödie

Heinrich Heine, bir kitabında tarihte defalarca kanıtlanmış şu sözünü söyler:  "Bu sadece bir başlangıçtı, kitapları yakmış oldukları bu yerde, sonunda insanları da yakacaklar.”  (Das war ein Vorspiel nur, dort wo man Bücher verbrennt, verbrennt man auch am Ende Menschen.) Bu söz halen Almanya'da farklı şehirlerde değişik meydanlarda bir anıt yazısı olarak sergilenmektedir. Bunlardan birkaç örneği yazımın sonunda veriyorum.

Bu söz, Heinrich Heine’nin; "Der Rabbi von Bacharach" ve  "Atta Troll" eserleri ile beraber bir klasik olarak kabul edilen ve 1823’te yayımlamış olduğu “Almansor: Ein Tragödie” (Jazzybee Verlag, 2012) isimli kitabının 21. sayfasında yer alır. Bu romanda Heinrich Heine bu sözü roman kahramanlarından birisine büyük bir öngörüyle söyletir. Ne yazık ki bu kitapların hiçbirisi Türkçeye çevrilmemiştir.

Heinrich Heine “Almansor: Ein Tragödie” isimli romanında 1492 yılında Granada’nın İspanya Krallığı tarafından ilhak edilmesini ve sonrasında yaşananları konu eder. Bu ilhak ile Granada halkı din değiştirmeye zorlanır. Kabul etmeyenler de engizisyon eliyle katledilir. Kurtulabilen az sayıda insan dağlara çekilir. Olabilecekleri öngörebilenler de şehir işgal edilip yağmalanmadan çok önce evlerini terk eder… Almansor da şehri çok önceden terk ederek Fas’a gider. Ancak Almansor Fas’ta kaldığı sürece, din değiştirerek Granada’da kalabilen sevgilisi Zuleima’yı özler. Bu nedenle Almansor, Zuleima’yı bulmak için Granada’ya döner… Romanın bundan sonrası hazin bir aşk hikâyesidir.

Almansor Granada’ya geldiğinde eski tanıdıkları insanlar kendisine; ülkesine ihanet edenlerden, varlıklarını korumak için işgalcilerle işbirliği yapanlardan, işgalciler safına katılanlardan, yerli halka yapılan baskı, işkence ve katliamlardan bahsederler...   

Almansor’a konuşan insanlardan birisi de Almansor’un ailesinin eski yardımcısı Hassan’dır. Hassan, işgalcilere karşı direnmiş ve dağa çıkmıştır. Hassan, yaşadıklarını Almansor’a anlatırken engizisyonun binlerce kitabı ve kütüphaneleri yakmasına atfen işte bu sözü söyler: “Bu sadece bir başlangıçtı, kitapları yakmış oldukları bu yerde, sonunda insanları da yakacaklar.’’

Heine’nin, eserinde Hassan’a büyük bir öngörüyle bu sözü söyletmesinden 112 yıl sonra, 10 Mayıs 1933 tarihinde Naziler tarafından “Alman edebiyatını arındırma” iddiasıyla, 70 bin kişinin toplanarak seyrettiği Berlin-OpernPlatz’ta (Berlin’in Opera Meydanı) yirmi binin üzerinde kitap yakılır…  Bunlar arasında ünlü Alman yazarlar Heinrich Mann, Erich Maria Remarque, Joachim Ringelnatz ile birlikte Heinrich Heine’nin de kitapları da vardır… Tabii ki sadece Berlin şehrinde kitaplar yakılmaz. Hemen hemen bütün Alman şehirlerinde kitaplar yakılır. 

Naziler ise bu kitapları yaktıktan tam sekiz yıl sonra da insanları da yakmaya başlarlar!... . 

Ölüm döşeğinde iken; "Tabii ki Tanrı beni affedecektir, bu onun işi." der… Ve ardından ekler: “Düşüncelerim ve borçtan başka hiçbir şeyim yok!”

Unutulmayacak bir söz daha Heinrich Heine'den: "Tutunacak bir dalın olup olmadığını düşmeden göremezsin.." 

Eserleri 1835 tarihinde Alman otoriteleri tarafından her dikta rejiminde olduğu gibi yasaklandığında her şair gibi kendisi de Almanya için kaygılanır. Heine, 1844 yılnda yayınladığı ‘’Nachtgedanken’’ şiirinde şu dizleri kullanır: (Heinrich Heine’nin Paris’de iken yazdığı ve Almanya’ya olan özlemini anlattığı şiirin tamamını yazımın sonunda veriyorum.)

