• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi6
Bugün Toplam413
Toplam Ziyaret2913542

Bayram Kutlaması


Bayram Kutlaması


13 Mayıs 2021


Dün Ramazan ayının son günü ve arife günü idi… Hicri takvime göre onuncu ay olan Şevval ayının ilk üç günü de bayramdır. Arapça ismi ‘’Ayd-ül Fitr’’dır. Farsçada da aynıdır. ’’Ayd’’; Arapça bayram demektir. ‘’Fitr’’ ise fıtır sadakası ya da fitre olarak bilinen oruç tutamayacak durumdaki Müslümanların verdiği sadakadır. Şükür sadakası olarak da bilinir. Bütün Arap ülkelerinde ve İran’da bu bayram ‘’Ayd-ül Fitr’’ olarak kutlanır. “Ayd-ül Edhâ” da Arapça’da “Kurban Bayramı’’dır.

Ramazan Bayramı ve Kurban Bayramı Kur’an’da geçmiyor. Oruç için Kur’an’da açık açık yazdığı gibi (“Oruç sizden öncekilere yazıldığı gibi size de yazıldı”, Bakara Suresi - 183-184) bayramlar için Kur’an’da böyle açık bir ayet bulunmuyor. Bu bayramlar Kur'an'da olmadığı gibi bu bayramlarda kılınan bayram namazı da Kur’an’da yazmıyor. Ramazan ayında kılınan teravih namazı da Kur’an’da yazmıyor…

Ancak bu bayramlar hadiste yer alıyor. Horasan doğumlu Muhaddis Ebû Dâvud'un, Ehl-i Sünnet tarafından en sağlam hadis kaynakları olarak kabul edilen ve ''kütüb-i sitte'' (altı kitap)den birisi olan hadis kitabı ‘’es-Sünen’’de Hz. Peygamber, Medine'ye hicret ettiği zaman, Medinelilerin eğlenip neşelendiği iki bayramları olduğu bildiriliyor. Hz. Peygamber, Medinelilere özgü olan, cahiliye izleri taşıyan bu bayramların yerine bütün Müslümanların sevinip eğleneceği İslâm'ın iki bayramını onlara haber veriyor: "Allah Teâlâ size, kutladığınız bu iki bayramın yerine, daha hayırlısını, Ramazan Bayramı ile Kurban Bayramını hediye etti." (Sünen-i Ebû Dâvud, Salat, 239) Ancak bu sünnetten bahseden Ebû Dâvûd (817 -  889) Hz. Peygamber’den 200 sene sonra doğuyor. İçinde 4800 hadisi topladığı eseri ‘’es-Sünen’’ Kahire’de neşrediliyor. (1280) Her iki bayramın da Müslümanların kendi aralarında gerçekleştirmiş oldukları toplumsal kabul ve uygulamalar olduğu ve Arap toplumunun kültüründen kaynaklanmakta olduğunu değerlendiriliyor.

Osmanlı ve Cumhuriyette 1981 yılına kadar kutlanan ‘’Şeker Bayramı’’

Eski Türkçe’de “şükür” ve “şeker” kelimeleri Arap harfleriyle aynı şekilde (şkr) yazıldığı için okunmakta olan bir metinde ‘’şükür’’ün mü yoksa ‘’şeker’’in mi kastedildiği cümlenin gelişinden anlaşılıyor. Aslı “Şükür Bayramı” olan ifade, zamanla işte bu aynı yazılıştan kaynaklanan okuma hatası yüzünden “Şeker Bayramı” halini alıyor ve Osmanlı’nın tüm zamanlarında ve Cumhuriyet döneminde ‘’Şeker Bayramı’’ olarak kutlanıyor. 1935 tarihli ‘’Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun’’ ile de bu bayram “Şeker Bayramı” olarak tescilleniyor.  


Gelelim günümüze…

Kelimenin gücü

Dil bilimcileri ‘’Gerçeğin manipülasyonu için en temel araç kelimelerdir. Kelimelerin anlamına hükmedebiliyorsanız, bu kelimeleri kullanması gereken kişileri de kontrol edebilirsiniz’’ diyor. Mitolojide ise ‘’sözcük’’ (kelime) ; varlığın bir simgesi, adlandırılması, göstergesi değildir, onun gerçek bir parçası oluyor. Mitolojik görüşe göre her nesnenin özü adlarda saklı bulunuyor. Adlara egemen olmasını, onları kullanmasını bilen kimse, nesneler üzerinde de bir egemenlik kazanıyor.


