• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi9
Bugün Toplam33
Toplam Ziyaret2890907

Nesîmî, Bayezıt-ı Bestamî ve Cüneyd-i Bağdadî

Nesîmî, Bayezıt-ı Bestamî ve Cüneyd-i Bağdadî 

Seyyid İmamettin Nesîmî ile ilgili yazım nedeniyle Bektaşi Şakir Keçeli Babaerenler'in değerlendirmesini aldım. Şöyleydi:

''Hü Dost
Aşkı niyazlarımı sunarım.
Erenlerim yazıda eksiklik vardır.
Eksiklik şudur: Seyyid İmadeddin Nesîmî Fazlullah Hurufi'nin damadı ve halifesidir. Bu nedenle o hurufidir.
Anadolu alevileri ve sıradan bektaşiler Şeyyid İmadeddin Nesimi ile Seyyid Nesimi'yi birbirlerine karıştırırlar. Anadolu'de halk daha çok Seyyid Nesimi'yi tanır. Seyyid İmadeddin Nesimi tekkelerde ve takke eğitimi görmüş dedelerde tanınır.
Yanlışlık Şudur:
Cübbemin Altında Allah'tan başka bir şey yok diyen Cüneyd-i Bağdadi değil Bayezid Bestamî'dir.
En iyi dileklerimi sunarım
''

Öncelikle yazıma değer verip bu değerlendirmeyi yaptığı için Bektaşi Şakir Keçeli Babaerenler'e şükranlarımı ve saygılarımı sunarım.
Ben de bir savunma ve bir düzeltme yapmak istiyorum:

Nesîmî'nin Hurufi olduğu doğrudur, zaten siz de bana iletmiştiniz.
Ancak ben bunu yazımda kullanmadım. Ancak Nesîmî tüm Anadulu'nun ve tüm insanlığın bir değeri ve bir ortak paydası olduğu için kullanmadım.
Özellikle şiirleri tüm Anadolu'nun, tüm insanlığın ortak bir değeridir, bir aynasıdır diye düşünürüm.

Her şiirini severim, özellikle yazımda yer verdiğim ''Bende sığar iki cihân'' isimli şiiri...

'Minnet Eylemem'' isimli şiirine de bayılırım;

Har içinde biten gonca güle minnet eylemem
Arabi Farisi bilmem, dile minnet eylemem
Sırat-i müstakim üzre gözetirim rahimi
iblisin talim ettiği yola minnet eylemem

Bir acaip derde düştüm herkes gider kârına
Bugün buldum bugün yerim, hak kerimdir yarına
Zerrece tamahım yoktur şu dünyanın varına
Rızkımı veren hüda'dır, kula minnet eylemem

Oy nesimi, can nesimi ol gani mihman iken
Yarın şefaatlarım ahmed-i muhtar iken
Cümlenin rızkını veren ol gani settar iken
Yeryüzünün halifesi hünkara minnet eylemem.

Har: Diken...

Gonca: Açılmamış gül...
Sırat-ı müstakim: Dosdoğru yol...
Talim etmek: Düzenlemek, gitmek...
Kâr: İş, uğraş...
Tamah: Açgözlülük...
Hüda: Allah,Rab...
Gani mihman: (gönlü) Zengin misafir...
Ahmed-i muhtar: Seçilmiş Ahmet ( Hz. Muhammed)...
Settar: Kusurları örten (ALLAH'ın ismi)...
Hünkar: Padişah, sultan...
Şiirde Nesîmî Arapca ve Farsca dilini bilmem diyor.
Aslında o dilleri biliyor ama o dilleri bilmekte keramet olmadigina atıfta bulunuyor.
İbadetini Türkce yapan Alevi toplumu için Arapça ve Farsça zaruri değildir.
Önemli olan manadır.


Nesîmî'nin bu şiirini de sanatcı Ahmet Aslan çok güzel yorumlamış, dinlemenizi isterim.

http://www.youtube.com/watch?v=cVQcc0PLWq8&feature=BF&playnext=1&list=QL

Bilenler böyle bilsin istedim...
Zaten anlamamışımdır, insanları ırksal ve inançsal olarak gruplara bölmeyi...
Bizler insanız, böyle düşünürüm...
Nesîmî'nin şirinde söylediği gibi;
''Arabi farisi bilmem, dile minnet eylemem''
Zaten yine Nesîmî'nin bizzat kendisi söylemez miydi;
''Sorma be birader mezhebimizi
Biz mezhep bilmeyiz yolumuz vardır''

Bizzat Nesîmî ''Biz mezhep bilmeyiz'' derken,o'nu bir mezhebe dâhil etmek, bizatihi Nesîmî'yi anlamamak olur diye düşünüyorum.