"Denk ich an Deutschland in der nacht,
dann bin ich um den schlaf gebracht"

(Geceleyin Almanya’yı düşündüğümde uykularım kaçıyor.)

Ben de artık son zamanlarda bu dizeleri ufacık bir değişiklikle zihnimde takılmış bir plak gibi şöyle mırıldanıyorum:

"Denk ich an die Türkei in der nacht,
dann bin ich um den schlaf gebracht"

Osman AYDOĞAN

Heinrich Heine'nin "Kitapları yakmış oldukları bu yerde, sonunda insanları da yakacaklar.” (Dort wo man Bücher verbrennt, verbrennt man auch am Ende Menschen) sözü halen Almanya'da farklı şehirlerde değişik meydanlarda bir anıt yazısı olarak sergilenmektedir.

Aşağıdaki anıt yazıt Berlin-OpernPlatz’ta (Berlin’in Opera Meydanı) yer alır. Yazıtta: ‘’Bu meydanın ortasında 10 Mayıs 1933 tarihinde Nasyonal Sosyalist öğrenciler, özgür yazarlar, gazeteciler, filozof ve bilim adamlarının yüzlerce eserlerini yaktılar’’ ibaresi yer alır. Berlin-OpernPlatz’ın adı da 31 Ağustos 1947 tarihinde Almanya Sosyal Demokrat İşçi Partisi liderlerinden Agust Bebel’in anısına Bebelplatz olarak değiştirilir. Bu meydan günümüzde bu adla anılır...   





Aşağıdaki anıt yazıt ''Berlin Humboldt Universitesi'' avlusunda yer alır. Anıt yazıtın altında da ''Kitapların yakılması 10 Mayıs 1933'' ibaresi yer alır.

 


Aşağıdaki anıt yazıt Neustadt şehri Marktplatz'da (Pazar Meydanı) yer alır. Anıt yazıtın altında yine ''Nasyonal Sosyalistler tarafından kitapların yakılması anısına 14 Mayıs 1933'' ibaresi yer alır. 




Aşağıdaki anıt yazıt Braunschweig şehri Schlossplatz (Saray Meydanı)ında yer alır. Anıt yazıtın altında yine ''Bu yerde Nasyonal Sosyalistler tarafından kitaplar yakılmıştır. 10 Mayıs 1933'' ibaresi yer alır. 




Nachtgedanken

Denk ich an Deutschland in der Nacht,
Dann bin ich um den Schlaf gebracht,
Ich kann nicht mehr die Augen schließen,
Und meine heißen Tränen fließen.

Die Jahre kommen und vergehn!
Seit ich die Mutter nicht gesehn,
Zwölf Jahre sind schon hingegangen;
Es wächst mein Sehnen und Verlangen.

Mein Sehnen und Verlangen wächst.
Die alte Frau hat mich behext,
Ich denke immer an die alte,
Die alte Frau, die Gott erhalte!

Die alte Frau hat mich so lieb,
Und in den Briefen, die sie schrieb,
Seh ich, wie ihre Hand gezittert,
Wie tief das Mutterherz erschüttert.

Die Mutter liegt mir stets im Sinn.
Zwölf lange Jahre flossen hin,
Zwölf lange Jahre sind verflossen,
Seit ich sie nicht ans Herz geschlossen.

Deutschland hat ewigen Bestand,
Es ist ein kerngesundes Land,
Mit seinen Eichen, seinen Linden,
Werd ich es immer wiederfinden.

Nach Deutschland lechzt ich nicht so sehr,
Wenn nicht die Mutter dorten wär;
Das Vaterland wird nie verderben,
Jedoch die alte Frau kann sterben.

Seit ich das Land verlassen hab,
So viele sanken dort ins Grab,
Die ich geliebt - wenn ich sie zähle,
So will verbluten meine Seele.

Und zählen muß ich - Mit der Zahl
Schwillt immer höher meine Qual,
Mir ist, als wälzten sich die Leichen,
Auf meine Brust - Gottlob! sie weichen!

Gottlob! durch meine Fenster bricht
Französisch heitres Tageslicht;
Es kommt mein Weib, schön wie der Morgen,
Und lächelt fort die deutschen Sorgen.

Heinrich Heine


Yorumlar - Yorum Yaz