Ayrıca ‘’kelimeler’’ muktedirlerin eylemlerini kapatmak için de kullanılıyor. İkinci Dünya Savaşında Almanlar toplama kamplarını ‘’Die Arbeit macht frei’’ (çalışmak özgür kılar) sözcükleriyle dünya çapında bir katliamın üzerini örtüyor. Bir ‘’fıtrat’’ (*) deniyor; ihmalin, tedbirsizliğin sonucu toprak altında bırakılan 301 madencinin üstü bir daha örtülüyor. Bir ‘’Barış harekâtı’’ deniyor savaşların üstü örtülüyor. Bir ‘’demokrasi getireceğiz’’ deniyor işgalin (ABD’nin Irak’ı işgali) üstü örtülüyor. Bir ‘’ileri demokrasi’’ deniyor he türlü otoriter yönetimin, antidemokratik uygulamanın üstü örtülüyor… Bir ‘’külliye’’ deniyor bin odalı bir israf sarayının üstü örtülüyor. Bir ‘’Orta Asya’’ deniyor üç bin yıllık Türk yurdu (Türkistan) Anadolu ile olan bağı koparılıyor… Bir ‘’istikşaf’’ kelimesi ile sonuçlarını beğenilmeyen bir seçim tekrarlanıyor. Bir ‘’şehit’’ deniyor sakat yapılan binaların çökmesiyle onlarca vatandaşın ölümündeki ihmalin, denetimsizliğin, sorumluluğun üstü örtülüyor… Bu listeyi uzatmak mümkün… Onun için bir Yunan atasözü şöyle diyor: ‘’Kelimenin gücü Tanrı’nın gücüne eşittir.’’

1981 yılında çıkarılan kanunla adı değiştirilen Bayram...

İşte bu nedenlerle otoriter yönetimlerde de sözcüklerin içeriğine ve ne anlama geldiğine de güç sahipleri karar veriyor. Böyle olduğu için yüz yılların “Şeker Bayramı” 12 Eylül 1980 askerî darbesinden sonra, ABD hatırına ihtiyaç duyulan ‘’Yeşil Kuşak’’ için 17 Mart 1981 tarihinde çıkarılan 2429 sayılı “Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Yasa” ile “Ramazan Bayramı” yapılıyor… (2429 sayılı bu yasa 1935 yılındaki kanunun özünü aynen korunmakla beraber bu kanunla ‘’Şeker Bayramı’’nın adı ‘’Ramazan Bayramı’’ olarak değiştiriliyor.)


Ramazan Bayramı Kur’anda geçmiyor. Hiçbir hadiste de ‘’Ramazan Bayramı’’ diye bir ifade bulunmuyor. Hiçbir İslam Arap ülkesinde bu bayram ‘’Ramazan Bayramı’’ diye kutlanmıyor. Bizden başka da ‘’Ramazan Bayramı’’ olarak kutlayan Müslüman da bulunmuyor. Dini kavramları siyasete alet edip kanunla belirlemek bize özgü oluyor. Bu gidişle, yarın bir başka iktidar gelir, bir başka kanun çıkarır ve bu bayramı bir başka adla kutlanmasını isterse ne olacağı düşünülmüyor…

Burada bir başka bilgisizlik daha bulunuyor. İbnü’l Arabî ''Ramazan'' isminin Allah’ın ‘’Esma-i Hüsna’’sından (güzel isimlerinden) bir isim olduğunu ifade ediyor. Bu sebeple İbnü’l Arabî’ye göre Ramazan ayı kastedilirken ‘’Ramazan geldi’’ yerine “Ramazan ayı geldi” denilmesi gerekiyor. Aynı şekilde eğer bayramı kastediyorsanız ve kelime olarak illa ‘’Ramazan’’ı kullanacaksanız bari ‘’Ramazan Ayı Bayramı’’ deseydiniz... Ne yapalım, bu kadar inceliği ve dini bilgiyi nereden bilelim değil mi? Sorarsanız onlara dini bizden daha iyi bilirler!... Hoş, bunlar neyi doğru biliyorlar ki?

Bayram ne kadar hoş, ne şetâretli zamandı…

Mehmet Âkif Ersoy’un ‘’Bayram’’ isimli şirinin ilk kıtası şöyle başlıyor: ‘


’Âfâk bütün hande, cihan başka cihandır;
Bayram ne kadar hoş, ne şetâretli zamandır!’’