Gelelim itirazıma;

Doğrudur bir kısım bilginler bu sözün (“Leyse fî cübbeti sivallah / (Cübbemin altında Allah’tan gayrı bir şey yok) Bayezid-i Bestamî'ye ait olduğunu söylerler, iddia ederler…

Bayezid-i Bestamî künyesi Ebu Yezid olup, asıl ismi "Tayfur"dur.
Bazı kaynaklar Bayezid-i Bistamî olarak yazarlar.
Bestam ismi Hazar Gölü güneyinde bulunan bir Azeri şehrinin isminden gelmektedir.
Bayezid-i Bestamî, Bestam’lı Bayezid anlamındadır. Tıpkı Cüneyd-i Bağdadi’nin Bağdat’lı Cüneyd olarak adlandırıldığı gibi…
Bu zannı (“Leyse fî cübbeti sivallah’’ Bayezid-i Bestamî'ye ait olduğunu) doğrulayan başka benzer bir sözü vardır Bayezid-i Bestamî'nin;
“Ben kendimi tenzih ederim! Benim şanım çok yücedir.(SÜBHÂNÎ MÂ A'ZAME ŞANÎ) Zira cesedimin her zerresinde Allah’tan başka varlık yok!..’’

Bir de bir hikâyesi var;

Bir adam Ebu Yezid el Bestamî ye gelir ve evinin kapısını çalar.
Bunun üzerine Ebu Yezid el Bestamî O’na evde Allah tan başkası yok der.
‘Allah beni bir kere karşısına alıp dediki;
Ey Beyazid halk Beni görmek istiyor.
Bende dedim ki  öyleyse beni vahdaniyetinle süsle benliğini giydir ahadiyyete erdir.
Halk Senin sıfatını görünce Seni gördük desinler.
O zaman Sen sen olursun ben ise orada bulunmam.
İnsanlar anlamazlar onu ve bu söz üzerine terk ederler onu ve ona deli, miskin, zındık derler....
Bunun üzerine Bayezid-i Bestamî'nin şu sözü söylediği rivayet edilir:
“Yolun başında idik sıddık dediler. Sonuna vardık zındık dediler”


Vefatından sonra Bayezid-i Bestamî'yi öğrencileri rüyada görürler ve;
"Halin nice oldu?" diye sorarlar.
Bayezid-i Bestamî şu cevabı verir;
"Bana, ey pir ne getirdin?" dediler. Bende dedim ki;
"Dilenci padişahın kapısına gelince, ona ne getirdin demezler, ne istersin derler" dedim.

Bunun üzerine; "Doğru söylüyor, onu bırakın." dediler. 

Mevlânâ ile Şems-i Tebrizi arasında arasında Bayezid-i Bestamî'nin adının geçtiği bir konuşma vardır. Şems-i Tebrizi uzun bir yolculuğun ardından, M. 1244 yılının Ekim ayında Konya’ya gelir. Kaldığı han odasının anahtarını boynuna zamanın tüccarları gibi asıp çarşıda dolaşmaya başlar aşk ve ilmin tüccarı olduğuna işaret ederek... İkindiye doğru, ana caddede, katıra binmiş, talebeleri etrafında dört dönen bir müderris görünür. Şems aradığı dostun o olduğunu anlar. Önüne geçerek katırın dizginlerini tutar ve keskin bakışlarıyla:

“Sen Belhli Baha Veled’in oğlu Mevlânâ Celaleddin misin?” diye sorar.

Mevlânâ “evet” diye cevap verir. Şems:

“Ey Müslümanların imamı! Bir müşkülüm var. Hz. Muhammed mi büyük, Bayezid-i Bestamî mi?

Sorunun heybetinden kendinden geçen Mevlânâ, kendini toplayınca;

“Bu nasıl sual böyle? Tabi ki, Allah’ın elçisi Hz. Muhammed bütün yaratıkların en büyüğüdür.”

O zaman Şems:

“O halde neden Peygamber bu kadar büyüklüğü ile Ya Rabbi seni tenzih ederim, biz seni layık olduğun veçhile bilemedik” buyururken, Bayezid, “Ben kendimi tenzih ederim! Benim şanım çok yücedir. Zira cesedimin her zerresinde Allah’tan başka varlık yok!..” demekte?

Mevlânâ:

“Hz. Muhammed, müthiş bir manevi susuzluk hastalığına tutulmuştu, ’biz senin göğsünü açmadık mı?’  şerhiyle kalbi genişledi. Bunun için de susuzluktan dem vurdu. O Her gün sayısız makamlar geçiyor, her makamı geçtikçe evvelki bilgi ve makamına istiğfar ediyor, daha çok yakınlık istiyordu.