Burada geçen ‘’şetâretli’’ sözcüğü Osmanlıcada ‘’neşeli, şen, cıvıl cıvıl’’ anlamına geliyor. Benim yaşımdaki arkadaşlarım çocukluğumuzun o zaman adı ‘’Şeker Bayramı’’ olan bayramın ne şetâretli bir bayram olduğunu hatırlıyor.  ‘’Şeker’’ ismini kaldırıp yerine ‘’Ramazan’’ı konuyor, Osmanlıya öykünüyorlar ama Osmanlıdan kalan gelenek; büyükleri ziyaret bitiyor, meddahlar, Karagöz Hacivat gidiyor, bunların yerlerine meydan; “erkân”a uymayıp “ekran”a itibar eden, mâbetten medyaya transfer olan, bir “pop-star”a dönüşen ağlak medyatik hocalara, İslamiyet’le, dinle hiç alakası olmayan ipe sapa gelmez soru ve cevaplara, melankolik, bir anlamsız matem havasına bırakılıyor… Çocukluğumuzun şetâretli Ramazan ayı ve Şeker Bayramı bir hüzne, bir kasvete, bir kedere, bir matem havasına sokuluyor. Şimdi şetâret mi kaldı?…

Nasıl adlandırıyorsa adlandırılsın, adından ziyada mânası önemlidir diye düşünüyordum ama zaten bayramın da bayramlık hali kalmıyor.

Günümüzde bayramlar

21. yüzyılda İslam coğrafyasına, Afganistan'a, Irak'a, Libya'ya, Suriye'ye, Yemen’e, Filistin’e yapılan Haçlı Seferleri, bu seferlerin sözde Müslüman işbirlikçileri, birbirinin gırtlağını boğazlayan, birbirinin ayaklarının altını oyan sözde Müslümanlar, gelecekteki muhtemel bir Şii-Sünni çatışmasının ayak sesleri, imkân bulanların küffar diyarlarına iltica etmeye çalıştığı, imkân bulamayanların ise birbirini boğazlamaya çalıştığı, sefalet ve kan deryası içinde yüzdüğü, bir mezbahaneye dönen İslam dünyası, Arapların aşiret kavgalarına balıklama dalan yönetimler, gafletin, dalaletin, tedbirsizliğin, ihmalin ve ihanetin sonucu art arda gelen kazalarda yitirilen yüzlerce canlar, kadın ve çocuk cinayetleri, sübyan tecavüzleri, tinerciler, bonzaiciler, memleketin her köşe başını tutmuş dilenen Suriyeli Müslüman mülteciler, neredeyse hemen hemen her gün gelen asker şehadet haberleri, çiğnenen hukuk, ırzına geçilen adalet, TV’lerde alenen yapılan iç savaş çığırtkanlıkları, açıklanan katliam listeleri, kız öğrencilerine alenen sarkan üniversite dekanları, evlilik maskesi adı altında 12-15 yaşlarındaki kız çocuklarına tecavüzü savunan profesörler, kamuya açık kürsülerde toplumu bölecek şekilde kinden, nefretten, garezden, hasedden bahseden, kem sözleri dillerinden hiç mi hiç eksik etmeyen hatipler, siyasetçiler, çöp kutularında rızık toplayan insanlar, vb. haberler kutlanacak ne bayram bırakıyor ne de şetâret…


Bu şartlar altında bayrama ''Ramazan Bayramı'' deseniz ne olacaaaak, ''Şeker Bayramı'' demeseniz ne olacaaak? Daha da ötesi; bu şartlar altında hangi yüzle, hangi hakla, neyin bayramını kutlayacaksınız ki?

Eskiler zaman zaman derdi zaten: “El, ayd-ü ekber eyledi. Biz matem eyledik.” (Ayd-ü ekber: Büyük bayram) El, bu şartlar altındaki İslam dünyasının haline bakarak ayd-ü ekber eyliyor... Gerçek bayramı el yapıyor... Düşünen beyinlere, hisseden yüreklere, hassas ruhlara ise matem eylemek kalıyor...

Bayramınız kutlu olsun

Siz bakmayın benim böyle karamsar yazdığıma... Ben zaten hep böyleyimdir... Bu sitenin (Şehriyar) bütünü ve gizli öznesi zaten hüzün ve matem oluyor, bir feryâd, bir figân oluyor....


Maksadım bayramı kutlamak...  Bayramınızı kutlar, bayramınızın da mutlu, huzurlu ve şetâretli olmasını dilerim…

Osman AYDOĞAN

(*) Fıtrat; Yüce Allah’ın doğuştan, yaratılıştan canlılara kattığı özelliktir. ‘’Kedinin fıtratında tırmalamak vardır’’ diyebilirsiniz. ‘’Akrebin fıtratında sokmak vardır’’ diyebilirsiniz. ‘’İnsanın fıtratında nankörlük vardır’’ diyebilirsiniz. Ama ‘’Karayollarının fıtratında kaza vardır’’ diyemezsiniz. Ama ‘’Madenciliğin fıtratında göçük vardır’’ diyemezsiniz. Yani kendi kusurunuzu, kendi kabahatinizi, kendi ihmalinizi, kendi tedbirsizliğinizi Yüce Allah'a yükleyemezsiniz!



Yorumlar - Yorum Yaz