Bayezid ise, bir yudum suyla susuzluğu dindi ve suya kandığından dem vurdu. Vardığı ilk makamın sarhoşluğuna kapılarak kendinden geçti ve o makamda kalarak bu sözü söyledi.”

Şemsi Tebrizi, bu cevap karşısında  “Allah” diyerek yere yuvarlanır.

Mevlânâ, hemen atından inip yanındaki adamların da yardımıyla onu yerden kaldırıp medresesine götürür.

Sonra bildiğimiz ikisi arasındaki karşılıklı eğitim ve dostluk başlar.
Burada Âsaf Hâled Çelebi’yi anmak istiyorum.
Âsaf Hâled Çelebi’nin babası Mevlevi dergâhı mensubu idi.
Âsaf Hâled babasından Fransızca ve Farsça, Mevlevi Şeyhi Ahmet Remzi Dede (Akyürek) ile Rauf Yekta Bey'den musiki ve nota dersleri aldı.
Çelebi çok geniş bir divan şiiri ve tasavvuf kültürüne sahipti.
İran edebiyatına vâkıftı ve şiir yazacak kadar Farsça bilirdi.

Fransızcası sayesinde hem Batı hem de Uzakdoğu kültürleriyle ilişki kurmuştu.

Bu kültürlerden devşirdiklerini şiirine taşırdı.

Eserleri: 1. Mevlânâ (1939), 2. Molla Câmî (1940), 3. Konuşulan Fransızca (1942), 4. Eşref oğlu Dîvânı (1943), 5. Pali Metinlerine Göre Gotama Buddha (1946), 6. Dîvan Şii­rinde İstanbul (1953), 7. Nâimâ (1953), 8. Mevlânâ ve Mevle­vîlik (1957).

Tercümeleri: 1. Mevlânâ’nın Rubaileri (1939), 2. Seçme Rubailer (1945), 3 Ömer Havyam (1954), 4. Roubayat de Mevlânâ Djelal-cMIn Roumi (Paris, 1950). Çeşitli dergi­lerde kalan, kitap hâline getirilemeyen makaleleri de vardır.

Âsaf Hâled Çelebi’yi şu nedenle andım;

Âsaf Hâled Çelebi’nin “Cüneyd” şiiri, tasavvufun mühim simâlarından, Cüneyd-i Bağdadi’nin: “Leyse fî cübbeti sivallah / (Cübbemin altında Allah’tan gayrı bir şey yok)” tarihî sözünün Arap harfleriyle epigraf  olarak verilmesiyle başlar.

Bu söz Cüneyd’in kendi kendisini yok etmesine sebeb olur.

Böylelikle Cüneyd  tasavvuftaki “bilen söylemez, söyleyen bilmez” düsturuna

aykırı hareket ederek sırrını ifşa etmiş olur.

Cüneyd

bakanlar bana gövdemi görürler
ben başka yerdeyim

gömenler beni gövdemi gömerler
ben başka yerdeyim

aç cübbeni cüneyd ne görüyorsun
görünmeyeni

cüneyd nerede cüneyd ne oldu
sana bana olan ona da oldu

kendi cübbesi altında cüneyd yok oldu

Şiirinin  orijinalinde en başında Âsaf Hâled Çelebi el yazısıyla ve Arap harfleriyle “Leyse fî cübbeti sivallah’’ ibaresini yazar.

Tabii ki Âsaf Hâled Çelebi’nin bu şiirde bahsettiği Cüneyd; ‘Cüneyd-i Bağdadi’dir.

Âsaf Hâled Çelebi’nin kişiliği, bilgisi, tasavvufa hâkimiyeti de bu şekilde bu sözün “Leyse fî cübbeti sivallah / (Cübbemin altında Allah’tan gayrı bir şey yok)” ‘Cüneyd-i Bağdadi’ye ait olduğunu doğrulamaktadır.

“Leyse fî cübbeti sivallah’’ ifadesinin Bayezid-i Bestamî’nin benzer sözü nedeniyle kendisine ait olduğu sanılır ki, yukarıda açıkladığım gibi bu doğru değildir. Bu söz (Leyse fî cübbeti sivallah)  Cüneyd-i Bağdadi’ye aittir.

Bektaşi Şakir Keçeli Babaerenler'e tekrar şükranlarımı ve saygılarımı sunarım.

Osman AYDOĞAN


Yorumlar - Yorum Yaz